İstanbul’da yeni yeşil alanlar: Millet Bahçeleri sosyal dönüşüm yaratıyor -Özge Naz Pala-
Millet Bahçeleri, İstanbul’un, Avrupa ortalamasının oldukça gerisinde kalan kişi başı yeşil alan oranını artırma iddiasıyla hayata geçirildi. Ancak yeni yayınlanan bir akademik çalışma, bu alanlardan herkesin eşit biçimde faydalanamadığını ortaya koyuyor. 2017-2021 yılları arasında açılan 12 Millet Bahçesi çevresindeki mahalleleri inceleyen çalışma, bu bölgelerde konut fiyatlarının İstanbul ortalamasının üzerinde arttığını gösteriyor

İstanbul’da 2017-2021 yılları arasında hayata geçirilen 12 Millet Bahçesi’ni mercek altına alan yeni bir araştırma, bu parkların çevresindeki mahallelerde dikkat çekici sosyal, ekonomik ve demografik değişimler yaşandığını ortaya koyuyor.
İstanbul’da ortalama 7,2 metrekare olan kişi başına düşen yeşil alan miktarı, hem mevzuatla belirlenen alt sınırın hem de Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlıklı bir yaşam için tavsiye ettiği miktarın altında. Kentteki yeşil alanlar, kişi başına düşen yeşil alan miktarının çoğu kez 3,5 metrekareyi dahi bulamadığı merkez ilçelerde daha da yetersiz kalıyor. Dolayısıyla şehirde yeni park ve bahçeler planlamak, yaşam kalitesini artırma potansiyeli taşıyor. Ancak bu tür projeler, toplumun tamamını gözeterek hayata geçirilmediğinde, sosyal eşitsizlikleri derinleştirme riski barındırıyor.
Nitekim söz konusu araştırma, yeni açılan Millet Bahçeleri nedeniyle dönüşüm riski taşıyan 28 mahallenin 23’ünde, konut fiyatlarının İstanbul ortalamasından daha hızlı arttığını gösteriyor. Örneğin en yüksek artışının yaşandığı Ayazma Millet Bahçesi çevresinde, fiyatların yüzde 120 oranında yükseldiği tespit edildi. Çalışmaya göre bu bölgelerin birçoğunda mevcut sakinlerin yerini, giderek daha varlıklı ve yüksek eğitimli gruplar almaya başlıyor.
Bulgular, büyük ölçekli yeşil alan projelerinin yalnızca çevreyi değil, toplumsal yapıyı da dönüştürme gücüne sahip olduğunu ve bu tür dönüşümlerin kimi zaman istenmeyen sonuçlar doğurabileceğini gösteriyor. Araştırma, kentsel yeşil dönüşüm süreçlerinde fiziksel çevrenin yanı sıra toplumsal dinamiklerin de gözetilmesi gerektiğine dikkat çekiyor.
Yeşil alan projeleriyle birlikte komşular değişiyor
‘‘Millet Bahçeleri’’ projesi, 2018 yılında, yeşil alan eksikliğiyle mücadele etmek amacıyla kamuoyuna sunuldu. Duyurulmasından bu yana, kentsel yeşil alan açığını dengelemek amacıyla İstanbul’un ve Türkiye’nin dört bir yanında 291 ‘‘millet bahçesi’’ hayata geçirildi.
Parklar, yürüyüş yolları, kütüphaneler ve sosyal alanlarla donatılmış yeşil koridorlar aracılığıyla halkın doğayla buluşmasını sağlayacak bu proje, akademik çevreler tarafından yalnızca bir çevre düzenlemesi değil, aynı zamanda bir rant üretim aracı olarak da değerlendiriliyor. Nitekim proje alanlarının çevresinde inşa edilen yeni konutlar, bu bahçelere olan fiziksel yakınlıklarını pazarlama aracı olarak kullanırken; “Millet Bahçesi manzaralı”, “Millet Bahçesi’ne komşu” gibi ifadeler, gayrimenkul ilanlarında sıklıkla yer buluyor.
Bazı bahçeler, halk tarafından daha önce de kullanılan yeşil alanların yeniden adlandırılmasıyla hayata geçirilirken bazılarıysa atıl durumdaki alanların dönüştürülmesiyle oluşturuldu. Ancak bu gelişmeler, bazı bölgelerde konut fiyatlarının belirgin şekilde yükselmesine ve bu artışın, bölgede yaşamak isteyen ya da yaşayan bazı gruplar için erişilebilirliğinin azalmasına neden oldu.
Projenin uygulama süreci eleştiriliyorDiğer yandan projelerin uygulanış biçimi, kent planlaması alanında uzun süredir var olan bazı yapısal sorunları da yeniden gündeme getirdi. Özellikle, Millet Bahçeleri’nin diğer yeşil alan türlerinden ayrı bir kategori olarak ele alınması ve yürürlükteki planlama mevzuatından kopuk bir şekilde, yalnızca bu projelere özgü kılavuzlar çerçevesinde tasarlanıp hayata geçirilmesi; bütüncül ve sistematik planlama ilkeleriyle örtüşmediği gerekçesiyle şehir plancıları tarafından eleştiriliyor. Parklar ayrıca, konumlarının seçiminden isimlendirilme biçimlerine ve planlama süreçlerinde kamu katılımının sınırlı kalmasına kadar çeşitli konularda eleştirildi. |
Millet Bahçeleri yakınlarında konut fiyatları yüzde 140’a kadar arttı
Yapılan çalışma kapsamında, 2017 ve 2021 yılları arasında İstanbul’da yapımı tamamlanan 12 Millet Bahçesi’nin 500 metre çevresinde yer alan 44 mahalle analiz edildi. Yaşlı nüfusun ve eğitim seviyesinin düşük, ortalama konut fiyatlarının ise şehir ortalamasının altında olduğu 28 mahalle, ‘‘yeşil soylulaştırma riski taşıyan’’ mahalleler olarak tanımlandı.
Araştırma sonuçları, bu 28 mahalenin 23’ündeki konut fiyatlarının, İstanbul ortalamasının da üzerinde arttığını ortaya koydu. En dikkat çekici artışlar; Esenler 15 Temmuz Millet Bahçesi yakınındaki Havaalanı mahallesi ile Ayazma Millet Bahçeleri’ne komşu olan Ziya Gökalp mahallelerinde gözlendi. Konut fiyatları, Havaalanı mahallesinde yüzde 140, Ziya Gökalp mahallesinde ise yüzde 120 oranında arttı.
Millet Bahçeleri’nin yakın çevreleri incelendiğinde, bu bölgelerde de konut fiyatlarında önemli artışlar olduğu tespit edildi. En yüksek fiyat artışı, yüzde 120 ile Ayazma Millet Bahçesi çevresinde gözlendi. Ayazma’yı, yüzde 109 ile Başakşehir, yüzde 56 ile Kayaşehir, yüzde 55 ile Hoşdere ve yüzde 48 ile Esenler 15 Temmuz mahalleleri takip ediyor.
‘‘Yeşil soylulaştırma’’, sosyal adaletsizliklere dikkat çekiyorSon yıllarda yapılan çalışmalar, çevre dostu projelerin her zaman eşitlikçi sonuçlar üretmediğini ve kentlerde sosyal adaletsizliklerin önemli bir sorun olmaya devam ettiğini gösteriyor. ‘‘Yeşil soylulaştırma’’ kavramına göre, yeni parklar ve çevresel düzenlemeler, yaşam kalitesini artırıyor. Ancak bu tip yatırımların ardından mahallelerin sosyo-ekonomik yapısı da değişebiliyor. Daha yüksek gelir ve eğitim düzeyine sahip grupların bu bölgelere yönelmesiyle artan yaşam maliyetleri, mevcut sakinleri, mahallelerinden uzaklaşmak zorunda bırakabiliyor. Bu nedenle yeşil alan projelerini yalnızca birer çevresel düzenleme olarak değerlendirmek doğru değil. Bu projeleri aynı zamanda kentsel yaşamın sosyal yapısına müdahale eden adımlar olarak görmek gerekiyor. Bu gibi dönüşümler söz konusu olduğunda, yapılan yatırımların kimleri kapsadığı ve kimleri dışarıda bıraktığı sorusunun, kentsel adalet tartışmalarının merkezinde yer alması gerekiyor. |
12 Millet Bahçesi’nden 10’u, sosyoekonomik yapıyı değiştirdi
Genel tabloya bakıldığında, 12 Millet Bahçesi’nden 10’unun, çevresindeki en az bir mahallede ‘‘yeşil soylulaştırma’’ eğilimi gösterdiği görülüyor. Bu açıdan en dikkat çekici örnekler olarak Ayazma, Başakşehir, Esenler 15 Temmuz, Halkalı Hoşdere, Kayaşehir, Pendik, Ümraniye Hekimbaşı, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Zeytinburnu Çırpıcı millet bahçeleri gösterilebilir.
Buna karşılık, Üsküdar Nakkaştepe ve Baruthane Millet Bahçeleri’nin çevresindeki mahallelerde yeşil soylulaştırmaya işaret eden bir değişim gözlemlenmedi. Çalışmada ‘‘soylulaştırılabilir olmayan’’ mahalleler olarak sınıflandırılan bu bölgelerde konut değerlerinin zaten yüksek ve piyasanın da doygun olması, kapsamlı bir mekânsal dönüşüm yaşanmamasını açıklayabilir. Gelişme potansiyelinin sınırlı oluşu, bu mahalleleri yeşil soylulaştırma süreçlerinin dışında bırakıyor.
Yüksek eğitimli nüfusun oranı hızla artıyor
Araştırma kapsamında incelenen bir diğer parametre ise mahallelerdeki eğitim düzeyiydi. En dikkat çekici artış, Ayazma ve Başakşehir Millet Bahçeleri’nin eklendiği Kayabaşı mahallesinde görüldü. Bu mahalledeki yüksek eğitimli nüfus, yüzde 70 oranında arttı. Halkalı, Hoşdere ve Pendik Millet Bahçeleri çevresindeki mahallelerde ise bu artış yüzde 30’un üzerine çıktı. Bu düzeyde bir artışın gözlenmediği tek istisna, 15 Temmuz Millet Bahçesi yakınındaki Oruçreis mahallesi oldu.
Araştırmada, yaşlı nüfusa dair veriler de dikkat çekti. Ekonomik baskının, 65 yaş üstü nüfusun da mahallelerden ayrılmasına yol açabileceği düşünülürken, İstanbul’da daha farklı bir tablo gözlemlendi. Yaşlı nüfus, İstanbul’un bütün mahallelerinde ortalama yüzde 17 oranında arttı; hatta bu artış bazı mahallelerde yüzde 60’ı aştı. Buna karşın, Millet Bahçeleri’ne yakın 19 mahallede bu artışın, şehir ortalamasından düşük olduğu görüldü. Bu durum, yaşlı nüfusun bu bölgelerde doğrudan tahliye edilmediği, ancak yavaş ilerleyen bir nüfus değişiminin söz konusu olduğu şeklinde değerlendirilebilir.
İstanbul’da yeşil alanlar yetersiz
İstanbul, kişi başına düşen yeşil alan miktarı bakımından dünya metropollerinin oldukça gerisinde. Mevzuata göre İstanbul’da bu miktarın en az 10 metrekare olması gerekiyor. Dünya Sağlık Örgütü ise beş dakikalık yürüme mesafesi içerisinde kişi başı dokuz metrekare yeşil alanın bulunmasını, bir sağlık indikatörü olarak değerlendiriyor. Ancak İstanbul’da kişi başına düşen yeşil alan yalnızca 7,2 metrekare. Bu miktar, Beyoğlu, Kadıköy, Üsküdar ve Şişli gibi 22 ilçede ise 3,5 metrekareyi geçmiyor.
Avrupa’da kişi başına düşen yeşil alan ortalaması ise 72,5 metrekare. Viyana ve Helsinki gibi şehirlerde, kişi başı yaklaşık 60-65 metrekare yeşil alan bulunuyor. Yeşil alanların daha sınırlı olduğu Atina (23) ve Paris (15) gibi şehirlerde dahi söz konusu miktarlar, İstanbul ortalamasının en az iki kat üzerinde. Oslo’nun toplam yüzölçümünün yüzde 68’i, Viyana’nın ise yüzde 45’i yeşil alanlardan meydana geliyor. Türkiye’nin en kalabalık şehri olan İstanbul’da uzun yıllardır devam eden plansız büyüme ve betonlaşma ise bu açığın kapatılmasını zorlaştırıyor.
Yeşil alan politikaları, eşitlikçi olmalı
Kentlerde kişi başına düşen yeşil alan miktarının artırılması önemli ve gerekli, ancak çalışmanın bulguları, yeşil alanların sosyal yapıyı dönüştürme gücünü ortaya koyuyor ve projelerin, bu etkileri göz önünde bulundurarak planlanması gerektiğine dikkat çekiyor. İstanbul gibi, hem merkezinde hem de çeper bölgelerinde dönüşümün oldukça hızlı yaşandığı bir metropolde, yeşil alan politikalarının daha bütüncül ve eşitlikçi bir perspektifle ele alınması gerekiyor.
İstanbul’daki Millet Bahçeleri etrafında konut fiyatlarının artması, eğitim düzeyinin yükselmesi ve yaşlı nüfusunun sabit kalması ya da yavaş artması gibi bulgular, yeşil alan projelerinin yarattığı dönüşümün her kesimi eşit şekilde etkilemediğini gösteriyor. Parklar ve bahçeler herkes için tasarlanmadığında, sosyal eşitsizlikleri derinleştirme riski taşıyor.
Kentin farklı bölgelerinde ortaya çıkan bu dönüşüm örnekleri, ileride uygulanacak yeşil alan projelerinin yalnızca fiziksel çevreyi değil, toplumsal dengeleri de gözetmesi gerektiğini açıkça ortaya koyuyor.
Özetle kentsel yeşil dönüşümün, kent hakkı perspektifiyle ve yerel halkın ihtiyaçlarını önceleyerek tasarlanması gerekiyor. Aksi halde ‘‘herkes için yeşil alan’’ hedefi, yalnızca daha yüksek gelir gruplarına hitap eden yeni yaşam alanları yaratmakla sınırlı kalabilir.
Kaynak makale: Assessing a greening tool through the lens of green gentrification: Socio-spatial change around the Nation’s Gardens of Istanbul
/././
Ocak-temmuz bütçe verileri açıklandı; bütçe, dolaylı vergilerle stopajın sırtında…-Murat Batı-
2025 yılı Ocak-Temmuz döneminde merkezi yönetim bütçe giderleri 7 trilyon 699,8 milyar TL, bütçe gelirleri 6 trilyon 695,5 milyar TL ve bütçe açığı 1 trilyon 4 milyar 340 milyon TL olarak gerçekleşmiştir.
Hazine ve Maliye Bakanlığı kendi internet sitesinde 2025 yılı ocak-temmuz dönemi bütçe gerçekleşmelerini 15 Ağustos Cuma günü yayımladı. Aşağıda detaylı şekilde göreceğiniz üzere vergi gelirlerinin yüzde 48,57’si KDV ve ÖTV tahsilatı oluşturmaktadır.
Dolaylı vergilerin payı Ocak-Temmuz döneminde yüzde 63,44; dolaysız vergilerin payı ise yüzde 36,56 olarak gerçekleşti.
Tahsil edilen gelir vergisinin yüzde 90,74’ü stopaj yoluyla alınmış.
2025 yılı Ocak-Temmuz döneminde merkezi yönetim bütçe giderleri 7 trilyon 699,8 milyar TL, bütçe gelirleri 6 trilyon 695,5 milyar TL ve bütçe açığı 1 trilyon 4 milyar 340 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca, faiz dışı bütçe giderleri 6 trilyon 453,8 milyar TL ve faiz dışı fazla ise 241,7 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.
Diğer kalemlerin akıbetini ise aşağıda izah etmeye çalışayım.
2025 Temmuz ayı bütçe gerçekleşmeleri
2025 yılı Temmuz ayında merkezi yönetim bütçe giderleri 1 trilyon 120,8 milyar TL, bütçe gelirleri 1 trilyon 96,9 milyar TL ve bütçe açığı 23,9 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca, faiz dışı bütçe giderleri 986,2 milyar TL ve faiz dışı fazla ise 110,7 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Genel görünüm aşağıdaki tabloda bulunmaktadır.
Merkezi yönetim bütçesi 2024 yılı Temmuz ayında 96 milyar 776 milyon TL açık vermiş iken 2025 yılı Temmuz ayında 23 milyar 862 milyon TL açık vermiştir. 2024 yılı Temmuz ayında 4 milyar 238 milyon TL faiz dışı açık verilmiş iken 2025 yılı Temmuz ayında 110 milyar 726 milyon TL faiz dışı fazla verilmiştir
2025 Ocak-Temmuz dönemi bütçe giderleri
2025 yılı Ocak-Temmuz döneminde merkezi yönetim bütçe giderleri 7 trilyon 699,8 milyar TL, bütçe gelirleri 6 trilyon 695,5 milyar TL ve bütçe açığı 1 trilyon 4 milyar 340 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca, faiz dışı bütçe giderleri 6 trilyon 453,8 milyar TL ve faiz dışı fazla ise 241,7 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.
Merkezi yönetim bütçesi 2024 yılı Ocak-Temmuz döneminde 843 milyar 960 milyon TL açık vermiş iken 2025 yılı Ocak-Temmuz döneminde 1 trilyon 4 milyar 340 milyon TL açık vermiştir. 2024 yılı Ocak-Temmuz döneminde 176 milyar 997 milyon TL faiz dışı açık verilmiş iken 2025 yılı Ocak-Temmuz döneminde 241 milyar 688 milyon TL faiz dışı fazla verilmiştir.
2025 Ocak-Temmuz dönemi bütçe gelir gerçekleşmeleri
Merkezi yönetim bütçe gelirleri Ocak-Temmuz dönemi itibarıyla 6 trilyon 695 milyar 494 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Vergi gelirleri 5 trilyon 721 milyar 293 milyon TL, genel bütçe vergi dışı gelirleri ise 781 milyar 375 milyon TL olmuştur
Aşağıdaki tabloda 2025 Ocak-Temmuz dönemi vergi gelirleri ve bu vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payları gösterilmiştir.
Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere 2025 Ocak-Temmuz döneminde KDV ve ÖTV’nin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 48,57; dolaylı vergilerin payı yüzde 63,44 ve dolaysız vergilerin payı ise yüzde 36,56 olarak gerçekleşti.
Stopaj yoluyla alınan gelir vergisinin toplam gelir vergisi içindeki payı yüzde 90,74 kadardır.
Ocak-Temmuz 2025 ile geçen yıl aynı dönem vergi tahsilatı karşılaştırılması
2024 yılı Ocak-Temmuz döneminde bütçe gelirleri 4 trilyon 562 milyar 295 milyon TL iken 2025 yılının aynı döneminde yüzde 46,8 oranında artarak 6 trilyon 695 milyar 494 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. 2025 yılı Ocak-Temmuz dönemi vergi gelirleri tahsilatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 49,6 oranında artarak 5 trilyon 721 milyar 293 milyon TL olmuştur.
Aşağıdaki tabloda vergi kalemleri bazında Ocak-Temmuz 2025 tahsilat tutarları ile geçen yılın aynı dönemdeki tahsilat tutarları ve değişim oranları bulunmaktadır.
Yukarıdaki tabloya göre 2025 Ocak-Temmuz döneminde geçen yıl aynı döneme nazaran tahsilat oranı en fazla olan gelir kalemi yüzde 95,5 artışla gelir vergisi olmuştur. Bunun ardından BSMV yüzde 70,50 ile; kolalı gazozlardan alınan ÖTV yüzde 66,37 ile; yüzde 63,53 ile özel iletişim vergisi, yüzde 69,73 ile dijital hizmet vergisi, yüzde 64,57 ile harçlar, yüzde 59,44 ile dahilde alınan KDV gelmektedir Diğerlerinin artış oranları yukarıdaki tabloda görülmektedir.
ÖTV genel toplamı ise geçen yıl aynı döneme göre yüzde 37,77 oranında artmış.
Kurumlar vergisi ise yüzde 14,7 ile oldukça düşüktür.
/././
Komisyonlar, tehditler, korkular -Ercan Uygur-
Çözüm komisyonu, en azından başlangıçta, ABD yönlendirmesi ile oluşmuştur. Arka planında örtülü ve açık tehditler ve korkular da vardır. Komisyonun adında demokrasi olduğuna göre, çözmesi gereken bir demokrasi ve yanında adalet sorunu da var. Ancak, sözlü itiraf/iftiralarla yapılan tutuklamalarla böyle bir çözüm söz konusu değil.
Belki aklınıza gelmiştir: Başlıkta yer alan “tehditler” ve “korkular” Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı ve onun dönüşümleriyle ilgili değildir. Ama elbette bağlantılar kurulabilir.
Bu yazıda amacım, ilgisiz görünen iki komisyonun düşünce olarak nasıl oluştuğunu ve bunlara nasıl yön verildiğini açıklamaya çalışmaktır.
İki komisyondan birisi Türkiye’deki “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”, kısaca “çözüm komisyonu”dur. Diğeri ise Trump ABD’sinin “gümrük tarifeleri komisyonu”dur. Buna da kısaca “tarife komisyonu” diyorum.
Önce çözüm komisyonuna, sonra tarife komisyonuna bakıyorum. Vardığım sonuç şudur; her ikisinde de ABD’nin jeostratejik planları, hatta tehditleri ve yarattığı korkular var. Ancak bazı ülkeler özellikle tarifeler konusundaki ABD tehditlerine boyun eğmediler, korkmadılar.
Çözüm komisyonu
Önce Türkiye’deki komisyonla ilgili hatırlatmalar yapayım. Komisyona giden yolda başta MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024’te TBMM’de DEM Parti (Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi) üyeleriyle tokalaşması var.
Daha önceleri bölücü teröristler dediği ve sürekli kapatılmasını istediği DEM Parti ile ilişkisi böylece birden tam tersine dönüyor. Öyle ki, aynı Bahçeli 22 Ekim 2024’te bir de çağrı yapıyor ve Abdullah Öcalan’ı TBMM’ye davet ediyor.
Bahçeli, Öcalan’dan PKK’nın silahları bıraktığını ve feshedildiğini açıklamasını istiyor. Karşılığında, kendisinin serbest kalmasını ve TBMM’de politika yapmasını öneriyor.
Bir gün sonra 23 Ekim’de PKK Ankara’daki TUSAŞ (Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş) merkezine bir saldırı düzenlemiş, iki saldırgan dahil yedi kişi ölmüştür. PKK yaptığı açıklamada saldırıyı üstlenmiş, ancak emrin Bahçeli ile ilgisi yok demiştir.
Aynı günlerde İsrail, Gazze, Lübnan ve Suriye’yi sürekli bombalıyor; bombalar, uçaklar ABD’den. Aynı günlerde Türkiye’de bir soru yoğun tartışılıyor: İsrail’in saldırıları ve bombaları Türkiye’ye de gelecek mi? Sıra Türkiye’de mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2024 Ekim başında TBMM’nin açılışında şöyle diyor: “İsrail yönetiminin tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer bizim vatan topraklarımızdır. Şu anda bütün hesap bunun üzerinedir.”
2024 Kasım ve Aralık aylarında “ikinci çözüm süreci” tartışmalarında Erdoğan, Bahçeli, Öcalan, DEM yöneticileri, Kandil’deki PKK yöneticileri, hatta BBC ve CNN yorumcuları “Orta Doğudaki yeni gelişmeleri" önemle vurguluyorlar.
Önemli bir başka yeni gelişme, ABD desteğiyle İsrail’in bölgeyi sınır tanımadan bombalamasıdır. Türkiye başta olmak üzere ilgili tüm taraflara bunu hatırlatan ABD’dir. Nitekim İran bu bombalama gelişmesinden nasibini almıştır.
ABD diyor ki; “İsrail Türkiye için de tehdit olabilir, PKK ile sorunlarınızı çözün.” Sonra dönüp bu iki ülkenin çatışmasını istemediğini söylüyor. 2024 Aralık sonunda ilk “İmralı Heyeti” Öcalan’ı bu ortamda ziyaret ediyor.
Öcalan da Orta Doğudaki yeni gelişmelerden söz ediyor. Sonraki ziyaretlerde Kürt ulus devletini kurma düşüncesinden vazgeçtiğini açıklıyor. 11 Temmuz’da PKK bazı eski silahlarını yakıyor.
Bir yeni gelişme daha var; 2024 sonunda Suriye’de ABD’nin güdümündeki cihatçı güçler iktidarı ele geçiriyor. Ama, Suriye’nin kuzey doğusunda ABD var, ABD’nin topladığı, ağırlıklı olarak Kürtlerden oluşan bir ordu var. Kürtler, Irak’takine benzer bir bölgesel yönetim istiyorlar.
Türkiye’nin tercihi üniter bir Suriye devletidir. Ama kolay görünmüyor. Örneğin, Suriye’nin güneyinde Dürzilerle Sünni Araplar arasındaki çatışmalardan sonra, Dürziler İsrail koruması talep ediyor. Dürziler hemen bölgesel yönetim istiyor. Yani bu istekler bulaşıcı.
Suriye’nin kuzey doğusundaki PKK’nın yetiştirdiği Kürt yöneticiler arada şöyle diyor: Bölgesel yönetimden vazgeçmeyiz. Bize destek veren ABD var. ABD çekilse bile İsrail desteği isteriz. Bu nedenle Suriye merkezi hükümeti ve Türkiye bizi zorlayamaz.
Aynı yöneticiler Suriye hükümeti ile vardıkları mutabakatlara uymuyor, Suriye’nin yönetim biçimini tartışacak ve bugünler için planlanmış toplantılar iptal ediliyor. ABD’nin tercihi de ayrı bölgesel yönetimlerin olduğu bir Suriye.
Türkiye’de üniter, demokratik ve laik olması gereken bir ulus devlet var. Büyük çoğunluk ulus bilinci taşıyor ve devletin bu özellikleri değişmesin diyor. Ancak yönetim biçimi değişsin istekleri de gündeme geliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere, iktidarda olanlar arada bir ümmetten söz edip ulus bilinci zayıf bir toplum tercihi belirtiyorlar. ABD’nin Türkiye için tercihinin bu yönde olduğu da ABD’nin “bölge büyükelçisinin” açıklamalarından bellidir. (Haddini aşan söylemine bakarak “bölge valisi” de diyebilirdik.)
Çözüm komisyonu bu koşullarda, en azından başlangıçta, ABD yönlendirmesi ile oluşmuştur. Arka planında örtülü ve açık tehditler ve korkular da vardır.
Komisyonun adında demokrasi olduğuna göre, çözmesi gereken bir demokrasi ve yanında adalet sorunu da var. Ancak, sözlü itiraf/iftiralarla yapılan tutuklamalarla böyle bir çözüm söz konusu değil.
Şaşırtıcı olan, geçmişte kalmış ve toplumun bugünkü tercihlerini yansıtmayan oy dağılımı ile muhalefet partilerinin bu komisyon yapısını kabul etmiş olmalarıdır.
Tarife komisyonu
Bu komisyon, ABD’deki gümrük tarifelerini ülkeler bazında saptamak üzere oluşturulmuştur. Yükseltilen tarifeler, ABD’nin ticaret açığını ve kamu açığını azaltacak, yerli üretimi ve istihdamı arttıracak, ama enflasyonu etkilemeyecektir.
Bunlar gerçekleşti mi? Bu soruya sağlıklı yanıt vermek için henüz erken. Örneğin tarifelerin artacağını bilen üreticiler ve tüketiciler ithalat taleplerini öne çektiler. Vergi gelirleri yükseldi, ancak dış ticaret açığında artış oldu.
Bazı sektörlerde üretim artışı olması çok zor, çünkü yapısal engeller var. Otomotiv endüstrisinde bazı parçalar ABD’de hiç üretilmiyor, ithal etmek çok daha ucuz. Bu nedenle bu sektörlerde üretim artışı zaten beklenmez.
Trump, başkanlık seçimi öncesinde gümrük tarifelerini yükselteceğini zaten açıklamıştı. Bu bağlamda ilk uyardığı veya tehdit ettiği ülkeler Kanada, Meksika ve Çin oldu. Trump’a göre ABD’nin bu ülkelerle ticaretinde şu sorunlar vardı:
(a) ABD’nin büyük ticaret açıkları vardı.
(b) Fentanil gibi uyuşturucuların ABD’ye kaçak girişine engel olmuyorlardı.
(c) Özellikle ilk iki ülke kaçak işçilerin ABD’ye girişine seyirci idiler.
Trump 20 Ocak 2025’te başkanlığı devraldıktan sonra, tarifeler komisyonu Trump’ın onayı ile 1 Şubat 2025’te Meksika, Kanada ve Çin’den yapılan ithalatın tarife oranlarını yüzde 25’e (enerji yüzde 10) yükseltti. Bakınız; Congressional Research Service (30 Temmuz 2025). Kanada bu tarifelere aynı oranda mukabele etti.
10 Şubat’ta tüm ülkelerden yapılan çelik ve alüminyum ithalatı tarifeleri yüzde 25’e çıkarıldı. Bu oran 4 Haziran’da yüzde 50’ye çıktı. 26 Mart’ta tüm ülkelerden yapılan otomobil ve parçaları ithalatı tarife oranı yüzde 25’e yükseldi.
2 Nisan 2025’te tüm ülkelerden yapılan demir-çelik, alüminyum, otomobil ve parçaları dışındaki ithalatın tarife oranı yüzde 10’a yükseltildi. Daha sonra bu tarife, farklı oranlarda, Birleşik Kırallık dışındaki ülkeler için, Haziran’da tekrar yükseldi.
Trump ve onun tarife komisyonu baş döndüren bir şekilde tarife oranlarını sürekli değiştirdi. Trump bu süreçte ülkeleri tehdit de etti, tarife oranlarını yüzde 50’ye kadar çıkarabilirim dedi. Bu oranlar için pazarlık yapabileceğini de açıkladı. Bu bağlamda bazı ülkelerle/bölgelerle nasıl bir pazarlık yapmış bakalım.
Avrupa Birliği: Otomobil ve parçaları dahil, ama demir-çelik alüminyum hariç, tüm sektörlerde ABD’nin ithalat tarife oranı yüzde 20-25 yerine yüzde 15’e yükseldi. Ancak bunun karşılığında AB tarifeleri değişmeyecek. AB, ABD’den üç yıl içinde 750 Milyar Dolarlık gaz, petrol gibi enerji ithalatı yapacak. Askeri malzeme de alacak.
Ayrıca AB şirketleri ABD’de 2029’a kadar en az 600 milyar dolar değerinde yatırım yapacaklar. Alemanno (30 Temmuz 2025), bu anlaşmayı AB için yüz kızartıcı buluyor ve ABD’nin tehditlerinden korkup ona teslim olduğunu söylüyor.
Japonya: Otomobil dahil, ama otomobil parçaları, demir-çelik alüminyum hariç, tüm sektörlerde tarife oranı yüzde 20 yerine yüzde 15 olacak. Japonya tarifeleri değişmeyecek. Ayrıca Japonya ABD’ye 550 milyar dolar yatırım yapacak. Bu yatırımın kârının Yüzde 90’ı ABD’de kalacak, yüzde 10’unu Japon şirketleri alacak. Bu anlaşma da Japonya için tehditlere boyun eğen, teslimiyetçi sayılmalı.
Brezilya ve Hindistan’a uygulanan tarifelerde daha aşağılayıcı etkenler var.
Brezilya: Bu ülkeye uygulanan tarife oranı bu yılın Nisan ayında yüzde 10 idi. Trump bir süre sonra Brezilya’daki siyasete müdahale etti. Şöyle ki; bir önceki başkan sağcı Jair Bolsonaro seçim sonuçlarına itiraz edip resmi kurumları taraftarlarıyla basmaya çalıştı. Tutuklandı, ev hapsine kondu.
Trump, Bolsonaro serbest bırakılmazsa ve kararı veren Başyargıç görevden alınmazsa, Brezilya için tarife oranını yüzde 50’ye çıkaracağını söyledi. Şimdiki Başkan Lula da Silva, Brezilya’nın bağımsız bir ülke olduğunu söyleyip Trump müdahalesini kabul edemeyiz dedi.
Bunun üzerine Trump, Brezilya’nın tarife oranını yüzde 50’ye çıkardı. Buna karşılık Lula, sakin bir karşılık verdi ve tarife oranlarını tartışmaya açığız dedi.
Hindistan: Hindistan’a uygulanan tarife oranı da Nisan ayında yüzde 10 iken, Trump bu ülkenin Rusya’dan ucuz petrol alıp uluslararası piyasalarda yüksek kârlarla sattığını söyledi. Bu durum değişmezse bu ülkeyi cezalandıracağını ve tarife oranını yüzde 50’ye çıkaracağını ifade etti.
Hindistan da bu müdahaleyi kabul etmedi ve Hindistan’ın tarife oranı yüzde 50’ye yükselmiş oldu.
Çin: Trump’ın Çin’e uygulamakla tehdit ettiği yüksek tarifeler, Çin’in de karşılık vermesi üzerine Yüzde 145’e kadar çıktı. Çin ise tarifeyi yüzde 125’e kadar çıkardı. Sonuçta Trump geri adım attı ve tarifeleri yüzde 30’a kadar geri indirdi. 12 Ağustos’ta karşılıklı indirilmiş tarifelerin 90 gün daha geçerli olmasına karar verildi.
Tehditler ve korkularla işleyen bir siyasi ve ekonomik düzen. Hiç kitaplara uymuyor. Dünyadaki bilgi ve kültür birikimi ile bu düzen uzun süre gitmez. Umudumuz ve dileğimiz böyle.
Kaynaklar
1)Aemanno, Alberto (30 Temmuz 2025) “Europe’s Economic Surrender”,
2)Congressional Research Service (30 Temmuz 2025) Presidential 2025 Tariff Actions. https://www.congress.gov/crs_external_products/R/PDF/R48549/R48549.5.pdf
/././
Musk, Jensen ve Durov, neden "Kodlamadan önce matematik ve fizik" dedi?-Füsun Sarp Nebil-
“Hem Musk hem de Huang, bir sonraki atılım dalgasının daha iyi kodlayıcılardan değil, gerçekliğin nasıl işlediğini anlayan düşünürlerden geleceğine inanıyor. İster roket inşa etmek, ister çip tasarlamak veya daha akıllı yapay zekâ yaratmak olsun, üstünlük bilim ve muhakemede temeli olanlara gidecek”

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder