30 Kasım 2023 Perşembe

Tarikatların da siyasetçilerin de kabusu: 677 Sayılı Devrim Yasası (DOSYA) - soL

 

Bugün, tekke ve zaviyelerin kapatılmasının yıldönümü. soL, dört aydınımızla kanunun dününü ve bugününü konuştu.

30 Kasım 1925, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tekke, zaviye ve türbeleri kapattığı gün.

O yıl, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Cumhuriyet’e karşı gerici isyanlar sürüyordu. 30 Ağustos Zaferi’nin yıldönümünde Mustafa Kemal Atatürk, Kastamonu’da yaptığı konuşmada "Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir (lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır" diyerek, kararın sinyalini vermişti.

30 Kasım’da Meclis, 677 Sayılı Kanunu kabul etti ve tekkeler, zaviyeler, türbeler kapatıldı.

Aradan 98 yıl geçti, Türkiye’nin her yanını tekkeler, zaviyeler, türbeler, her türden gerici örgütlenmeler kapladı.

Oysa yasa hâlâ yürürlükte. Tarikat ve cemaatler hâlâ yasadışı. Ama siyasetçiler, kulaklarının üzerine yatıyor. Çünkü sözde muhalefet CHP dahil tümü, bu yapıları oy deposu olarak görüyor.

Boratav: Mustafa Kemal, Anadolu müslümanlığının şeriatçı yobazlık tarafından teslim alınmadığını fark etti

Türkiye’de dinci gericiliğe indirilen büyük darbenin yıldönümünde, aydınlar dünü ve bugünü değerlendiriyor.

30 Kasım 1925, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tekke, zaviye ve türbeleri kapattığı gün.

O yıl, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Cumhuriyet’e karşı gerici isyanlar sürüyordu. 30 Ağustos Zaferi’nin yıldönümünde Mustafa Kemal Atatürk, Kastamonu’da yaptığı konuşmada "Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir (lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır" diyerek, kararın sinyalini vermişti.

30 Kasım’da Meclis, 677 Sayılı Kanunu kabul etti ve tekkeler, zaviyeler, türbeler kapatıldı.

Aradan 98 yıl geçti, Türkiye’nin her yanını tekkeler, zaviyeler, türbeler, her türden gerici örgütlenmeler kapladı.

Ülkemizin bu yakıcı gündemini, akademisyen Prof. Dr. Korkut Boratav’la konuştuk.

Boratav, tekke ve zaviyelerin kapatılmasının, her şeyden önce Cumhuriyet devrimlerinin lideri olan Mustafa Kemal’in kimliği ve dünya görüşü ile ilgili olduğunu belirtiyor: “Mustafa Kemal’in Cumhuriyet fikri, hatta hedefiyle barışık olan Jön Türkler tarafından etkilendiğini biliyoruz. Bunlar, 1789 Fransız Devrimi’ni ve bu devrimin ilkelerini, sonraki dalgalarını öğrenen, bazılarını izleyen, kimi sonuçlarını benimseyen bir kuşaktı.”

Boratav’a göre, Mustafa Kemal’in Osmanlı toplumunda yer alan gericiliğin ideolojik, toplumsal kaynaklarına dair koyduğu teşhislerin doğruluğu, zaman içinde ortaya çıktı: “Bu konuda yayımlanmış ipuçları vardır. Cumhuriyet’in ilanından sekiz ay önce İzmir’deki İktisat Kongresi’nin açılışındaki konuşması bir örnektir. Mustafa Kemal, orada Osmanlı İmparatorluğu’nun zirvesinde yer alan üç büyük padişahı örnek alarak, bu Orta Çağ toplumunun kökeninde yer alan yapısal zafiyetleri teşhis ve teşhir eylemişti.”

Atatürk, Abdülhamit baskını bizzat gözlemiş, sıkıntılarını yaşamış bir subaylar çevresinin parçasıydı. 31 Mart gerici ayaklanmasını bastıran Hareket Ordusu içinde bizzat görev almıştı. İstanbul’daki ulema içinde, cemaat çevrelerinde İslamcı yobazlık ortamına tanıklık etmişti. Boratav’a göre Mustafa Kemal’in yaklaşımını biçimlendiren bir diğer boyut, bu mesleki birikim ve deneyimleriydi.

Millî Mücadele döneminde Anadolu topraklarında da benzer deneyimleri yaşadı. Şeyhülislam’ın rol aldığı, Saray’ın örgütlediği Hilafet Ordusu’na karşı savaştı. Kuvayımilliye’ye karşı bazı Anadolu vilayetlerinde patlak veren gerici ayaklanmalarda tekke ve zaviyelerin, kimi tarikat mensuplarının örgütleyici rol oynadıklarına bizzat tanık oldu.”

‘Laikleşmeye halk sınıfları saflarından direnme gelmeyeceğini gördü’

Öte yandan, Boratav, Mustafa Kemal’in askerlik deneyiminin, başka bir doğrultuda da olumlu etkisi olduğu kanısına sahip:

Cephelerde çoğunluğu köylü olan askerlere komuta etmiş olan her ilerici subay gibi Mustafa Kemal de Anadolu Müslümanlığı’nın şeriatçı yobazlık tarafından teslim alınmadığını, fethedilmediğini fark etmiş olmalıdır. Tasarladığı Cumhuriyet rejiminin içereceği laikleşmeye halk sınıfları saflarından bir direnme gelmeyeceğini, emrinde savaşmış olan köylü çocuklarında algıladığını tahmin edebiliriz. Türkiye halkının kültürel birikiminin bir parçası olan Müslümanlığın laik düzenlemeler ile özünde barışık olduğunu gözlemiş olmalıdır. Şu şartla ki bu düzenlemelere şiddetle karşı çıkacağı belli olan ‘tekke, zaviye’ türü örgütlenmelere son verilsin.”

Atatürk’ün bu değerlendirmesi, Milli Mücadele yılları ve sonrasında yakın çevresi açısından da sürer.

Boratav, 1925’te Tekke ve Zaviyeleri kapatan yasanın, sonraki yıllarda yoğunlaşacak olan üstyapı devrimlerini köstekleyebilecek kurumsal direnme noktalarından birini etkisiz kıldığını vurguluyor: “Bu devrimlerin, farklı boyutları ağır basan Şeyh Sait isyanı dışında, önemli bir kitlevî direnme, halk ayaklanması tetiklemeden yerleşmesi, benimsenmesi teşhis ve öngörülerinin doğru çıktığını gösterdi.”

Peki, bugüne gelinen yolda 677 Sayılı Kanun’un altı nasıl boşaltıldı?

İslam dünyasında yaygın olan tarikat yapılarının kimi uzantıları Türkiye’de de daima vardı” diyor Boratav, “Fiilen örgütlenmelerine 1950’li yıllarda Demokrat Parti, 1980 sonrasında 12 Eylül rejimi ve ANAP iktidarları tarafından hoşgörü gösterildiğini biliyoruz.”

Sonraki dönemlerde cami cemaatleri dışında sistematik güçlenmelerini, önce Gülen hareketi, devlet bürokrasisini uzun dönemde fiilen fethetme stratejisi ile temsil etti. Bu hedefi Siyasal İslam’ı Türkiye toplumuna yerleştirme stratejisine dönüştüren AKP iktidarı oldu. Tarikat, cemaat yapıları vakıflar içinde kurumsallaşarak doğrudan doğruya ve açıkça AKP iktidarı tarafından sahiplenilmektedir. Kamu yönetimini de bu örgütler aşamalı olarak paylaşmaktadır.”

                                                                  /././

Zülal Kalkandelen: 677 Sayılı Yasa laik Cumhuriyet tarihinin en devrimci yasasıdır

Türkiye’de dinci gericiliğe indirilen büyük darbenin yıldönümünde, aydınlar dünü ve bugünü değerlendiriyor.

30 Kasım 1925, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tekke, zaviye ve türbeleri kapattığı gün.

O yıl, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Cumhuriyet’e karşı gerici isyanlar sürüyordu. 30 Ağustos Zaferi’nin yıldönümünde Mustafa Kemal Atatürk, Kastamonu’da yaptığı konuşmada "Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir (lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır" diyerek, kararın sinyalini vermişti.

30 Kasım’da Meclis, 677 Sayılı Kanunu kabul etti ve tekkeler, zaviyeler, türbeler kapatıldı.

Aradan 98 yıl geçti, Türkiye’nin her yanını tekkeler, zaviyeler, türbeler, her türden gerici örgütlenmeler kapladı.

Ülkemizin bu yakıcı gündemini, gazeteci, yazar Zülal Kalkandelen’le konuştuk.

Kalkandelen, tarikatların geçmişte de siyasi sorunlara yol açtıklarını hatırlatıyor: “İbadetleri ve bazı dini kuralları farklı yorumlayan tarikatlar, cumhuriyetin ilan edilmesinden önce toplumda çeşitli karışıklıklara ve huzursuzluklara yol açtıkları gibi, Osmanlı devletinin geri kalmasında da önemli rol oynadı. Padişah katında ayrıcalık elde etmek için örgütleniyor, kendi adamlarını önemli mevkilere yerleştiriyor, böylece o dönemin siyaseti üzerinde de etkili oluyorlardı.”

Ancak tarikatlar ve cemaatler, Cumhuriyet’in ilanından sonra, Kalkandelen’in deyişiyle “amacından tamamen saparak devrim karşıtı hareketin simgesi” oldu. “Dinsel sömürüyü ve hocaların, şeyhlerin, şıhların toplum üzerindeki etkisini kullanarak halkı cumhuriyet devrimlerinin aleyhine kışkırtmaya başladılar. Tekkeler ve zaviyeler, cumhuriyete karşı isyan çıkarmak için insanların beyninin yıkanarak dincilerin örgütlendiği yerler haline geldi.” Sonuç, 30 Kasım 1925’teki kanundu. 

Kalkandelen, dinci gericiliğin o yıllardaki etkisine dair, Meclis’teki görüşmelerde Kütahya milletvekili Nuri Bey’in (Atatürk’ün yakın arkadaşı Nuri Conker) söylediklerini hatırlatıyor: “Büyücüler, falcılar, üfürükçüler, elinde bir tabla içinde otuz kırk şişe hacı yağı, diğer yağlar ve karınca duası, Uğru Abbas duası gibi şeyler satarlar, bunlar seyyar türbe halindedirler. Seyyar dervişler sokak sokak dolaşırlar, hem halkı ızrar ederler ve hem de yanlış yola sevk ederler, bu yüzden birçok cinayet olmuştur. Bundan dolayı bunlar hakkında da kanuna bir fıkranın ilâvesini teklif edeceğim.” 

‘Bu yasa, laik Cumhuriyet tarihinin en devrimci yasasıdır’

Zülal Kalkandelen, 677 Sayılı Yasa’nın önemini anlatıyor: “Asırlardır halkın başına bela olan ve gericiliğin bir ur gibi tüm ülkeyi sarmasına yol açan tekke ve zaviyelerin kapatılmasını sağlayan yasa, laik Cumhuriyet tarihinin en önemli, en devrimci yasasıdır. Gerçekte laiklik karşıtı bu yapılar, özünde halkı sömüren biat sistemi ile bir insan hakları sorunuydu. Laik bir devrimin, Aydınlanma hareketinin bunlarla ilerlemesi olanaksızdı.”

Ancak siyasi iktidarlar yasayı uygulamadı. Böylece, Kalkandelen’e göre, bu yapılar sözde “meşruiyet” kazanmış gibi gösteriliyor ve “sosyolojik bir gerçek var” bahanesinin arkasına sığınılıyor.

Kalkandelen, “Uzun bir süredir ‘liberaller’, 2. Cumhuriyetçiler ve dinci kesim, tarikatları ve cemaatleri ‘sivil toplum örgütü’ gibi göstermek için işbirliği halinde” diyor.

Öncelikle şunu tespit edelim: Tarikat ve cemaatler sivil toplum kuruluşu (STK) değildir. STK’nin tanımı hukuken bellidir. İnsanların resmi kurumlardan bağımsız olarak örgütlenip politik, sosyal, hukuki ve kültürel amaçlarla oluşturdukları kâr amacı gütmeyen kuruluşlara sivil toplum örgütü denir. STK’ler, gönüllü çalışmalar ve üyelerinin verdiği düzenli aidatlarla ayakta kalır. Vakıflar, dernekler, sendikalar ve mesleki kuruluşlar, sivil toplum örgütlerini oluşturur. STK’lerin mali yapısı devletçe denetlenir. Yönetim organlarını mevzuata göre oluşturmak için genel kurul yapmayan, üyelerinin seçim hakkı bulunmayan STK olmaz.”

Oysa”, diyor Kalkandelen, “tarikat ve cemaatlerde ne seçim vardır, ne demokrasi, ne de özgürlük. Hiçbir sorgulamanın olmadığı bu yapılarda müritler şeyhlere sadece biat eder. Bu yapılar, inançları sömürerek özgür düşünceyi yok eder, insanları köleleştirir. Özgürlük adına savunulmaları tam bir oksimorondur.”

Öte yandan, tarikat ve cemaatler, kurdukları paravan şirketler vasıtasıyla devasa zenginliklere sahip olmuş, bu güç sayesinde de devlet kadrolarına çöreklenmiş durumda. Bu yapılar, siyasi partilerce “oy deposu” olarak görülüyor. Kalkandelen, “Bu yüzden yasaya aykırı oldukları halde kimse bunlara dokunmuyor; seçim öncesi liderler bu gerici şeyhleri, liderleri ziyaret edip oy pazarlığı yapıyor” diyor.

Laiklik karşıtı bu yapılar, kurdukları holdingler, yurtlar ve kurslar ile devasa büyüklüklere ulaşırken, sahip oldukları medya organları üzerinden propaganda yaparak toplumu zehirlemeye devam ediyor.

Oysa ‘hocaefendi’ diyerek itibar kazandırılan kadın düşmanı şeyhler, bu ülkenin manevi önderi değil utancıdır. Bizim temel değerlerimiz, Aydınlanma yolundan, akıl ve bilimden kaynaklanacaksa, 98 yıl önce çıkarılan devrim kanunu uygulanmalı, sapkınlık, yolsuzluk, sömürü ve gericilik yuvası tarikatlar ile cemaatler dağıtılmalıdır.”

                                                                 /././

Tarikatlar nasıl kapatıldı, nasıl yeniden palazlandı: Serpil Güvenç anlattı

Türkiye’de dinci gericiliğe indirilen büyük darbenin yıldönümünde, aydınlar dünü ve bugünü değerlendiriyor.

30 Kasım 1925, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tekke, zaviye ve türbeleri kapattığı gün.

O yıl, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Cumhuriyet’e karşı gerici isyanlar sürüyordu. 30 Ağustos Zaferi’nin yıldönümünde Mustafa Kemal Atatürk, Kastamonu’da yaptığı konuşmada "Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir (lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır" diyerek, kararın sinyalini vermişti.

30 Kasım’da Meclis, 677 Sayılı Kanunu kabul etti ve tekkeler, zaviyeler, türbeler kapatıldı.

Aradan 98 yıl geçti, Türkiye’nin her yanını tekkeler, zaviyeler, türbeler, her türden gerici örgütlenmeler kapladı.

Yazar Serpil Güvenç, konuyu soL için değerlendirdi.

                                                                  ***

Öncelikle, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran kadro ve Mustafa Kemal'in sınıfsal konumuna dair bazı nitelemelere göz atmakta fayda var.

Kapitalizmin doğuşuyla birlikte ona eşlik eden ulusal burjuvazinin, emekçi sınıfların eşitlik ve özgürlük özlemlerini yedeğine alıp burjuva demokratik devrimine yöneldiğini söyler Server Tanilli. Bunun anlamı, feodal, aristokratik, monarşik ve dinsel yapıların karşısına dikilmek ve onları yıkmaktır. Bir başka deyişle, burjuva cumhuriyetini kurmaktır. 

Kurtuluş Savaşı öncesinde Jön Türklerin, İttihat Terakki'nin, 1908 hareketi ve benzer akımların da Aydınlanma hareketleri diyebileceğimiz konuların bazılarını gerçekleştirmeye çalıştıklarını ama koşulların uygun olmaması ya da güçlerinin yetmemesi nedeniyle başaramadıklarını biliyoruz. Kurtuluş Savaşı'nı gerçekleştiren ve kökleri Jön Türkler ile İttihat ve Terakki hareketlerine dayanan Mustafa Kemal ve arkadaşları, Kurtuluş Savaşı’nın başarısından gelen güçle ve Mustafa Kemal'in askeri, siyasi dehası ve kararlılığı sayesinde Gordiyon'un düğümünü kesip attılar. 

Bu bağlamda, Lenin'in Kurtuluş Savaşı ve Mustafa Kemal ile ilgili değerlendirmesi çok önemlidir. Lenin, Aralov'un anılarında emperyalistlerin soyup soğana çevirdiği Türklerin Milli Kurtuluş savaşı verdiğini, Mustafa Kemal'in sosyalist olmadığını ama iyi bir örgütçü, ilerici, akıllı bir devlet adamı ve yetenekli bir lider olarak milli burjuva ihtilalini yönettiğini söyler. Tanör de bu kadronun belli bir "devlet ve toplum tasarısı"na sahip olduklarını, bir doktrinlerinin olmamasına karşın Aydınlanma Çağı’nın düşünceleriyle örülü bir dünya görüşünün sahipleri olduklarını belirtir. "Biz ilhamlarımızı gökten ya da gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan alıyoruz" diyen Mustafa Kemal liderliğindeki kadronun proleter ulusların kapitalizme karşı mücadelesinin bir müttefiki olmak istemediklerini yani sosyalist bir devrim hedeflemediklerini, amaçlarının bağımsız ve akılcı ve müspet bilimci yöntemler kullanarak çağdaş bir ulus yaratmak olduğunu vurgular. Gerçekten de devrimin özelliği bağımsızlık ve Aydınlanma değerleridir. Aydınlanmanın temelinde laikliğin yani Batı'da temelini kilisenin devletten, dinin siyasetten ayrılmasından alan laikliğin olduğunu biliyoruz. 

Laik devlet ulusal nitelik taşır. Yurttaş, din, dil, ırk, ayrımı gözetmeksizin içinde yaşadığı toplumun eşit bireyidir. Yurttaşı yurttaş yapan, kimliğini belirleyen, özgür bireylerin birbiriyle olan özgür ilişkileridir, onları birbirine bağlayan dinsel bağlar değil ama maddi koşullardır. Dinsel temele dayalı bir toplumda ise, birey inancına göre bağlı olduğu toplumun bir parçasıdır. Onun kimliği, bağlı olduğu dinin kimliğidir. Sorumlulukları topluma değil, Tanrıya karşıdır. İslamcı anlayışta ise toplum ümmet, insan ise ümmetin bir mensubudur. İslamcı devlette hiçbir yasa şeriata aykırı olamaz.  İşte bu nedenlerle, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının laiklik yolunda adım atmaları ümmetten ulusa geçirilmeye çalışılan bir toplumda zorunluydu. Yalnız devletin ve siyasetin değil, toplumun da laikleştirilmesi gerekmekteydi. 

Milli Mücadele sırasında Kemalist kadro ile birlikte hareket eden toprak sahiplerinin muhalefeti, Aydınlanmaya dair bu önemli ve yaşamsal üst yapı reformlarını kalıcı kılabilecek bir toprak reformu girişiminin TBMM'de her seferinde geri püskürtülmesiyle sonuçlandı. 50'lerden başlayan ve günümüzün büyük dinci geri dönüşünü temsil eden bu karşı devrimci akımın gücünü emperyalizmden aldığını da biliyoruz. 

Bu kısa giriş sonrasında nelerin başarıldığına bakalım.

1 Kasım 1922' de 308 nolu kararname ile saltanat kaldırıldı ama halifeliğin kaldırılması için Mart 1924'e kadar beklenmesi gerekti. Koşulların elverişli olduğunu düşünen devrim hükümeti, bu tarihte 431 sayılı yasayla halifeliği ilga etti ve “Hanedan-ı Osmani”nin T.C. sınırları dışına çıkarılmasına, 430 sayılı yasayla Eğitimin Birliği'nin sağlanmasına, 429 sayılı yasa ile Şer'iye ve Evkaf bakanlığı ile Erkan-ı Harbiye umumiye bakanlığını kaldırılmasına karar verdi. Medreseler kapatıldı, eğitimin laikleşme süreci başladı, eşit ve karma eğitim olanağı geldi.  

Ertesi yıl yani 1925'de üç kararname daha çıkarıldı. 2 eylül 1925'de kıyafet yasası ilan edildi. 25 Kasım 1925'de şapka kanunu çıkarıldı. 30 Kasım 1925'de tekke ve zaviyeler kapatıldı. 

 17 Şubat 1926'da Medeni Kanun'un çıkarılması ve ilkokullarda 1-2 sınıfta din dersinin kalkması ancak 1926'da gerçekleşebildi. 1927’deki program değişiklikleri sonrasında, Arapça, Farsça ile din dersleri ortaokul ve lise müfredatından çıkarıldı. Kadınlar belediye meclisine seçilme hakkını ancak 1930'da, TBMM'ye seçilme hakkını ise 1934'de alabildiler. Laiklik ilkesinin Anayasaya girmesi için 1937'yi beklemek gerekti. 1940'da Köy Enstitüleri kuruldu. 

Bu ilerici atılımlarda hep uygun zamanın ve sınıf dengelerinin kollandığını ve girişimin bu iki unsurun örtüştüğü dönemlerde yapıldığını görüyoruz. Bu, asıl konumuz olan tekke ve zaviyelerin kaldırılması olayında da böyle olmuştur. Bu kurumların devre dışı bırakılma çabası, Aydınlanma atılımları içinde Cumhuriyet hükümetini, varlığının korunması açısından önemli reformlardan birisidir. Mustafa Kemal 30 Ağustos 1925'de yaptığı konuşmada "ilmin ve fennin, bütün şumulüyle uygarlığın göz kamaştırıcı ışığı karşısında filan ya da falan şeyhin irşadıyla maddi ve manevi saadeti arayacak kadar iptidai insanların Türkiye uygar topluluğunda varlığını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, meczuplar, müritler, memleketi olamaz. En doğru, en genel tarikat uygarlıktır" der. 

Tam da bu noktada bu şeyhler, dervişler, müritlerin nerelerde varlıklarını sürdürdüklerine ve neler yaptıklarına bakalım. Tekke ve zaviyeler, küçüğüne zaviye, büyüğüne tekke adı verilen mekânlar olup tarikat mensuplarının barındığı ve ibadet ettiği yerlerdi. Genelde din bilgisi yeterli olmayan köy imamları buralarda Kuran öğretirlerdi. Batıl inanç ve hurafe kaynağı olan bu yerlerde dini öğretinin dışında, örgütlenen müritlere bir bilgi ve anlayış aşılanmamaktaydı. Erdost'un ifadesiyle, bireyin özgürleşmesinin, ulusun uluslaşmasının önündeki başlıca engel olan, başka din ve inançtan olanları kâfirlikle özdeşleyen bu teokratik ve geleneksel kurumların kaldırılması gerekliydi.  Kısaca tarikatların yuvası olan ve toplumun her hücresine nüfuz etmiş olan bu ulus öncesi mahallerin sadece dini özellikleriyle değil muhalif siyasal özellikleriyle de yeni düzende varlıklarını sürdürmeleri mümkün değildi. Karşı devrimci potansiyelleri yadsınamazdı. Bununla birlikte, önce 3 Mart 1924'te çıkarılan 429 sayılı yasayla tayin ve işten çıkarılmaları Diyanet İşleri Başkanlığı’na (DİB) bağlandı. Varlıklarını devlet şemsiyesi altında sürdürdüler.

Tekke ve zaviyeleri kapatma kararının alınabilmesi için, Şubat 1925'te başlayan Şeyh Sait ayaklanmasının Haziran 1925'te bastırılması ve 30 Kasım 1925'e varılması beklenecektir. Nakşi şeyhi Şeyh Said'in "Halifeliği kaldıran ve dinsizliği yaymaya çalışan bu idarecilerle cihat etmek farzdır" diyerek 1925 Şubatı'nda başlattığı, dinsel niteliği yanında ulusal özellikleri de olan ayaklanmanın Cumhuriyet hükümetinin işini kolaylaştırdığı söylenebilir. 3 Mart 1925'te çıkarılan ve hükümete olağanüstü yetkiler veren Takrir-i Sükun yasasını izleyen günlerde Ankara ve Doğu illerinde kurulan iki İstiklal mahkemesi, isyanı tekke ve zaviyelerle ilişkilendirerek bölgede yer alan bu kurumların tümünü kapatma kararı aldı. Mahkeme savcılığa yolladığı yazıda isyanın ortaya koyduğu bu gibi tekke ve zaviyelerin "birer menba-ı şer (kötülük kaynağı) ve fesat yuvası" olduklarını ve mensuplarının kendilerine kutsal payeler vererek halkı kendilerine secde ettirdiklerinin anlaşıldığını, bu nedenle kendi il ve ilçelerindeki bu yerlerin kapatılması için tüm yöneticilere haber salınmasını istedi. Savcılık, hemen ertesi gün, bu yazıyı Siirt, Siverek, Mardin, Hakkâri, Hınıs, Dersim, Diyarbakır, Genç, Ergani Maden, Malatya ve Elazığ'a yolladı. Karar bazı yerlerde yavaş uygulandı ya da hiç uygulanmadı. Bu durum, tarikat yapılarının bürokrasi arasında da varlığını ve etkinliğini göstermesi açısından önemlidir. 

İsyanda etkili bulunduğu söylenen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kapatıldığını söyledikten sonra bir noktaya daha dikkat çekelim. 

Şeyh Said'in kendisini bazı gazetelerin kışkırttığını, Sebillürreşat yazarı Eşref Edip'ten etkilendiğini söylemesi üzerine Sebilürreşat, Vatan, Tevhid-i Efkar, Son Telgraf, Toksöz, İstiklal, Tanin, Orak Çekiç, Aydınlık, İleri kapatıldı. Bu gazeteler arasında sosyalist gazetelerin yani Celal Nuri ve Suphi Nuri İleri kardeşlerin çıkardığı İleri'nin, Aydınlık ve Orak Çekiç'in de bulunduğunu görüyoruz. Rejim, Takrir-i Sükun yasasıyla, Aydınlanma hareketine ilişkin girişimlerinde kendisine destek veren ve Milli Mücadeleyi baştan itibaren destekleyen sol muhalefeti de susturmaya çalıştı. Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası (TİÇSF) bu yasa çerçevesinde kapatıldı; isyanı "İrticanın başında Şeyh Said değil derebeylik duruyor, irticaya karşı mücadelede halk hükümetledir. Kara kuvvet bizim de burjuvazinin de düşmanıdır" diyerek kınayan TİÇSF lideri Şefik Hüsnü Deymer 1927'de 89 arkadaşıyla tutuklandı ve 1,5 yıl cezaevinde yattı. Aydınlık ve Orak Çekiç mensupları ve Yoldaş gazetesini çıkaran 38 kişi tutuklanarak Ankara İstiklal mahkemesine verildi. Bir kısmı 7 ila 10'ar, bir kısmı da 15'er yıl kürek cezasına çarptırıldı. Bu uygulama, Cumhuriyetin ilk yıllarından başlamak üzere, tüm dönemlerde siyasal iktidarların, sınıf çıkarları gereği, anti komünizm histerisiyle, solu, sosyalist ve komünistleri hedef tahtasına koymaları ve ezmeye çalışmalarının güzel bir kanıtıdır.

Cumhuriyet hükümeti kapatılan tekke ve zaviyelerin personelini mağdur etmedi; şeyhlerine eski mekânlarındaki uygun yerlerde ikamet edebilme hakkı tanındı. Türbedarların maaşları ödenmeye devam etti. Türbedarların bir bölümü cami ve mescitlerde görevlendirildi. Boşalan mekânlarda okullar yapılması; bu kullanıma uygun olmadıkları durumlarda satılıp elde edilen gelirle köy okullarından başlayarak okul yapılmasına karar verildi. Kıymetli türbelerin idare ve muhafazası DİB'e devredildi. 

Ne var ki, kapatılmaya rağmen tekke ve zaviyeler evlerde gizli olarak törenlerini yaptılar ve halktan para toplamaya devam ettiler. Taner Timur, hızlı bir sanayileşme olmadığı ve "hurafe"lerin sosyal temelleri çökmediği için tarikatların tüm canlılıklarını muhafaza ettiklerini ve teolojik bir dünya görüşü olma niteliklerini kaybetmediklerini söyler. 

Gerçekten de, bu noktada Engels'in "Burjuvazi egemen sınıf olmasından kısa bir süre sonra işçi sınıfına ve başta komünizm olmak üzere tüm ilerici hareketlere karşı siyasi ve ideolojik cephaneliğini dinle tahkim etmeye karar vermiştir" sözünü doğrulayan gelişmeler olur ülkede. Çok partili yaşama geçen ve dümeni hızla emperyalist Batı dünyasına kıran CHP, Köy Enstitüleri'ni kapatır; kendi bakanı Hasan Ali Yücel'i saldırılar karşısında yalnız bırakır; 10 aylık İmam Hatip kurslarını ve 1949'da Ankara Üniversitesi İlahiyat fakültesini açar.

Soğuk Savaş yıllarının başından bu yana, emperyalizmin SSCB'yi çevrelemek için ve yıkmak için kullandığı "Yeşil Kuşak" teorisi ve daha sonra ortaya atılan "ılımlı İslam" kavramlarının her ikisi de, devletin İslamlaştırılması ve emperyalist politikalar çerçevesinde etkinleştirilmesi esasına dayanırlar. Antikomünizmin emperyalist hedeflerle iç içe geçmesi, her durumda söz konusudur. Ülkemizde de, emperyalist güçlerle tarikatların antikomünizm amacında birleştikleri bilinen bir olgudur.

Bu dönemden başlayarak hızla siyasallaşan tarikatlar özellikle 1950 Demokrat Parti iktidarı döneminde iktidar partisini güçlü bir biçimde desteklemekle başladıkları yolculuklarını, iktidara önce ortak olmak ve daha sonra AKP'yle iktidarı ele geçirmek hattında sürdürürler.

O dönemlerde, laikliğin dinsizlik olduğunu savunan Said-i Nursi'nin kurduğu Nur tarikatı, bir parti toplantısında "Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz" diyen Demokrat Parti (DP) lideri Adnan Menderes'i desteklemiş, DP iktidarında cemaatten 4 kişi milletvekili seçilmiş, ezan Arapçaya çevrilmiş, Köy Enstitüleri’ne son nokta koyulmuş, Halkevleri kapatılıp mallarına el konmuştur. 

Daha sonra, iki milyona yakın oy potansiyeliyle DP'nin devamı olan Adalet Partisi’ni (AP) destekleyen ve parti başkanı Demirel için "İslamköy'den bir insan çıkacak, bu milletin başına geçecek" tanımını yaparak arka çıkan yine Said-i Nursi’dir. Fetullah Gülen cemaatinin de Nur kökenli olduğunu söyleyelim. 1951'de kurulan ve ilk başlarda İmam Hatip okullarının, kuran kurslarının yayılmasını amaçlayan, Rabıta ve ABD petrol şirketi Aramco'ya varan ilişkilere sahip ve kendi görüşlerini savunan DİB başkanının tayinini bile sağlayabilen İlim Yayma Cemiyeti başta olmak üzere birçok kuruluşla ve siyasi parti ilişkileriyle bu tarikatlar ve irili ufaklı diğerleri, artık toplumsal, siyasal ve ekonomik yaşamın göbeğindedirler. 

1960 sonrası aralarında Çalışma Bakanlığında bulunacak Ahmet Tevfik Paksu'nun da bulunduğu yaklaşık 15 Nur öğrencisinin 3'ü Adalet Partisinden, geri kalanı ise MSP'den seçilerek TBMM'ye girerler.  

12 Mart, İslamcı hareketin siyasal iktidarın vazgeçilmez ortağı durumuna gelişini işaret eder. İslamcı partilerin siyasi iktidarlara katılmaları 12 Mart’ta CHP-MSP koalisyonuyla başlar. Bu partiler o günden bu yana kurulan hükümetlerin yarısında iktidar sahibi ya da iktidar ortağı olmuşlardır. İslam sermayesi ya da cemaat/ tarikat sermayesi, modern egemen sınıfın yerine göz dikmiş, oradaki ranttan pay almak isteyen ve pazar ekonomisinin rekabet ortamında dini motif ve simgeleri kullanarak yükselmek isteyen bir kesim-tabaka ya da sınıftır artık. Tarikatlar şirketleşmişlerdir. Tanör, bu durumu "İslam'ın sermaye ve ekonomiyle izdivacı" olarak tanımlar. Ecevit ile 1973 yılı koalisyon hükümeti sonrasında iktidar ortaklığını sürdüren Erbakan'ın Milli Selamet Partisi'nin Bir Nurcu/Nakşi koalisyonu olduğunu söylemeden geçmeyelim.

1980'lere geçmeden vurgulanması gereken bir başka olgu, 70'lerden itibaren köyden kente göçün oluşturduğu varoşlarda tarikatların yuvalanmalarıdır. Gerici siyasal iktidarlarla ve darbelerle bu alanlardan çıkarılan devrimci kuruluşların yerini tarikat örgütlenmeleri aldı. Henüz kentleşmemiş, kendi kırsal kültürünü kente taşımış, kent kültürüyle çatışan ve bu kültür karşısında dışlandığını düşünerek kimliğini korumaya çalışan kitleler, dini inançları nedeniyle, İslamcıların siyasal söylemine rahatlıkla uyum sağladılar. Tarikatların bu yöreleri mekân seçmeleri bu nedenle çok kolaylaştı; Kuran kursu, vakıf türü örgütlenmeler, küçük burjuvazinin alt tabakalarından oluşan esnaf, memur, hizmetli, imam, öğretmen, öğrenci ve henüz köylülükten kopmamış işçilerden oluşan geniş yığınları siyasal amaçları doğrultusunda yönlendirebildiler. 

12 Eylül bir sıçramadır. 

12 Eylül cuntasının başbakanı, Dünya Bankası çalışanı, MESS Başkanı, DPT müsteşarlığı yapmış, ANAP kurucusu Turgut Özal, Türkiye'nin hacı unvanlı ilk cumhurbaşkanıdır. Köşkte tarikat ve cemaat liderleri Özal'ın arkasında saf tutarak namaz kılacaklardır. "Allahın ipine sarılan" bu cumhurbaşkanı Nakşi kökenlidir, annesinin Nakşi şeyhi M. Z. Kotku'nun yanına gömülebilmesi için   Bakanlar kurulu kararı çıkartabilecek, bazı Nakşi şeyhlerinin affını Evren'den talep edebilecek kadar inançlıdır Erbil Tuşalp'in ifadesiyle. "Bir elinde Kuran bir elinde bilgisayar" olan bir gençlik isteyen Özal döneminde ekonomideki etkinlik siyasal etkinlikle bütünleşmiştir. ANAP hükümeti 14 Aralık 1983'de göreve başladıktan sadece iki gün sonra yani 16 Aralık 1983 tarihli kararname ile "Suudi-Türk finans kurumları" na yasal olanak sağlanır. Dış kökenli ve İslami sermayeye dayanan ilk iki banka olan Faisal Finans ve Al Baraka Özel Türk bu tarihten sonra kurulur. Konumuz açısından önemli olan, tarikat ilişkileridir; Al Baraka Türk Nakşibendi, Faisal Finans Nurcu kaynakların işbirliği ile kurulmuştur. Bu dönemde, ABD destekli Arap-İslam sermayecilerin Türkiye'ye aktıkları görülür. Tarikat koalisyonunun MUSİAD'ı da kurduklarını, imam maaşlarının da Evren onayıyla Suudilerce ödendiğini söylemeden geçmeyelim.

Nakşi Özal'ın başkanlığındaki ANAP bir tarikatlar koalisyonudur; tabanda ise Gülen cemaati, Süleymancılar, Işıkçılar ve başka tarikatlar bulunmaktadır.  

Nakşi tarikatı Özal'la birlikte en az 2-3 bakanlıkla temsil edilmekle kalmamış; Özal'ın varlığıyla başbakanlığı, TBMM başkanlığını ve Cumhurbaşkanlığı döneminde de Çankaya'yı ele geçirmiştir. Nur tarikatı ise, 12 Eylül sonrasında, İçişleri Bakanlığı, TBMM başkanlığı, ANAP genel başkanlığı, Milli Eğitim bakanlığı, devlet bakanlığı, Kültür bakanlığı düzeyinde temsil olanağı bulmuştur.  Mebus sayıları 50'yi aşkındır.

Tekke ve zaviyelerde yuvalanan ve alt yapı reformlarının yapılamaması nedeniyle varlıkları toplumsal yaşamdan silinip atılamayan tarikatlar AKP iktidarını oluşturan temel kadrolardır. Burjuvazinin genel programı olarak neo liberalizmi kucaklayan bir sermaye iktidarı olan AKP, Korkut Hoca'nın tanımıyla "bir İslami faşizm ve kapkaççı kapitalizmin karanlık sentezi"nden başka bir şey değildir. Bu parti sayısız tarikat yapılarıyla birlikte, emperyalizmin desteğinde, 1. Cumhuriyete son noktayı koymuş olmakla anılacaktır. AKP iktidarında, Anayasa ve yasalar fiilen çalışmaz hale getirilmiş; okullar medrese, cami, kuran kursu ve İmam Hatipleştirilmiş, öğretmenlik kavramı hoca ve imam kavramıyla yer değiştirmiş; Medeni Yasa uygulamada yerini Şeriat yasalarına bırakmıştır. Bunun da ötesinde, ülke parsel parsel satışa sunulmuş, emekçi sınıflar tarihlerinde az görülen bir yoksulluğa itilmiş, mafya kapitalizmi tüm çirkinliği ve etkinliği ile gözler önüne serilmiştir. Ülke artık bir tarikatlar, onların yuvaları olan tekke ve zaviye türü yapılanmalar cennetidir.

Sevindirici olan, bu karşı devrime karşı duran, genel hatlarıyla örgütsüz, yüzde 50'lere varan bir kitlenin varlığıdır. Sosyalist/Komünist partilere düşen görev, bu kitleyi, bu kez sosyalizmi hedefleyen bir yeni cumhuriyet kurmak hedefiyle örgütlemektir.

                                                                /././

Erendiz Atasü: İlkesiz politikacılar üç günlük iktidar uğruna tarikatları destekledi

Türkiye’de dinci gericiliğe indirilen büyük darbenin yıldönümünde, aydınlar dünü ve bugünü değerlendiriyor.

30 Kasım 1925, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tekke, zaviye ve türbeleri kapattığı gün.

O yıl, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Cumhuriyet’e karşı gerici isyanlar sürüyordu. 30 Ağustos Zaferi’nin yıldönümünde Mustafa Kemal Atatürk, Kastamonu’da yaptığı konuşmada "Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir (lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır" diyerek, kararın sinyalini vermişti.

30 Kasım’da Meclis, 677 Sayılı Kanunu kabul etti ve tekkeler, zaviyeler, türbeler kapatıldı.

Aradan 98 yıl geçti, Türkiye’nin her yanını tekkeler, zaviyeler, türbeler, her türden gerici örgütlenmeler kapladı.

Ülkemizin bu yakıcı gündemini, yazar Erendiz Atasü’yle konuştuk.

1925, Şeyh Sait isyanının yaşandığı yıldı. Atasü, “Tarihçi olmadığım için ihtiyatla konuşuyorum, herhalde bu olayın etkisi olmuştur” diyor: “Öyle sanıyorum ki Mustafa Kemal Atatürk tabiat olarak çok nazik bir insandı, mümkün oldukça acı vermeden yenilikleri yerleştirmek istiyordu. Ancak, herhalde bu karar kaçınılmazdı. Çünkü manevi gücü, din gücünü ve parasal gücü elinde bulunduran kimselerin cehaletle yoğrulmuş kitlelere yaptıramayacağı şey olmadığını ve bu güç odaklarının sürekli cehaletle yoğrulmuş kitleler ürettiğini  birkaç on yıldır yaşayarak görüyoruz.”

Atasü’ye göre Devrim Kanunları’nın altı çok uzun süre yavaş yavaş, sonradansa hızla boşaltıldı. “Cumhuriyetle gönülden ya da çıkar icabı barışık tekkeler de vardı, muhtemelen ve bunlar sessiz varoluşlarını muhtemelen Cumhuriyetin ilk on yıllarında bile sürdürmüşlerdi” diyen Atasü, kendi gözlemlerini şöyle aktarıyor: 

Yurttaş olarak hayatım boyunca gözlemleyebildiğim çizgi aşağı yukarı şöyledir: Laiklikten ödünler Demokrat Parti ile başladı.O dönemi izleyen bütün farklı devirlerde değişmeyen şeylerden biri İmam Hatip okullarının açılmasıydı. 1970'lerde, şahsen tanıdığım, inançlı bir Müslüman ancak aydınlanmacı bir eğitimci olan ve yobaz bombasıyla 1990'da katledilen Bahriye Üçok, Senato kürsüsünden şöyle haykırıyordu: ‘Baylar bu kadar İmam Hatip lisesi açmayınız, 30 yıl sonra Türkiye'yi onlar yönetecek!’ Dediği oldu.” 

Erendiz Atasü, “her şeyi bilen baylar”ın, “Bahriye hanımın sözlerini ciddiye almadığını” belirtiyor. “İmam Hatip mezunu gençlerimize, bütün mesleklerin kapılarının açılması hem bizatihi mantıksız, hem de tehlikeli bir girişim idi; gerçekleşti. Devlet kadrolarına çoğu İmam Hatip mezunu tarikat mensuplarının yerleşmesi, maalesef Ecevit-Erbakan döneminde, Erbakan'ın partisine verilen bakanlıklarda başladı. 12 Eylül, dinciliği zaten bir antikomünist sihir zannetti ve bolca kullandı.” 

90'larda yeni dünya düzeninin “gezegeni ele geçirmesi”, Atasü’ye göre, insanlığın sol siyasetten kopması, sağa savrulması, bir anlamda dine savrulması anlamına geldi: “Sosyal devlet kavram ve uygulamasının hayattan silinmesiyle, sosyal destekten mahrum kalan insanlar kolayca dindarlığa kaydılar, ama orada duramadılar; parasal gücün de olayda rol oynamasıyla dinciliğe demir attılar. Din yeniden bütün dünyada siyasal bir tercih olmuştu.

Neoliberal politikaların çakma yaşam felsefesi, din olayını sadece kişisel hayatın bir parçası olarak görmekte direndi, dinin belki de ilk ideoloji olduğunu unuttu ve unutturdu. Bulunduğumuz coğrafya ve ABD'nin yeşil kuşak politikası, bizde olayın vahim boyutlara sürüklenmesinde herhalde rol oynadı. Laik kesim olarak din denen olgunun ilahiyattan ve kişisel iç dünyadan, kişisel yaşam pratiğinden başka bir yüzünün, şiddetli bir toplumsal baskı özelliği taşıyan çok başka bir yüzünün var olduğu anlatılamadı.” 

‘Muhalefetin aczi akıl çağını sonlandırdı’

Atasü, kimi siyasetçilerin durumu gördüğünü de belirtiyor. “Tarikatlar ticarete başladı, bu gidiş laikliğin sonudur” diyen, durumu görenler vardı Atasü’ye göre, “ancak ilkesiz politikacılar, üç günlük iktidar uğruna eleştirdikleri tarikatları desteklediler. Sapına kadar kapitalist AKP bu ortamda boy attı. Din adına kafaların kesildiği bir dönemde laikliğin kıymeti nasıl anlatılamadı, hayret edilecek şey! Bu sadece politikacıların değil, aydınların, üniversitenin başarısızlığıdır. İnsan denen varlığın karakteri ve genelde yaşam üstüne kişisel ezberlerin dışında düşünememenin başarısızlığıdır. Moda olan fikirlere sorgulamadan ve çıkar gereği çok kolay kapılmanın başarısızlığıdır.”

Atasü, “ve geldik bugüne” diyor, “2011’de Ulusal Eğitim yasasının değiştirilmesi ve muhalefetin bu konuda sergilediği acz, Türkiye'nin zaten kırılgan olan akıl çağını sonlandırmış gibi duruyor.”

KISA KISA GÜNDEM BAŞLIKLARI - 30 KASIM 2023 -

Tayyip Erdoğan ve ailesi, Metin Cihan hakkında suç duyurusunda bulundu(Evrensel)

Tayyip Erdoğan ve ailesi, "Erdoğan İsrail'in hastane bombalamasını kınarken oğlu Burak Erdoğan'ın şirketi İsrail limanında yükleme yapıyordu" diyen Metin Cihan hakkında suç duyurusunda bulundu.(https://www.evrensel.net/haber/504598)

İngiltere Kıbrıs’ı Gazze’deki katliamın suç ortağı haline nasıl getirdi?(Anthony ANAXAGOROU-Evrensel)

ABD, Kıbrıs’ta bulunan İngiliz üsleri üzerinden İsrail’e silah taşıyor.(https://www.evrensel.net/haber/504631)

Cemaat yurdunu denetleyen İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü yurdun içinde darbedildi(Evrensel)

Ordu'da cemaat yurdu denetiminde 2’si ilkokul çağında olan 6 öğrencinin kayıtsız olduğunu tespit eden İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü E.A., jandarmanın tutanağı imzalamayıp gitmesi sonrası darbedildi.(https://www.evrensel.net/haber/504621)

Tarihin en kirli politikacılarından Henry Kissinger öldü(BİRGÜN)
Devrimci güçlere karşı faşist rejimleri desteklemesiyle bilinen, ABD’nin Vietnam, Laos ve Kamboçya’daki savaş suçlarının önde gelen sorumlularından biri olan Henry Kissinger, 100 yaşında öldü. Dışişleri Bakanlığı dahil ABD diplomasinin kilit pozisyonlarında görev yapan ve dünya genelinde milyonlarca insanın ölümünde parmağı olan Kissinger’a 1973’te “Nobel Barış Ödülü” verilmesi tartışma yaratmıştı.(https://www.birgun.net/haber/tarihin-en-kirli-politikacilarindan-henry-kissinger-oldu-487285)

Bankalardan 486 milyar lira net kâr(Birgün)
Bankacılık sektörünün net karı, yılın ilk 10 ayında 486,0 milyar TL’ye ulaştı ve böylece sektörün kârında yüzde 44,7 artış görüldü. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), ocak-ekim dönemine ilişkin bankacılık sektörü raporunu yayımladı. Buna göre, yılın ilk 10 ayında bankacılık sektörünün net karı 486,0 milyar TL’ye ulaştı. Böylece geçen yılın aynı döneminde görülen 335,9 milyar TL’ye göre yüzde 44,7 artış görüldü. Bankacılık sektörünün aktif büyüklüğü 21 trilyon 757 milyar 871 milyon TL olarak gerçekleşti. Sektörün aktif toplamı 2022 yılsonuna göre 7 trilyon 410 milyar 481 milyon TL arttı. Eylül 2023 döneminde en büyük aktif kalemi olan krediler 10 trilyon 991 milyar 153 milyon TL, menkul değerler 3 trilyon 698 milyar 425 milyon TL oldu. 2022 yılsonuna göre sektörün aktif toplamı yüzde 51,7, krediler toplamı yüzde 45,0, menkul değerler toplamı yüzde 56,0 oranında artış gösterdi. Bu dönemde kredilerin takibe dönüşüm oranı yüzde 1,53’ten yüzde 1,54’e çıktı. Bankaların kaynakları içinde, en büyük fon kaynağı durumunda olan mevduat 2022 yılsonuna göre yüzde 56,3 artışla 13 trilyon 848 milyar 142 milyon TL oldu. 2022 yıl sonuna göre özkaynak toplamı yüzde 37,7 artışla 1 trilyon 935 milyar 364 milyon TL olurken, sermaye yeterliliği standart oranı ise yüzde 18,52’den yüzde 18,44’e indi.

2019 yerel seçimlerinde Binali Yıldırım'ın masraflarını İBB karşılamış(Birgün)
AKP'nin 2019 yerel seçimlerinde İstanbul'dan aday gösterdiği Binali Yıldırım'ın seçimden bir hafta önceki masraflarının İBB’nin iştirak şirketleri tarafından karşılandığı ortaya çıktı. Buna göre bir haftalık süreçte toplam 3 milyon 587 bin TL’lik harcama tespit edildi.(İBB iştiraklerinde bir haftalık süreç içerisinde yer alan harcamalar şu şekilde:) 

24 Mart- İSFALT A.Ş ve İSKİ: 5 bin 500 kişiye 550 bin TL’lik yemek, 25 Mart- İSTGÜVEN A.Ş: 3 bin 825 kişiye 383 bin TL’lik yemek, 26 Mart- İSKİ ve İGDAŞ: 3 bin 250 kişiye 354 bin TL'lik yemek, 27 Mart- İSPER ve BELBİM: 2 bin 850 kişiye 285 bin TL’lik yemek, 28 Mart - Boğaziçi Yönetim: 4 bin kişiye 400 bin TL’lik yemek, 29 Mart- İSTGÜVEN:  5 bin kişiye 500 bin TL’lik yemek, 30 Mart- İSPER: 11 bin 250 kişiye 1 milyon 250 bin TL’ye yemek   

Doğalgazda aralık tarifesi açıklandı: Zam olacak mı?(Cumhuriyet)

Boru Hatları ile Petrol Taşıma AŞ (BOTAŞ), aralık ayı itibarıyla mesken ve sanayi aboneleri ile elektrik üretim amaçlı gazın satış tarifesinde değişiklik yapılmadığını bildirdi.

BOTAŞ'ın internet sitesinde yayımlanan tarife tablosuna göre, doğal gazda aralıkta geçerli olacak mesken ve sanayi abonelerinin tarifesi ile elektrik üretim amaçlı tarife sabit kaldı. Buna göre, BOTAŞ'ın konut tüketicileri için dağıtım şirketlerine aralıkta uygulayacağı satış fiyatı 1000 metreküp doğalgaz için 4 bin 80 lira olarak açıklandı. Sanayi abonelerinin tarifesi, kademe 1 için 1000 metreküp doğalgazda 8 bin 549 lira, kademe 2 için ise 11 bin 374 lira olarak belirlendi.(AYLIK OLARAK HESAPLANIYOR) Elektrik üretim amaçlı tarifede ise 1000 metreküp doğalgazın fiyatı 12 bin lira olarak duyuruldu.(Doğalgazda fiyat tarifeleri aylık hesaplanıyor.)  Kurumun internet sitesinde yer alan duyuruda, "Household Energy Price Index (HEPI) fiyatları esas alındığında halen konutlarda, Ukrayna'dan sonra Avrupa ülkeleri arasında en düşük doğal gaz fiyatı ülkemizde uygulanmaktadır" ifadesi kullanıldı.

Bakan Ali Yerlikaya duyurdu: 46 ilde 'akaryakıt kaçakçılığı'na yönelik operasyon!(Cumhuriyet)

Son dakika gelişmesi... İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, akaryakıt kaçakçılığına yönelik 46 ilde eş zamanlı düzenlenen "Çengel-3" operasyonlarında 1 milyon litre kaçak akaryakıta el konduğunu bildirdi.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Başkanlığı koordinasyonunda, il emniyet müdürlükleri kaçakçılık suçlarıyla mücadele şube müdürlükleri ve Gelir İdaresi Başkanlığının katılımıyla, aralarında Ankara, İstanbul ve İzmir'in de bulunduğu 46 ilde vergi kaybının önlenmesi, standart dışı akaryakıtın neden olduğu çevre kirliliğinin önüne geçilmesi ve suç gruplarının yasa dışı faaliyetlerinin sona erdirilmesi amacıyla operasyon düzenlendiğini belirtti. Bu kapsamda 278 adreste arama yapıldığı bilgisini veren Yerlikaya, operasyona ilişkin şunları kaydetti:"1 milyon litre ve piyasa değeri yaklaşık 38 milyon lira olan kaçak akaryakıt ele geçirildi. 91 şahsa adli işlem, 43 şahsa idari işlem yapıldı. Toplam 20 milyon 825 bin 351 lira idari para cezası uygulandı. Operasyona Gelir İdaresi Başkanlığı taşra birimleri de katıldı. Gelir İdaresi Başkanlığı ile yapılan ortak değerlendirmede piyasa değeri yaklaşık 13 milyon liralık vergi kaybının önüne geçildi. Operasyonu gerçekleştiren polislerimizi ve Gelir İdaresi Başkanlığımız çalışanlarını tebrik ediyorum. Ülkemizin dört bir yanında kaçakçılara ve sahteciliğe karşı operasyonlarımız artarak devam edecek."

İlaç şirketlerine rekabet soruşturması(Sözcü)

Rekabet Kurulu (RK), çoğunluğu ilaç sektöründe faaliyet gösteren 19 teşebbüs hakkında rekabetin ihlal edilip edilmediğinin tespiti amacıyla soruşturma açılmasına karar verdi. Rekabet Kurumu tarafından yapılan açıklamada “İlaç sektöründe ve diğer bazı sektörlerde faaliyet gösteren teşebbüsler tarafından 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un ihlal edilip edilmediğinin tespiti amacıyla 19 teşebbüs hakkında soruşturma açılmasına, 09.11.2023 tarih ve 23-53/1004-M sayı ile karar verilmiştir” ifadelerine yer verildi. Kurumun internet sitesinde yer alan açıklamaya göre; söz konusu teşebbüsler şöyle: * AbbVie Tıbbi İlaçlar Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, * Abdi İbrahim İlaç Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, * AstraZeneca İlaç Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, * BASF Türk Kimya Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, * Bausch & Lomb Sağlık ve Optik Ürünleri Ticaret Anonim Şirketi, * Bayer Türk Kimya Sanayii Limited Şirketi, * GlaxoSmithKline İlaçları Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, * İlko İlaç Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, * Johnson and Johnson Sıhhi Malzeme Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, * Liba Laboratuarları Anonim Şirketi, * Menarini Sağlık ve İlaç Sanayi Ticaret Anonim Şirketi, * Merck İlaç Ecza ve Kimya Ticaret Anonim Şirketi, * Merck Sharp Dohme İlaçları Limited Şirketi, * Michael Page International Nem İstihdam Danışmanlığı Limited Şirketi, * Panasonic Elektronik Satış Anonim Şirketi, * Pfizer PFE İlaçları Anonim Şirketi, * Sanofi İlaç Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, * SIFI İlaç Anonim Şirketi, * World Medicine İlaç Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi

Mehmet Şimşek’ten ‘yüzde 40 vergi’ açıklaması(Sözcü)

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, borsa ve döviz kazançlarından elde edilen gelirlerinden yüzde 40'a kadar vergi için yetki alınması konusunda açıklamalarda bulundu.(https://www.sozcu.com.tr/2023/ekonomi/mehmet-simsekten-yuzde-40-vergi-aciklamasi-7877028)

Almanya, Kuveyt Türk Bankası iştiraki KT Bank’a kayyum atadı(Ali Gülen-Sözcü)

Almanya’nın BDDK'sı, Ziraat Bankası'nın ardından Türkiye merkezli Kuveyt Türk Bankası’na da kayyum atadı. Başında, çifte maaşlı AKP’li bir bürokratın bulunduğu Kuveyt Türk Bankası'nın iştirakine kayyum atama gerekçesi olarak, "Kara paranın aklanması ve terörün finansmanının önlenmesi" gösterildi.(https://www.sozcu.com.tr/2023/dunya/almanya-kuveyt-turk-bankasi-istiraki-kt-banka-kayyum-atadi-7876826)

Kullandığı araçta bir kilo eroinle yakalanmıştı… MHP’li başkanın cezası belli oldu(Özgür Cebe-Sözcü)

Bitlis’in Hizan İlçesinde MHP İlçe Başkanlığı yaparken Diyarbakır’da piyasa değeri 150 bin dolar olan bir kilo eroinle yakalanıp tutuklandıktan sonra partinin genel merkez kararıyla görevden alınan Eyüp Üste, 18 yıl hapisle cezalandırıldı. Mahkeme sanığın cezasını iyi hal indirimi uygulayıp 15 yıla düşürdü ve tutukluluk halinin devamını kararlaştırdı.(https://www.sozcu.com.tr/2023/gundem/kullandigi-aracta-1-kilo-eroinle-yakalanmisti-mhpli-baskanin-cezasi-belli-oldu-7876859)

TKP'den '30 Kasım' açıklaması: Sözümüzdür, tarikat ve cemaatler dağıtılacak(soL)
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının yıldönümünde TKP'den yapılan açıklamada "30 Kasım’ın yıl dönümünde sözümüzdür: Tarikat ve cemaatler dağıtılacak" denildi.

Türkiye Komünist Partisi (TKP) tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasına ilişkin kanunun Meclis'ten geçmesinin 98. yıldönümünde "30 Kasım’ın yıl dönümünde sözümüzdür: Tarikat ve cemaatler dağıtılacak" başlıklı bir açıklama yaptı.

Saltanatı ortadan kaldıran, halkı teba olmaktan çıkarıp eşit yurttaşlık için önemli adımlar atan Cumhuriyet'in büyük bir tarihsel ilerleme olduğu belirtilen açıklamada "29 Ekim 1923 bir devrimin en önemli uğrağıydı. Varlığını köhnemiş düzene borçlu olanlarsa dün de vardı bugün de var" denildi.

Açıklamada "Devrimden yüz yıl sonra, saltanata son verilmesini, hilafet makamının ilgasını, çürüyen bir imparatorluğun yerini halk egemenliğinin almasını önemsizleştirmek istiyorlar. Devletin tüm olanaklarından faydalanan din istismarcılarını, memleketin her köşesine çöreklenmiş olan tarikat ve cemaatleri karşı konulamaz bir gerçeklikmiş gibi kabul etmemizi bekliyorlar. Oysa Cumhuriyet bu topraklarda yeni bir sayfa açılmasında, ilerlemeye karşı ve kökü dışarıda olan tüm kalkışmaların bastırılmasında kararlıydı. Ülke yeniden kurulmayı bekliyordu" ifadelerine yer verildi.

30 Kasım 1925 tarihinde, bundan 98 yıl önce 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlıklarla Bir Takım Unvanların Yasaklanmasına İlişkin Kanun” yeniden kuruluşun bir adımı olarak meclisten geçtiği belirtilen açıklamada “Cami ve mescit dışındaki”, tekke, zaviye ve türbeler kapatıldığı hatırlatıldı.

Bu kanunun imparatorluğun varlığını borçlu olduğu ve onun artığı olan, kurtuluş savaşına karşı ayaklanan, devlet içindeki imtiyazlarından vazgeçmek istemeyen, açıkça “şeriat isteriz” diyen tarikatların tüm faaliyetlerinin yasaklanması anlamına geldiğini belirtilen açıklamada "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler memleketi olamazdı" denildi.

Açıklamanın devamında şu ifadelere yer verildi:

"Bugün emekçi halkı sömürenlerin reklam filmlerinde, Cumhuriyet’in kuruluş değerleriyle kavgalı olanların resepsiyonlarında, laikliği bir yük olarak görenlerin balolarında yer bulamayacak olan işte bu iradedir.

Sermaye sınıfı bu iradeyi taşıyamazdı, taşımadı. Çünkü bunca yoksulluğu, hırsızlığı, talanı yönetmenin çaresini din istismarcılığında buldular. İktidarından muhalefetine, patronların temsilcisi partilerin devrim kanunlarını 'kadük' görmesi bu yüzden. Bugün vekil koltuklarına onlarca Cumhuriyet düşmanının oturtulması bu yüzden…

Kanuna göre yasal olmayan, açıkça suç işleyen tarikat ve cemaatleri baştacı edenlerden de laikliğin ayaklar altına alınmasına göz yumanlardan da hesap soracak olanlar, yeni bir Cumhuriyet kurma iradesini ortaya koyanlardır.

İnsanın insanı sömürdüğü, eşitliğin olmadığı bir düzende yurttaşlıktan söz edilemez.

Laiklik, emekçi halkın eşitlik mücadelesiyle yeniden ayağa kaldırılacak.

Sözümüzdür: Tarikat ve cemaatler dağıtılacak.

Yaptık, yine yaparız!"

(derleyen: mstfkrc)








Seçil Erzan nasıl dolandırıcı oldu? - Ozan Gündoğdu / BİRGÜN

 

İçlerinde Fatih Terim, Emre Belözoğlu, Arda Turan gibi futbolcuların da bulunduğu bir “Hayali Fon Davası” Türkiye gündemini meşgul ediyor.

İtibarlı bir bankacı profili çizen Seçil Erzan’ın Borsa’da para kaybetmesi hayatı için bir dönüm noktası oldu.

Davanın sanığı Erzan, bir ponzi sistemi kurmak, bu sisteme insanların milyon dolarlarını dahil etmek ve bu sayede menfaat elde etmekle suçlanıyor. Seçil Erzan’a istenen ceza ise 216 yıl. Savcılık makamı suçlamayı kabul ettirirse, Seçil Erzan belki de hayatının sonuna kadar cezaevinde kalacak. Fakat, hem olayın kamuya mal olması hem de Seçil Erzan’a istenen 216 yıl bir araya geldiğinde, Erzan’ın suçunu doğru tespit etmek elzem hale geliyor. Ortada gerçekten bir ponzi mi var? Eğer böyle bir ponzi sistemi varsa, paralar nerede? Bu soruları hakkını vererek yanıtlamak bu aşamada zor ama yine de dava dosyasına giren delillerden yola çıkarak “Seçil Erzan’ın suçu ne” sorusuna yanıt bulabiliriz. Ama bunun için Seçil Erzan’ı daha yakından tanımak gerekiyor.

                                                                 Belözoğlu 4,2 milyon dolar kaptırdı.

YOKSUL BİR AİLENİN TEK KIZI

1976’da Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde, ailenin tek kızı olarak dünyaya geldi Seçil. Pazarcılıkla ailenin geçimini sağlayan baba 2020 yılında vefat etti. Anne ise ev hanımı. Emekçi sınıftan bir aileye mensuptu Seçil Erzan. Liseyi Çorlu’da okudu, üniversite eğitimi için Kocaeli’ye gitti. Belki Kocaeli’nde kalmayı düşünüyordu ama mezun olduğu sene 1999 Gölcük Depremi yaşandı. O da okulu bitirip, Çorlu’ya baba evine geri döndü. İş aramaya koyuldu. Böylece Denizbank’ın Çorlu’da bulunan Orion Şubesi’ne “şube müdür sekreteri” olarak bankacılık kariyerine başladı. 2000 Kasım Bankacılık Krizi ve 2001 Şubat Krizleri’nde yaşanan iflasları gözleriyle gördü. Bu esnada henüz 25 yaşında bir banka personeliydi. 2002’de gişe personeli oldu. Fakat gişede durmak, gelen müşterilere hizmet vermek Seçil’in ilgisini cezbedemedi. Talebi üzerine 2003 yılında görev yaptığı şubenin “Asistan Müşteri Danışmanı” oldu. Artık, finansal piyasalara ilişkin kendisini yetiştirmeye başlamış, bireysel danışmanların, müşterilerle neler konuştuğunu kavramıştı. 1 yıldan uzun süre Asistan Müşteri Danışmanı olan Erzan, 2004 yılının ortasında yine aynı şubenin Bireysel Bankacılık Portföy Yöneticisi görevine, 2007 yılında da Bireysel Danışmanlık görevine yükseldi. Son olarak 2010’da, şubede geçirdiği 10’uncu yılın sonunda Şube Müdürü oldu.

Şube Müdürü olduğunda, ömrünün 34 yılının 30 yılını Çorlu’da geçirmişti. Çorlu artık ona küçük geliyordu. Kendi talebi de İstanbul şubelerinden birine müdür olmaktı. Nitekim, Orion Şubesi müdürü olduğu 1 Temmuz 2010’dan sadece 5 gün sonra 6 Temmuz 2010’da aynı bankanın İstanbul Bahçeşehir Şubesi müdürlüğüne atandı.

ERZAN’IN BORSA MACERASI

Seçil Erzan’ın hayatını derinden etkileyecek bir olay da Bahçeşehir Şube Müdürüyken yaşanacaktı. Zaten yıllardır bireysel danışmanlık görevini yürütüyor, insanlara finansal piyasalardaki fırsatları sunuyordu. Kendi birikimini de bu piyasalarda değerlendiriyor, bu şekilde para kazanıyordu. Mayıs 2011’de kendisi gibi finansal piyasaları takip eden teyzesinin oğlunun tavsiyesi üzerine HATEK isimli bir hisseye birikiminin büyük bölümünü yatırdı. 13 Mayıs 2011’de 7,22 TL’den halka arz edilen bu hisse 1 ay içinde 10 TL’ye dayanacak, fakat bu seviyeyi gördükten 2 hafta sonra 5 liranın altına inecekti. Çok açık ki, birileri kağıdı manipüle etmiş, milyonlar kaldırmıştı. Seçil Erzan ise bu manipülasyonda kaybeden taraftaydı. Kaybı 1 milyon liraya ulaşıyordu.

Fakat bu kayıp, Seçil Erzan’ın ayaklarını daha sağlam basması yerine daha da açılmasına neden olacaktı. Borsada bu kadar hızlı ara kaybedilebiliyorsa aynı hızda kazanmak da mümkündü. Kaldı ki, o bir banka müdürüydü, manipülasyonları önceden haber alabilirdi.

Seçil Erzan, bu kaybı telafi etmeye çalışırken son derece agresif davrandı. Borcu daha da arttı. Derken 14 Kasım 2011’de hayatını değiştirecek bir olay daha yaşandı, Erzan Bahçeşehir Şubesi’nden aynı bankanın Florya Şubesi’ne müdür olarak tayin edildi. Galatasaray’ın karargahına…

VADELİ İŞLEM PİYASASI AÇILIYOR

Tüm bu süre içinde Seçil Erzan’ın borsa yatırımcısı olması ve Florya Şubesi’ne atanmasından daha büyük olay belki de 2012’de yaşanacaktı. Bu tarihte, Vadeli İşlem Opsiyon Piyasası, kısa adıyla VİOP açılmış, bu piyasa sayesinde kaldıraçlı işlemler mümkün hale gelmişti. Bu yazıda, uzun uzun VİOP’u tarif etmek mümkün değil fakat bu piyasanın imkan verdiği “Kaldıraç” mekanizmasını bir örnek üzerinden anlatmak şart.

VİOP sayesinde, elinizdeki sermayeyi, bir bankaya veya başka bir fon kaynağına teminat olarak gösterip, bu teminatınızın karşılığında, teminatın birkaç misli büyüklükte yatırım yapabilirsiniz. Örneğin, 100 liralık yatırımınızdan 10 lira getiri hedefliyorsunuz. Spot piyasada işlem gören bir hisseye 100 lira yatırıp, yüzde 10 getiri hedefine ulaştığınızda bu hisseyi satarak hedefinize ulaşabilirsiniz. Fakat bu size sıkıcı gelebilir. O halde, 100 lirayı bankaya teminat olarak gösterip, 1’e 2 kaldıraç oranıyla sanki 200 liranız varmış gibi yatırım yapabilirsiniz. Bu sayede yüzde 10 getiri size 20 TL kazandıracak, 1’e 2 kaldıraç sayesinde net getiri oranınız yüzde 20 olacaktır. Kaldıraç oranı büyüdükçe risk de artar. Kazançlar dudak uçuklatabilir fakat kayıpların da telafisi son derece zorlu olur. Seçil Erzan ise, yıllar içinde VİOP’un müdavimlerinden olacaktı.

GS İLE DENİZBANK ANLAŞIYOR

Seçil Erzan’ın hayatını değiştiren olaylar zincirinden bir diğeri 25 Mart 2013 tarihinde yaşandı. Galatasaray o tarihte KAP’a, Denizbank’la imzaladıkları 4,5 milyon dolarlık sponsorluk sözleşmesini duyurdu. Sözleşme gereği, futbolcular ve teknik ekip de dahil olmak üzere Galatasaray personelinin maaş hesabı Denizbank Florya şubesi olacaktı. Böylece Galatasaraylı futbolcularla Seçil Erzan’ın ilk teması bir banka müdürü olarak gerçekleşti. Fakat Fatih Terim’le daha önce 2012’den beri tanışıyorlardı. Çünkü Seçil Erzan, her şube müdürünün yapması gerektiği gibi, şubeye atandıktan sonra, bölgenin yüksek mevduat sahibi müşterileriyle tanışmış, bu esnada Fatih Terim’le de ilişki kurmuştu. Erzan, Asistan Müşteri Danışmanı olduğu 2003 yılından bu yana yaptığı işi yapmaya devam ediyor, finansal piyasaları takip ediyor, bankanın ürünlerini müşterilere tanıtıyor, bir banka müdürünün yapması gereken olağan süreçleri işletiyordu. Ancak zaman ilerledikçe, müşterilerle kurduğu ilişki, banka müdürlüğü sorumluluğunun ötesine geçecekti. Ahbap olduğu kişilerin zaman zaman paralarını işletiyor, hem kendisi para kazanıyor, hem de ona yatırım yapanlara para kazandırıyordu. Bu durum, Seçil Erzan’a para verenler tarafından da biliniyordu. Yani aslında ortada 2 Seçil Erzan vardı; birincisi Şube Müdürü Seçil Erzan, ikincisi Fon Yöneticisi Seçil Erzan.

Başkasının fonunu yönetmek ya da banka müdürü olmak yasadışı bir iş değil. Fakat bu ikisini aynı anda yapmak yasal değil. Buna karşın, para kazandıran bu kişinin bu yaptığı kimseyi rahatsız etmiyordu. Burası Türkiye’ydi. Seçil Erzan kimi zaman borsa manipülasyonlardan haberdar oluyor, hem kendi parasına para katıyor, hem de ahbaplık kurduğu müşterilere para kazandırıyordu. Yeri geliyor, Erzan tefeciye gidiyor para istiyor, piyasada parayı kazandıktan sonra tefeciye borcunu ödüyordu. Bu süreçte, yani 2012’den 2022’ye kadar da ortada ponzi ya da hayali fon satışı falan yoktu.

                                                                                                              Fotoğraf: Depo Photos

HİÇ Mİ BORÇ TAKMAMIŞTI

2012’den 2022’ye kadar, 10 yıl süre boyunca, Seçil Erzan kimseye mi borç takmamıştı? Bilemeyiz ama şunu BDDK Raporu’ndan biliyoruz; bu 10 yıl boyunca, Seçil Erzan hakkında ne Denizbank’a, ne BDDK’ya ne de CİMER’e ulaşan tek bir şikayet bulunmuyordu. Sadece bu da değil, Seçil Erzan, aynı süre içinde tam 5 kez bankanın olağan denetiminden geçmiş ve bu denetimlerde de puanını her seferinde artırmıştı. 70 ve üzeri puanın olumlu sayıldığı bu denetimlerde, Seçil Erzan’ın şube müdürü olduğu Florya Şubesi 2013’te 79 puan almış, puanını her denetimde yükseltebilmiş ve 2021 yılı denetiminde 92 puanla Türkiye 3’üncüsü olmuştu.

Yani, 2012 ila 2022 yıllarındaki Seçil Erzan, borcuna sadık, itibarlı, iyi bir banka müdürü imajı veriyordu. Para kazanıyor, para kazandırıyor, ailesinin Bozcaada’daki arsasına villa yaptırabiliyor, Rolex saat takıyor, dolar milyonerleriyle oturup kalkıyordu. Bu geçmiş bilinmediğinde Seçil Erzan’ı doğru değerlendirmek mümkün olamıyor. Zira, bu geçmiş bilinmeden yapılan değerlendirmede bugün dolandırılanlara “ne de saflarmış” deniliyor. Halbuki tablo, algılanandan çok ama çok daha farklı.

FİLM 2022’de KOPUYOR

2012’den 2022’ye kadar süren 10 yıllık saadet, 2022 yazının sonunda yıkılıyor. Halbuki Eylül ayının başında her şey gerçek olamayacak kadar iyi gidiyordu. 10 Eylül’de Maliye Bakanı Nureddin Nebati, Borsa’da 17 yılın rekorunu kıran bir ralli yaşandığını müjdeliyor, insanları borsaya yatırım yaptıkları için kutluyordu. Bankacılık hisseleri son 2 ayda yüzde 150 değerlenmişti. Bu rüzgara BİST ana endeksi de katılmış, ana endeks 2 ayda yüzde 50 yükselmişti. Faizler bu kadar düşükken tasarrufları TL’de tutmanın KKM’den sonraki tek yolu olarak görülen Borsa’da yüzyılın manipülasyonu yaşandığını 13 Eylül’de öğrenecektik. Siyasi iradeyle ortak olduğu izlenimi veren bir sermaye grubu, VİOP’ta tam anlamıyla bir vurguna kalkıştı. Önce banka hisselerini satın alıyor, böylece hisselerin fiyatını yükseltiyorlardı. Sonra bu fiyatı yükselen hisseleri bankaya teminat olarak gösteriyor ve kaldıraçlı işlemlerle daha yüksek hacimli yatırımlar yapıyorlardı. Hisselerle beraber teminatlar yükseliyor, teminatlar yükselince yatırım hacmi büyüyor, hisseler yine yükseliyor ve sonsuza kadar kazanılabilecek bir çark yaratılıyordu. Fakat, bu çarkta riski üstlenen bankacılık kesimi oluyordu. Kamu bankaları belli ki, tezgahın içindeydi ama özel bankalar mırın kırın etmeye başlamıştı. 13 Eylül 2022’de kan gövdeyi götürdü. O sabah, Akbank Emekli Sandığının 150 milyon TL’lik Akbank hissesi satmasıyla, panik dalga dalga yayıldı. Yolun sonuna gelindiğini düşünen yatırımcılar, karlarını alıp kaçtılar. Fakat aynı gün kaldıraçlı işlemler yaparak terste kalan binlerce yatırımcı için kabusa döndü. O gün bankacılık hisseleri yüzde 7,5 değer kaybetti. Aynı gün kaldıraç oranları ise 1’e 20’ye kadar çıkmıştı. Yani zarar, 20 kat daha yüksekti. Teminatların da üzerine çıkan zarar, aracı kurumları iflasa sürükleyebilirdi. Panik 1 hafta kadar sürdü.

                                                   Arda Turan 7,5 milyon dolar kaptırdı.

SEÇİL NURSEL ABLASINI ARIYOR

Eylül 2022 manipülasyonundan ağır hasarla çıkan Seçil Erzan’ın işi artık mucizelere kalıyordu. Zarar ettirdiği kimseler içinde tefeciler de vardı. Tehdit edilmeye başladı. Kaçırıldı, darp edildi, evinin önüne mermi bırakıldı, zorla senet imzalatıldı. Bu tarihten itibaren Seçil Erzan tam anlamıyla köşeye sıkışmıştı. Bu süreçte Seçil Erzan’ın nasıl bir kişiliği olduğunu Whatsapp mesajlaşmaları ortaya koyuyordu. 28 Eylül’de, Florya’dan sonra atandığı Levent Şubesi’nde önemli bir toplantı yapacak olan Seçil Erzan, manevi danışmanlık hizmeti satın aldığı Nursel Abla’sına şöyle yazıyordu;

Canım günaydın. Mutlu bir gün olsun. Bugün çözmem gereken çok önemli bir sorun var. Öğlen bir görüşme yapıcam. Her şey ona bağlı. Bana yardımcı olur musun bebeğim?

Dalgalı finansal piyasalarda yüksek risk alarak yatırım yapan çoğu kimsede olduğu gibi Seçil Erzan da spritüel anlatılara inanan biriydi. 28 Eylül’deki toplantıdan önce Nursel Ablası’ndan yardım istiyordu. Nursel abla ise ona şöyle cevap veriyordu;

Günaydın canım, toplantı nerede olacak. Birazdan seansa giricem. Hemen şifa indireyim. Bu işi kolaylıkla çözebilmem için kim ya da kimler bana kolaylıkla katkı sağlar? De lütfen gerisi bende.

Ve Seçil Erzan cevap veriyor.

Canım benim şubede olacak. Levent Büyükdere Caddesi.

Seçil Erzan, 2022 Borsa manipülasyonunda o kadar terste kalmıştı ki, artık umudunu spritüel danışmanlarda arıyordu. Fakat ekim ve kasım aylarında umduğunu bulamadı. Böylece Aralık 2022’de “Hayali Fon” tezgahını kurdu.

HAYALİ FON BİR PONZİ TEZGAHI MI?

Söz konusu bu hayali fon için ponzi denebilir mi? Sorunun cevabı uzmanlara kalsın ama söz konusu hayali fonun ne olduğuna ilişkin Ponzi değil diyenler de var. Çünkü Seçil Erzan, Eylül 2022’den itibaren tehdit görürken, tefecilere kolunu daha fazla kaptıran, yana yakıla para arayan bir kişiydi. Günlük yüzde 100’ü bulan, (evet günlük yüzde 100!) faizlerle borç edinmeye başlamıştı. Borcunu borçla döndürüyor, bu esnada yeni fon kaynakları arıyordu. Tefeci kaynakları bittikten sonra Aralık 2022’de yakınlarından “Hayali Fon” vaadiyle para toplamaya başladı. İnsanların ona güvenmesi için Fatih Terim’in ya da Sabancı’ların da bu fona yatırım yaptığını söylüyor, bu şekilde insanları kandırıyordu. Kandırdığı kişiler içinde en yakınları da vardı. Tüm bunları da hem savcılıkta, hem de mahkemede itiraf edecekti. Bu haliyle suçunu kabul de ediyordu. Hayali fon ile muradı, 1-2 ay daha kazanmak, bu 1-2 ay içinde yaşanacak bir mucize sonrası, borçlarını kapatmaktı. Fakat işler umduğu gibi gitmedi, Şubat 2023’te battığı ortaya çıktı. Mart 2023’te alacaklılar kapısına dayandı. Nisan’da ise tutuklandı.

Ortada 81 Bankerler Krizi’nde, Titan Saadet Zinciri’nde ya da Çiftlik Bank’ta gördüğümüz gibi bir ponzi sistemi yok. Toplamda 20 küsur kişiden hayali bir fon vaadiyle toplanan paralar var. Peki paralar nerede? Cevap tefecilerde. Erzan, ondan topladığı ile bunun borcunu, bundan topladığı ile şunun borcunu kapatmış. Bu esnada fahiş faizlerin altına girmiş, kandırdığı insanların paralarıyla tefecilere olan borçlarını eritmiş. Yani paralar tefecilerde…

ORTALAMA ZEKA MESELESİ

Paralar tefecilerde fakat mağdurlar da var. Mart ayında Seçil Erzan’ın paralarını batırdığını anlayan mağdurlar, yüzlerini bu sefer bankaya çevirdiler. Erzan’dan para alamayacaklarını anlamış, daha doğrusu Erzan’ın battığını kavramış, paraları belki bankadan alabiliriz diye umutlanmışlardı. İşte mağdurların büyük kısmı, bu süreçte, bankaya karşı elimizde bir belge olsun diyerek Erzan’dan belge istediler. Bugün ortalığa saçılan belgelerin çoğu, aslında Erzan’ın parayı batırdığının anlaşılmasının ardından bankadan para isteyebilmek için el yordamıyla toplanmış kağıt parçalarıydı. Bu kağıtların bir kısmı Erzan’dan zorla alınmıştı. Yani kimse bu kağıt parçalarına güvenip, paralarını Denizbank’a yatırdığını düşünmüyordu. Zaten Denizbank Teftiş Kurulu raporunda geçen “Ortalama Zeka” ifadesi de bunu vurguluyordu. Mağdurların hepsi, Seçil Erzan’ın 10 küsür yıldır bu şekilde çalıştığını ve para kazandırdığını biliyordu. Bu zamana dek aynı şekilde defalarca kez para almış ve vermişti Erzan. Dolandırıcılık 2022 Aralık’tan sonra başladı. Daha önce bu muhitte bilinen kimselere para kazandıran Erzan’a paralarını gönül rahatlığıyla yatırdılar. Herkesin her şeyi farkında olduğu, daha önce defalarca kez çalışmış bir mekanizmaydı. Yine çalışırdı ama battı.

İşte Seçil Erzan böyle dolandırıcı oldu. Mahkemedeki ifadesine atıfla söyleyelim; Kazandırırken Seçil’di, kaybedince dolandırıcı oldu.

Ozan Gündoğdu / BİRGÜN