Bu bildiride Türkiye’deki mevcut hayvansal protein kaynaklarının durumu sunulmuş ve alternatifler tartışmaya açılmıştır.
Kutay Sırıklı
Toplum Sağlığını Geliştirme ve Koruma B.A- Beslenme Komisyonu
Özgür Selvi
Kolektif Yaşamı Kurgulama B.A- Tarım Komisyonu
Giriş
Tarımdaki gelişim, kapitalizmin gelişimi ile doğru orantılı olarak ilerlemiştir. Kendi içerisinde eşitsizlikleri barındırmakla birlikte; üretimden elde edilen ürünlerin işlenmesi sürecine ve üretim miktarını arttırmaya dönük teknoloji kullanımına kadar tüm alanlarda günümüzde kapitalizmin kuralları ve işleyişi hâkimdir. Toplam istihdam içerisinde tarımsal istihdamın payının bazı ülkelerde %2-3 seviyelerinde olduğu bilinmektedir. Dünyada ve Türkiye’de tarımsal üretimde bulunan nüfus azalmakta fakat tarımsal üretim miktarı ise hızlı bir artış göstermektedir. Bu konuda üretimi arttıracak teknoloji kullanımı, makineleşme, birim üretimden alınan verim oranlarının arttırılmasına yönelik ıslah çalışmaları, biyokimya ve gen teknolojisindeki gelişmeler etkili olmuştur. Bütün bunlara rağmen günümüzde 820 milyondan biraz fazla sayıda, yani yaklaşık olarak dünyadaki her dokuz insandan birinin yetersiz beslendiğini Şekil 1’deki veriler gözler önüne sermektedir (FAO, 2019).
Yetersiz beslenme sonucu, bedensel ve zihinsel sağlık sorunları karşımıza çıkmaktadır.
Asya 381 milyon kişiyle yetersiz beslenmenin en sık görüldüğü kıtadır. Asya’yı 250 milyonla Afrika takip etmektedir. Açlığın ve kötü beslenmenin (yetersiz beslenme, mikro-beslenme yetersizlikleri, aşırı kiloluluk ve obezite de dahil) ortadan kaldırılması, tükettiğimiz gıdaların özellikle de çocuklar açısından besleyici olması önemlidir. Besleyici gıdalar yüksek maliyetlidir ve çok sayıda ailenin bu gıdaları almak için yeterince alım gücü yoktur. Günümüzde 3 milyarı aşkın insanın alım gücü sağlıklı bir diyet sürdürmeye yetmemektedir. Sahra Altı Afrika’da ve Güney Asya’da nüfusun %57’si için bu durum geçerlidir. 2019 yılında beş yaşın altındaki çocukların üçte biri ila dörtte birinin (191 milyon) gelişimi sekteye uğramış, ya çok kısa ya da çok zayıf kalmışlardır. Yine beş yaşın altındaki 38 milyon çocuk ise aşırı kilo sorunu yaşamaktadır (UNİCEF, 2020).
Kısaca dünyada üretilen gıdanın insanlığa eşit dağılmadığını söyleyebiliriz.
Şekil 1. Yıllara göre dünyada yetersiz beslenen insan sayısı (FAO, 2019)
İnsanın günlük alması gereken protein miktarı; yaşa, fiziksel yapıya, hareketli olup olmamasına, iklim şartlarına göre değişmektedir. Dünya Sağlık Örgütü verilerine dayanarak, sağlıklı bir insanın vücut ağırlığının her bir kilogramı için 0,8-1 gr protein tüketmesi ve bunun da %42’sinin hayvansal kökenli olması önerilmektedir.
Proteinler kasların gelişimi, dokuların yenilenmesi, metabolik reaksiyonların gerçekleşmesi, bağışıklık sisteminin faaliyetleri, vücutta maddelerin taşınması gibi çok çeşitli görevlere sahiptir. Proteinlerin yapıtaşı olan amino asitler, esansiyel ve esansiyel olmayan olarak ayrılır. İnsanlarda, organizmanın fonksiyonlarının sürdürülmesinde görevli olan 20 adet amino asittten dokuz tanesi esansiyel olarak tanımlanmaktadır. Esansiyel amino asitler insan vücudunda üretilemez ve bu nedenle diyet ile sürekli alınmaları zorunludur. Eksikliklerinde; kas kaybı, anemi, bağışıklık sistemi yetersizlikleri, sinirsel mekanizmalarda aksamalar, anksiyete, depresyon ve çocuklarda gelişim bozuklukları gibi çok farklı sağlık sorunları ortaya çıkmaktadır.
Yüksek protein içeriğine sahip hayvansal kaynaklı besinler et, balık, yumurta, süt ve süt ürünleridir. Bitki bazlı protein kaynakları ise başlıca tahıl, baklagiller ve sert kabuklu yemişlerdir. Diyetle alınması gereken esansiyel aminoasitler açısından hayvansal kaynakların öne çıkmasının sebebi; içerdikleri amino asit bileşiminden kaynaklanmaktadır. Hayvansal ürünlerin her biri insan beslenmesinde vazgeçilmez olan aminoasitlerin tamamını içermektedir. Bitkisel kaynaklarda ise bu aminoasitler farklı miktarlarda bulunmakla birlikte, tamamının tüketilebilmesi için diyetteki bitkisel ürün çeşitliliğinin arttırılması gereklidir.
Hayvansal protein kaynaklarının ele alındığı bildirinin ilk bölümünde Türkiye’deki hayvansal üretimin mevcut durumu; kırmızı et, süt, beyaz et, yumurta ve su ürünleri üretimindeki tablo üzerinden sunulmuştur. Söz konusu ürünlerin üretiminde; farklı boyutlarda dışa bağımlılık, gıda tekellerinin kâr odaklı üretimi, yüksek fiyat politikası gibi kapitalist sistemin kendisinden doğan çeşitli sorunlar bulunmaktadır. Bu durumun doğal sonucu olarak, örneğin Türkiye’de kişi başına tüketilen proteinin sadece %29’u hayvansal ürünlerden sağlanabilmektedir.
Bildirinin ikinci bölümünde ise alternatif yeni protein kaynakları olarak ön plana çıkan ve son yıllarda dünya genelinde tartışılan böcek yetiştiriciliği ve yapay et üretimine dair genel bir çerçeve sunulmuştur. Alternatif protein kaynaklarıyla ilgili araştırmalar hem kapitalist hayvansal üretimden kaynaklanan hem de hayvancılığın doğasında bulunan problemlere karşı bilimsel çözüm önerileri getirmeye çalışmaktadır. Sosyalist gelecekte öncelik, geleneksel protein kaynaklarını sunan hayvan yetiştiriciliğinin yeniden örgütlenmesi ve üretimin merkezi planlama doğrultusunda sürdürülmesi olacaktır. Alternatif protein kaynaklarını ise, kendilerine özgü avantajları, teknolojik olanaklar ve gelecekteki gıda politikalarına olası destekleri üzerinden tartışmaya açmak faydalı olacaktır.
Sonuç olarak, bu bildiride Türkiye’deki mevcut hayvansal protein kaynaklarının durumu sunulmuş ve alternatifler tartışmaya açılmıştır. Geleceğe yönelik öneriler ile ilgili genel bir yaklaşım belirtilmiştir ancak daha kapsamlı bir çalışmanın ilerleyen çalıştaylarda sunulması hedeflenmektedir.
1. Dünyada Hayvansal Protein Üretiminde Genel Durum
Dünyada tarımın önemli bir bileşeni olan hayvansal üretim, toplumların beslenmesinde, insanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar önemli bir yer tutmuştur. Dünya et üretiminin %30’u sığırlardan, %5’i küçükbaş hayvanlardan karşılanmakta kalan miktarda ise domuz ve tavuk eti üretiminin önemli bir payı bulunmaktadır. Dünyada et üretimi (su ürünleri hariç) 1970 yılında 101 milyon ton iken 2019 yılında yaklaşık 3,4 kat artarak 335 milyon tona ulaşmıştır.
Tablo 1. Dünyada Et Üretimi (Milyon Ton)
Tavuk eti üretimi 2017 yılında 109 milyon tona ulaşmıştır. Bu üretimin %17,6'sı ABD, %12,5'i Brezilya ve %11,8'i Çin olmak üzere toplam %41,8'i bu üç ülke tarafından karşılanmıştır (BESD-BİR, 2019).
Dünyada yumurta üretimi 2017 yılı verilerine göre yıllık 80 milyon tona ulaşmış bunun %39’u Çin tarafından üretilmekte ve kıtalara göre üretim dağılımı incelenecek olursa Asya kıtasının toplam üretimin %62’sini sağladığını görmekteyiz. (YUM-BİR)
Dünya süt üretimi 1970 yılında 392 milyon ton iken 2019 yılında yaklaşık %115 artarak 843 milyon tona ulaşmıştır.
Şekil 2. Dünyada süt üretimi ( TİGEM 2019 Hayvancılık Raporu, https://www.tigem.gov.tr/)
Dünyada 2018 yılında 178,5 milyon ton su ürünleri üretimi gerçekleştirilmiştir. Bu, üretimin yaklaşık 96,4 milyon tonu avcılık yoluyla, 82,1 milyon tonu ise yetiştiricilik yoluyla elde edilmiştir (T.O.B, 2020).
Tüm dünyada avlanabilir stok büyüklüğüne ulaşıldığı kabul edilmektedir.
2. Türkiye’de Hayvansal Üretimin Mevcut Durumu
Sağlıklı beslenme için kırmızı et, süt, süt ürünleri, beyaz et, yumurta ve balık etinin hayvansal protein ihtiyacını karşılamada önemli besinler olduğunu, esansiyel aminoasitlerce ve vitamin-mineral açısından zengin olması nedeniyle tercih etmemiz gerektiğini biliyoruz. Hayvansal protein ihtiyacını karşılayacağımız besinlerin ülkemizdeki üretim durumu, üretim biçimi ve eşitsizlikler, ülkemizdeki hayvan varlığı, üretimde dışa bağımlılık gibi mevcut sorunları her bir sektör için sıralamaya çalışacağız.
2.1. Kırmızı Et ve Süt:
Türkiye’de hayvansal üretimde iki üretim biçimi görülmektedir. Birincisi aile iş gücünün egemen olduğu küçük üreticilik, ikincisi ise endüstriyel hayvancılıktan oluşan üretim biçimidir. Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık, kırmızı et ve süt üretiminin temelini oluşturmaktadır. 2019 yılı TÜİK verilerine göre 17.872 milyon büyükbaş ve 48.481 milyon küçükbaş hayvan varlığımız bulunmaktadır.
Tablo 2. Türkiye Hayvan Varlığı (1.000 baş)
Türkiye’de süt üretiminin yaklaşık %90,6’sı sığırdan elde edilmektedir. Kırmızı et üretimi %90 oranında sığırdan sağlanmaktadır.
Hayvancılık Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre 2018 yılında Soy Kütüğü ve Ön Soy Kütüğü sistemine kayıtlı süt üretilen işletme sayısı 1.261.794, kayıtlı dişi sığır sayısı da 9.061.926 baştır. Bu işletmelerin 46.475’inde sığır sayısı 50 başın üzerindedir. Yani süt sığırcılığı işletmelerinin %3,7’si 50 baş ve üzerindeki orta ve büyük işletmelerdir.
Türkiye’de süt sığırcılığı işletmeleri yanında sığır besiciliği yapan işletmeler de vardır. III. Tarım Şurası çalışma dokümanlarında sığır besiciliği yapan işletme sayısı 2011 ve 2018 yılları için sırasıyla 374 bin ve 234 bin olarak verilmiştir. Bu durumda sığır besi işletmelerinin yıllık azalma hızı %6,5 olarak hesaplanır. Bu verilere de dayanılarak Türkiye’de sayısı yıldan yıla azalmakla birlikte 250 bin kadar sığır besiciliği işletmesi olduğu söylenebilir (Akman & Şen A.Ö., 2020).
Sığır besiciliğindeki işletmelerin azalmasıyla birlikte işletmelerin hayvan sayılarında yani büyüklüklerinde artış olmuştur. Özellikle büyükşehirlerin çevresinde toplanmış olan sığır besiciliğinde son on yılda besilik ithal hayvan getirilmesi sonucu büyük işletme sayısı artmış, endüstriyel hayvancılık ağırlık kazanmıştır.
Büyükbaş hayvancılık mera hayvancılığı ve endüstriyel hayvancılık olarak kendi içinde dağılmaktadır ve mera hayvancılığından endüstriyel hayvancılığa doğru bir geçiş söz konusudur. Bu geçiş işletme sayısının azalmasına, nüfusun bir kısmının tarımsal üretimi bırakmasına ya da tarım işçisi olarak şirketleşmiş tarım işletmelerinde çalışmasına neden olacaktır.
2010-2019 yılları arasında ithal edilen canlı sığır sayısı 5 milyon başa, ithal edilen sığır eti de 300 bin tona yaklaşmıştır. Türkiye son 10 yılda, ağırlıklı olarak besilik sığır ile sığır eti (kasaplık olarak ya da çeşitli formlarda karkas) ithal etmiştir. Türkiye, sadece canlı sığır ve sığır eti değil, yem hammaddeleri, sığırcılıkla ilgili alet-ekipman ile boğa sperması da ithal etmektedir. İthal edilen boğa sperması miktarı 2010-2018 yılları arasında yıllık 3,5 milyon dozun altına düşmemiştir (Akman & Şen A.Ö., 2020).
2018 yılında 5 milyonun üzerinde ithal sperma, 2 milyon dozun biraz üzerinde yerli üretim spermaya karşılık 2018 yılında 3 milyon sığır tohumlanmıştır.
Hayvansal üretimimizin en önemli kalemleri arasında yem maliyeti gelmektedir. Yem için ham maddelerinin %45’ini ithal etmek durumunda kaldığımız bir üretimde üretim maliyetlerini uluslararası şirketlerin kontrol ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Hayvan varlığımızı oluşturan ırkların büyük çoğunluğunun kültür ırkları olması, ithal sperma, yem katkı ürünleri gibi yemi tamamlayıcı özelliğe sahip biyo-teknolojik ürünlerin neredeyse tamamı ithal edilmektedir.
Süt ve süt ürünlerinde ise Türkiye net ihracatçı konumundadır. TÜİK verilerine göre sağılan hayvanlarda hayvan başına süt verimi 3150 kg/baş yıl olarak bilinmektedir. 2019 yılı 20.782.000 ton olup toplam süt üretiminin %90,5’ini oluşturmaktadır. Kalan üretim koyun ve keçi sütüdür. Toplam sütün entegre süt işletmelerine aktarılan miktarı ise 9.560.000 ton (%46)’dur. TÜİK’in 2019 yılı verilerine göre toplam sütün 1.540.122 tonu içme sütü üretiminde kullanılmıştır. Aynı verilere göre; 707.160 ton peynir, 1.181.000 ton yoğurt, 720.000 ton ayran, 73.840 ton tereyağı üretilmiştir. Süt sanayisinde ve süt ürünlerinin perakende satışında oligopol bir yapı söz konusudur. Süt sanayisindeki şirketler USK (Ulusal Süt Konseyi) üzerinden süt fiyatlarını belirlemede etkin olmakta, kimi şirketler karma yem üretimi de yaparak süt üreticilerine kendi karma yemlerini alma zorunluluğu getirmektedirler.
2.2.Beyaz Et ve Yumurta:
Türkiye’de kanatlı hayvancılık, 1990’lı yıllardan itibaren hızlı gelişme kaydederek gerek et tavukçuluğu, gerekse yumurta tavukçuluğu hayvansal protein ihtiyacının karşılanmasında önemli bir katkı koymuştur. BESD_BİR’in 2020 yılı verilerine göre kişi başına kanatlı eti tüketimi 21 kg düzeyine çıkmıştır. 2000 yılında bu oran 9,75 kg/kişi yıl olup 20 yıl içerisinde 2,15 kat artmıştır. Kanatlı eti üretimi ise, TÜİK’in verilerine göre 2020 yılında 2.194.475 tona ulaşmıştır.
Tablo 3. Türkiye Kanatlı Eti Üretimi (Ton)
Türkiye’de kanatlı eti üretimi toplam 15-20 şirketin kontrolünde gerçekleşmektedir. Bu şirketler karma yem fabrikası, damızlık kümesleri, kuluçkahane, etlik piliç kümesleri, kesimhane tesisleri olmak üzere entegre bir sistem üzerinden üretimin başından sonuna kadar olan süreci yürütmektedirler. Kendi kümesleri dışında fason üretim yaptırdıkları ve yeminden, ilacına kadar bütün aşamaları kontrol ettikleri bir üretim sistemi kurmuşlardır. Kanatlı eti üretiminde, büyümeyi teşvik edici olarak antibiyotik ve hormon kullanımı 2006 yılından itibaren yasaklanmış sadece tedavi edici olarak antibiyotik kullanılmaktadır. Kanatlı eti üretiminde antibiyotik ve hormon kullanımı konusunda toplumun güvensizliği sürmektedir. Sermayenin üretim sürecinin başından sonuna kadar yer aldığı ve daha fazla kâr elde etme güdüsü ile hareket ettiği düşünülürse bu güvensizlik devam edecektir. Bu güvensizlik organik tavukçuluğa ilginin artmasına yol açmakta fakat bu da bir başka yanılsamayı beraberinde getirmektedir. Türkiye’de organik, gezen tavuk ya da iyi tarım gibi adlandırmalarla yapılan tavukçuluk kamu kurumlarının denetim mekanizmasını sermayenin lehine kullandığı, organik bir ürün için üretim sürecinin başından sonuna kadar izlenebilmesi gerekirken bunun birçok nedenle mümkün olamayacağı koşullarda yapılmaktadır. Bu alanda üretim yapan işletmelerin de kârlılığını arttırma güdüsü göz önüne alındığında sonuçta organik olmayan ama organik görünümlü bir üretim karşımıza çıkmaktadır.
Kanatlı eti üretiminin %21’i ihraç edilmektedir. Kanatlı yemi üretimi için gerekli olan en önemli iki hammadde ithal edilmek zorundadır. Bunlardan birincisi soya ve soya ürünleri, diğeri ise mısırdır. Türkiye soya ihtiyacının %95’ini ithal etmekte, yine soya fasulyesi küspesi ihtiyacının %90’ını ithal ederek sağlamaktadır.
Özet olarak, kanatlı eti üretiminde ham madde ihtiyacı, tavuk ırkı, ilaç, yem katkı gibi girdilerin tamamına yakını ithal edilmek zorundadır.
Türkiye’de TÜİK’in 2018 yılı verilerine göre 124.054.810 yumurta tavuğu bulunmaktadır. Kişi başına yumurta tüketimi 294 adet olup 2006 yılından 2018 yılına kadar geçen sürede yaklaşık 2,6 kat artmıştır. Yumurta üretimi yapan işletme sayısı 2018 yılı rakamlarına göre 1080’dir. Bu rakam kanatlı eti üretimindeki işletme sayısına göre fazla gözükmekle birlikte büyükbaş ya da küçükbaş hayvancılık işletmelerine göre çok küçük bir rakamdır. Yumurta tavuğu işletmelerinde de kanatlı eti üreten şirketlerdeki gibi, entegrasyon ve büyük kapasiteli şirketlerin ağırlığı bulunmaktadır ve işletme sayılarının bu yönde azalacağı görülmektedir.
Yumurta üretimi için de ham madde başta olmak üzere, tavuk ırkı, yem katkı maddesi gibi girdilerin tamamı ithal edilmek zorundadır.
Beyaz et ve yumurta üretimimiz hayvansal kaynaklı protein ihtiyacımızı karşılamada önemli bir boşluğu doldurmakta, üretimin entegre yapılabilmesi gibi avantajlara sahip olmakla birlikte olası hayvan hastalıklarından da çok çabuk etkilenebilecek riskler barındırmaktadır. Sermayenin ağırlığının olduğu her iki üretimde de devletleştirme ile toplum yararını gözeterek yapılacak yeniden bir organizasyon, tavuk eti ve yumurtasına olan güvensizliği ortadan kaldıracağı gibi daha sağlıklı, hayvan refahını da öne çıkararak yapılacak üretimle hayvansal protein ihtiyacını karşılamada önemli bir yer tutacaktır.
2.3. Su Ürünleri
Su ürünleri karasal organizmalarda bulunmayan fonksiyonel bileşenleri içermektedirler. Bunların başında, hücre zarlarının önemli bileşenleri olan aynı zamanda, insan beyni ve retinanın gelişimi için gerekli olan omega-3 serisine ait, özellikle eikosapentaenoik asit (EPA) ve dokosahekssaenoik asit (DHA) çoklu doymamış yağ asitleri gelmektedir. Su ürünleri vücut için gerekli tüm esansiyel aminoasitleri, izelementleri ve özellikle yağda çözünen vitaminleri içermektedirler (Korkmaz & Arpa, 2020).
Türkiye, farklı özelliklere sahip, popülasyon, çeşitlilik, su sıcaklığının değiştiği denizlerle çevrilidir. Su ürünleri üretiminin yaklaşık yarısı denizlerden avcılık yoluyla sağlanmaktadır. Türkiye’de deniz balıklarının avcılığı, esasen kıyı balıkçılığına dayanmaktadır henüz açık deniz balıkçılığı yapılamamaktadır.
TÜİK 2018 verilerine göre, Türkiye’nin toplam su ürünleri üretimi 628.631 tondur. Avcılık yoluyla yapılan üretimde giderek azalan bir eğilim görülmektedir. 2018 yılında deniz ürünleri avcılığında bir önceki yıla göre %11,9, iç su ürünleri avcılığında ise %6,2 azalma meydana gelmiştir. 2018 yılında avcılık yoluyla yapılan üretim 314.094 ton olurken, 1980’li yılların ortasına kadar istatistiki olarak önem arz etmeyen su ürünleri yetiştiriciliği, 314.537 tonluk üretim miktarı ile avcılık yoluyla yapılan üretim miktarını geçmiştir. 2000’li yıllardan itibaren su ürünleri yetiştiriciliği giderek artmış ve 2018 yılı verilerine göre su ürünleri yetiştiriciliğinin toplam üretimdeki payı %50,4 olmuştur.
Türkiye’de denizlerden avcılık yoluyla elde edilen su ürünleri üretiminin büyük bölümü (%62,1) Karadeniz’den sağlanmaktadır. Karadeniz’in en verimli Bölgesi de Doğu Karadeniz’dir. Nitekim Türkiye’de 2018 yılı itibariyle deniz ürünleri avcılığının %31,5’u Doğu Karadeniz, %30,6’sı ise Batı Karadeniz Bölgesi’nden elde edilmiştir. Akdeniz, Türkiye denizleri içerisinde av verimi bakımından en zayıf olan denizdir.
Avcılık üretimi, yıllar itibarı ile dalgalanma gösterirken, yetiştiricilik üretimi özellikle 2000’li yılların başından itibaren sürekli olarak artmıştır. TÜİK’in verilerine göre Türkiye’nin yıllık su ürünleri üretimi, 2010-2018 yılları arasında yıllık 537-704 bin ton arasında değişmiştir. Toplam su ürünleri üretimi 2018 yılında 628.631 ton olarak gerçekleşmiş, bunun 314.094 tonu avcılıktan, 314.537 tonu yetiştiricilikten elde edilmiştir.
İç sularda en çok yetiştirilen tür alabalık, denizlerde ise levrek ve çipuradır. Yetiştiriciliğin iki ana girdisi yem ve yumurta/yavrudur. Özellikle yem hammaddelerinden balık unu ve yağında dışarıya bağımlılık bulunmaktadır. Su ürünleri tesislerinin büyük çoğunluğunu küçük işletmeler oluşturmaktadır.
Olanaklar ve Kısıtlar
Türkiye’de protein kaynaklarını incelediğimizde; kırmızı et, süt ve süt ürünlerinde büyükbaş hayvancılığın öne çıktığını görüyoruz. Mera hayvancılığından uzaklaşılarak verimi yüksek kültür ırklarıyla yapılan hayvancılığın önümüzdeki süreçte tıkanacağını ve çözüm üretemeyeceğini ön görebiliriz. Bu tıkanma şimdiden kendisini ithal kasaplık ya da besi hayvanı olarak göstermektedir. Sorun başlıkları, hayvansal üretimde ithalat payının ve birim üretim maliyetinin yüksek olması olarak özetlenebilir. Bu sorunların çözümü için; yerli ırklarımızın ıslah çalışmaları ile geliştirilmesi, büyükbaş hayvancılıkta ithalata dayalı üretimden vazgeçilmesi, mera olanaklarını değerlendirebildiğimiz küçükbaş hayvancılık ile dengeli bir üretim modelinin uygulanması, büyük çoğunluğu küçük aile işletmesine dayanan ve yine bitkisel üretim ile birlikte sürdürülen hayvancılığın devlet çiftlikleri bünyesinde birleştirilmesi gerekmektedir.
Türkiye’de meralar 1945 yılından günümüze kadar geçen süreçte azalmış, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile önemli bir miktarı tarım alanına dönüştürülmüş, 1970-2019 yılları arasında ise %32 oranında azalmıştır. Meraların azalması karşısında hayvan sayısın artması sonucu aşırı otlatılma yapılması ve doğru zamanda otlatılmaması meraların niteliğini düşürmüştür. Son on yılda ise meraların imara açılması, amaç dışı kullanımı sonucu rant alanlarına dönüşmüştür. Çayır ve meralar erozyonun önlenmesinde, biyolojik çeşitliliği ve hayvancılık için kaba yem ihtiyacının karşılanmasında önemli bir yer tutmaktadır. Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılığın kaba yem sorununu aşmak için meralarımızın ıslah edilmesi, ranta açılmasına son verilmesi, yeni mera alanları oluşturulması gerekmektedir. Bu ise önce devletleştirme ile yeni mera alanları ve tarımda yapılacak merkezi bir planlama ile de mera ıslahı, meraların taşıma kapasitesine göre doğru zamanda otlatılma yapılması sağlanarak çözülebilir.
Mera alanlarının ve niteliğinin geliştirilmesi hayvancılığın kaba yem sorununu da çözeceği için yem için gerekli hammaddelerin ithalatını da azaltacaktır. Bununla birlikte yem hammaddeleri ithalatını tamamen ortadan kaldırmak ve dışa bağımlılığı sonlandırmak için ithal edilen ham maddelerin üretimini sağlayacak bitkisel üretim planlaması yapılması gerekmektedir. Merkezi yapılacak bu planlama ile kaynaklarımızı, ihtiyaçlarımıza göre doğru kullandığımız bir üretim deseni çıkarmamız durumunda şu an yaşadığımız ithal ham madde sorununu ve ham maddelerin stoklanması sonucu elde edilen rant da ortadan kaldıracaktır.
Beyaz et ve yumurta üretimindeki şirketleşmiş olan işletmelerin devletleştirilerek, üretimin toplum sağlığı gözetilerek yeniden organize edilmesi çözüm olacaktır. Yine kanatlı hayvancılığın en büyük sorunlarından birisi et ve yumurtacı tavuk ırklarının ithal edilmesi ve yem üretimi için gerekli olan ham maddelerin ithalatıdır. Tavuk ırkı ve alternatif ham madde temini konusunda bilimsel çalışmaları başlatmak ilk yapılacak işler arasında sayılmalıdır.
Su ürünleri yetiştiriciliği konusunda sadece balık türleri üzerinde değil yumuşakçalar, kabuklular, su ürünlerindeki diğer organizmalar ve deniz yosunlarının üretimini de içeren ve geliştiren bir planlama hedeflenmelidir. Balık dışındaki diğer su canlıları hayvansal protein kaynağı açısından bize çeşitlilik sunacaktır.
Yukarıdaki protein kaynakları dışında alternatif protein kaynaklarını da değerlendirdiğimiz, toplumun sağlıklı ve sürekli gıda ihtiyacını karşılayabilecek şekilde planlanmış bir tarım ve gıda üretimini hedeflemeliyiz.
3. Alternatif Protein Kaynakları
Tüm dünyaya yayılmış olan açlığın ölçeği karşısında, besin eksikliklerinin ele alınması acil bir öncelik olmaya devam etmektedir. Hem hayvansal hem de bitkisel gıdalardaki beslenme çeşitliliğinin darlığıyla birlikte, kronik olarak yetersiz beslenenler için protein ve gerekli amino asitlere ulaşım önemli bir faktördür. Mevcut durumda empoze edilen gıda politikaları insanların günlük almaları gereken enerji ihtiyacına odaklı olarak düşük maliyetli besin sağlamasına rağmen, bu beslenme tarzı, insanların beslenme görüntüsünde, enerji açısından yeterliyken, vücut için gerekli protein ve mikro besin açısından yetersiz kalınan bir anlamına gelmektedir (Efe Sezgin, 2020). Kapitalizmde kaliteli gıdanın yokluğundan ziyade, düşük gelirli insanların ona erişememesi temel sorundur. Kapitalizmin doğasının bir sonucu olarak açlık ve obezite sarmalında insanlar gerekli makro ve mikro besinleri yeteri kadar temin edememektir.
Beslenme bozukluklarının çözümüne dair süre gelen tartışmalar mevcuttur. Bu tartışmaların genel çerçevesi beslenme güvensizliğinin asıl kaynağı olan kapitalist sistem görmezden gelinirken, düzeni “iyileştirme” çabaları olarak kalmaktadır. Alternatif protein kaynakları olarak belli böceklerin yetiştiriciliği veya laboratuvarda et üretimi de bu düzlem içerisinde tartışılmakta ve bu “yeni gıda”ların açlığı bitirmenin yolu olabileceği değerlendirilmektedir.
Sosyalist gelecek planlamasında bu soruna dair iki temel çözüm sistematiği birlikte değerlendirilebilir. Bunlardan ilki, kapitalizmde gelenekselleşen üretim, dağıtım ve tedarik zincirlerindeki sorunları bilimsel ve eşitlikçi yolla çözüme kavuşturmaktır. Diğeri ise bilimsel gelişmelerin ışığında geleneksel üretime alternatifler oluşturabilecek kaynakların kullanılmasıyla sorunun çözümüne katkı sağlanabilir.
Bu bölümde, sosyalizmin doğasında bulunan, gıdaya eşit ve ücretsiz erişim, açlığın ve sağlık sorunlarıyla doğrudan mücadele gibi kapitalizmden devralınan temel sorunlara “çözümler” tartışılmayacaktır. Zira açlık ve yetersiz beslenme üretimin niteliği ile ilgili değil doğrudan kapitalist sistemden kaynaklanan sorunlardır. Günümüz koşullarında ülkemizi, doğru planlama ve sosyalist sistemle birlikte, geleneksel yollarla bile toplumun protein ihtiyacını karşılayabileceği bir seviyeye getirmek mümkün olacaktır. Dolayısıyla bu bölümde, üretim boyutlarındaki gelişmeler ve alternatif kaynaklara odaklanılmaktadır.
Sonuç olarak sosyalist gelecek planlamasında alternatif gıda kaynakları açlığı bitirmenin bir aracı olarak değerlendirilmemektedir. Bildirinin bu bölümünde alternatif yöntemlerin, mevcut hayvansal üretim biçimlerinden daha gelişkin ve avantajlı yönleri, sosyalist gelecekte protein kaynağı olarak değerlendirilme potansiyelleri tartışılmaktadır.
3.1.Protein Kaynağı Olarak Böcek Yetiştiriciliği
En az 1386 yenilebilir böcek türü bulunmaktadır (Verkerk & Tramper, 2007). Dünyanın farklı coğrafyalarında 2 milyar insanın diyetinde böcek tüketimi mevcuttur. Böcekler, gelişimin her aşamasında yenilebilir: yumurtalar, larvalar, pupalar ve yetişkinler. Yıl boyunca veya mevsimsel olarak farklı şekillerde, insan diyetine dâhil edilebilirler. Yenen böcekler genellikle çekirgeler, tırtıllar, termitler, karınca grubu, arı ve suda yaşayanlardır.
Böcek yetiştiriciliği tavuk ve domuzlar yetiştiriciliğinden yaklaşık iki kat, büyük baş hayvanlardan ise beş kat daha verimlidir. Böceklerin üreme oranları hesaba katarak, gıda dönüştürme verimliliği sığırlarınkinin 20 katı olabilmektedir. Ayrıca böcekler, geleneksel çiftlik hayvanlarından çok daha geniş bir bitki yelpazesiyle beslenir. Böcek tüketimi, çiftlik hayvanlarının olumsuz çevresel etkilerini azaltmaya da yardımcı olabilmektedir. Böcek yetiştiriciliği çok daha az alan gerektirir ve daha az kirlilik oluşturmaktadır.
Bir besin kaynağı olarak böcekler oldukça besleyicidir. Birçok böcek türü, et veya balıkla aynı miktarda tüketildiğinde, alınan protein oranı çok daha fazladır. Özellikle larva dönemindeki bazı böcekler de yağ bakımından zengindir ve çoğu böcek önemli oranda amino asit, vitamin ve mineral içermektedir.
Yenilebilir böceklerin yüksek beslenme kalitesine rağmen tüketiminde sıhhi endişeler mevcuttur. Bu tür endişeler, çok çeşitli çalışmalarla dile getirilmiştir. Hijyen eksikliği, yetersiz işlem ve saklama koşullarında yaşanabilecek problemlerin insan sağlığını bozucu etkileri olabilmektedir (Ricci, 2013). Dolayısıyla uygun şekilde yetiştiriciliğinin yapılması ve işlenmesi çok önemlidir. Ancak hali hazırda bu tür endişeleri ortadan kaldırabilecek teknik bilgi ve donanım geliştirilmektedir.
Genel bir çerçevenin sonunda yenilebilir böceklerin potansiyel faydalarına bakmak mümkün.
3.1.1. Yenilebilir Böceklerin Besin Değerleri
Böceklerin bir besin olarak değerlendirilmesinde ön plana çıkan en önemli özellikleri yüksek protein değeri olmaktadır (Melo & Maritza Garcia, 2011). Protein, yağ ve enerji seviyeleri böcek türlerine göre değişiklik göstermektedir. Ayrıca, böceklerin gelişim aşaması, çevresel faktörler ve beslenmelerine göre de farklılıklar oluşabilmektedir. Tablo 4’te bazı böcek türlerinin protein, yağ ve enerji değerleri verilmektedir
Tablo 4. Bazı Böcek Türlerinin Protein, Yağ ve Enerji Değerleri (Kurutulmuş 100gr.)
Not: Tabloda görülen böcekler tür, cins ve bulunduğu bölgelere göre oranları farklılık gösterebilmektedir. Burada amaçlanan bizlere böceklerin ortalama olarak değerlerinin neler olabileceğiyle birlikte fikir vermesidir.
Ortalama içerikleri göz önünde bulundurarak Orthoptera (cırcır böcekleri, çekirgeler) için % 61,32 oranı yakalanırken karıncaların da %71 oranda protein değeri olduğu görülmektedir. En düşük hurma biti larvalarının bile protein değeri büyükbaş hayvanların sağladığı protein oranlarına yaklaşabilmektedir. Tabloya dâhil edilmeyen böcek içerikleri de hesaba katılarak, ortalama olarak 100 gr. protein zenginliğini %60, yağ oranını %30, enerjiyi ise 400 Kcal olarak değerlendirebiliriz (Rumpold & Schlüter, 2013) (Alexia Gravel, 2020).
Protein kalitesi, amino asit bileşimi ve proteinin sindirilebilirliğinin oranıyla belirlenmektedir. Dolayısıyla protein içeriğinin yüksek olması tek kriter olarak görülmemektedir. Genel olarak böceklerin amino asit oranlarının yüksek ancak sindirilebilirdik oranlarının bazı böceklerde düşük olduğu belirlenmiştir. Bunun sebebi iskeletli böceklerin yapısında bulunan kitindir (Finke, 2007). Ancak yumuşak iskeletli böcekler değerlendirildiğinde sindirim probleminin olmadığı görülmektedir (Belluco & Carmen Losasso, 2013).
Amino asit yapılarına bakıldığında genel olarak tüm böceklerin histidin, metiyonin, sistein yapısının düşük olduğu bilinmektedir. Ayrıca böceklerin yine bir kısmında triptofan veya lizin amino asitlerinin düşük olduğu görülmektedir. Ancak yüksek değerlerde bulunan yapılar da mevcuttur. Örneğin fenilalanin, tirozin, lösin yapıları hemen hemen her böcek için yüksek oranlara sahiptir (Rumpold & Schlüter, 2013). Böceklerin temel amino asit içeriği % 46 ile % 96 arasında değişmektedir (Verkerk & Tramper, 2007). Ancak böcek türüne ve yapısına göre bu oranlar değişim göstermektedir. Sindirilebilirlik noktasında dış kabuk iskeleti olan türler haricinde % 77 ila % 98 oranlarına çıkabilmektedir (Ramos-Elorduy & J., 1997).
Yenilebilir böceklerin yalnızca protein ve esansiyel amino asit ile değil aynı zamanda mikro besinler açısından da oldukça zengin olduğu bilinmektedir. Gram başına kurutulmuş böcek besini büyük ve küçükbaş hayvanlardan elde edilen kurutulmuş besinlere kıyasla daha fazla mikrobesin içermektedir. Ortalama bir insanın günlük beslenmesi için 100 gr. kurutulmuş herhangi bir böcek yeterli gelmemesine rağmen besin miktarını 200-300 gr. bandına çıkarıp farklı böcek kurutmalarının kombine edilmesi durumda gayet yeterli hale getirilebilmektedir.
Yenilebilir böceklerin mikro besin oranları da oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Örneğin demir kaynağının sığır etiyle (30 mg Fe / kg ) karşılaştırıldığında böceklerin demir içeriği bu değerin oldukça üzerindedir (Campbell & MR Darbesi, 2012). Yine böceklerinin kalsiyum içeriği açıkça büyükbaş hayvanlardan (litre/ 1.25) çok daha yüksektir (J.Cerbulis & Jr., 1976). Vitamin oranlamalarının da oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Tablo 2’de bazı böceklerin besin değerleri gösterilmektedir. Aktarılan bu böceklerin hepsi farklı yönlerden oldukça zengin oldukları görülmektedir. Örneğin karasinek larvaları kalsiyum açısından oldukça yeterli olduğu görülmektedir. Çekirge ve cırcır böceklerinin ise magnezyum ve çinko konusunda zengin olduğu görülmektedir
3.1.2.Böcek Tüketiminin Değerlendirilmesi
Böcek tüketimi mevcut kültürel diyetinde var olmayan insanlar için tiksinç karşılanmasına rağmen önemli avantajlara sahiptir. Alternatif gıda kaynaklarının bugün ki ana kaynaklarımızdan çok daha verimli, sürdürülebilir ve doğayla barışıktır. Verimlilik yalnızca kapitalist sistemin sunduğu gibi kar marjlarının yükseltilmesi olarak değil, birim emekten daha fazlasını alabilmek, onu güçlendirebilmektedir. Hem besili hayvanların besin içeriği hem yetiştirilmesi noktasında böcekler besin olarak kullanımında böylesi bir avantajları olabileceği unutulmamalıdır.
Dünyadaki diğer tüm hayvanlarla karşılaştırıldığında, böcekler çok daha hızlı ürer ve gelişir. Ayrıca, omurgalı hayvanların aksine yetiştirme çiftlikleri dar alanlarda yüksek birimde gerçekleştirilebilir.
Böcekler, besi hayvanlarından çok daha sürdürülebilirlik sağlarken doğaya zararları ise oldukça azdır (Dossey, 2013). Örneğin büyük baş hayvanlar 1 gr kilo almak için 8 gr kütle tüketmesi gerekir fakat böcekler için bu oran 2 g'dan daha azdır (Vogel, 2010). Bu verimlilik, pestisitlerin hayvan yemlerinde daha az kullanılmasına yol açarak ek çevre güvenliği sağlayabilmektedir. Ayrıca böcek yetiştiriciliğinde, insan beslenmesi için uygunsuz hale gelmiş çürümüş meyve ve sebze gibi atık gıdalar kullanılabilir.
Son olarak tüm bu avantajları göz önüne alarak, böcek kullanımı yalnızca doğrudan yiyerek olmayabilir. Örneğin böceğin kendisini değil ama hücrelerini kullanarak, farklı şekillerde işlemek de mümkündür (Agathos S. N., 1996). Sıralanmış tüm avantajlar, bu hücre kullanımı için de geçerli olacaktır (Agathos S. , 1991).
Bilim insanlarının böcekler üzerindeki çalışmalar sonucu artık canlı hücreler kolaylıkla alınabilmekte ve farklı yöntemlerle kullanılabilmektedir. Ek olarak hücrelerdeki zararlı yapıları ortadan kaldırmak da mümkün hale gelmiştir (Drugmand & Yves-JacquesSchneider, 2012). Bu yolla protein üretimi böceklerin doğrudan kullanımından daha fazla avantajı sağlayabilmektedir. Örneğin böcekten hücre üretimi kontrol edilebilir ve tekrarlanabilir kalitede bir ürün elde edilebilmektedir (Cavegn & Blasey HD, 1992). Dahası, böceklerden hücre çıkarımı kapalı bir sistemdir ve bütün böceklere kıyasla düşük bir kontaminasyon riskiyle sonuçlanır (Drugmand & Yves-Jacques Schneider, Insect cells as factories for biomanufacturing, 2012). Bütün böcekler gibi, böcek hücreleri de virüslerin büyümesini veya insanları etkileyen onkojenlerin ekspresyonunu desteklemez.
Bu işlemde bileşimini rasyonel olarak tasarlamak da mümkündür. Yukarıda sıralanan böceklerin avantajlı ve dezavantajlı olduğu bölümleri düzenlenerek farklı böceklerden türetilen hücre hatları arasındaki doğal bileşim varyasyonu kullanılabilir (Carinhas & Bernal, 2011). Böylelikle hem potansiyel zararlı maddelerden peşinen kurtulmak hem avantajları pekiştirmek noktasında bizlere yarar yağlayabilmektedir. Ayrıca böcek yeme korkusu da bu yolla ortadan kaldırılabilir.
Sosyalist gelecekte uygun gıda politikaları geliştirilmesiyle birlikte farklı besinlerin içerisinde, böcekten gelecek makro ve mikro besin değerleriyle zenginleştirilmiş ürünler oluşturulabilir (Drugmand & Schneider, 2012) (Agathos S. N., 1991). Bu ürünler sağlık açısından rahatlıkla halka sunulabilir. Örneğin böcek kaynaklı protein hücreleri ile zenginleştirilmiş undan yapılan ekmekler, makarnalar üretilmesi mümkün olacaktır (YILMAZ, 2019). Bu ürünler aynı zamanda mikrobesinler bakımından da zengin içeriğe sahip olacaktır.
3.2.Yapay Et Teknolojisi
Sosyalist gelecekte, kırmızı et üretiminde artan kaynak kullanımıyla birlikte ihtiyaca cevap verebilecek bir sistemin kurulması elzemdir. Sistem, kapitalizmde oluşan hayvan refahı, sağlığı ve sürdürülebilirliği ile ilgili sorunlara çözümler bulmalıdır. Bu sorunlara çözüm için geleneksel sisteme alternatif olabilecek gelişmeler de yaşanmaktadır. Yapay et teknolojisi buna örnek olabilmektedir. Bu yeni et ürünleri, geleneksel et endüstrisinin karşılaştığı sorunları aşarak, insan için gerekli protein üretimini daha güvenli, sürekli ve doğaya zarar vermeyecek şekilde yürütülen teknolojiler sayesinde üretilebilecektir.
Geleneksel et üretimine bir alternatif olarak görülen, kültürlenmiş et, laboratuvarda yetiştirilen et veya in vitro et olarak da adlandırılmaktadır (Bonny & Graham E Gardner, 2015). Kültürlenmiş et, hayvanı öldürmeden hayvan hücrelerinden et üretilen bir teknolojidir. Yapay et üretimi gıda kaynaklı hastalıkları, olumsuz çevresel etkileri en aza indirebilmektedir (Goodwin & Shoulders, 2013).
Yapay et üretimi basitleştirilmiş şekilde anlatılabilir. Son yıllarda kök hücrelerin tanımlanması, seçilmesi ve değiştirilmesi büyük ölçüde ilerlemiştir. Bu gelişmeyle “et kültürlemek” de mümkün hale gelmiştir. Farklı hayvanlar veya sebzelerden elde edilen hücreler belirli bir ortamda yeniden oluşturulmaya ve geliştirilmeye çalışılmaktadır (Rubio & Ning Xiang, 2020). Üretimde yoğun olarak kemik hücreleri kullanılmaktadır. Kemik hücresi tabanlı tekniklerde, kas dokusu geliştirilir veya yetişkin iskelet kası hücreleri çoğaltılır (van Eelen, 1999) (Bacha & J. P. Beierb, 2004). Ancak bu noktada belirli bir standart hala geliştirilmemiştir. Ek olarak geliştirilen hücrelere, yağ dokuları veya farklı gıdalardan elde edilecek mikrobesinlerin eklenmesi de mümkündür (Takahashi & Yamanaka, 2006) (Dyce, 2004). Ortaya kemiksiz, komplike olmayan bütün bir et ortaya çıkarılabilmektedir. Bu işlemlerde temel amaç, teorik olarak kırmızı eti kopyalamak ve lezzet, doku açısından benzetmeye çalışmaktır. Sonuç olarak iskelet kasının etkin kültürü güncel teknoloji ile mümkündür.
Yapay et üretimini optimize etmek için zamana ve çabaya ihtiyacımızın olduğu açıktır, ancak mevcut başarılar, kabul edilebilir bir et dokusu taklidinin muhtemelen üretileceğini göstermektedir (Datar & Betti, 2010).
3.2.1.Yapay Et Üretiminin Sağlayabileceği Avantajlar
Kültürlü et üretmenin en önemli avantajı et bileşimi ve kalitesini, tadını, yağ asidi bileşimini, yağ içeriğini manipüle etmek ve doymuş yağ asitlerinin çoklu doymamış yağ asitlerine oranını geleneksel hayvan yetiştiriciliğinden çok daha iyi kontrol edebilmektedir. Ayrıca, sağlık açısından insan beslenmesi için gerekli olan farklı mikro besinlerin de kültürlemeye dâhil edilerek, et içerik bakımından daha da zenginleştirilebilir (Sharma & Thind, 2015).
Diğer bir avantaj kalite kontrol kuralları nedeniyle, sağlıklı üretim uygulamaları olarak tehlikeler önemli ölçüde azaltılabilir. Geleneksel et üretiminde sıklıkla karşılaşılan, pestistler, arsenik, dioksin gibi hormonlara maruz kalma riski en aza indirilir (Bhat & Fayaz, 2011)
Diğer bir avantaj, üretim boyutudur. Et üretim sistemi, dünyanın et tedarikini, çok daha az maliyet ve enerjiyle kolaylıkla karşılayabilecek bir hale getirilebilir. Zira geviş getiren hayvanların kesilebilir hale gelmesi için uzun yıllar beklemek gerekirken in vitro sistemde önemli ölçüde etin yetiştirilme süresi kısalır ve birkaç hafta içerisinde tamamlanabilir. Geleneksel üretime kıyasla, kültürlenmiş et, yaklaşık % 7-45 daha düşük enerji kullanımı, % 78-96 daha düşük sera gazı emisyonu, % 99 daha düşük arazi kullanımı ve % 82-96 daha az su kullanımı içerir (Tuomisto & Teixeira de Mattos, 2011). Dolayısıyla bir kilogram et için gereken yem ve işçilik miktarı in vitro kültürlü ette çok daha düşüktür.
Başka bir avantaj in vitro et üretimi, çiftlik hayvanlarının aksine büyük üretim alanlarına ihtiyaç duymaz. Geleneksel üretim için öncelikle hayvanların yetiştirilmesi için büyük alanlara ve daha sonra kesim için de aynı derecede büyük bir alana gereksinim vardır. Ayrıca aynı oranda işçilik de gerekmektedir. Ancak in vitro üretimde bu temel ihtiyaçların çok daha azıyla, çok daha fazla üretim yapabilmek mümkün hale gelmektedir. Bu ülkenin her noktasında üretim yapabilme şansı vermektedir.
Başka bir avantaj ise, hayvan yetiştiriciliği ve kesimindeki etik hususlar olabilir. Sonuç olarak insan beslenmesinin devamı açısından hayvanların etlerini kullanmak zorundayız. Çeşitli inanç ve düşünce sistemlerinde çözümün “et yememek” olarak görülmesi toplumsal sistem içerisinde ancak kişisel bir tercih olabilir fakat sosyalist gelecek planlamasında temin edilmesi gereken tüm toplumun gerekli besinlere ulaşmasıdır. Dolayısıyla yapay et canlılara herhangi bir acı çektirmek veya öldürmek söz konusu olmadığından belli kaygıları ortadan kaldırmak için de yararlı olacaktır (D & A., 2008).
Kısmi olarak, kök hücrelerden üretilen yapay etin geleceği şu anda belirsiz görünmektedir. Öncelikle günümüzde üretilen yapay etlerin maliyeti oldukça yüksektir. Üretim alanları çok kısıtlıdır, dolayısıyla toplumların beslenmesi için yeterli olacak bir üretimden henüz bahsedilememektedir. Bilimsel-teknolojik gelişmeler kadar, yeterli ve sağlıklı beslenme için geliştirilecek planlamalar da yapay et üretiminin geleceğinde belirleyici olacaktır.
SOL / BİLİM VE AYDINLANMA
Kaynak
Agathos, S. (1991). Production scale insect cell culture. Biotechnology Advances, 51-68.
Agathos, S. N. (1991). Production scale insect cell culture. Biotechnology Advances, 51-68.
Agathos, S. N. (1996). Insect cell bioreactors . Cytotechnology, 173-189.
Akman, N., & Şen A.Ö., C. F. (2020). Büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde mevcut durum ve gelecek. Türkiye Ziraat Mühendisliği IX. Teknik Kongresi Bildiriler Kitabı-2 (s. 109-132). Ankara: Ankara Üniversitesi Basın Yayın.
Alexia Gravel, A. D. (2020). The use of edible insect proteins in food: Challenges and issues related to their functional properties. Innovative Food Science & Emerging Technologies.
Bacha, A. D., & J. P. Beierb, J. S.-S. (2004). Skeletal muscle tissue engineering. Journal of cellular and molecular medicine, 413-422.
Belluco, S., & Carmen Losasso, M. M. (2013). Edible Insects in a Food Safety and Nutritional Perspective: A Critical Review. Comprehensive Reviews in Food Science and Food Safety, 296-313.
BESD-BİR. (2019, Kasım). Dünya et üretimi. https://besd-bir.org/assets/uploaded/dunya-et-uretimi.pdf adresinden alındı
Bhat, Z., & Fayaz, H. (2011). Prospectus of cultured meat—advancing meat alternatives. J Food Sci Technol, 125–140.
Bonny, S. P., & Graham E Gardner, D. W.-F. (2015). What is artificial meat and what does it mean for the future of the meat industry? Journal of Integrative Agriculture, 255-263.
Campbell, A., & MR Darbesi, W. B. (2012). Effect of elevated iron intake on the copper status of grazing cattle. New Zealand Journal of Agricultural Research, 393-399.
Carinhas, N., & Bernal, V. T. (2011). ybrid metabolic flux analysis: combining stoichiometric and statistical constraints to model the formation of complex recombinant products. BMC systems biology, 1-13.
Cavegn, C., & Blasey HD, P. M. (1992). Expression of recombinant proteins in high density insect cell cultures. In Animal Cell Technology, 569-578.
D, H. P., & A., D. (2008). Vegetarian meat: Could technology save animals and satisfy meat eaters? Journal of Agricultural and Environmental Ethics, 579-596.
Datar, I., & Betti, M. (2010). Possibilities for an in vitro meat production system. Innovative Food Science & Emerging Technologies, 13-22.
DeFoliart, G. R. (1992). Insects as human food: Gene DeFoliart discusses some nutritional and economic aspects. Crop protection, 395-399.
Dossey, A. T. (2013). Why insects should be in your diet. Scientist, 22-33.
Drugmand, J.-C., & Schneider, Y.-J. A. (2012). Insect cells as factories for biomanufacturing. Biotechnology Advances, 1140–1157.
Drugmand, J.-C., & Yves-Jacques Schneider, S. N. (2012). Insect cells as factories for biomanufacturing. Biotechnology Advances, 1140-1157.
Drugmand, J.-C., & Yves-JacquesSchneider, S. N. (2012). Insect cells as factories for biomanufacturing. Biotechnology Advances, 1140-1157.
Dyce, P. W. (2004). Stem cells with multilineage potential derived from porcine skin. Biochemical and biophysical research communications, 651-658.
Efe Sezgin, K. S. (2020). Kapitalizm dünyayı besleyemiyor. Bilim ve Aydınlanma Akademisi.
FAO. (2019). Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu. http://www.fao.org/3/ca5249tr/ca5249tr.pdf adresinden alındı
Finke, M. D. (2007). Estimate of Chitin in Raw Whole Insects. Zoo Biology, 105-115.
Goodwin, J., & Shoulders, C. (2013). The future of meat: A qualitative analysis of cultured meat media coverage. Meat Science, 445-450.
J.Cerbulis, & Jr., H. (1976). Composition of the Milks of Dairy Cattle. II. Ash, Calcium, Magnesium, and Phosphorus. Journal of Dairy Science, 589-593.
Korkmaz, A. Ş., & Arpa, H. Ü. (2020). Su ürünleri sektöründe mevcut durum ve gelecek. Türkiye Ziraat Mühendisliği IX. Teknik Kongresi Bildiriler Kitabı-2 (s. 279-299). Ankara: Ankara Üniversitesi Basın Yayın.
Melo, V., & Maritza Garcia, H. S. (2011). Quality proteins from edible indigenous insect food of Latin America and Asia. Emir. J. Food Agric., 283-289.
OZIMEK, L., & W. C. SAUER, V. K. (1985). Nutritive Value of Protein Extracted from Honey Bees. Journal of Food Science, 1327-1329.
Ramos-Elorduy, & J., M. J. (1997). Nutritional value of edible insects from the state of Oaxaca, Mexico. . Journal of food composition and analysis, 142-157.
Ricci, S. B. (2013). Edible Insects in a Food Safety and Nutritional Perspective: A Critical Review. Comprehensive Reviews in Food Science and Food Safety, 296-313.
Rubio, N. R., & Ning Xiang, D. L. (2020). Plant-based and cell-based approaches to meat production. Nature Communications.
Rumpold, B. A., & Schlüter, O. K. (2013). Nutritional composition and safety aspects of edible insects. Mol. Nutr. Food Res , 802–823.
Sharma, S., & Thind, S. &. (2015). In vitro meat production system: why and how? J Food Sci Technol , 7599–7607 .
T.O.B. (2020). Su ürünleri istatistikleri. https://www.tarimorman.gov.tr/BSGM/Belgeler/Icerikler/Su%20Ürünleri%20V… adresinden alındı
Takahashi, K., & Yamanaka, S. (2006). nduction of Pluripotent Stem Cells from Mouse Embryonic and Adult Fibroblast Cultures by Defined Factors. Cell, 663-676.
Tuomisto, H. L., & Teixeira de Mattos, M. J. (2011). Environmental impacts of cultured meat production. Environmental science & technology, 6117-6123.
UNİCEF. (2020, Haziran). Unicef Türkiye yıllık raporu. https://www.unicef.org/turkey/raporlar/unicef-türkiye-yıllık-raporu-2019 adresinden alındı
van Eelen, W. F. (1999). Industrial scale production of meat from in vitro cell cultures. Patent description.
Verkerk, M., & Tramper, J. J. (2007). Insect cells for human food. Biotechnology Advances, 198-202.
Vogel, G. (2010). For More Protein, Filet of Cricket. Science, 811–811.
YILMAZ, M. B. (2019). Farklı baklagil ve yenilebilir böcek unları ile zengelştirilmiş eriştelerin kaleti ve bazı besinler özelliklerinin belirlenmesi. Yüksek Lisans Tezi, 41-53.
Katkılar
Gizem Batı Ayaz
Bildiri, dünyada üretilen gıdanın eşit dağılmadığının altı çizilirken aynı zamanda beslenmede protein kaynaklarının hem bitkisel hem de hayvansal gıdalardan nasıl ve ne kadar verimlilikte elde edildiği ve edinebileceği konusunda, alternatif protein kaynakları hakkında kapsamlı ve değerli bir çalışma sunmaktadır.
Kapitalist düzendeki rant ve kâr güdüsünün bu alanda da sirayet ettiği önemli noktayı bildiriye, olanaklar ve kısıtlar kısmına eklemek yaralı olacaktır.
- Mera ve otlak alanların hem hayvan yetiştiriciliğinde önemi ve dolayısıyla hayvansal protein üretimini nasıl etkilediğine değinmekte fayda var. Mera hayvancılığından uzaklaşılmasının altında yatan güdü de bu alanların daha fazla rant sağlayacak alanlara dönüştürülmesi. Son dönemde bu alanların planları üzerinde yapılan değişikliklerle imara açılması hem hayvan yetiştiriciliğinde alanların yok olması, değişen üretim ilişkilerinde önem taşıyor. Aynı zamanda ekosistemde meraların erezyonu önleyip toprak kaybını da minumuma indiren rolü düşünüldüğünde sürdürülebilir bir üretimin sağlanabilmesi için de uzun ve kısa vadede geri dönüşsüz kayıplara karşı bu alanların korunması önemli.
Erhan Nalçacı
Sosyalist gelecek ve planlama için çok önemli bir başlık açan bildiriden dolayı yazarları kutlarım.
Öncelikle bildiride Türkiye’de besicilik için gerekli olan yemin ithalata bağlandığı ve büyük bir gider olarak karşımıza çıktığı görülüyor. Neden yem veya yemin içine dâhil edilen maddelerin ithal edilmek zorunda olduğunu açıklayabilir misiniz? Sosyalist Türkiye dışa bağımlı yem sorununu nasıl aşabilir?
Öte yandan bildiri çok cesurca bir alana giriş yapmış ve bir tartışma başlatmış. Sosyalist Türkiye’de veya sosyalizmin bayrağı altındaki dünyada önemli bir sorunumuz ve çelişkimiz bulunacak. Bir yandan bütün nüfusa eşit, nitelikli ve yeterli -ki bu bildirinin konusu olan gerekli esansiyel amino asitleri içermesi anlamına geliyor- proteini sağlaması gerekecek. Öte yandan insanlığın başından beri sürüp giden görece gelişkin bir beyin kapasitesine sahip hayvanları beslenmek için öldürmekten kaçınmak isteyeceğiz.
Bir yanda kamusal bir sorumluluk, öte yanda etik sorunlar.
Bu nedenle alternatif esansiyel amino asit türevlerini içeren protein kaynaklarını tartışmamız oldukça önemli gözüküyor. Sanırım bu konuyu burada bırakmadan tartışmaya devam etmenin yollarını bulmak durumundayız.
Katkılara Yanıt
Erhan Nalçacı ve Gizem Batı Ayaz’a önemli olduğunu düşündüğüm katkıları için teşekkür ederiz.
Türkiye’de mera alanları aslında 1945’ten itibaren azalmış durumda. İlk olarak önce Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile tarım alanlarını genişletmek için daha sonraları ise meraların aynı zamanda hazine arazisi olması nedeniyle Gizem’in de dediği gibi ranta açılmıştır. Bununla birlikte aslında başka bir sorun da mera alanları azalırken hayvan sayısının artması, aşırı otlatılma, erken zamanda otlatılmaya başlanması, mera ıslahının yapılmaması vb nedenlerle, nitelikli mera alanlarının azalmış olması en büyük sorun. Mera alanları, erozyonu önlemesi, biyolojik çeşitlilik açısından da önemli olduğunu ve ayrı bir yazı konusu olması gerektiğini düşünüyoruz.
Mera alanlarının ve niteliğinin geliştirilmesi hayvancılığın kaba yem sorununu da çözeceği için yem için gerekli hammaddelerin ithalatını da azaltacaktır. Bununla birlikte yem hammaddeleri ithalatını tamamen ortadan kaldırmak ve dışa bağımlılığı sonlandırmak için ithal edilen ham maddelerin Türkiye’de de üretimini sağlamak ya da alternatiflerini üretmek gerekmektedir. Yine yem bitkileri üretimini (kaba yem ihtiyacı için) arttırmamız gerekmektedir. Sosyalist Türkiye’de yem ham maddeleri ve yemin içerisine katılan yem katkı maddeleri yine damızlık hayvan gibi dışa bağımlı olmamıza neden olan unsurlar için öncelikle ithal ham maddeleri yetiştirme yoluna gidebiliriz. Burada soya ve mısır en fazla ithalatını yaptığımız ham maddeler olup bu iki ham madde gerekli koşullar sağlandığında ve planlı bir üretimle istenilen miktarda üretimi gerçekleştirebileceğimizi düşünüyoruz.
Alternatif protein kaynaklarının avantajları, geleneksel üretim biçimiyle karşılaştırıldığında tasarruf, verimlilik ve sürdürülebilirliğin çok daha yüksek olduğudur. Bu yararları kısaca bildiride sunmaya çalıştık. Ayrıca Erhan Nalçacı’nın etik noktasına vurgusuna ek olarak, alternatif kaynaklar doğaya çok daha az zarar verilmesi anlamına da gelmektedir. Bu konuda yazmaya, düşünmeye ve tartışmaya devam etmek istiyoruz.
Sizlerin de önerileri doğrultusunda bu başlıkları metinde kısaca yer vererek son halini gönderiyoruz.