Faşizmin, emperyalizmin, sermaye tahakkümünün bunalttığı Türkiye gibi ülkelere, Latin Amerika bir kez daha hatırlatıyor: Başka bir dünya mümkündür…
ABD, Avrupa ve Asya’da yeni-faşizmler yerleşirken, Latin Amerika solu bir canlanma evresine mi girdi?
Benzer soruları zaman zaman bu köşede tartıştım. Ekvador seçimi vesilesiyle, Latin Amerika Solu’nun son çeyrek yüzyıldaki iniş-çıkışlarını hatırlatarak günümüze bakmak istedim.
1998-2015: Neoliberalizme karşı “pembe dalga”
Neoliberalizm dünyada ilk defa Pinochet döneminde Şili’de uygulanmaya başladı. 1980 sonrasında en hızlı yaygınlaştığı “Güney” coğrafyası da Latin Amerika oldu. Askerî rejimler (Türkiye’deki gibi) belirleyici rol üstlendi.
Sermayenin sınırsız tahakkümü söz konusuydu; halk sınıfları direnecek, siyaseti etkileyecekti. Neoliberalizme karşı çıkan ilk iktidar da Latin Amerika’da gerçekleşti: 1998’de Venezuela’da geleneksel partilere sol bir programla karşı çıkan Hugo Chavez başkanlık seçimini kazandı; “Bolivar’cı devrim” diye adlandıracağı dönüşümü başlattı.
Venezuela, Latin Amerika’da sonraları “pembe dalga” diye anılacak olan sol iktidarların başlangıcıdır. 2002’de Brezilya’da İşçi Partisi lideri Lula da Silva’nın başkanlığı kazanması kritik bir aşamadır. 2015’e gelindiğinde Latin Amerika’nın önemli bir bölümü sol iktidarlar tarafından yönetilmekteydi: Venezuela, Brezilya, Arjantin, Bolivya, Ekvador, Nikaragua, Uruguay…
“Pembe” sıfatı, Batılı çevrelere aittir; Fidel Castro’nun simgelediği Küba devrimi kapsam dışındadır. “Kızıl” değil, “pembe yakıştırması haklıdır. Neoliberal programların bazı öğelerine karşıtlıkta birleşirler. Bölüşüm ilişkilerinin piyasaya teslimiyeti sınırlandı; telafi öncelik taşıdı; kısmen başarıldı. Eğitim, sağlık sistemlerinin ticarileşmesi frenlendi. Yoksul, emekçi katmanlara dönük sosyal aktarımlar yaygınlaştı; artırıldı. Yeraltı kaynakları ve enerji alanlarındaki ulusallaştırmalar dışında mülkiyet ilişkilerinde devrimci dönüşümler gerçekleşmedi.
Makro-ekonomik politikalarda çeşitlenme vardır: Ülkeler, neoliberal reçeteleri koruyan (Brezilya) veya büyük ölçüde reddeden (Arjantin) örnekler arasında dağılmıştır.
Pembe dalga ülkeleri (Küba’yı da katarak) ABD’nin Latin Amerika’daki tahakkümünü frenleyecek dayanışma, işbirliği örgütleri oluşturdu.
Karşı-devrim tepkileri: 2002’den 2019’a…
"Pembe dalga”, yerli sermaye, uluslararası finans kapital ve ABD ittifakının karşı-devrim hamleleri ile cebelleşti. Askerî darbeler, zaman içinde geliştirilen “sivil” darbe yöntemleri ile bütünleşti. Finans kapitalin kriz tetikleyici baskısı daima etkili oldu.
Geleneksel-askerî darbe örneklerini sıralayayım: Venezuela’da 2002’de Chavez’e, 2019’da Maduro’ya karşı girişilen başarısız girişimler; 2009’da Honduras’ta Başkan Manuel Zelaya’yı, 2019’da Bolivya’da Başkan Evo Morales’i iktidardan uzaklaştıran başarılı darbeler…
“Sivil darbe” yöntemlerinin ilki, 2012’de Paraguay’da Kongre tarafından görevden alınan solcu Başkan Fernado Lugo’ya uygulandı.
İkinci örnek Brezilya’dadır; iki aşamada gerçekleşti: Önce, iktidarı 2015’te Lula’dan devralan İşçi Partili Dilma Roussef iki yıl sonra parlamento tarafından “seçimlerde usulsüz harcama” iddiasıyla görevden uzaklaştırıldı. Sonra, 2019’da başkanlığı kazanacağı öngörülen Lula, düzmece suçlamalarla yargılandı; hüküm giydi; aday olması önlendi. Faşist Bolsonaro’ya başkanlık yolu böylece açıldı.
Ekvador’da da iki aşamalı bir “sivil darbe” uygulandığı söylenebilir: Önce, 2017’de sol bir programla başkanlığı kazanan Moreno “içten fethedilecek”tir. Sonra, bir önceki sosyalist Başkan Rafael Correa düzmece suçlamalarla hüküm giyecek; 2021 seçimlerinde aday olması önlenecektir.
Solcu yönetimlerin, seçimlerle iktidarı yitirmelerini unutmayalım. Arjantin’de 2015’te neoliberalizmin gözdesi Mauricio Macri’nin başkanlığı kazanması gibi… 2019’a gelindiğinde Latin Amerika’nın “pembe dalgası”ndan geriye iki ülke kalmıştı: Venezuela ve Nikaragua…
“Pembe dalga” ülkelerinin seçim ve “sivil darbe” yenilgilerini etkileyen temel bir soruna değinelim. Latin Amerika’da sınıf ve ırk ayrımları iç içedir: Yerleşik sınıf hiyerarşisini aşındıran bölüşüm politikaları, beyaz yakalı emekçileri ve “orta sınıfları” tedirgin edebilir. Pembe dalga ülkelerinin çoğunda “ulusal” sermaye çevreleri, ekonomik güçlerini, medya hakimiyetini korudu; bu katmanları meydanlara, sandıklara sürükleyebildi.
Sol iktidarların “sivil darbe” ve seçim yenilgilerine, bu muhalif kitle tabanı katkı yaptı.
2019 ve sonrası: Halk muhalefeti siyasete taşınıyor
2019’da tüm Latin Amerika’da, neoliberal, sağcı, baskıcı iktidarlara karşı bir kalkışma dalgası patlak verdi. Kalkışmalar siyasete de taşındı. Siyasete yansıyan örnekleri hatırlatayım.
Ekvador’da IMF programına karşı Ekim 2019’da sert bir kalkışma patlak verdi. Emekçi ve özgün (“yerli”) halk örgütlerinin ayaklanması karşısında hükümet, başkent Quito’dan ayrılmak zorunda kaldı. Ayaklanmanın temsilcileri ile görüşmeler iki haftada sonuçlandı; “kemer sıkma” önlemleri iptal edildi.
IMF programı, bir yıl içinde yenilenecek; ancak Başkan Moreno’nun seçmenler nazarında itibarı yüzde 8’e düşecek; 2021 seçimlerinde sosyalist aday Andres Arauz’a Başkanlık kapısı böylece aralanacaktır.
Neoliberallerin “gözde ülkesi” Şili de milyarder başkan Pinera’ya karşı sert bir kalkışma dalgası 2019’da patlak verdi. Şili halkı, sadece neoliberal uygulamaları değil, bu politikaların dayanağını oluşturan Pinochet Anayasası’nın iptalini de istemekteydi.
İktidar, bu talebi bir referanduma taşımak zorunda kaldı. 23 Ekim 2020 referandumu, yüzde 78’lik bir oyla darbe anayasasının iptalini kesinleştirdi. Nisan 2021’de yeni anayasayı hazırlayacak Kurucu Meclis seçimi yapılacaktır. Kasım’daki başkanlık seçimini sosyalist bir adayın kazanacağı bekleniyor.
Sermaye tahakkümüne karşı halk muhalefetinin siyasete (sandığa) en erken yansıması, “pembe dalga”nın dışında kalmış olan Meksika’da gerçekleşti: Lopez Obrador, Temmuz 2018’de neoliberalizm karşıtı bir programla ve ezici oy farkıyla başkanlığı kazandı.
Sonraki yansıma 2019’da Arjantin’de gerçekleşti: Sol Peronist Alberto Fernandez yüzde 45’lik eşiği geçerek ilk turda başkan seçildi.
Solun üçüncü zaferi, Evo Morales’i iktidardan uzaklaştıran 2019 Bolivya askerî darbesinin bir yıl içinde iflası ile gerçekleşti. Darbe ortamında halk örgütleri dağılmadı. Morales’in partisi MAS’ın adayı Luis Arce Ekim 2020’de yüzde 55’lik oyla ilk turda Başkan seçildi.
Şubat 2021: Sol, Ekvador’da iktidara yaklaşıyor
Ekvador’da Şubat 2021’deki başkanlık seçimini solcu aday Andres Arauz, yüzde 32,2’lik oyla ilk sırada bitirdi. Arauz, 2007-2017 boyunca ülkeyi yöneten (ve seçime girmesi engellenen) sosyalist Rafael Correa’nın desteğiyle aday olmuştu. Seçime çeşitli engellemeleri aşarak, yeni bir partinin adı altında girmek zorunda kalmıştı.
Arauz, seçim kampanyasını Rafael Correa’nın politikalarını sürdürmek, ileri taşımak hedeflerine dayandırdı; IMF programını iptal edeceğini açıkladı.
Correa’nın on yıllık yönetiminin parlak sicili, Arauz’un seçim başarısına katkı yaptı. Ekvador, 2007-2017 yıllarında iktisadî ve sosyal göstergeler bakımından Latin Amerika’nın en başarılı ekonomilerinden biriydi.
Moreno’nun neoliberal politikalarının bilançosu ise zıt doğrultudadır: Korona-öncesi dönemde (2017-2019’da) kişi başına GSYH yüzde 1,5 gerilemiştir. Korona krizi çok kötü yönetilmiş; Ekvador, salgına en ağır kayıp veren Latin Amerika ülkelerinden biri olmuştur.
11 Nisan’da Arauz’la yarışacak olan Yaku Perez ise, 2019’da IMF karşıtı kalkışmalara ön saflarda katılan özgün (“yerli”) halk muhalefetini temsil ediyor. İlk turda oyların yüzde 19,8’ini aldı. Çevreci ilkelere dayalı programında, madencilik yatırımlarının frenlenmesini savunuyor.
Ekvador’da başkanlık yarışı, böylece, neoliberalizme karşı mücadele veren iki akımın temsilcisi arasında sonuçlanacaktır. Seçime katılan on altı adaydan halk muhalefetini temsil eden Arauz ve Perez, toplam oyların yüzde 52’sini kazanmıştır.
Faşizmin, emperyalizmin, sermaye tahakkümünün bunalttığı Türkiye gibi ülkelere, Latin Amerika bir kez daha hatırlatıyor: Başka bir dünya mümkündür…
Korkut Boratav / SOL