17 Nisan 2024 Çarşamba

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 17 Nisan 2024 -

 

‘Bekle’ dedi, o da bekledi (Barış Pehlivan)

Daha yakın zamana kadar neleri tartışıyorduk...

Merkez Bankası başkanı neden annesinin yanında kalıyor, babası personel kovma yetkisine mi sahip? Evet, Hafize Gaye Erkan’dan bahsediyorum.

Sonrası malum... Eski başkan o dönem Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüştü. “Bana çok belden aşağı vuruldu” dedi. Sonrası “görevden affını isteme” ya da “görevden alınma” olarak karşımıza çıktı.

Peki, ardından ne oldu?

Yani Hafize Gaye Erkan şimdi nerede?

Duydum ki...

Cumhurbaşkanı Erdoğan veda buluşmasında Hafize Gaye Erkan’a “seçim sonrasını bekle” demiş. Ve yerel seçimler sonrasında Erkan’a yeni bir görev vereceğine dair vaatte bulunmuş.

İşte bunun üzerine Hafize Gaye Erkan da ABD’ye dönmemiş ve memlekette kalmış. Hatta İstanbul’un en gözde otellerinden birinde bir ay yaşamış ancak yakın zamanda oradan da ayrılmış. Duydum ki onun da içinde Türkiye’de kalmak yatıyormuş.

Yani...

Yanisi şu: Yarın öbür gün Hafize Gaye Erkan’ın yeni bir göreve atandığını Resmi Gazete’de okursak hiç şaşırmayalım.

KİMSESİZ BİR İLAN

Bugün Köy Enstitülerinin 84. kuruluş yıldönümü. Benimse aklım günlerdir bir mahkeme ilanında...

12 Nisan tarihli Sözcü gazetesinde gözüme çarptı. İzmir 3. Sulh Hukuk Mahkemesi verdiği bir kararı ilan ediyordu:

“(...) Engin Tonguçun mirasçıları tespit edilemediğinden, birer ay ara ile iki defa ilan yapılarak hak sahiplerinin son ilan tarihinden itibaren bir yıl içinde mirasçılık sıfatlarını gösterir belgeleri ile birlikte mahkememize başvurmaları, ilan süresi içinde başvuran olmadığı ve hiçbir mirasçı tespit edilemediği takdirde mirasçıların miras sebebi ile istihkak davası açma hakları saklı kalmak kaydı ile ve TMK’nin 594/2 maddesi gereğince mirasın devlete intikal edeceği ilan olunur. (...)”

İlanın altında karardaki kişinin açık kimliği de yazıyordu:

“İsmail Hakkı ve Nafia oğlu, 26/04/1928 doğumlu”

Evet...

Köy Enstitülerinin mimarı İsmail Hakkı Tonguç’un oğlu, yazar ve hekim Engin Tonguç’tu o. 2016’da kaybetmiştik. Kendisi gibi doktor eşi Müstesna’nın yanına defnedilmişti. Ve belli ki mirası kimsesizdi. Eğer aranan kişiler zamanında ortaya çıkmazsa, Tonguç’un tüm mirası devlete devredilecekti.

                                                      /././

Yerel seçim sonuç analizi (Öztin Akgüç)

Yerel seçim sonucu, farklı toplumsal, siyasal, ekonomik hatta psikolojik açılardan tartışılıyor, değerlendiriliyor. Nedenleri irdeleniyor, geleceğe ilişkin senaryolar yazılıyor, olası gelişmelere ilişkin öngörüler kamuoyuna sunuluyor. 14 Mayıs 2023-31 Mart 2024 seçimlerinin farklı olmadığı, olayda erteleme olduğu da ileri sürülüyor.

Bir olayın çözümlenmesi için öncelikle nedenlerini tanımlamak gerekir. Yerel seçim sonucunu boş tencere, emeklilerin intikamı, geçim zorluğu, dar ve sabit gelirlilerin intikamı gibi ağırlıklı olarak ekonomik nedenin belirlediği savunuluyor. Ekonomik nedenin belirleyici olması için son on ayda ekonomide belirgin değişmeler olması gerekir. On ay önceye göre emeklinin, dar ve sabit gelirlilerin, emekçilerin refah düzeyi bozuldu mu? On ay önce de enflasyon yüksek, yıllık ortalama yüzde 63, yaşam pahalı, ucuz et ve ekmek kuyrukları uzuyor, tencereler yine kaynamıyordu. Sonucu salt ekonomik nedene bağlama yeterli olmadığı gibi bir yerde “Halk salt çıkarına bakarak davranır” savı da halkı küçümsemedir. Halkı küçümsemek de halk dalkavukluğu kadar yanlış hatta tehlikelidir.

Oyların, coğrafi, bölgesel, kentsel, kırsal dağıtımına bakıldığında olayın salt ekonomik olmadığı görülür. CHP, gelir düzeyi görece daha yüksek bölge ve kentlerde oy alırken, oy oranını yükseltirken AKP’nin oyu ise yoksulluğun yaygın olduğu yerlerde yükselmektedir. Son on ayda, ekonomi dışında iki gelişme; AKP, Cumhur İttifakı yönetiminin değişmesi sonucu etkilemiş, belirlemiştir.

Son on ayda Erdoğan’a yaşam boyu başkanlık sağlama amaçlı anayasa gündeme getirilmiş, yargı daha belirgin şekilde yürütmenin açıkçası Erdoğan’ın güdümüne girmiş, medya üzerinde RTÜK eliyle cezalandırma yoluyla baskı artmış, Anayasa Mahkemesi kararları dahi tanınmamaya başlamış, Anayasa Mahkemesi’nin kaldırılması ya da yetkilerinin kısıtlanması önerilmiş, TCMB daha da işlevsizleştirilmiş, şeriat, hilafet gösterileri, istekleri artmış, desteklenmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı şeyhülislamlık-meşihatmakamı gibi pozitif hukuka aykırı İslam hukukuna göre fetva vermeye başlamış, ÇEDES uygulamasıyla laik eğitim zedelenmiş, kanun devleti olmaktan da giderek uzaklaşılmış, seçmen tehlikeyi, tehlikeli gidişi görerek tepki vermiştir.

CHP, şekilde çok belirgin olmasa da özde önemli değişim geçirmiş, engeller, kumpaslar aşılarak partinin üst yöneimi CHP’lileşmiştir.

Benzer sonucun 14 Mayıs 2023’te alınabileceğini savunanlar, gecikmenin nedenini Kılıçdaroğlu’nun adaylığına bağlamaktadır. 14 Mayıs 2023 seçimi yaklaşırken Kılıçdaroğlu önderliğinde adı daha sonra “6’lı masa”, Millet İttifakı olarak da anılan, amacı güçlü parlamenter sistem olarak açıklanan demokrasi cephesi kurulmuş, siyasal yelpazede yeni sağ olarak nitelendirilen partiler de cepheye katılmıştır. Seçim arifesinde masanın kuruluşundaki asıl gizli amaç, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekleme netleşmiştir. Önce politika ve medyada sesyayarlar aracılığıyla Kılıçdaroğlu’nun adaylığı savunulmaya başlamış, Kılıçdaroğlu’nun masadaki pozisyonunu güçlendirmek üzere büyükşehir belediye başkanlarından destek sözü almış, adaylık CHP’nin yetkili organlarına onaylatılmış, toplam oy oranı yüzde 2’yi geçmeyen dört partiye 38 vekil kontenjanı ile ödün verilmiş, Akşener’in çaresiz zoraki “evet”i ile Kılıçdaroğlu aday olmuş, sonuçta seçim kaybedilmiştir. Kılıçdaroğlu yerine başka bir aday seçimi olabilir miydi? Kesin değil ama güçlü bir olasılıktır. Ancak Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ile Erdoğan’ın kazancı garantilenmiştir.

Seçmen, 31 Mart’ta özlük haklarına, demokrasiye, Cumhuriyetin kazanımlarına, laik eğitime sahip çıkmış; faşizm, otokrasi, teokrasi karışımı bir siyasal yapıya gidişi engellemiştir. “Boş tencere iktidar devirir” söylemiyle sonuç küçümsenmemelidir

                                                    /././

Sinan Meydan ile tarihten günümüze: Köy enstitüleri (Sinan Meydan)

Köy Enstitülerinin kapanmasından duyduğum acıyı tarif edemem. Bir babanın evladını kaybetmesinden duyduğu acı gibi duyarım. ” (İsmet İnönü)

Bugün 17 Nisan 2014; tam 84 yıl önce bugün, 17 Nisan 1940’ta Türkiye’nin en özgün eğittim-öğretim projesi Köy Enstitüleri’nin kuruluş kanunu çıktı. Fay Kirby’nin deyişiyle Köy Enstitüleri, Pestalozzi, Dewey ve Kerschensteiner gibi eğitim bilimcileringörüşlerinintaklit edilmesiyle değil, Kemalizm ilkelerine dayanılarak Türkiye’nin özel koşullarına göre yaratılmış özgün bir eğitim modeliydi. Ne liberal Amerika’dan, ne faşist Almanya’dan ne de komünist Rusya’dan alınmıştı. (Fay Kirby,  Türkiye’de Köy Enstitüleri, İstanbul, 2012, s. 65,118)


KÖY EĞİTMEN KURSLARI VE KÖY ÖĞRETMEN OKULLARI

Cumhuriyet kurulurken Türkiye’de 40 bin köyün 37 bininde okul ve öğretmen yoktu. Cumhuriyetin eğitim-öğretim seferberliğine rağmen Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’ın, 1936’da TBMM’de yaptığı konuşmada verdiği bilgiye göre ülke genelindeki 40 bin köyün 35 bininin hala okula ve öğretmene ihtiyacı vardı.


1936’da Saffet Arıkan’ın Milli Eğitim Bakanlığı, İsmail Hakkı Tonguç’un İlköğretim Genel Müdürlüğü sırasında, Atatürk’ün önerisiyle, askerliğini onbaşı ve çavuş olarak yapanlardan seçilen okur-yazar uyanık ve yetenekli gençlerin altı aylık bir kurstan geçirilip “eğitmen” olarak okulsuz köylere gönderilmesine karar verildi. Böylece Köy Eğitmen Kursları doğdu. 1937’de Eskişehir Çifteler Mahmudiye’de ilk köy eğitmen kursu açıldı. Kursa, Ankara ve Tunceli’den seçilen öğrenciler alındı. Burada öğretmen adayları işe dayalı biçimde yetiştirildi. 1937’de bu kurstan mezun olan 84 stajyer öğretmen Ankara’nın 79 köyüne dağıldı. 1937’de 3238 sayılı “Köy Eğitmenleri Kanunu” çıkarıldı. Bu kanuna göre Eskişehir Çifteler, İzmir Kızılçullu ve Edirne Karaağaç’ta 3 eğitmen kursu açıldı. 1938-1939’da bunlara Kırklareli KepirtepeKastamonu Gölköy, Adapazarı Arifiye ve Malatya Akpınar’da açılan üç yeni kurs daha eklendi. 1937-1947 arasında bu kurslarda 8.000 eğitmen yetiştirildi.


1939’da 3704 sayılı yasayla 3 yıllık Köy Öğretmen Okullarının açılmasına karar verildi. 1939’da İzmir Kızılçullu, Eskişehir Çifteler ve Kastamonu Gölköy’deki üç eğitmen kursu, köy öğretmen okuluna dönüştürüldü. Başka köy öğretmen okulları da açıldı. Fay Kirby’e göre “Köy Enstitüsü deneyi, eğitmen deneyinin en iyi ve kötü yanlarından alınan derslerden doğmuştu.


KÖY ENSTÜTLERİNİN KURULUŞ AMACI

İsmet İnönü, 1940 yılında, II. Dünya Savaşı koşullarına rağmen bir ilköğretim seferberliği başlattı. Bu seferberlik kapsamında Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla Köy Enstitüleri kuruldu. İsmail Hakkı Tonguç, 1933’de yayınladığı İş ve Meslek Terbiyesi” adlı kitapta “Enstitü öğrencisi iş yaşamı içinde iş aracılığıyla iş için eğitilir” demişti.  İsmail Hakkı Tonguç, teşkilatlara gönderdiği genelgede şöyle diyordu: “Köylerin kültürel ve genel hayatlarında ileri bir seviye yaratabilmek yalnız klasik anlamdaki öğretmenle mümkün olmaz... Bunun için okul, üretici bir okul olmalı, yaşayabilmesi için gereken bütün araçları kendisi üretmelidir. Bu okullarda öğrenciye köy genel hayatının gelişmesine yarayacak birkaç meslek birden öğretilmelidir...” 

Atatürk,  Cumhuriyet’in yeni kuşaklara vereceği eğitim-öğretimin işe dayalı, üretim odaklı ve çağdaş nesiller yetiştirecek nitelikte olmasını istemişti. Daha 1923’te “Eğitim programımızı takip eden insanlar güzel çiftçi, kunduracı, fabrikacı, tüccar olacak; pratik, yararlı, verimli adam olacak” demişti. Çocuklarımıza vereceğimiz ilim ve irfanın “ticaret, ziraat ve sanat alanlarında verimli, tesirli, faal, pratik” olması gerektiğini söylemişti. Köy Enstitülerinin temelinde Atatürk’ün bu düşünceleri vardı.1940’ta çıkarılan 3803 sayılı “Köy Enstitüleri Kanunu” ve 1942’de çıkarılan 4242 sayılı “Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu”yla Köy Enstitülerinin yasal temeli atıldı. 1940-1944 arasında 3 eğitmen okulunun da enstitüye dönüştürülmesiyle- toplam 20 Köy Enstitüsü kuruldu. 21’inci Köy Enstitüsü ise 1948’de Van Ernis’te açıldı.

  

KÖY ENSTİTÜLERİNDE EĞİTİM ÖĞRETİM

3803 sayılı 24 maddelik “Köy Enstitüleri Kanunu”na göre Köy Enstitüleri’ne 5 yıllık köy ilkokullarını bitiren köy çocukları seçilerek alınacaktı. Enstitüye alınan köy çocukları burada 5 yıl öğrenim görecekti. (Md.3). Enstitü mezunu öğretmenler yöredeki okullara atanacaktı. Devlet köye gönderdiği öğretmene kendi ihtiyaçlarını karşılayacak ve tarım derslerine yetecek kadar toprak, tarım aletleri, tohumluk, çift hayvanı, fidan ve 60 TL sermaye verecekti. (Md. 11-12). Doğal afetlerde herhangi bir zarar durumunda bakanlık bu zararı karşılayacaktı. (Md. 13) Öğretmenler köylere 20 TL ücretle atanacaktı. (Md.7). Öğretmenler gittikleri köylerde eğitim öğretim yanında tarım, hayvancılık, bağ bahçe işlerinde de köylüye yardım etmekle yükümlüydü. (Md. 6). Öğretmenler gittikleri köylerde 20 yıl hizmet verecekti. (Md.5). Öğretmen atanacak köylere bu durum 3 yıl önceden bildirilecekti. Öğretmen işe başlamadan önce okul binası ile öğretmen evi bitirilmiş olacaktı. (Md. 16). Köylerde çalışan öğretmenlerle ailelerinin ve köy okullarındaki öğrencilerin sağlık işlerine bakmak için hekimler atanacak ve köy eğitmenleri, eşleri ve çocukları parasız tedavi edilecekti. (Md. 21).


Köy Enstitüleri’nde 1950’ye kadar kız-erkek karma bir eğitim öğretim uygulandı. Enstitülerde öğrencilere işe dayalı, uygulamalı, laik, çağdaş, çok nitelikli bir eğitim-öğretim verildi. Müfredatın yarısı kültür, yarısı teknik tarım ve sanat derslerinden oluşuyordu. Kültür dersleri şunlardı: Türkçe, tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi, matematik, fizik, kimya, tabiat, okul sağlık bilgisi, yabancı dil, el yazması, resim, beden eğitimi, ulusal oyunlar, müzik, askerlik, ev idaresi ve çocuk bakımı, öğretmenlik bilgisi, zirai işletmeler ekonomisi ve kooperatifçilik. Teknik tarım dersleri tarla/bahçe ziraatı, sanayi bitkileri, zootekni, kümes hayvancılığı, arıcılık, balıkçılık gibi bölümlere ayrılmıştı. Sanat dersleri ise erkekler için demircilik, yapıcılık, dülgerlik; kızlar için biçki dikiş, örgücülük, dokumacılık ve ziraat sanatlarından oluşuyordu. Tüm bu dersler kuramsal bilgi aktarımının yanında, aynı zamanda uygulamalıydı. Enstitülerde 3 ay ders, 9 ay sıkı bir iş eğitimi yapılıyordu.


1943 öğretim yılında Köy Enstitüleri’nde “sağlık kolları” adıyla yeni bir birim oluşturuldu. Sağlık kollarına, enstitülerin ilk 3 sınıfını bitirenlerden istekli olanlar alındı. Burada 2 yıllık bir öğretim sonrasında başarılı olanlara köy sağlık memuru diploması verildi.


Her Köy Enstitüsü, kurulduğu bölgenin özelliklerine göre şekillendirilirdi. Enstitülerde merkezi bir program yoktu. Çağdaş, bilimsel, laik ve ulusal eğitime bağlı kalmak koşuluyla her enstitünün kendi programı vardıİl yöneticilerinin, Enstitüler üzerinde baskı kurmasının önüne geçilmişti.


HASANOĞLAN YÜKSEK KÖY ENSTİTÜSÜ

1942’de açılan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü diğer enstitülerden farklıydı. Öğretim süresi 3 yıldı. Öğrenciler genel derslere ek olarak şu kollardan birini seçerdi: Güzel Sanatlar, Yapıcılık, Demir İşleri, Hayvancılık, Tavukçuluk, Tarla-Bahçe Tarımı, Tarım Yönetimi ve Ekonomisi, Ev Yönetimi ve Ev İşleri. Bu okul, Köy Enstitüsü öğretmenleri, ilköğretim müfettişleri ve gezici öğretmenler yetiştirmek ve köy okulları ile enstitüler için araştırma ve incelemeler yapmak amacıyla kurulmuştu. Burada dersler, öğretim üyelerince verilirdi. Öğrenciler başka yüksekokullardan da ders alabilirdi.


Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün bir matbaası ve çokça basılıp dağıtılan nitelikli bir “Köy Enstitüleri Dergisi” vardı. Ayrıca bir “İş Eğitimi Sözlüğü” ile okullara dağıtılmak üzere “İpekçilik”, “Tohum Islahı”, “Bitki, Böcek ve Taş Koleksiyonları”, “Halk Öyküleri Toplama Yöntemleri”, “Yabancı Dil Öğrenme Yöntemleri”, “Çocuk Bakımı” gibi broşürler hazırlamıştı.


Hasanoğlan’da öğrenciler bir açık hava tiyatrosu inşa etmişti. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nden Pakize Türkoğlu’nun ifadesiyle bu “Cumhuriyet döneminde yapılmış ilk açık hava tiyatrosuydu. Köy Enstitüleri’nin hepsinde iyi bir tiyatro çabası vardı. Oyun yazanlar olurdu…


EĞİTİM VE ÜRETİM İÇİÇE

Köy Enstitüleri’ne adım atan köy çocuklarının hayatı değişirdi. Çifteler Köy Enstitüsü’nden Tahsin Yücel o ilk adımı, “Enstitüye vardığımız gün bizi kaydettikten sonra yeni giysiler verildi” diye anlatıyor. Isparta Gönen’den Şaban Oymak da şöyle diyor: “İlk kez kendime ait bir yatağım oldu, elbiselerimiz oldu, sıcak ilgi gördük.”


Köy Enstitülerinde eğitim ve üretim iç içeydi. Köy Enstitülerinde öğrenciler kendi yaptıkları binalarda barınırlardı, kendi tarlalarına kendi ektiklerini biçerlerdi, kendi fırınlarında kendi ekmeklerini yaparlardı, kendi atölyelerinde kendi diktikleri giysileri giyerlerdi, kendi santrallerinde kendi elektriklerini  üretirlerdi, kendi yaptıkları tiyatro sahnesinde kendi yazdıkları piyesleri oynarlardı. Köy Enstitülü öğrenciler, sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamakla kalmaz, civar köylere giderek köylülere yardım eder, onların da en temel ihtiyaçlarını karşılarlardı. Her enstitünün bir uygulama okulu vardı. Öğrenciler okula yakın köylerde staj yaparlar, köylülerin de yardımıyla uygulama bahçeleri kurarlardı.


Enstitülü öğrenciler her şeyden önce yaratmayı, üretmeyi, başkalarına yardım etmeyi, sorun çözmeyi, paylaşmayı öğrenirlerdi. Köy Enstitülerinde kız ve erkek öğrenciler yan yana, çağdaş ve bilimsel bir mantıkla, birlikte öğrenir, birlikte üretirdi.


Enstitülerde kültür, sanat ve spora büyük önem verilirdi. Kızlı-erkekli enstitü

öğrencileri halk oyunları oynardı, türküler söylerdi, yüzerdi, dağa tırmanırdı, kayardı, bisiklete veya motora binerdi, deniz araçları kullanırdı. Enstitülerde en sevilen sporlar güreş, voleybol vfutboldu. Her öğrenci mutlaka bir müzik aleti çalardı. Özellikle mandolin çok yaygındı. Müzik dersliğinde bir piyano olurdu. Keman, saz, cümbüş, akordeon gibi müzik aletleri de bulunurdu. Ünlü halk ozanımız Âşık Veysel, Köy Enstitülerinde saz öğretmenliği yapmıştı. Öğrenciler köy gezilerine çıkardı, çevre incelemeleri yapardı, kitaplık ve müze kurardı, eğlenceler düzenlerdi, temsiller verirdi.  

Köy Enstitülerine ırkçılık, dincilik ve mezhepçilik giremezdi. Öğrencilere başkalarının düşünce ve inanışlarına saygılı olması öğretilirdi.


Köy Enstitülerinde okumaya ve özgür tartışmaya büyük önem verilirdi. 21 Köy Enstitüsünde aralarında yerli ve yabancı klasiklerin de olduğu yaklaşık 100.000 kitap olduğu söyleniyor. Enstitülerde bir öğrenci yılda en az 24 kitap okurdu. Cumartesileri, öğretmenler ve öğrenciler özgürce tartışırdı.


1944’te 20 Köy Enstitüsü’nde 16.400 öğrenci vardı. Çeşitli ihtiyaçları karşılayan 306 yapı tamamlanmıştı. 15.000 dönüm alan ekilip biçilmişti. 250.000 fidan dikilmişti. 1500 dönümlük alana sebze ekilmişti. 1200 dönümlük bağ kurulmuştu. 9000 baş hayvan bakılmıştı. İnönü’nün 1946’da bir radyo konuşmasında verdiği bilgiye göre 875 yeni köy okulu yapılmış, 851 köy okulu onarılmış,  993 öğretmenevi yapılmıştı. Köy Enstitülerinden 1940-1954 arasında 17.346 öğretmen, 8.675 eğitmen ve 1.599 sağlık memuru yetişmişti. Enstitülerden yazarlar, şairler ve ressamlar çıkmıştı.  Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın bunlardan sadece üçüydü.


KAPATILIŞI

Sabahattin Eyüboğlu’nun değişiyle Köy Enstitüleri, “Çiçek açarken budanmış” kurumlardır. Oysaki 1942’de İsmet İnönü, enstitülerin sayısını 60’a çıkarmak gerektiğini söylemişti. Ancak gelin görün ki II. Dünya Savaşı sonrası yeni dünya düzeninde Köy Enstitüleri de yavaş yavaş yok edildi.


1946 seçimlerinde Demokrat Parti (DP)’nin 61 milletvekiliyle meclise girmesiyle Köy Enstitüleri’ne yönelik eleştiriler arttı. 1946’da Köy Enstitüleri’nin kurucuları Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç görevden alındı. Yeni Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer’in ilk icraatı enstitülerde karma eğitme son vermek oldu. Kızların sayısı iyice azaltıldı. Özgür okuma ve özeleştiri uygulamalarına son verildi. Plan ve programlar değiştirildi. Teknik dersler azaltıldı. Enstitü mezunlarına verilen geçim toprakları ellerinden alındı.  Enstitülerde bazı kitapların okunması yasaklandı. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ndeki yontular kaldırıldı, buradaki hayvanlar bakımsızlıktan öldü. 1947’de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı. 


1950’de iktidara gelen DP, Köy Enstitülerinde “komünizm propagandası” yapıldığını söyledi. 1940’larda enstitülere yönelik ırkçı saldırılara, 1950’lerde dinci saldırılar eklendi.

DP’li Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri,  Enstitülere gidip öğretmenleri ve öğrencileri azarladı. Enstitülere zorunlu din dersi koydu. Hatta enstitüleri “din adamı merkezi” yapmayı bile önerdi. 1950-1954 arasında Türkiye’ye ABD’li eğitim uzmanları geldi. Florida Üniversitesi’nden getirilen Dr. Kate Wofford’un raporuyla Öğretmen Okulları ile birleştirilen Köy Enstitüleri, 27 Ocak 1954 tarihli 6234 sayılı yasayla kapatıldı. (Kirby, s. 451-511).


Enstitü mezunlarından Pakize Türkoğlu’na göre “Köy Enstitüleri’nin kapanmasına neden olanlar, çoğu TBMM’deki toprak ağaları, aşiret reisleri ve onları destekleyen tutucu eğitimcilerdi. Çıkarlarının bozulacağından kaygı duyuyorlardı.” Türkoğlu haklıydı; köylünün aydınlanması “karanlığın bekçilerini” çok rahatsız etti.


Savaştepe mezunu Yusuf Ziya Özdemir de şöyle diyor: “Köy Enstitülerinin kapatılmasının nedeni tek bir kişi, tek bir parti, tek bir ağa değildir. Kapatma olayı kolektif bir olaydır. Köy Enstitüleri bir devrimdi, (ona karşı) karşıdevrimciler birleşti.” (Mustafa Gazalcı, Köy Enstitüleri Sistemi, Ankara, 2015, s. 178)


İsmet İnönü, Köy Enstitülerinin kapatılmasına neden engel olamadığı sorusuna şöyle yanıt vermişti: “Köy Enstitülerinin kapanmasından duyduğum acıyı tarif edemem. Bir babanın evladını kaybetmesinden duyduğu acı gibi duyarım, ama herkes zanneder ki Hasan Ali Yücel’i Tonguç’u isteyerek değiştirdim; Köy Enstitülerinin kapanmasına neden oldum diye benim hakkımda kamuoyunda yanlış bir hüküm  vardır (…) Ben Köy Enstitüsü fikrine inanmışımdır. İnanmış bir insan, sonuna kadar bunu yürütür; idealizmde, felsefede bu böyledir, ama ben politikacıyım, uygulayıcıyım. Ben gücüme göre gücümün var olduğu yerde, gücümü gösterebilirim.(…) Benim gücüm o zaman nereden geliyordu? Partiden, Parti Meclis Grubundan, gücümü ben buradan alıyordum. Bu konuda bütün organlarda gücümü kaybetmişim. Ordunun üst kademesinde de huzursuzluk başlamış. Onun için bir süre en çok bu konuda saldırıya uğrayan, Milli Eğitim Bakanı Yücel’le, Genel Müdür Tonguç’u, onların da gönlünü alarak bir süre için bu şimşekleri bu olay üzerinden uzaklaştırmak istedim. Fakat sonradan demokratik hareketleri de başlatınca, olaylar öyle gelişti ki kendi cereyanında yürüdü ve bir an geldi ki artık Köy Enstitülerini, eski gücüyle, eski ruhuyla devam ettirmek olanakları benim elimden çıktı.” (Muammer Erten, Topraktan Parlamentoya, İstanbul, 2010, s.271)


Bence Akpınar Köy Enstitüsü’nden Aydın İpek’in şu açıklaması Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla ilgili süreci çok iyi özetliyor: “Çok partili düzene geçilince halkın uyanmasının karşısında olan güçler saldırıya geçti. CHP savunmayı tam yapamadı; hatta bakanı, genel müdürü değiştirerek ödün verdi. DP de köy Enstitülerini kapattı.” (Mustafa Gazalcı, 21 Köy Enstitüsü, Çınarlar Anlatıyor, Ankara, 2021, s.38)   

Köy Enstitüleri, toplumsal çağdaşlaşmayı ve ulusal kalınmayı amaçlayan eğitim-öğretim ve kültür-uygarlık kurumlarıydı. Laik Cumhuriyet düşmanı, emperyalizm işbirlikçisi ve din istismarcısı siyasetçiler, toprak ağaları, tarikatlar ve cemaatler elbirliğiyle bu kurumları yok ettiler. Köy Enstitülerinin kapatılması, Türk aydınlanmasının yarım kalmasına neden oldu. Zamanla Köy Enstitülerinden yetişen öğretmenlerin yerini tarikat-cemaat yetiştirmeleri, aydınlanmanın yerini din sömürüsü aldı. 

Sonuç ortada…

                                                        /././

Halil Konakcı’nın ağzına sakız olanlar (Zülal Kalkandelen)

“Elin gâvuru paralarının üzerine ‘Tanrı’ya güveniriz’ yazıyor, benim ülkemde laiklik anlayışı için kimse Allah adına yemin edemiyor. Hoş, etmeye başladılar. Allah adına yemin etmeyi yasaklayanlar, belediye görevlerine başlarken Kuran’la başladılar. Ulan şaşırdım ha, Kadir Mısıroğlu ne büyük adammış ha!” Bunları söyleyen kişi, Diyanet’e bağlı olarak imamlık yapan Halil Konakcı. Konuşmalarında hilafet çağrısı yapan, kadınları, sanatçıları, Cumhuriyet Devrimi’ni ve Atatürk’ü hedefleyen bu şahıs, YouTube üzerinde videolarını da yayımlayarak geniş bir kitleye ulaşıyor. Dün paylaştığı videoda almış eline 1 doları, üzerinde yazan “In God We Trust” (Tanrı’ya güveniriz) sözüne dayanarak laikliğe saldırıyor.

Kısacık bir videoda dincilik ile emperyalizmi ancak kendisi gibi bir fanatik bir araya getirebilir, “Laiklik dinsizliktir” iddiasında bulunan ve “Mustafa Kemalle zerre muhabbeti olan cenazeme gelmesin” diyecek kadar nefret saçan Mısıroğlu’nu övgüyle anabilirdi.

Buna şaşırmıyorum ancak Konakcı gibi açıkça laik Cumhuriyete düşman olanların, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ödediği vergilerle oluşan kamu bütçesinden maaş almasına karşıyım. Bu kişi, geçen yıl Hatay’la ilgili sözleri nedeniyle hakkında soruşturma açıldıktan sonra hâlâ Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı çalışıyorsa, demek ki anayasa ve kanunlara karşı gelmesine izin veriliyor, korunuyor.

KURAN’A EL BASARAK GÖREVE BAŞLAYANLAR

Bu olayın diğer yanı ise Konakcı’nın bahsettiği, Kuran üzerine el basarak göreve başlayan belediye başkanları! Sanırsınız bunlar AKP’li, Yeniden Refah Partili ya da HÜDA PAR’lı... Oysa sözü edilen siyasetçiler CHP’li! Herhalde o nedenle “bağımsız” medyamızda yine gündeme getirilmiyor bu olaylar...

Birini geçen hafta bu köşede yazmıştım. CHP Manisa Alaşehir Belediye Başkanı Ahmet Öküzcüoğlu, ikinci dönemine medyanın önünde Kuran’ı öperek başlamıştı. Bu hafta bir CHP’li daha ona katıldı. 2019’da Bolu Belediye başkanı seçildikten sonra Demokrasi Meydanı’ndaki mitingde binlerce kişinin önünde Kuran’a el basarak yemin eden CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, bu kez yeni döneminin ilk belediye meclis toplantısında Kuran’a el basarak yemin etti.

Üstelik okuduğu yemin metnini şu sözlerle bitirdi: “Kurucu liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden ayrılmadan ve onun devrimlerine sahip çıkarak Bolu’yu objektif bir şekilde yöneteceğime; Allah’ım, namusum, vicdanım üzerine büyük Türk milletinin ve Bolu halkının önünde yemin ederim.”

Ve böylece o devrimlerin en önemlilerinden birini, laikliği çiğneyerek ve Atatürk’ü de bu yaptığına alet ederek görevine başlamış oldu. Kuran üzerine yemin ediyorsa, farklı bir inancı olan ya da inançsız olan Boluluları yok mu sayıyor diye sormak gerekir?

SİYASETTEKİ DİNCİLEŞME VE DEVRİME İHANET

Bir kamu görevlisi, görevini yaparken herkese eşit uzaklıkta durmak zorundadır. Özel hayatında istediği ibadeti yapabilir ama bunu kamu görevlisi sıfatıyla, makamına taşıyamaz ve dini inancını medyanın önünde siyasette şov aracı yapamaz.

Kamusal alanda bir din ya da mezhebi öne çıkarmak, laik devlet ilkesine aykırıdır. Türkiye Cumhuriyeti, bir din devleti değildir!

Laikliği anayasadaki devletin ilkeleri arasına yerleştiren sosyal demokrat bir partiye üye olanlar, böyle davranarak ancak Halil Konakcı gibi gericilerin ağzına sakız olur. Kuşkusuz Cumhuriyet düşmanı Kadir Mısıroğlu yaşasa, o da bu görüntüleri izleyip keyif alırdı.

Vah ki ne vah!

(Cumhuriyet)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder