1 Haziran 2024 Cumartesi

T24 KÖŞEBAŞI (1 HAZİRAN 2024)

 

Vahşet davası başladı: Afgan işçi yaralanınca tedavi edilmek yerine yakılarak öldürüldü, cesette sol böbrek bulunamadı!(Candan Yıldız)

Göçmen işçiyi yakarken hem içki içmişler hem çerez yemişler! 

Mohammed Nourtani

Zonguldak'ın merkez köyü Köroğlu'na yakın ormanlık alanda yanarak ölmüş bir cenaze bulundu. Tarih 10 Kasım 2023'tü… Cesedi bulunan kişi, kaçak kömür ocağında çalışan Afgan Mohammed Nourtani'ydi…

Kaçak ocakta üç haftalık işçi olan Nourtani'nin yakılarak öldürülmesinin üst ve alt metninde, göçmenlik, güvencesizlik, paranın gücü, siyasi güç, sömürü, ayrımcılık, cezasızlık sistematiğinin rahatlığı var. Öyle bir barbarlık ki failler, Nourtani'yi yaktıkları yerde içki de içmişler çerez de yemişler.

Cinayetle ilgili ilk duruşma 29 Mayıs'ta görüldü. Dosyada üçü tutuklu 6 kişi yargılanıyor.

Yerelde "çakal ini" olarak anılan kaçak ocağın sahibi Hakan Körnöş (tutuklu), ortağı görünen Enver Gideroğlu (tutuklu), Ahmet Aydın (tutuklu), Alaatin ÇayırlıEray Demiro ve Sercan Kayabaş, "kasten öldürmekle" suçlanıyorlar.

Öyle bir cinayet ki çıkar ve güç söz konusu olduğunda kötülüğün nasıl hızlıca örgütlenebildiğini faş ediyor. Zaten mahkeme başkanı iştirak halinde işlenen cinayet davasının ilk celsesini şu cümlelerle açmış:

"Maktulü öldürmek için ilk andan itibaren irtibatlı, iş bölümü yapılması söz konu. Kolluğa haber verilmedi, Sercan Kayabaş (vinç operatörü) kamerayı kırdı, yön değiştirdi. Enver Gideroğlu (ocak ortağı), maktulün eşine 'kocan işe gelmedi' dedi. Maktul battaniyeye sarıldı, yakmak için benzin temin edildi. Suçu gizlemek amacı ile maktul yakıldı."

Nourtani ailesi neden Zonguldak'a yönlendirildi?

Nourtani ailesi, İran'dan kaçarak Türkiye'ye Van üzerinden giriş yapan bir aile… EMEP İstanbul Milletvekili İskender Bayhan'ın Evrensel'deki söyleşinden ailenin zor yaşam koşulları, Taliban baskısı, yoksulluk, işsizlik gibi nedenlerle Afganistan'tan İran'a geldiğini, oğullarının İran'da bir iş kazası sonrası bacağının kesildiğini öğreniyoruz. Aile doktordan şikâyetçi oluyor. Ailenin deyişiyle doktorun "arkası kuvvetli" olunca aile suçlu bulunuyor. Sınır dışı edileceklerini öğrenince de Türkiye'ye kaçıyorlar. Cinayetten beş ay önce Van'a geliyorlar.

Mohammed Nourtani cesedinin bulunduğu yer

Van Göç İdaresi aileyi önce Iğdır'a sonra da Zonguldak'a yönlendiriyor. Kaçak ocakların çok olduğu Zonguldak'ta ilkel çalışma koşullarının hüküm sürdüğü bir ocakta çalışmaktan başka imkânı var mıydı sizce Afgan Mohammed Nourtani'nin? Gelik beldesi Dağbaca mevkiinde faaliyet gösteren bu cehennem ocakta, günlüğü 1000 liradan çalışan Nourtani, 9 Kasım'da saat 20.00 sıralarında ocakta ağır yaralandı. İddianameden öğreniyoruz ki Nourtani, kömür taşıyan vagonlardan birinin çarpmasıyla yaralandı. Sonrasında ne ambulans çağrılıyor ne de hastaneye götürülüyor… Eski MHP Gelik Belde Başkanı ve aynı zamanda kaçak ocağın sahibi, sanık Hakan Körnöş, başka davalardan HAGB (Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması)'si olan biri. Körnöş, kaçak ocakta işçi çalıştırmanın suç olduğunu bildiği için olayı örtbas etmeye çalışmakla kalmadı, hastaneye kaldırılsa belki de yaşayacak bir insanı yakma işlemine iştirak etti.

Tutuksuz yargılanan ve kömür alıcısı olduğunu söyleyen, olay günü orada olan Alaattin Çayırlı'dan dinleyelim:

" Enver (Gideroğlu), Hakan'a 'bu adamın kimliği yok. Afgan zaten, atalım' dedi. Ertesi gün Hakan'ı (Körnöş) arayıp ne yaptıklarını sordum. Gülerek, 'yaktık biz onu' dedi."

4 yıldır kaçak olan ocak nasıl oldu da kapatılmadı?

Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmayla ilgili konuştuğum Afgan işçi Nourtani'nin ailesinin avukatı Kerim Bahadır Şeker şu bilgileri verdi:

"Yakma eyleminin olduğu ormanda alkol şişeleri ve kuruyemiş paketleri bulundu. Adli tıp raporuna göre Nourtani'nin iç organları yanmış ve sol böbreği yok. Böbreğini aldılar mı bilmiyoruz. Çünkü eşinin verdiği bilgiye göre patronlardan Enver Gideroğlu olaydan bir süre önce Nourtani'ye 20 bin dolara böbreğini satmasını teklif etmiş. Biz bunun da araştırılmasını istedik. Zonguldak'ta bu tür kaçak ocak sayısı çok. Örneğin bu ocak 4 yıldır var ve 4 yıldır nasıl kaçak olarak çalışabiliyor?"

"Çakal ini"nde çalışırken vinç çarpması sonucu yaralanan, hastaneye götürülmek yerine battaniye sarılarak 67 ZN 052 plakalı aracın bagajında en az üç saat gezdirilen ve sonrasında bir ormanda yakılan göçmen işçi Nourtani'nin ailesi de zor durumda. Zira "Geçici Koruma" başvurusu reddedilmiş. Her an sınır dışı edilebilirler. O zaman davayı hakiki olarak kim takip edecek? Yoksa Yunus Emre'nin dediği gibi "Bir garip ölmüş diyeler" olarak mı kalacak dosya?


Not: Bilgiler için davayı takip eden Enternasyonal Dayanışma'dan Yıldız Önen ve Ercüment Akdeniz'e teşekkür ederim.

                                                                    /././

Uğur Mumcu'nun katilini koruyanlar ve Mehmet Ağar düğümü (Gökçer Tahincioğlu)

Mahkeme, Ağar'ın tanık olarak dinlenilmesi talebini kabul etmedi ancak olumsuz bir karar da vermedi. Bu ihtimal hâlâ söz konusu. Ancak duruşma, Demir ile ilgili davanın zamanaşımına girme riski bulunmasına rağmen Ocak 2025'e ertelendi. 8 ay sonraya…

Uğur Mumcu

Gazeteci Uğur Mumcu'nun öldürülmesinin üzerinden 31 sene geçti.

Bombalı saldırıda yaşamını yitiren Mumcu cinayeti, 1991-99 tarihleri arasında işlenen diğer siyasi cinayetlerle aynı operasyonun konusu yapıldı.

Umut Operasyonu…

Bu operasyon kapsamında açılan davada çok sayıda isim cezalandırılmasına rağmen ne kamuoyu ne Mumcu ailesi tatmin oldu.

Olmadı zira bu cinayetlerin tamamının İran istihbaratı tarafından eğitilen bir grubun eylemi şeklinde görmek zordu.

Siyasi hatları değiştiren, toplumun farklı kesimlerini kışkırtan bu cinayetlerle ilgili başkaca bağlantılar da olmalıydı.

Elbette sıra buraya gelemedi.

Hatta Umut Operasyonu davasının bir numaralı sanığı konumunda bulunan, 11 cinayete doğrudan katıldığı tespit edilen ve 2000 yılında polis ve jandarmanın arasından kaçarak kayıplara karışan Oğuz Demir bile yakalanamadı.

* * *

Umut davası, uzunca bir süredir sadece firari durumdaki Oğuz Demir üzerinden sürüyor. Bu dosya kapandığında, dava da bütünüyle tamamlanmış olacak.

Demir'in yakalanması sırların çözülmesini, cinayetlerin aydınlatılabilmesini sağlayabilirdi.

Ancak 31 yıldır Demir yakalanamadı.

* * *

Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu, kırmızı bülten çıkartılan ve İçişleri Bakanlığı'nın "arananlar" listesine konulan Demir'le ilgili bilgi olup olmadığını öğrenebilmek için İçişleri Bakan Yardımcısı Mehmet Aktaş'la görüştü.

Aktaş, o görüşmede Demir'in İran'da olduğuna yönelik istihbari bilgi bulunduğunu, bir ara Çeçenistan'da görüldüğünü anlattı Mumcu'ya.

Geçen sürede eşini ve çocuklarını da yurt dışına çıkarttığı bilgisini de verdi.

* * *

Bütün bu bilgiler Mumcu ailesi ve avukatları açısından yeniydi zira yargılamanın yapıldığı mahkemeye nedense bu bilgiler verilmemişti.

Demir'in yakalanması konusunda bir çalışma olup olmadığı da bütünüyle belirsiz. Zira süren duruşmalar boyunca Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'ne bu konuda da bir bilgi verilmedi.

* * *

Mumcu ailesinin avukatı Yalçın Akbal, davanın geçen hafta yapılan son duruşmasında bu konuları gündeme getirdi ve kovuşturmanın genişletilmesi talebinde bulundu. Mahkemeden, Demir'le ilgili yapılan çalışmalar konusunda bilgi talep etmesini istedi.

Akbal, dilekçesinde, şu ifadelere yer verdi:

"1991-1999 tarihleri arası Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı cinayeti dahil 11 olaya doğrudan katılan Oğuz Demir'in bu kadar rahat cinayetler işlemesine rağmen hakkında bilgi sahibi olunamaması tam anlamıyla bir akıl tutulmasıdır. Hele ki, Oğuz Demir'in, 2000 yılı Mayıs ayında Sincan'da kolluk güçlerinin arasından sıyrılıp kaçması ve izini kaybettirmesi daha da vahim olanıdır. Ve her ne kadar Oğuz Demir hâlâ İçişleri Bakanlığının 'arananlar' listesinde

'Tevhid Selam Kudüs Ordusu Terör Örgütü' üyesi olarak aranmakta ise de bugüne kadar bu şahsın yakalanması konusunda en ufak bir yol alınmamıştır.

Şimdi sormak isteriz;

- Oğuz Demir'in İran'da olduğu konusundaki istihbari bilgiyi doğrulayacak veriler bugüne kadar neden Mahkemenize ibraz edilmemiştir? Ve bu istihbari bilgi hakkında Adalet Bakanlığı'na bilgi verilmiş midir?

- Verilmiş ise çeşitli suçlardan hapis cezasına çarptırılan İran uyruklu kişileri İran'a iade eden Türkiye'nin, bir dönemin karanlık cinayetlerini işleyen Oğuz Demir'in İran'dan iadesine ilişkin herhangi bir girişimi olmuş mudur?

- Oğuz Demir'in eşi ve çocukları yurt dışında mıdır? Yurt dışında iseler, İçişleri Bakanlığının 'arananlar' listesinde kırmızı listede yer alan ve hakkında interpol kaydı bulunan Oğuz Demir'in eşi ve çocuklarını rahat bir şekilde yurt dışına çıkarması nasıl mümkün olabilir? Ve Oğuz Demir'in eşi ve çocukları ne şekilde yurt dışına çıkabilmiştir? Bu sorularımızın cevaplandırılması için Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatına müzekkere yazılmasını talep ediyoruz."

* * *

"Görüldüğü üzere bu talebimiz sadece tetikçinin yakalanmasıyla ilgilidir. Asıl olan talebimiz ise bu cinayetlerin üzerindeki sır perdesinin aralanmasına ilişkin olacaktır.

Zira 90'lardaki siyasi cinayetlerin önemli bir kısmının, içerisinde kamugörevlilerinin de bulunduğu belli güç odakları tarafından işlendiği bilinmektedir. Özellikle kamuoyunda 'Susurluk çetesi' olarak bilinen ve 1996 yılında Susurluk ilçesinde bir kaza sonucu varlığı ortaya çıkan bu güç odaklarının dahil olduğu ilişkiler ağı halen hafızalardadır.

Bunun yanında 'Gayri Nizamı Harp' olarak adlandırılan yöntemlerle siyasi cinayetlerin işlendiği de bilinmektedir ki, Uğur Mumcu'nun buna ilişkin yazıları halen güncelliğini korumaktadır. Bu ve benzeri ilişkiler ağının dahil olduğu cinayetlerde taşeron örgütlerin kullanıldığı bilinen bir gerçektir ve tetiği çekenlerin arkasındaki güç odakları ortaya çıkarılmadığı sürece, bu cinayetler 'Faili Meçhul' kalacaktır. Bu anlamda Uğur Mumcu Cinayeti de faili meçhul bir cinayettir. Zira halen tetiği çekenlerin arkasındakilere ilişkin perde aralanmamış adeta bir duvar örülmüştür…"

* * *

Akbal, dilekçesinde, bu duvarın bizzat Mumcu'nun öldürülmesinden kısa süre sonra Emniyet Genel Müdürlüğü görevine getirilen Mehmet Ağar tarafından ifade edildiğini anımsattı. Güldal Mumcu'nun kitabında, Ağar'la yaptığı görüşmeye ilişkin şu kaydı düştüğünü mahkemeye sundu:

Güldal Mumcu : "Karşımıza sürekli engeller çıkarılıyor. Bir duvar örülüyor sanki."

Mehmet Ağar : "Evet Güldal bir duvar örülüyor."

Güldal Mumcu : "O zaman bir tuğla çekin duvar yıkılsın."

Mehmet Ağar : "Çekemem."

Güldal Mumcu : "Tuğlayı çekin kenara çekilin."

Mehmet Ağar : "Yapamam, onu da yapamam."

Güldal Mumcu : "Soruşturma için yeni bir ekip kurulmasını sağlayabilirsiniz belki."

Mehmet Ağar : "Kusura bakma Güldal yapamam."

* * *

Avukat Akbal, Ağar'ın Uğur Mumcu cinayetinin arka planı hakkında bilgi sahibi olduğunu belirterek, tanık olarak dinlenilmesini de istedi.

Mahkeme, duruşmada, kovuşturmanın genişletilmesi talebini kabul etti. İçişleri ve Dışişleri bakanlıklarına müzekkere yazılarak cinayetle ilgili İran ile ortak bir araştırma komisyonu kurulup kurulmadığının sorulmasına karar verdi. Ayrıca İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nden Oğuz Demir'in ve ailesinin yurt dışına çıkıp çıkmadığı, çıkmışsa hangi ülkede olduğunu sordu.

* * *

Ağar'ın tanıklığı konusunda ise bir karar bu aşamada verilmedi.

Bunun çok kolay olmadığı da biliniyor. Bu kararların zor verilebildiği…

Ağar, bir numaralı sanığı olduğu Susurluk-JİTEM davasında bile celse arasında çağrılarak, yıllar önce sorgulanabildi. O sorguya avukatlar da katılamadı. Basının izlemesi bile engellendi.

Savunmasında, "Görev süresi içinde hiçbir tahkikat geçirmedim. Aleyhime hiçbir şikayet ve serzeniş olmadı… Halen suç örgütlerine karşı devletin korumasındayım. Öldürüldüğü iddia edilen kimselerle ilgili benim herhangi bir ilgim, bilgim yok. Kimin ne şekilde eylemi gerçekleştirdiğini bilmiyorum. Bir şekilde olaya katkım olmamıştır. Faili meçhul cinayetlerle bir alakam yok, yasadışı hiçbir emrim yoktur. Böyle bir şey olsaydı ilgili birimlere şikâyet ederdim" dedi.

* * *

Ağar'ın, Mumcu cinayeti konusunda Güldal Mumcu ile böyle bir konuşma yapmadığını söylediği biliniyor. Muhtemel ki yine böyle bir konuşma olmadığını söyleyecek.

Ancak Türkiye'nin karanlık-kriminal tarihi konusundaki en fazla bilgiye sahip insanlardan biri olan Ağar'ın anlatacağı başka başlıklar da olmalı… Bu ancak sorularak öğrenilebilir.

Mahkeme, Ağar'ın tanık olarak dinlenilmesi talebini kabul etmedi ancak olumsuz bir karar da vermedi.

Bu ihtimal hâlâ söz konusu.

Ancak duruşma, Demir ile ilgili davanın zamanaşımına girme riski bulunmasına rağmen Ocak 2025'e ertelendi. 8 ay sonraya…

30-40 yıldır aynı aktörlerin etrafında dönüp duran sorular bir türlü yanıtlanamıyor.

Bazı isimler yakalanamıyor ve nedense bazı isimler de sorgulanamıyor.

Bu duvarlar yıkıldığında, gerçekten ardındaki duvarları kimlerin ördüğünden söz edebileceğiz.

Bu güvenlik bariyeri yıkılabilirse…

                                                                    /././

Biz bu filmi daha önce görmemiş miydik? (Mustafa Durmuş)

Muhalefetin yanıtlaması gereken sorun tam da şudur: "22 yıldır bu ülkeyi tek başına yönetip de, ülke ekonomisini 2001 krizinden daha derin bir kriz durumu ile karşı karşıya getirenlere karşı daha köklü, daha sonuç alıcı politikalar uygulamak gerekmiyor mu?"

Yerel seçimlerin ardından, sadece döviz kuru (adeta) sabitlenmekle kalmadı, aynı zamanda özellikle de son haftalarda, Merkez Bankası'nın net dış varlıkları giderek artmaya başladı. Bunun sonucunda, yerel seçim öncesinde eksi 70 milyar dolar civarına kadar düşmüş olan net dış varlıklar 29 Mayıs tarihi itibarıyla pozitife döndü.

Yabancı geliyor, yerli zenginler TL'ye dönüyor

Kısaca, Mehmet Şimşek'in bir süredir uygulamakta olduğu para politikası ve finansal sıkılaştırma önlemleri meyvesini vermeye başladı. Türkiye'deki finans piyasalarına (DİBS, borsa, fon, mevduat gibi), özellikle de kısa vadeli olmak üzere, yabancı kaynak akmaya başladı. Bu arada ülkede yerleşik para sahipleri de dövizden çıkıp TL'ye yönelmeye başladılar.

Örneğin, Borsa İstanbul verilerine göre hissede yabancı payı 26 Mayıs 2023 itibariyle yüzde 27,6 iken, 27 Mayıs 2024 itibariyle bu oran yüzde 39,4'e çıktı. 26 Mayıs 2023 haftasında yabancının toplam tahvil stokundaki payı yüzde 0,64 iken 17 Mayıs itibariyle yüzde 5,63'e yükseldi. Özellikle son iki haftadır çok daha güçlü girişler yaşanıyor. Ayrıca Mayıs 2023 seçimleri döneminde Türkiye'nin 5 yıllık iflas risk primi (CDS) ilk tur sonrasında (21 Mayıs itibariyle) 702 baz puana kadar yükselmişti. 27 Mayıs 2024 itibariyle bu rakam 263.25 baz puana kadar düştü. (1)

Net rezervler 50 milyar dolar, "carry trade" 13,6 milyar dolar oldu

Kısaca, bu gelişmeler sonrasında 1 Nisan'dan 16 Mayıs'ta kadar Merkez Bankası'nın swap ve Hazine mevduatı hariç net rezervi 50 milyar dolar arttı. 10 Mayıs'a kadar ise "carry trade" kanalından giriş 13,6 milyar dolar oldu. (2) Carry trade girişlerinin bu yılın ilk yarısı itibarıyla (Ocak-Haziran) 16 milyar doları bulması öngörülüyor. (3)

"Yüksek faiz, yüksek getiri, sabit kur, düşük enflasyon" sözü

Bu gelişmenin ardındaki temel nedenlerin sırasıyla; Merkez Bankası politika faizinin özellikle de yüksek getiri peşinde olan yabancılar açısından son derece cazip bir hale gelmesi olduğu, söylenebilir. Öyle ki bu getiri ABD doları cinsinden yıllık yüzde 7,5'i buluyor. Bu da ülkeyi dünyada dövizli borçlanmaya en yüksek getiriyi sağlayan ikinci ülke konumuna getiriyor. (4)

Bir diğer önemli etken de, TL cinsinden mevduat faizinin (yüzde 60'ın üzerinde), buna karşılık mevduatın vadesi boyunca beklenen enflasyonun (yüzde 38) oldukça üzerinde seyrediyor olması. Bu durum pozitif faizin süreceğine işaret ediyor.

Bu arada Merkez Bankası şu ana kadar yaptığı 50 milyar doları bulan döviz alımı ile dövizi neredeyse sabit tutmayı başardı (1 dolar = 32,2 TL). Döviz mevduatının faiz getirisi ise hâlâ çok düşük. Bu durum da TL'ye yönelimin artarak TL'nin değerlenmesiyle sonuçlanıyor ve ülkedeki döviz mevduatı sahiplerinin giderek artan bir biçimde dövizden çıkıp TL mevduata dönmesine neden oluyor.

"Dövizle borç al, yüksek faizli TL'ye yatır" dönemi

Böylece, büyük para sahipleri ve şirketler giderek dövizle borçlanıp TL cinsinden yatırım yapıyorlar. Öyle ki şirketlerin döviz kredileri sadece geçen hafta 4,7 milyar dolar ve yılbaşından bu yana 20 milyar doları aştı. (5) Yani kur bir tür sabit tutularak yüksek faiz koşullarında dövizle borçlanma cazip hale getiriliyor ancak finansal olmayan özel sektör bilanço kur riskini de yüklenmek durumunda kalıyor. Yani dövizle hammadde/girdi alıp TL cinsinden satış yapanların karşılaştığı türden bir kur riski reel sektörü bekliyor.

Sürekli alım yapılarak sabit tutulan döviz kuru, değerlenen TL, artan reel faiz ve düşecek olan enflasyon, işler böyle gittiğinde, "carry trade'nin en az bu yılsonuna kadar artarak devam edeceğini gösteriyor.

Diğer yandan, bu durum "dışlama etkisi" ve "dış ticaret etkisi" ne neden olacağı gibi, ülkede yoksuldan zengine doğru yeni bir servet transferinin de yolunu açtığından (tıpkı KKM gibi), "gelir ve servet dağılımının daha da adaletsiz" bir hal gelmesiyle sonuçlanacaktır.

Dışlama etkisi/ Dış ticaret açığı

Öncelikle, mevduat/kredi faiz oranlarındaki artışlar, özel sektörün reel yatırımlarını daha da maliyetli bir hale getirerek dışlanmasına, bu da başta istihdam ve gelir olmak üzere önemli kayıplara ve emekçilerin zarar görmesine neden olacaktır. Keza değerlenen TL, ithalatı göreli olarak ucuzlatıp daha da özendirirken, ihracatın zora girmesine, bu da dış ticaret açığının artmasına neden olacaktır.

Taşıma para ticareti (carry trade) ve finansal kriz riski

Ancak bu kontrolsüz sıcak para girişleri, asıl olarak, ülkenin kırılgan yabancı kaynağa bağımlı ekonomisini daha da kırılgan bir hale getirerek ülkeyi yeni finansal krizlere gebe bırakıyor. Bu bağlamda, carry trade'nin bir ülkenin ekonomisine nasıl zarar verdiğine ilişkin en çarpıcı örneklerin başında İzlanda geliyor. Öyle ki ülke ekonomisi geçmişte nerdeyse batmanın eşiğine gelmişti.

İzlanda krizi

İzlanda 2006-2007 yıllarında büyük ölçüde 'carry trade' lerle beslenen bir sıcak para krizi yaşadı. Çünkü 2005-2006 döneminde ABD ve Japonya'daki düşük faiz oranları, dünyadaki bir kısım kısa vadeli sıcak paranın İzlanda'nın yüksek getirili devlet tahvillerine yönelmesine neden oldu.

Kriz mekanizması şöyle işledi: Spekülatörler ABD ve Japonya'da çok düşük faiz oranlarından dolar ve yen borçlanıp bu fonları İzlanda'ya yatırdılar. Bunun sonucunda İzlanda ekonomisi hızla büyüdü ama aşırı ısınmaya başladı. Bu durum (nihayetinde) gelen sıcak paranın ülkeden hızlıca kaçarak, ülke parası kronun hızla değer kaybetmesiyle ve ardından da ülkede faiz oranlarının hızla yükselmesiyle sonuçlandı. Öyle ki, Kasım 2007'den Mayıs 2008'e kadar, euro ve diğer para birimlerine kıyasla değer kaybetmekte olan dolar karşısında kron yüzde 27 oranında değer kaybetti.

Aşağıdaki grafik sıcak para çıkışını ve bunun yurtiçi faiz oranları üzerindeki etkilerini gösteriyor. Böylece sıcak paranın ani çıkışıyla yurtiçi faiz oranları i0'dan i1'e keskin bir şekilde yükseliyor. Bu durum 1995'in sonlarındaki çıkışın ardından Meksika'da ve 1997-1998'de Güneydoğu Asya'da ve 2000-2001 krizinde Türkiye'de yaşandı.

Özetle, sıcak para çıkışlarının ardından yurt içi faiz oranlarındaki keskin yükseliş, borçlanma maliyetlerini yükseltip fiilen yatırım yapmayı zora sokunca, ülke bu kez ekonomik durgunluğa giriyor. Ayrıca, yatırımcılar spekülatif yatırımlarını elden çıkarma yarışında yerli varlıkları "terk ettikçe" yerli para çöküyor. Para birimi giderek zayıfladıkça ithalat çok daha pahalı hale geliyor, bu da enflasyonda (özellikle gıda ve enerji fiyatlarında) artışa yol açıyor ve çöküş tırmanmaya devam ettikçe ekonomiye ve siyasete olan güveni zayıflatıyor.

Ya açığa satarlarsa?

Dahası, yerli ve küresel yatırımcılar yerli para biriminin gelecekte daha da düşeceğini beklerlerse, arbitraj fırsatından yararlanmak için yerli para birimini "açığa" satarlar.

Bir finansal varlığı "açığa satmak", varlığın gelecekte fiyatının düşme olasılığının çok yüksek olduğu bilgisinin sunduğu arbitraj fırsatından yararlanmaktır. Çok basit olarak, 1 birim yerli para bugün 10 birim "yabancı" para biriminden işlem görüyorsa, ancak 30 gün sonra günde sadece 6 birim "yabancı" para biriminden işlem görmesi bekleniyorsa, yatırımcılar bugün para birimini "açığa" satacaktır. Bugün 1 birim yerli para birimi ile 10 birim "yabancı" para birimi satın alacaklar ve 30'uncu günde 6 ya1 oranında yerli para birimine "geri dönecekler" ve böylece yüzde 67 kâr elde edeceklerdir Ancak giderek daha fazla yatırımcı "bugün" yerli para satmaya başladıkça, bu durum yerli para birimindeki düşüşü şiddetlendirecek ve böylece devalüasyonu hızlandıracaktır. (6)

Ulusal para biriminin değerinin daha da düşmemesi için (hem spekülatif sıcak para/sermaye girişlerine hem de çıkışlarına ket vurabilmek amacıyla) uygulanabilecek bir önlem olan Tobin Vergisi (ya da diğer sermaye kontrolleri) neo-liberalizm altında uygulanamadığından devalüasyonlar kaçınılmaz hale gelecektir.

"Çıkan para mağarasına geri döner"

Yüksek faiz oranları ve uzun vadeli makroekonomik görünüme ek olarak, küresel sermaye akışlarının bir başka belirleyicisi daha vardır. Büyük ve ciddi küresel kriz dönemlerinde sermaye genellikle güvenli liman ülkelerine park edilir. Bu ülkeler istikrarlı hükümetler ve nispeten sağlam mali ve parasal politikalarla karakterize edilen ekonomilerdir. Bunlar aynı zamanda küresel çalkantılardan nispeten bağışık olan ve diğer ülkelerin çoğunu sarsabilecek dışsal şoklara karşı dirençli ülkelerdir.

Büyük makroekonomik/politik çalkantıların yaşandığı dönemlerde, yatırımcıların (uluslar, bireyler, kurumlar) anaparanın korunmasını belirsiz getirilere tercih ettiği zamanlar olur. İşte böyle zamanlarda "mağara" teorisi devreye girer. (7)

Bu teorinin doğruluğu defalarca kanıtlanmıştır. Geçmişte Afrika'da haydut bir rejimin iktidarı ele geçirmesi, İzlanda'da bir volkanın patlaması, Yunanistan'ın temerrüde düşme tehdidinde bulunması ya da Ukrayna-Rusya savaşı ile temel gıda ve petrol arzının kesintiye uğraması, Türkiye'nin Irak ve Suriye'de yürüttüğü askeri operasyonların etkileri, İsrail'in Filistin topraklarını işgalini sürdürmesi ve bu sürece İran'ın da dâhil edilmesi gibi jeopolitik gelişmelerde sermaye ABD'ye ve bir ölçüde de diğer güvenli liman ülkesi olan İsviçre gibi ülkelere akın edebilir.

2000-2001 krizi

Türkiye'de ve diğer azgelişmiş ülkelerde spekülatif sıcak paranın neden olabileceği likidite krizi başta olmak üzere finansal krizi anlamak önümüzdeki tehlikeleri görebilmek için son derece önemlidir. Zira 2001 krizi öncesinde IMF'nin desteğini de arkasına alan Türkiye'ye sıcak para girişleri çoğalmış, Türkiye'nin orta vadeli risk algısında iyileşmeler görülmüştü.

Ancak programın temel hedefi olan enflasyondaki düşüş beklendiği kadar hızlı olmadı. İthalatın hızla artması sonucunda dış açık kaygı verici boyutlarda büyüdü. Bu gelişmeler aktiflerinin önemli bir bölümü Hazine kâğıtlarından oluşan bankaların likidite talebini arttırınca Kasım 2000 sonunda likidite sıkışıklığı had safhaya ulaştı. "Likidite krizi" olarak da adlandırılan bu durum sonunda, Ekim'de yüzde 39 olan gecelik faizin Kasım ayında yüzde 95'e, Aralık ayında ise yüzde 183'e kadar çıkmasıyla sonuçlandı.

21 Şubat 2001 tarihli MGK toplantısında Cumhurbaşkanı Sezer'in Başbakan Ecevit'e anayasa kitapçığı fırlatması olayından sonra Ecevit'in "devlet yönetiminde kriz var" açıklamasıyla birlikte mali piyasalarda panik başladı. Sonuçta bir gün önce 670 bin TL olan 1 doların değeri 1 milyon TL'yi aştı. Yabancı yatırımcının borsadan panikle kaçışı ve yabancı bankaların vadesi gelmemiş kredilerini geri çekmeye başlamasıyla 21 Şubat'ta bankalar arası para piyasasında gecelik faiz yüzde 6200'e kadar çıktı.

Sonuç olarak

İşte bu yüzden, ülkedeki hâkim sınıflar ve devleti yöneten iktidar bloku sıcak para girişine dayalı bir ekonomik modelini uygulayıp bunun faturasını halka ödettirirken, halkın muhalefetini önleyecek her türden tedbiri alıyor.

Diğer yandan da "normalleşme" adı altında iktidarda bir politik krizin çıkmasını önlemeye ve ana muhalefet partisini de bu işe entegre etmeye çalışıyor. Çünkü hızlı sermaye çıkışlarının ülke ekonomisini (dolayısıyla da siyasal iktidarı) nasıl vurabileceğini en iyi onlar biliyorlar.

Kuşkusuz, işçi sınıfı ve diğer emekçi kesimler de ülkede yeni bir kriz çıksın istemezler. Ancak normal zamanlarda elde edilen yüksek kârların patronların cebinde kalırken, sözde "tasarruf" adı altında uygulanan kemer sıkma dönemlerinde zararın emekçilere nasıl ödettirildiğinin de farkında olmaları gerekir.

Muhalefetin yanıtlaması gereken sorun tam da şudur: "22 yıldır bu ülkeyi tek başına yönetip de, ülke ekonomisini 2001 krizinden daha derin bir kriz durumu ile karşı karşıya getirenlere karşı daha köklü, daha sonuç alıcı politikalar uygulamak gerekmiyor mu?"


Dip notlar:

  1. https://www.ekonomim.com/ekonomi/secim-sonrasi-1-yilda-hisse-ve-tahvile-114-milyar-geldi-haberi (28 Mayıs 2024).
  2. https://www.ekonomim.com/ekonomi/secimden-sonra-136-milyar-dolar-carry-trade-girisi-haberi (21 Mayıs 2024).
  3. Selva Baziki @SelvaBaziki @TheTerminal (28 Mayıs 2024).
  4. Agt.
  5. https://x.com/BloombergHT/status (30 Mayıs 2024).
  6. Farrokh K. Langdana, Macroeconomic Policy, Demystifying Monetary and Fiscal Policy, Third Edition, Springer, 2016, s. 42-44.
  7. Agk. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder