T-24 "Köşebaşı + Gündem" -5 Aralık 2025-

Adlî emanet skandalları devam ediyor; Diyarbakır'da yüzlerce keleş mermisi çalındı! 

Adlî emanet skandalları devam ediyor; Diyarbakır'da yüzlerce keleş mermisi çalındı!

İstanbul'daki adlî emanet hırsızlıklarının ardından bu kez Diyarbakır Adliyesi'nin adlî emanet deposunda da hırsızlık olayı yaşandığı ortaya çıktı. Emanette bulunan 793 adet kalaşnikof mermisinin çalınıp satıldığı, olayla ilgili zabıt kâtibi M.Y'nin tutuklandığı bildirildi.

Diyarbakır Adliyesi'nde görevli zabıt kâtibi M.Y., mesai saati dışında yanında bulunan anahtarla adli emanet deposuna girdi. Depoda bulunan 793 adet kalaşnikof mermisini alan M.Y'nin, bu mermileri bulduğu bir müşteriye belli aralıklarla sattığı tespit edildi.

Adlî emanet skandallarına yenisi eklendi: Adalar Adliyesi'nin emanet deposunda 12 silah kayboldu, zabıt kâtibi tutuklandı!

Amida Haber'in aktardığına göre, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, teknik takip ve dinlemelerin ardından harekete geçti. Güvenlik kamera görüntülerinin incelenmesi sonucu M.Y. hakkında gözaltı kararı verildi. İfade işlemleri tamamlanan zabıt kâtibi, sevk edildiği mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Adlî emanette soygun: 80 kilo altın ve gümüş çalan katip Londra’ya kaçtı, adliye memuru gözaltında!

Başsavcılık tarafından başlatılan soruşturmanın sürdüğü, adlî emanette yapılan diğer sayımların da devam ettiği, başka malzemelerin çalınıp çalınmadığının belirlenmesi için çalışmaların titizlikle yürütüldüğü belirtildi.

Bakan Tunç talimat verdi, müfettişler görevlendirildi: 81 ildeki adliyelerin emanet depolarında sayım yapılacak!

Daha önce İstanbul Büyükçekmece Adliyesi'nin emanet kasasından yaklaşık değeri 147 milyon lira olan 25 kilogram altın ve 50 kilogram gümüşün çalındığı, Adalar Adliyesi'nde ise adlî emanette bulunması gereken 12 silahın kaybolduğunun tespit edildiği ortaya çıkmıştı.

***

 Futbolda bahis soruşturmasında yeni operasyon: Ahmet Çakar, Mert Hakan Yandaş, Metehan Baltacı, Murat Sancak ve Zorbay Küçük gözaltında 

Futbolda bahis soruşturmasında yeni operasyon: Ahmet Çakar, Mert Hakan Yandaş, Metehan Baltacı, Murat Sancak ve Zorbay Küçük gözaltında

Futbolda bahis iddialarına yönelik düzenlenen operasyon kapsamında, Fenerbahçe kaptanı Mert Hakan Yandaş'ın başkası üzerinden bahis oynadığı, Galatasaray futbolusu Metehan Baltacı kendi takımına bahis oynadığı, eski Adana Demirspor Başkanı Murat Sancak, eski hakem ve futbol yorumcusu Ahmet Çakar ve hakem Zorbay Küçük şüpheli finansal işlemlerinin tespit edilmesi sebebiyle gözaltına alındığı duyuruldu.

Türkiye Futbol Federasyonu'nun hakemler hakkında bahis oynadıklarının tespit edildiğinin açıklanması üzere başlayan futbolda bahis soruşturmasında operasyonlar genişledi.

Hakem, yönetici ve futbolcuların olduğu 46 kişi hakkında gözaltı kararı verildi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sabah saatlerinde operasyon yapıldı ve futbolcu ile kulüp yöneticileri gözaltına alındı.

Gözaltına alınan isimler

Gözaltına alınanlar arasında eski hakem ve futbol yorumcusu Ahmet Çakar, Adana Demirspor Spor Kulübü eski başkanı Murat Sancak, hakem Zorbay Küçük, futbolcular Mert Hakan Yandaş ile Metehan Baltacı da var.

Savcılıktan açıklama

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından konuyla ilgili yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığımızca yürütülen ve kamuoyunda "Futbolda Bahis Soruşturmaları” olarak bilinen soruşturmalar dizisinin ikinci bölümü kapsamında;

MASAK Başkanlığından ve yasal bahis sitelerinden temin edilen veriler, açık kaynak araştırmaları ve Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu'nun 13.11.2025 tarih ve 27 sayılı toplantısında hak mahrumiyeti cezası alan (101) futbolcu hakkında yapılan analiz çalışmaları ve diğer deliller sonucunda;

-Kendi takımlarının maçına bahis oynadıkları tespit edilen ve aralarında Galatasaray Spor Kulübü futbol takımının profesyonel futbolcusu Metehan BALTACI'nın bulunduğu toplam (27) futbolcu,

-Başkası üzerinden yasal bahis sitelerinden bahis oynadığı tespit edilen Fenerbahçe Spor Kulübü futbol takımının profesyonel futbolcusu Mert Hakan YANDAŞ,

-28/04/2024 tarihinde oynanan Ankaraspor-Nazilli Belediyespor futbol müsabakası ile ilgili maç sonucunu etkilemeye yönelik tespitler nedeniyle Ankaraspor Kulüp sahibi Ahmet OKATAN, Ankaraspor Kulüp Başkanı Mehmet Emin KATİPOĞLU, Nazilli Belediyespor Başkanı Şahin KAYA ve 2 antrenörünün de bulunduğu tespit edilen (5) şahıs,

-24/12/2023 tarihinde oynanan Ümraniyespor - Giresunspor futbol müsabakası ile ilgili maç sonucunu etkilemeye yönelik anlaşma tespiti nedeniyle l'i futbolcu toplamda 6 şahıs,

-Banka hesaplarının incelenmesi neticesi şüpheli finansal işlemlerinin olduğu tespit edilen Adanademirspor Spor Kulübü eski başkanı Murat SANCAK, eski futbol hakemi ve halen spor yorumcusu Ahmet ÇAKAR ve eşi ile üst klasman hakemi Zorbay KÜÇÜK olmak üzere (7) şahıs,

Olmak üzere İstanbul ilimiz ve 16 farklı ilde bulunan toplamda (46) şüpheli hakkında bugün saat:07.15 itibariyle İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne "6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanuna Muhalefet" suçundan verilen eş zamanlı yakalama, gözaltı, arama ve el koyma talimatı doğrultusunda (35) şüpheli yakalanarak gözaltına alınmıştır. (5) şüphelinin yurtdışında olduğu tespit edilmiştir. Diğer şüphelilerinin ise yakalanmaları çalışmalarına devam edilmektedir.

Soruşturmalar titizlik ve kararlılıkla devam edecektir. Kamuoyunun bilgisine sunulur.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı"

Ne olmuştu?

Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı (TFF) İbrahim Hacıosmanoğlu'nun 27 Ekim 2025 tarihinde "371 hakemin bahis hesabı bulunduğu ve 152'sinin aktif olarak bahis oynadığının tespit edildiği" şeklindeki basın açıklamasının ihbar kabul edilmesiyle operasyonlar başlamıştı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ve ilk aşamada, büyük çoğunluğu hakemlerden oluşan 21 kişi hakkında arama el koyma ve gözaltı tedbiri uygulandı ve Eyüpspor Başkanı dahil 8 kişi tutuklanmıştı.

149 hakeme 8 ile 12 ay arasında hak mahrumiyeti cezası verilmişti.

TFF, bahis soruşturması kapsamında hakemlerin ve yöneticilerin ardından 1024 futbolcuyu tedbirli olarak Profesyonel Futbol Disiplin Kuruluna (PFDK) sevk etti. 102 futbolcuya 45 gün ila 12 ay arasında cezalar verilmişti.

***

 Emlak vergisinde 2026 yılındaki artış 2025 yılına göre iki kat ile sınırlandırıldı -Erdoğan Sağlam- 

Emlak vergisinde takdir yılını takip eden üç yılda emlak vergi değerleri artık yeniden değerleme oranının yarısı kadar değil yeniden değerleme oranında artırılacak

Emlak vergisinde 2026 yılındaki artış 2025 yılına göre iki kat ile sınırlandırıldı

Değerli okurlar, emlak vergisi her dört yılda bir özel oluşturulan takdir komisyonlarınca belirlenen asgari birim değerleri esas alınarak hesaplanıyor, izleyen üç yıl ise yeniden değerleme oranının yarısı kadar artırılıyor.

Takdirlerin esas alındığı yılı izleyen üç yılda vergiye esas alınan değerlerin yeniden değerleme oranının yarısı kadar artırılması nedeniyle vergi matrahında meydana gelen erime gerekçesiyle takdirlerde fahiş artışlar yapılması söz konusu olduğundan, her dört yılda bir bu konu tartışma konusu oluyor ve çok sayıda dava açılması ile karşı karşıya kalıyoruz.

Son yıllarda belediyelerin etkisi altında kalan takdir komisyonlarınca değerlerin abartılması, çok sayıda dava açılması sonucunu doğurdu, bu nedenle artışların yasayla sınırlandırılması zorunlu hale geldi.

2017 yılında artışlar dört yıllık dönemin son yılına göre yüzde 50 ile sınırlandırılmıştı.

2026 yılı için geçerli olacak takdirlerin yine fahiş artışlarla belirlenmiş olması nedeniyle çok sayıda dava açıldı. Hükumet artışların yasayla sınırlandıracağını açıklamak zorunda kalmıştı.

Dün Meclis'te torba yasa görüşmelerinde kabul edilen önergeyle emlak vergisi ile ilgili aşağıda kısaca açıkladığım iki önemli değişiklik yapıldı:

1)  2025 yılında 2026 yılı için takdir edilen asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerleri dikkate alınarak 2026 yılı için hesaplanacak bina ve arazi vergi değerlerinin, 2025 yılına ait vergi değerlerinin iki kat fazlasını geçemeyeceği kabul edildi.

Ayrıca Emlak Vergisi Kanunu’nun 33'üncü maddesine (8 numaralı fıkra hariç) göre mükellefiyet tesisi gereken hallerde bina ve arazi vergi değerlerinin hesabında, 2026 yılında uygulanmak üzere 2025 yılında takdir edilen asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerleri esas alınacağı, ancak esas alınan bu değerlerin, ilk yıl 2025 yılına ilişkin uygulanan asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerlerinin iki kat fazlasını geçemeyeceği öngörüldü.

Ancak, 33'üncü maddenin (6) numaralı fıkrası kapsamında mükellefin değişmesi durumunda birinci fıkra hükmü uygulanacak.

Takip eden 2027, 2028 ve 2029 yıllarında 29'uncu madde kapsamında bina ve arazi vergisi matrahları ile asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerleri birinci ve ikinci fıkraya göre belirlenen değerler üzerinden hesaplanacak.

Bu düzenleme geçici maddeyle yapıldığından sorun kökten çözülmemiş oldu. Dört yıl sonra yine fahiş takdirler yapılırsa sorunu yeniden yaşayacağız demektir. 

31 Ağustos 2025 tarihli yazımda, yeni takdir edilen değerler önceki döneme göre 4,5 katın altında artırılmışsa bu artışı ekonomik göstergelere göre makul bulduğumu belirtmiştim. 2017 yılındaki düzenlemeye paralel olarak yeni dönemde artışın 2025 yılı değerlerine göre yüzde 50 ile sınırlandırılmasının düşük kalacağını yazmıştım. Şimdi artışın iki kat ile sınırlandırılması artışın dört yıl öncesine göre yaklaşık 4,2 kat artırılması anlamına geliyor. Bu da bana göre makul bir artış…

Böylece sorun çözülmüş oldu, açılan davalarda muhtemelen yargı yasal düzenleme ile davanın konusuz kaldığına karar verecek.

Önerge sahiplerine baktığımızda bu düzenlemede iktidar ve muhalefet partilerinin anlaştığını görüyoruz.

Emlak vergi değeri veya asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerleri esas alınarak uygulanan vergi, harç ve diğer mali yükümlülükler için de yukarıdaki şekilde belirlenen değerler dikkate alınarak uygulanacak.

2) Torba yasaya eklenen madde ile Emlak Vergisi Kanunu’nun 29’uncu maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında yer alan "yeniden değerleme oranının yarısı nispetinde" ibareleri "yeniden değerleme oranında" şeklinde değiştirildi, beşinci fıkrasında yer alan "veya yeniden değerleme oranına kadar artırmaya" ibaresi ise madde metninden çıkarıldı.

Bu değişiklik uyarınca, emlak vergisinde takdir yılını takip eden üç yılda emlak vergi değerleri artık yeniden değerleme oranının yarısı kadar değil yeniden değerleme oranında artırılacak.

Bu düzenlemenin yapılmasını yukarıda belirttiğim yazımda önermiştim. Çünkü merkezi bütçe vergi gelirlerinde vergiler genellikle yeniden değerleme oranında artarken belediyelerce tahsil edilen vergilerin bunun yarısı oranında artmasını doğru bulmadığımı ifade etmiştim. Şimdi bu farklılık giderilmiş oldu.

Yapılan eleştirilerin ve önerilerin dikkate alınmış olması hem şaşırtıcı hem de sevindirici oldu!

/././

 Bölgesel asgari ücret uygulanabilir mi?-Murat Batı- 

Asgari ücret bazı bölgelerde düşük uygulanmamalı; belirlenen asgari ücret İstanbul gibi yerlerde daha yüksek uygulanmalıdır. Elbette bunun yaratacağı göç vs gibi sonuçlar da iyice düşünülmelidir.

Asgari ücret, birçok kişi tarafından yanlış bilindiği üzere yeni işe başlayan ya da en niteliksiz kişiye verilecek ücret seviyesi değildir. Asgari ücret, bir kişinin barınma, sağlık, kültür, ulaşım, gıda gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden en az seviyede karşılayabileceği ücret demektir.

Daha basit bir ifadeyle o günün fiyat seviyesi üzerinden kişinin kirasını ödeyebildiği, beslenebildiği, sinema, tiyatro, konsere gidebildiği, kıyafet alabildiği ücret seviyesidir. Bu tanım, Asgari Ücret Yönetmeliği m.4/d’de bulunmaktadır.

Şu an uygulanan brüt aylık asgari ücret 26.005,50 TL, aylık net asgari ücret ise 22 bin 104,67 TL’dir. 12 Aralık günü komisyon toplanacak ve nasıl bir karar çıkacağı herkesçe merak edilmektedir.

Ancak asgari ücretin yeterli bir ücret seviyesi olup olmadığı bir yana bu sarmaldan kurtulmak için bölgesel asgari ücret gibi farklı fikirler de ortaya atılmaya başlandı yine.

Bölgesel asgari ücret mevzusunun işe yarayıp yaramayacağı hususunu konuşmadan önce minik bir tarihsel seyrine bakalım isterseniz.

Ülkemizde asgari ücretin tarihsel seyri

Cumhuriyete kadar ülkemizde asgari ücret adına herhangi bir düzenleme yapılmadı. Cumhuriyetin ilanından sonra onlarca yeni kanuni düzenleme yapılmaya başlandı; bazıları tez elden bazıları ise zaman içinde ihtiyaca binaen kendine yer buldu.

15 Haziran 1936 tarihli Resmi Gazete’de yer alan 3008 sayılı İş Kanunu m.32’de asgari ücretten bahsedilmiştir. Madde 32 “İktisadî ve içtimaî zaruretler dolayısile İktısad Vekâletince teklif edilecek işlerde gerek saat başına veya gündelik, yahut haftalık veya aylık hesabile ve gerek parça başına, yahut yapılan iş miktarına göre ödenecek işçi ücretlerinin en aşağı hadleri bir nizamname ile tesbit edilir.” Şeklindedir. Ancak bu madde, o tarihlerde pek uygulama alanı bulamamıştır.

Asgari ücret uygulamasına 1951 yılında başlanmıştır. Bu tarihte asgari ücret yerel komisyonlarca belirlenmiş ancak mahalli idarelerin kendi aralarındaki uyumsuzluk nedeniyle sorunlar oluşmuştur. Özellikle mahalli komisyonlar tarafından belirlenen asgari ücretlerin birbirinden epeyce farklı olduğu görülünce kendi aralarında adalet sağlanamamıştır.

Daha sonra 12 Ağustos 1967 tarihli Resmi Gazete’de 931 sayılı İş Kanunu yayımlanmış ve aynı tarihte yürürlüğe girmiştir.

Ardından 5 Nisan 1968 tarihinde Asgari Ücret Yönetmeliği yayımlanmış.

Yönetmeliğin 3’üncü maddesi “Asgarî ücret mahallî, bölgesel veya belirli bir yerdeki bir veya daha fazla işkolunda veya o yerdeki bütün işkollarında veya millî seviyede tespit edilebilir.” şeklindedir. Yönetmeliğin 11’inci maddesinde asgarî ücret mahallî seviyede tespit edilecekse mahallin, bölge seviyesinde yapılacaksa bölgenin, işkolu seviyesinde yapılacaksa iş kolunun, millî seviyede yapılacaksa genel olarak:

a) Hayat pahalılığı,

b) Sosyal ve ekonomik durumu,

c) Fiilen ödenmekte olan ücretlerin genel ortalaması,

d) Toplu iş sözleşmelerinde ücret ve asgarî ücretlerin seyri,

e) İşçinin çocuk (16 yaşında ve daha küçük) veya büyük oluşu,

f) Yapılan işin niteliği

gibi hususlar dikkate alınarak belirlenmesine hükmedilmiş.

Bu Yönetmelikle birlikte asgari ücret, Ankara’da kurulan asgari ücret tespit komisyonunca belirlenmesi gerekiyordu ve ilk toplantı 30 Mayıs 1969 tarihinde yapıldı. Komisyon kararını 6 Haziran 1969 tarihli Resmi Gazete’de yayımladı.

6 Haziran 1969 tarihli komisyon kararı uyarınca Türkiye’deki iller, sosyal ve ekonomik gelişmiş düzeylerine bağlı olarak altı 6 grupta sınıflandırıldı ve her bir grup için farklı asgari ücret belirlendi.

İllerin sınıflandırılması ve asgari ücret tutarları aşağıdaki gibidir.

Bu düzenleme 1 Temmuz 1969 tarihinden 31 Ekim 1972’ye kadar uygulandı.

Ancak süreç içerisinde Türkiye İşçi Partisi 931 sayılı İş Kanunu’nu Anayasanın muhtelif hükümlerine aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine taşımış ve Anayasa Mahkemesi 11 Mayıs 1971 tarihli Resmi Gazete’de kararını yayımlayarak  931 sayılı İş Kanunu’nu iptal etmiştir.  Ancak Asgari Ücret Yönetmeliğinin dayanağı olan 931 sayılı İş Kanunu iptal olmuş ama bölgesel asgari ücreti düzenleyen Asgari Ücret Yönetmeliği dayanaksız kalmasına rağmen uygulanmaya devam olunmuştur.

Ardından 1475 sayılı İş Kanunu, 1 Eylül 1971 tarihli Resmi Gazete’de  yayımlanmış  ve aynı gün yürürlüğe girmiştir. Peşinden de 12 Şubat 1972 tarihli Resmi Gazete’de  Asgari Ücret Yönetmeliği yayımlanmış ve aynı gün yürürlüğe girmiştir. Dolayısıyla önceki yönetmelik de yürürlükten kalkmıştır. Yeni Yönetmelik m.3 “Asgarî Ücret Tespit Komisyonu asgarî ücreti; mahallî veya bölgesel yahut ülke düzeyinde olmak üzere bir işkolu veya birden fazla işkolu yahut bütün işkollarını kapsayacak şekilde saptar.” Demiştir. Bölgesel asgari ücret tespit edilirken özellikle ücretlilerin sosyal durumu ve geçinme indekslerine göre belirlenmesini vurgulamıştır.

Özetle Anayasa Mahkemesi 931 sayılı İş Kanunu’nu iptal etmiş ardından 1475 sayılı İş Kanunu ve yeni Asgari Ücret Yönetmeliği ile bölgesel asgari ücret uygulamasına devam edilmiştir.

Ayrıca 1475 sayılı İş Kanunu’na göre yapılan ilk tespit 1972 yılında sanayi kesiminde çalışanlar için yapılmıştır. 1969 yılındaki 6 bölgede yapılan tespit 4 bölgeye indirilmiştir.

1969 ila 1973 yılları arasında sadece sanayi sektörü için bölgesel asgari ücret uygulanmış, 1973 yılında ise tarım ve orman kesiminde çalışanlar için farklı bir tutar belirlenmiştir. En nihayetinde 30 Haziran 1974 tarihinde bölgesel asgari ücret uygulamasından vazgeçilmiş, ulusal düzeyde tek asgari ücret sistemine geçilmiştir.

30 Haziran 1974 tarihli Asgari Ücret Tespit Komisyonu kararı ile ülke düzeyinde ulusal asgari ücret uygulamasına başlanmış ama tarım ve orman işçileri için ayrı bir asgari ücret belirlemeye devam edilmiştir. Bu uygulama 1988’e kadar devam etmiş, 1989’dan bugüne kadar ise tek bir ulusal asgari ücret uygulanmıştır.

Dünyada nasıl?

Bölgesel asgari ücret Portekiz, ABD, Çin, Filipinler, Japonya gibi ülkelerde uygulanan bir sistem.

Genel olarak Kanada ve ABD gibi eyalet sistemi olan ülkelerde eyaletler arasında farklı ücret seviyeleri ile belirlenerek bölgesel asgari ücret uygulaması yapılmaktadır. Diğer yerlerde ise genel olarak bölgeleri/kentlerin gelişmişlik seviyesine göre farklılaşmıştır.

Ancak hepsinde esas olarak çalışanların yol, beslenme, barınma gibi harcamaları; işverenin ücretleri ödeme gücü ve sürekliliği; istihdam olunan sektörün özelliği; iş kollarına göre belirlenmektedir.

Sonuç olarak

Asgari ücret gerek bizim mevzuatımızda gerekse de dünya uygulamalarında genel olarak bir çalışanın o günkü fiyat seviyesinde beslenme, barınma, giyinme gibi insani yaşam gereklerini karşılayabilecek en az ücret seviyesindeki ücrettir. Bu nedenle gerek dünya uygulamasında gerekse de ülkemizde uygulanan bölgesel asgari ücretin tespitinde çalışanın bulunduğu bölgedeki fiyat koşullarında beslenme, barınma, giyinme gibi temel ihtiyaçları karşılayabilecek ücret seviyesidir.

Böylece ülkemiz için bölgesel asgari ücret önerilerini dikkate alırsak şunu yapacağız: Türkiye’yi şu an farklı bölgelere ayırıp her bölgenin fiyat koşulları özelinde kira, gıda, ulaşım fiyatları gibi temel ihtiyaç seviyelerini tespit edip bunu karşılayacak farklı asgari ücretler tespit etmek gerekecek. Bu da çok zahmet gerektirmeyen bir işlem olacaktır.

Lakin bölgesel asgari ücreti önerenler; “ulusal asgari ücret düzeyi sadece İstanbul için tespit edilsin İstanbul, İzmir, Bursa gibi metropoller dışındaki yerler için daha düşük belirlensin” düşüncesindelerse, bu uygulama çok önemli problemler doğuracaktır. Yani şu an uygulanana asgari ücret sadece İstanbul gibi yerlere uygulansın daha düşüğü ise diğer yerlere uygulansın deniliyorsa sıkıntı var demektir.

 Ancak ulusal düzeyde belirlenen normal asgari ücret tutarı belirlenen en düşük bölge için uygulanıp İstanbul gibi metropollere daha yüksek bir tutar uygulanacaksa o zaman kabul edilebilir.

 Ancak bu durum SGK prim kesintileri arasında da ciddi bir adaletsizlik doğuracak ve metropollerdeki işverenin, çalışandan dolayı SGK yükü de artmış olacaktır.

Özetle asgari ücret bazı bölgelerde düşük uygulanmamalı; belirlenen asgari ücret İstanbul gibi yerlerde daha yüksek uygulanmalıdır. Elbette bunun yaratacağı göç vs gibi sonuçlar da iyice düşünülmelidir.

/././

 Ali Yerlikaya ile Bülent Turan arasındaki krizde “üçüncü” perde!-Tolga Şardan- 

İçişleri Bakan Yardımcısı Bülent Turan, Yerlikaya'nın yardımcılarından Mehmet Aktaş'ın annesinin cenaze törenine İçişleri Bakanlığı uçağıyla katılmak için, tıpkı TBMM bütçe görüşmelerinde olduğu gibi özel kalem müdürlüğünden haber bekledi. Beklediği haberin gelmemesi sonrasında Turan, Elazığ’daki cenaze töreni ve taziyeye katılmak için kendi olanaklarıyla yola çıktı. Yerlikaya ve Turan, sadece camideki cenaze namazında aynı saftaydı. Bunun dışında hiçbir fotoğrafta aynı karede yer almadılar.

Ali Yerlikaya ile Bülent Turan arasındaki krizde “üçüncü” perde!İçişleri Bakan Yardımcısı Bülent Turan (solda) ve İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya


İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ile yardımcısı Bülent Turan arasındaki “siyasi kriz”de yeni gelişmeler yaşanıyor.

Yerlikaya ile Turan arasındaki gerginlik, bakanlık kulislerinin ilk sırasında.

Öyle ki Bakan Yerlikaya’nın hazırladığı ifade edilen valiler kararnamesi ile kabine değişikliği kulisleri geride kalmış durumda.

Bakanlık koridorlarında yoğun biçimde gündeme getirilmesine karşın Yerlikaya’nın yakın çalışma ekibi sessiz kalmayı tercih ediyor.

Büyüteç’in devamlı takipçileri hatırlayacaktır; Yerlikaya ile Turan arasındaki soğukluk, ilk olarak İçişleri Bakan Yardımcısı’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaret etmesinin bu köşeye konu olmasıyla ortaya çıktı.

Turan’ın, Erdoğan’la görüşmesinde Yerlikaya ile arasında yaşananları anlattığı biliniyor.

Peşinden, TBMM’deki İçişleri Bakanlığı bütçesinin Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmesi sırasında özellikle CHP’li milletvekillerinin Turan’ın akıbetini sormasıyla konu yeniden alevlendi.

Turan’ın neden TBMM’ye gel(e)mediğinin perde arkasını Büyüteç’te aktardım.

İki kamu yöneticisi arasındaki gerginliğin kaydettiği aşama, bu kez önceki gün Elazığ’da kendisini gösterdi!

Burayı açıklamadan önce küçük bir not daha vereyim. Edindiğim bilgiye göre; Turan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı geçen hafta perşembe günü, bir kez daha Cumhurbaşkanlığı’nda ziyaret etti.

Ziyaretin ardından Turan, Erdoğan’la birlikte İstanbul’a gitti ve yine Cumhurbaşkanı ile Türkiye ile Bosna Hersek arasındaki basketbol müsabakasını izledi.

Şimdi, önceki gün yaşananlara dönelim.

Turan gibi Yerlikaya’nın yardımcılarından olan Mehmet Aktaş’ın hayatını kaybeden annesi Safiye Aktaş’ın Elazığ’daki cenaze törenine bakanlıktan katılacak yöneticileri kente götürmesi için İçişleri Bakanlığı uçağının kullanılması gündeme geldi.

Haftanın ilk günü yaşanan bu gelişme sonrasında Bakan Yardımcısı Turan, tıpkı TBMM bütçe görüşmelerinde olduğu gibi bakan özel kalem müdürlüğünden haber bekledi.

Beklediği haberin gelmemesi sonrasında Turan, Elazığ’daki cenaze töreni ve taziyeye katılmak için kendi olanaklarıyla yola çıktı. Turan, salı sabahı erken saatlerde önce tarifeli uçakla Diyarbakır’a hareket etti. Diyarbakır’dan da karayoluyla Elazığ’a ulaşarak annesini kaybeden Aktaş’ın yanında yer aldı.

Turan’ın kente gelmesinden bir süre sonra bu kez Bakan Yerlikaya ile Bakan Yardımcıları Münir Karaloğlu ile Mehmet Sağlam’ın yanı sıra bazı bakanlık üst düzey yöneticileri, İçişleri Bakanlığı’nın uçağı ile kente ulaşıp cenaze ve taziyeye katıldı.

Sonuçta Turan, Elazığ yolunda da tıpkı TBMM’deki gibi kadro dışı kaldı.

İlginçtir, Yerlikaya ile Turan arasındaki soğukluk Elazığ’da da kendisini gösterdi.

Elazığ Valiliği, X’teki resmi sosyal medya hesabından Aktaş’a başsağlığı dileyen Yerlikaya ile Turan’ın görüntülerini iki ayrı paylaşımla kamuoyuna sundu.

Yerlikaya ve Turan, sadece camideki cenaze namazında aynı saftaydı. Bunun dışında hiçbir fotoğrafta aynı karede yer almadılar.

Bu durum Elazığ’daki cenaze töreni ve taziyeye katılanların da dikkatini çekti doğal olarak.

Bakan Yerlikaya, yardımcısıyla yaşadığı sorunlu süreci çözmek için adım atmak bir yana, aksine tansiyonu daha yükseltme yönündeki yaklaşımları sergiliyor ısrarla.

Neredeyse tüm bürokrasinin -benzerlerinin farklı kamu kurumlarında yaşanması sebebiyle- yakından izlediği Yerlikaya ve Turan’ın yer aldığı gerginlikte nelerin yaşanacağı kamuoyunun da takibinde.

* * *

TFF’nin bahis araştırmasında sıra kulüplere geldi!

Türkiye Futbol Federasyonu’nca (TFF) başlatılan bahis soruşturmasında ikinci aşamaya geçildi.

İlk olarak futbolculara yönelik başlatılan bahis incelemesinin şimdiki ayağında kulüpler mercek altına alındı.

TFF yönetimi, geçen hafta Gençlik ve Spor Bakanlığı ile bağlısı Spor Toto Teşkilat Başkanlığı’na bir kez daha yazı gönderdi.

Yazının içeriğinde bu defa profesyonel liglerde futbol takımları bulunan tüm kulüplerle ilgili bilgi talebinde bulunuldu.

Kulüp yöneticilerinden maaşlı çalışan profesyonellere, masöründen malzemecisine, teknik direktörler ve ekiplerinden menajerlere kadar hemen tüm çalışanların yasal bahis sitelerinde bahis hesabının bulunup bulunmadığı bilgileri Spor Toto’dan istendi.

TFF’nin bilgilerini istediği kulüplerle bağlantılı kişilerin sayısının yaklaşık 7 bin olduğu ifade edildi.

Yeri gelmişken, TFF’nin yaptığı işlemin, “idari araştırma/soruşturma” olduğunu belirtmekte fayda var. TFF, bakanlıktan gelen ham bilgileri hukuk birimde tasnif ediyor. Sorunlu bulunan kayıtların bağlantılı olduğu kişiler idari olarak hukuk başmüşavirliğince yine TFF’nin Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu’na (PFDK) gönderiliyor. PFDK, gelen bilgilere göre idari karar uyarınca disiplin işlemi gerçekleştiriyor.

Diğer taraftan TFF, kendi içindeki idari soruşturmalar/araştırmalarda elde ettiği verileri savcılığa gönderiyor. Savcılık, TFF’den ulaşan bilgiler ışığında adli soruşturma yürütüyor.

İstanbul Adliyesi’ndeki adli soruşturma veri havuzunun, TFF’den gelecek yeni bilgilerle genişlemesi muhtemel.

Tabii, bahis konusu adli ve idari olarak nereye kadar gidecek, onu da zaman gösterecek. Yeni yılın ilk haftalarında bahis konusunda daha farklı gelişmeler yaşanabilir.

* * *

Yerlikaya’nın Şırnak’la imtihanı

Şırnak Valiliği, Şırnak Üniversitesi ve Cizre Kaymakamlığı’nın iş birliğiyle gerçekleştirilen ve Irak Kürdistan Demokrat Partisi lideri Mesut Barzani’nin katıldığı Kürt mutasavvıf Molla Ahmed-i Cezirî’yi anma sempozyumunda yaşananlar iç siyaseti karıştırdı.

Barzani’nin ağır silah taşıyan korumalarının ortaya çıkan görüntülerinin yanı sıra sempozyumda sunulan görüşler farklı tepkiler aldı.

Sempozyuma katılan İçişleri Bakan Yardımcısı Münir Karaloğlu ile Şırnak Valisi Birol Ekici de konuşma yaptı. Ayrıca AKP Şırnak Milletvekili Aslan Tatar da kürsüden katılımcılara Kürtçe seslendi.

Konuşmaları içeriklerinden daha çok Barzani’nin korumalarının konumu sıkıntı oldu. Sebebi de ülkeye devletin misafiri ya da bilgisiyle gelen bir yabancı devlet adamının korunmasının Türkiye tarafından sağlanacak olması.

Örneğin, Türkiye’nin devlet adamları yurt dışına gittiğinde elbette yanında koruma götürüyor. Ancak, beraberinde götürdükleri küçük ölçekli silahları ve teknik malzemeyi ilgili ülkeye bildirmek durumunda. Ağır silahların götürülmesi özel izne bağlı. Aksi durum diplomatik krize neden oluyor çoğunlukla. Bu uygulama aynı zamanda uluslararası anlaşmalarla hüküm altında alınmış durumda.

Buna rağmen Barzani’nin korumalarının ağır otomatik silahlarla koruma görevini yerine getirmesinin yarattığı infial ve eleştiriyi önlemek amacıyla İçişleri Bakanlığı, artık kanıksanan yöntem gereğince iki müfettiş görevlendirmesi yaptı.

Müfettişler olay yerine gidecekler. Tanıkların ifadelerine başvuracaklar. Tespitler yapacaklar. Ve sonunda ortada soruşturma açılmasına gerek olup olmadığını ortaya koyacak raporu hazırlayacaklar.

Aslına bakarsanız, süreci yönetenlerin başında Şırnak Valisi Birol Ekici var. Vali olarak mevcut katılımcılar arasında devleti temsil eden en tepedeki isim. Cumhurbaşkanı’nın kentteki temsilcisi. Dolayısıyla, yaşanan sıkıntının en başından önlenmesi mümkün. Zira elinde her türlü yetki varken kullanmayınca sonuç ortada.

Kaldı ki tahminimce bu araştırmanın sonucunda bir şey çıkmayacak. Her ne kadar “müfettişler ne bulacak?” sorusuna yanıt aransa da devlet kimi zaman -burada olduğu gibi- soruşturma ya da araştırma başlatır. Herhangi bir şey bulunamayınca “müfettiş aracılığıyla süreç istenildiği gibi” yönetilir.

Sürecin başında yer alan Şırnak Valisi Birol Ekici, Büyüteç okurlarının yabancı olmadığı bürokratlardan. Ekici, önceki görev yeri Kırklareli’ndeki sel felaketindeki görev ihmali nedeniyle kamuoyunda tartışılan isimler arasında. İğneada’daki longoz ormanlarında yaşanan sel felaketi sebebiyle İçişleri Bakanlığı, Vali Ekici hakkında soruşturma izni verdi. Aynı zamanda da Şırnak’a görevlendirildi.

Bu arada İçişleri Bakanlığı’nın Cizre’de yaşananlar sonrasında başlattığı araştırmayla birlikte Ankara’da ilginç ve anlamlı bir ziyaret gerçekleşti.

İç siyasi tartışmalara neden olan sempozyumda konuşan ve konuştuklarıyla tepki çeken AKP Şırnak Milletvekili Aslan Tatar, çarşamba günü İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’yı ziyaret etti! Ziyareti Tatar kendi sosyal medya hesanından duyurdu.

Ziyarete AKP Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu da katıldı. Üçlü arasında neler konuşuldu? Şimdilik bilinmiyor. Ancak Cizre’de yaşananların, görüşmenin konusu olmaması da mümkün değil.

Cizre’deki sıkıntılı durum İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’yı rahatsız etti kuşkusuz. Çünkü Bakan Yerlikaya, 2009’daki Habur sürecinde tıpkı bugün Vali Ekici’nin konumunda, Şırnak Valisi’ydi. Hatta bakanlık görevine atandığında Habur konusu Yerlikaya’ya karşı gündeme getirildi.

Yerlikaya, şimdi Şırnak’la ilgili bir kez daha sıkıntılı. Bakan koltuğundayken yaşadığı bu durum tam da “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” durumu.

Top artık müfettişlerde. Kaleme alacakları rapor, siyasette karşılık bulacak!

/././

 Ukrayna’nın egemen bir devlet olarak sonu mu?-Hakan Okçal- 

Trump’ın Putin’i hoş tutmak için, Zelensky’nin ölüm fermanı olarak nitelendirdiği esas hususları içeren yeni bir metni adı geçene tebliğ etmesi olasılığı çok yüksek. Zelensky Trump’ın baskısına boyun eğer mi, bilinmez ama bu kez direnme şansı daha az. Keza Avrupalıların da Zelensky’i Trump’ın elinden kurtarma şansları azaldı

Ukrayna’nın egemen bir devlet olarak sonu mu?

Witkoff-Kushner ikilisi görev başında

Trump’ın kritik dış politika girişimlerinde son zamanlarda hep bu ikilinin ismi öne çıkıyor. Trump gibi New Yorklu bir emlak baronu olan Witkoff’a başta Ortadoğu özel temsilcisi olarak yönetimde görev verilmişti. Sonra barış süreçleri özel temsilcisi olarak adı Ukrayna ve Rusya ile yürütülen müzakerelerde de öne çıktı. Witkoff’un başta Katar olmak üzere hem Ortadoğu ile hem de Rusya ile finansal ve ticari ilişkilerinin bulunduğu biliniyor.

Damat Jared Kushner ise birinci Trump yönetiminden farklı olarak ikinci Trump yönetiminde resmi bir görev almamıştı. Kushner birinci Trump yönetiminin son yıllarında Arap devletleriyle İsrail arasında imzalanan İbrahim Anlaşmaları’nın arkasındaki beyin olarak kabul ediliyor. Kushner’in ikinci Trump yönetiminde resmi bir görevi olmasa da İbrahim Anlaşmaları ABD’nin Ortadoğu’da izlediği politikanın temel ögelerinden biri olmaya devam ediyor.

Anlaşılan Kushner ikinci döneminde de kayınbabasına fahri danışmanlık yapmaktan geri durmamış. Başta gölgede kalan Kushner’in adı Witkoff’la beraber bir süre önce Gazze’yle ilgili müzakerelerde yeniden su yüzüne çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın destek verdiği Gazze Planı Witkoff ve Kushner’in eseri sayılabilir. Rusya ve Çin, Gazze Planı için BM Güvenlik Konsey’inde yapılan oylamada çekimser kalarak meydanı Trump’a bıraktılar.

Trump tarafından ikinci aşamaya geçilmekte olduğu müjdelenen Gazze Planı Filistinlilere ağır bir darbe vuracak. Planın ikinci aşaması gereği Gazze’de İstikrar Gücü olarak adlandırılan uluslararası bir gücün konuşlandırılması öngörülüyor. (İsrail’in muhalefeti nedeniyle Türkiye’nin yer alması hemen hemen imkansız.) Ayrıca Hamas silahsızlandırılacak, Gazze’nin yönetimi başında Tony Blair’in olacağı uluslararası bir komisyona devredilecek. Üçüncü aşamada ise Gazze’nin Ortadoğu Rivierası olarak yeniden inşası öngörülüyor. İkinci aşamayla beraber Filistinlilerin yurtlarından çıkarılmaları veya yerlerinde kalmakta direnenlerin küçük enklavlara sıkıştırılarak sefil yaşam koşullarına mahkum edilmeleri süreci başlayacak.

Ukrayna “Barış” Süreci

Witkoff ve Kushner Gazze’nin ardından bu kez Ukrayna barış müzakerelerinde baş rol oynamaya başladılar. Witkoff neyse ama Kushner’in hiç ilgisi yokken devreye girmiş olması, Trump’ın Witkoff’a rağmen damadını da müzakerelere dahil ederek Ukrayna savaşını kendi parametrelerine göre bitirmek için sabırsızlandığına delalet ediyor. Trump seçim kampanyası sırasında, Biden’ın yerinde kendisi olsaydı bu savaşın hiç çıkmamış olacağını iddia etmiş, göreve gelince bir günde bitirmeyi vadetmişti. Tabii öyle olmadı. Ne Zelensky’e yaptığı baskı ve tehditler ne de Putin’e kâh sırnaşmaları, kâh sertleşmeleri fayda etmedi.

Savaş dördüncü yılını doldururken Rusya Ukrayna’da sivil hedefleri dünyanın gözü önünde vurmaya devam ediyor ve cephe hattında da küçük küçük toprak kazanıyor. Üstelik Ukrayna’nın içinde ciddi bir yönetim krizi baş gösterdi. Bir süredir iddia edildiği üzere Zelensky’nin sağ kolu ve dış politika alanındaki temel karar verici Andrey Yermak’ın yolsuzluk suçlamaları nedeniyle görevden alınması Zelensky için ciddi bir yüzkarası oldu. Ukrayna Batı’dan yardım aldıkça Rusya ile savaşabilir. Gelen yardımların yönetimin üst düzey mensupları tarafından sifonlanması, Zelensky’nin Batı nezdindeki inandırıcılığını yok eder. Yermak için düğmeye ABD mi, yoksa başka bir odak mı bastı iddialarının hiç önemi yok. Önemli olan Zelensky’nin burnunun dibinde olan bitenleri görememiş ve yardımların yerine ulaşıp ulaşmadığını kontrol edememiş olmasıdır.

Witkoff’un 28 maddelik barış planı Ukrayna’daki skandalla hemen hemen eş zamanlı olarak basına sızdırıldı. Rusya ile kapalı kapılar ardında yapılan müzakerelere dahil edilmeyen Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun ilk tepkisi belgeyi adeta Putin’in dilek listesi olarak tanımlaması oldu. Nasıl olmasın ki, Witkoff’un Moskova’da uzun müzakereler sonucu hazırladığı metinde Putin ne talep ettiyse her şey yer alıyor. Kırım ve Donbas bölgesini oluşturan Luhansk ve Donetsk ile Kherson ve Zaporizhzhia’nın henüz Rusya’nın eline geçmemiş kesimleriyle beraber tümüyle Rusya’ya terk edilmesi,  Ukrayna’nın NATO’ya üyeliğinin yasaklanması, Ukrayna silahlı kuvvetlerinin önemli bir bölümünün terhis edilerek birliklerin ateş hattından geri çekilmesi, NATO birliklerinin Ukrayna’da konuşlandırılmaması, Ukrayna’nın “Nazilerden arındırılması” ve üç ay içinde yeni seçimler yapılması, Rusya üzerindeki ambargoların kaldırılması ve dondurulmuş olan Rus varlıklarının serbest bırakılması, Rusya’nın yeniden G-8 üyeliğine kabul edilerek bu yapının canlandırılması gibi unsurlar var. Trump muhtemelen UCM tarafından Putin hakkına çıkarılan tutuklama kararının ve iddianamenin kaldırılması sözünü de vermiştir. Zira aynı şeyi Netanyahu için de yapıyor.

Ukrayna’nın toprak kaybına uğrayacağı kesin gibi

Trump tarafından doğruluğu teyit edilen 28 maddelik planı Zelensky Ukrayna’nın ölüm fermanı olarak nitelendirdi ve kabul edemeyeceğini açıkladı. Zelensky’nin imdadına yolsuzluk iddialarına rağmen Avrupalılar koştular. Hafta sonu Cenevre’de ABD tarafıyla yapılan müzakerelerde plan yumuşatmaya çalışıldı ancak ana unsurları yerinde kaldı. Mesela baştan şiddetle karşı çıkılan toprak tavizi konusu “liderler arası nihai müzakerelere” bırakıldı. Oysa Avrupalılar bir zamanlar güç kullanılarak sınırların değiştirilmesine kategorik olarak karşı çıkıyorlardı. Macron bu konuda Ukraynalıların karar vereceğini söylüyor. İşin Türkçesi, olası bir barış anlaşmasında Ukrayna topraklarının önemli bir kısmını Rusya’ya bırakacak gibi gözüküyor.

Rusya cephe hattında ilerleyişine devam ederek amacına savaşarak da ulaşabileceği mesajını veriyor. Bu ortamda Ukrayna’nın son günlerde Karadeniz’de Rus hedeflerine yeni saldırılar gerçekleştirerek hala direnme kapasitesine sahip olduğunu göstermeye çalışmasının sonuca etki yapabilmesi olası değil.

Trump Çin üzerinde yoğunlaşmak istiyor

Trump Ukrayna’nın direnişinden pek hoşnut değil. Ukraynalılara kaybedilecek bir savaşı devam ettirmenin anlamsız olduğunu, ABD’nin savaşın içine daha fazla çekilerek üçüncü dünya savaşına sebebiyet verilmemesi gerektiğini öne sürüyor. Trump’ın hedefi savaşı bir şekilde durdurarak Çin-Rusya ittifakının gerekçesini ortadan kaldırmak ve ABD’nin enerjisini Çin’in üzerinde yoğunlaştırmak. Böyle bir düşünce ABD çıkarları açısında haklı bulunsa dahi, gerçekçi ve etik değil. Her şeyden önce Rusya’nın istediklerini elde ettikten sonra tatmin olacağının garantisi bulunmuyor. Tarih istediklerini elde eden zorbaların daha da cesaretlenerek yollarına devam ettiklerinin örnekleriyle dolu. Bunun en çarpıcı örneği Chamberlain’in Münih’te Hitler’e verdiği tavizlerdir. Chamberlain Hitler’i yatıştırmak yerine iyice azdırdığını fark etmemişti bile.

Diğer taraftan olası bir barış anlaşmasının Rusya-Çin ittifakını sonlandırmasının da garantisi yok. Savaştan sonra da muhtemelen ABD’nin karşısındaki Rusya-Çin ittifakı Çin Seddi gibi hala yerinde durmaya devam edecek. Bu yüzden Trump’ın hesabının tutma şansı hemen hemen hiç yok.

Avrupalılar kendi bekaları için Rusya’nın Ukrayna’yı yutmasına karşılar

Avrupalılar Ukrayna’yı yutan Rusya’nın batıya ilerleyişinin durmayacağına inanıyorlar. Bunda haksız da sayılmazlar.  Avrupalılar için Rusya’yı durdurmanın yegane yolu ABD’yi yanlarında tutmaları. Ama bu şansı Trump döneminde elde etmeleri mümkün değil.  Bu yüzden baştan ihmal ettikleri kendi savunma kabiliyetlerini güçlendirmeye çalışıyorlar. Ancak bu hedef şu an için Kaf dağının ardında.

Avrupalıların Ukrayna’da barış için en çok üzerinde durdukları konulardan biri güvenlik garantileri. İngiltere ve Fransa’nın öncülüğünü yaptığı “Gönüllüler Koalisyonunun” savaştan sonra Ukrayna’nın güvenliğini sağlamak için silahlı güç konuşlandırılmasının önündeki yol Rusya kabul etmedikçe baştan kapalı. Gönüllüler Koalisyonu Gücü’nde üç ülkenin askerinin olacağını iddia ediliyor. İngiltere’nin ve Fransa’nın yanı sıra bu güce Türkiye’nin de katkı sağlaması söz konusu. Türkiye bu güce Rusya rıza göstermeden katılmayacağını baştan açıkladı.

Gönüllüler Gücü düşüncesi Rusya bir an için kabul etse dahi arkada ABD’nin hava savunma ve askeri istihbarat desteği olmadıkça gerçekçi değil. Trump istekli değilken bunun gerçekleşmesi oldukça müşkül. Bunu en çok Macron anlıyor. O yüzden Çin’de Xi Jinping’den Rusya’yı savaştan vaz geçirmesi için ricacı oldu. Aldığı cevap tipik Çin resmi söylemiydi. Xi, Çin’in barış için çalışmaya devam edeceğini söyleyerek konuyu kapattı. Yani bugüne kadar Çin ne yaptıysa onu yapmaya devam edecek. Kimse Xi’den Putin’in elini tutmasını beklemesin.

Günün sonunda herkes kaybedecek

Avrupalıların etkisiyle kısmen revize edilen ama ana unsurları yerinde duran 28 maddelik barış planı salı günü Witkoff ve Kushner tarafından bizzat Putin’e sunuldu. Ruslar ilk metin üzerinde yapılan oynamalardan memnun değiller, ama Putin müzakere etmeye devam etme kararı verdi. Trump’ın Putin’i hoş tutmak için, Zelensky’nin ölüm fermanı olarak nitelendirdiği esas hususları içeren yeni bir metni adı geçene tebliğ etmesi olasılığı çok yüksek. Zelensky Trump’ın baskısına boyun eğer mi, bilinmez ama bu kez direnme şansı daha az. Keza Avrupalıların da Zelensky’i Trump’ın elinden kurtarma şansları azaldı.

Kuşkusuz bu denklemden Rusya kısa dönemde kazançlı çıkabilir. Ama savaşın galibi olması mümkün değil. Kırım’ı, Donbas’ı vs. topraklarına katabilir ama bunlar ona ne zenginlik ne itibar kazandırır. Ekonomisi zayıflamış Çin’in gölgesinde tali bir güç olarak Avrupa’dan ve diğer bölgelerden uzaklaşır, parya bir devlet muamelesi görerek varlığını sürdürür.

Ukrayna’yı Rusya’nın insafına terk eden Trump Amerika’sı da bu denklemden kayıpla çıkar. Yukarıda da irdelemeye çalıştığım gibi, ne Avrupa’ya barış ve huzuru getirebilir ne Rusya’yı yanına çekebilir ne de enerjisini Çin’in üzerine teksif edebilir. ABD tarihi determinizmin emrettiği şekilde güç kaybetmeye devam eder.

Rusya’yı Ukrayna’da durdurma güç ve kararlılığından uzak Avrupalılar da bir başka kaybeden olacak. Güya bir siyasi birlik olan Avrupa Birliği’nin içinin kof olduğu bu ilk ciddi siyasi krizde çok açık şekilde ortaya çıktı. Artık AB üyesi olmayan İngiltere’nin gönüllüler girişiminin en önünde yer alan iki ülkeden biri olmasını bir yana bırakalım, iş ulusal çıkarlara geldiğinde her Avrupa ülkesinin ayrı telden çaldığı, kimsenin elini taşın altına sokmak istemediği bir kere daha görüldü. AB, üye sayısı arttıkça etkili bir birlik olma niteliğinden uzaklaşıyor. 

Ukrayna egemen bir ülke olarak bu krizden ağır bir darbeler alabilir. Ancak bu durum, Putin’in reddettiği Ukrayna ulusunun varlığını ispatladığı gerçeğini değiştirmiyor. Egemen Ukrayna devleti yok edilebilir ama kan ve acıyla sınanan Ukrayna ulusu yok edilemez.

Tarihte birkaç kez toprakları paylaşılan Polonya nasıl yeniden ayağa kalkabildiyse, Ukrayna da zamanı gelince bunu başarır.  Bu gerçeği en çok, her yıl Osmanlı Sarayı’nda yapılan kabullerde ortada görünmeyen Lehistan Sefiri çağrıldığında “yolda” diye ilan edenlerin torunları bilecektir.

/././

T-24



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -5 Aralık 2025-

Adlî emanet skandalları devam ediyor; Diyarbakır'da yüzlerce keleş mermisi çalındı!  İstanbul'daki adlî emanet hırsızlıklarının ardı...