24 Temmuz 2021 Cumartesi

Faika ve Hilmi Artan ile son söyleşi - ÜMİT ASLANBAY / SOL

 Faika Artan'ı geçtiğimiz cuma bir avuç insan toprağa verdi, sessizce. Ağlayıcıları yoktu. Eşi Hilmi Artan da bundan iki yıl önce sessizce gitmişti, Çeşme'de. Dönemin TKP'sinden kalanlardan...Son bir iki üç ama, yaşadıklarıyla bıraktıklarıyla daha bitmedi.

Hilmi Artan, 12 Kasım 1952 tarihinde tutuklandı, "gizli komünist (cemiyete) partisine girmek ve hücre sekreterliği yapmak" iddiasıyla. Ankara Garnizon Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkemesi'nin Esas 1953/17 Karar 1954/33 "Esbabı mücibeli" kararına göre Ankara'da Şevki Akşit'in önerisi ile girdiği hücrede ve daha sonra kendisinin de oluşturduğu hücrede kimler yoktu ki? Enver Gökçe, Nejat Özön, Kamuran Bastuji'nin de adları geçer. Daha sonra TKP'nin başına geçecek olan Zeki Baştımar'ın oluşturduğu Ankara’daki hücredekiler kültür, sanat, edebiyat ve gençlik içinde faaliyet göstermekle kalmamış, "Maoçetunk'u da okuyup, diyalektik materyalizmi tetkik etmişlerdir" ancak anlaşamamışlardır! Bugün için dahi bir ünlüler geçidi olan geniş ve güçlü Ankara TKP'sinin hücrelerinden birindeki Hilmi Artan için netice; "takdiren ve teşdiden ÜÇ SENE müddetle ağır hapis, BİR SENE Biga'da Emniyet'i Umumiye Nezareti altında sürgündür.

Esbabı Mücibeli Hüküm'de, Aclan Sayılgan’nın da Faika Artan'ın da adı geçer. Önceki soyadlarıyla.

Artan İzmir'den İstanbul'a tıp okumaya gitmiş. Komünist olarak gittiği İstanbul'da "partilenmiş" ancak 1951 tevkifatından ilk aşamada yakayı sıyırmış, doktor olarak mezun olmayı başarmışsa da, Harbiye'deki cezaevinin misafiri olmaktan kurtulamamıştır. Bu gecikmeden kazancı ise ünlü Sansaryan Han'a düşmemek olmuştur. Söyleşi, 13 Şubat 2019'da, İstanbul Ulus'taki evlerinde yapıldı. 90'ını devirmiş Faika Artan, bazı harflerin üzerine basarak gürül gürül konuşuyordu. Hiç de her şey bitmiş, yenildik, yapacak bir şey kalmadı demiyordu. İleri Gençler Marşı'nı istek üzerine ezberinden söylerken tek bir yerde dahi teklemedi; okudukları okumadıkları, sevdikleri sevmedikleri vardı, yaşıyordu ve hala inanıyordu.

Vedat Türkali'nin dediği gibi, "Bitti bitti bitmedi…”

Hilmi Artan'ın kulaklarıysa artık hiç duymuyordu. Faika anlatırken, o kahvesini yudumladı. Soruları yazarak önüne koyar koymaz yüksek sesle, tane tane, hiç sakınmadan anlatmaya başladı. Onların hikayesi solun hikayesi.

İlk ayrılık, ilk parçalanma, ilk günah hepsini hareketsiz kıldı. Zeki Baştımar - Mihri Belli ayrılığı, Baştımar'ın yurt dışına çıkışı ve TİP ve parçalanan sol.

Ara verdik, hayattaki gibi devamı gelecekti, olmadı. Olduğu kadarıyla:

"İzmirlilik" ile başlayalım. İlhan Berktay'ın anılarında da özel olarak vurgulanan İzmirlilikle...

Faika Artan: Ben İzmirliyim, İzmir'de doğup büyüdüm. Üniversiteye geldim İstanbul'a. Sonra İstanbul'da kaldım. Hilmi Adanalıdır. Anne babalara gelince, İlhan'ınkiler Giritlidir, benimkiler Selanikli. Ama, Cumhuriyet'te gelenlerden. Gerçi babam daha evvel Tıbbiye okumak için İstanbul'a gelmiş ama annemle evlenmesi İzmir'de. Babam da doktor ama annem doktor değildi.

(Faika Sanul / Zeynep Boratav Arşivi)


Tetimmeler Sokakta'taki ev Boratavlar'ın evi değil mi?

Evet o ev. Bizim Yüksek Tahsil Gençlik Derneği diye bir derneğimiz vardı. Bir broşürü vardı, bilir misiniz? Berktaylar, Halil Berktay'ın amcası, İzmir'den tanırım. Aslan Berktay bir gün "bir dernek var, ona gidelim" dedi, İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği, ondan sonra o grupla tanışmamız oldu. Biz 151 kişilik bir aileyiz derim ben hep, öyle oldu.

Aslan Berktay ile tanışıklık nereden?

Benim İzmir'de, ilkokuldan beri çok sevdiğim bir arkadaşım vardı, Nermin. Onun yeğeniydi Erdoğan Berktay, onun vasıtasıyla tanıdım.

(Üç doktor. Can ve Müeyyet Boratav kardeşler, ortada Faika Sanul. (Zeynep Boratav Arşivi)

Peki sol düşünceyle onlarla, Berktay ailesiyle mi tanıştınız?

Hayır hayır. Onlar hep komünistti. Nermin de, Erdoğan da. Aslına bakarsanız benim yatkınlığım şöyle. Bizim, ben küçükken oturduğumuz evin karşısına yeni evli bir karı koca taşınmışlar ve babamla çok ahbab olmuşlar. Bunlar levanten. İzmir'de levanten denir. Paul Mikalef esas Malta asıllı, İngiliz uyruklu. Biz ona Paul amca derdik. Babamla çok arkadaş olmuşlar. O sol fikirli bir insandı. Partili değilse de komünist sayılırdı. Gençliğinde Sovyetler Birliği'ne giderek orada yaşamak istemiş karısıyla beraber. Önce bir fikir edinmek üzere kendisi gitmiş fakat aradıklarını bulamamış. Sukut-u hayale uğramış. Şimdi hep vardır ya, "Ah keşke bunları sorsaydım" diye. O zaman çok çekinirdi tabii. En ufak bir şey çıkarsa hemen sınır dışı edilirsiniz.  Hayalindeki Sovyetler değilmiş. Öyle olunca da İzmir'e dönmüş. Onun babamla çok yakın arkadaşlığı, benim fikirlerle tanışmama vesile oldu.

Babanız size ve bu görüşlere karşı çıkmadı o zaman?

Hayır. Babam hümanist bir insandı. Aslında kendini komünist sayardı ama değildi. Mekanik materyalist derdik biz, öyle bir insandı.

Peki partiden, TKP'den haberiniz var mıydı o zaman? Partili misiniz, yoksa İstanbul'a geldiğinizde mi partili oldunuz?

İstanbul'a geldiğimde partili değildim ama İstanbul'daki dernekte partili olanlar vardı. Tanıştım ve gizli komünist partisine alınmam o zaman, öyle oldu.

Kendinize o zaman "komünistiz" diyebiliyor muydunuz, bu sözcüğü kullanıyor muydunuz?

Evet yakın arkadaşlar arasında kullanıyor ve birbirimize diyorduk. Tarık Ekinci'yi bilirsiniz. Tarık Fransa'daydı, geldi Türkiye'ye. Sorardık ona, "Tarık sen komünist misin?" diye "Hayır değilim, ben kaf kafım, yani kürt komünistiyim" derdi.

O zaman Yüksek Tahsil Cemiyeti tek galiba, başka dernekler yok...

Evet, tekti. Ankara'da da Hilmiler'in olduğu Türkiye Gençler Derneği vardı.

Sonrasında İlhan Berktay'ın başkanlığına geçti İstanbul'daki dernek. Faaliyetini hangi alanlarda gösteriyordu, öğrenci sorunlarıyla mı sınırlıydı, örneğin harçlar?

İlk kampanyamız harçlardı. Legal faaliyet olarak yaptığımız ama daha çok eğitim çalışmalarıydı.

(İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği 50. yıldönümü broşüründen. Ankara'da Hilmi Artan'ın da içinde olduğu Türkiye Gençlik Derneği'ni ziyaret ediyorlar. Broşür Nihat Sargın, Şaban Ormanlar ve İlhan Berktay imzasını taşıyor. Ocak 1997)

O zaman Mustafa Kemal'e bakışınız nasıldı? İrtica ile mücadele anladığım kadarıyla sizin de başlıca hedefiniz. Örneğin Hür Gençlik diye bir derginiz var. Siz de öyle mi düşünüyordunuz?

Hür Gençlik Kemalist bir dergiydi. Benim görüşlerim biraz daha ilerdeydi tabii.

Ama bir rahatsızlık vermiyordu?

Evet. İrtica gençliğin sorunuydu. Ama çok partili rejime geçildiğinde biliyorsunuz Emekçi Partisi kuruldu.

Şefik Hüsnü'nün...

Evet, Emekçi Partisi ile birlikte sendikalar kuruldu, grev hakkı gibi mücadeleler oldu o zaman, biraz daha ileri gidildi tabii.

Sonra 51 tevkifatı geliyor?

Ben 51 tevkifatında daha mezun olmamıştım. Hatta alınan arkadaşlar, -bizde bir noktalama usulü vardı, gazetede harflerin altını noktalayarak haberleşme- hep bana mesaj gönderirlerdi: Hala ne çalışıyorsun alınacaksın diye. Ama ben sonuna kadar direttim ve tutuklanmadan mezun oldum.

Siz de daha sonra tutuklandıktan sonra Sansaryan'da mı kaldınız, öncekiler gibi?

Hayır ben Sansaryan'da hiç kalmadım. Ben son gruba kalmıştım. O sırada Harbiye'de hücreler hazırlamışlardı, koğuşa almadan önce o hücrelere götürdüler, sonra koğuşlara alındık.

Derneğinizin, İleri Gençler Marşı ve müziği aklınızda mı bugün, söyleyebilir misiniz?

Evet, (müziği ile söyleyerek) Biz bayrağıyız ilerinin/ Dünyada barıştan haktan yanayız/ Düşmanıyız karanlığın gerinin/ Dünyada barıştan haktan yanayız/ Halk için gerçekten hürriyet için/ İleri ferah bir memleket için/ Çelik imanla yürüyelim biz. Su katılmamış yurtseverleriz.

Bunu besteleyen kimdi?

Sözlerini sanıyorum Nâzım yazmıştı. Ama besteleyen kimdi unuttum şimdi.

1951'de tutuklamalarda artık partilisiniz. Partinin başında Baştımar var. Herkes içerde. İlk kopuşlar da orada mı başlıyor?

Evet, Zeki Baştımar. Ayrılıklar o zaman başlıyor. Zeki Baştımar bir ifade veriyor, etraflı bir ifade. O ifade ile tevkifat genişliyor. O zaman da Mihri Belli karşı çıkıyor, ayrılık başlıyor.

Yani Baştımar'ın ifadesi olumlu değil mi?

Hayır değil.

Ayrılık keskinleşiyor, ama Sevim Belli de yine ifadesi nedeniyle eleştiriliyor

Sevim Belli değil de o Fransa'da okuyor. Fransa'ya giderken ona etraflı durumu anlatan bir rapor vermişler ve üstünde yakalandı. Baştımar'ın verdiği rapor.

(İYTGD broşüründen. Sultanahmet Cezaevi (Şimdiki Four Seasons Otel). Soldan sağa oturanlar: ?, Yıldız Baştımar (Sargın), Şehnaz Akıncı, Ayaktakiler Sevinç Tanık, Faika Sanul, Solmaz Görkmen (Berktay). Derneğin başına geçecek olan İlhan Berktay ile evlenecek ve "Solmaz Hanım'la Bir Ömür" kitabına da adına verecektir.)


Mihri ve Sevim Belli'nin birliktelikleri o zaman belli miydi?

Hayır tevkifatta evlendiler. Tanışıklıkları var mıydı önceden bilmiyorum.

Siz ne yaptınız, Zeki Baştımar ile yollarınız ayrıldı mı?

Ayrıldı ama şöyle oldu. Benim çok yakın arkadaşım Yıldız Baştımar, onun yeğeni. Zeki onların evinde oturuyordu. Benim hayatta yatıya gittiğim tek evdir, Yıldızlara gider kalırdım. Zeki'yi görürdüm. Kuzguncuk'ta..

Ünlü yalı...

 Evet, sonra Nihat Sargın ile evlendi Yıldız. İlişkiler koptu ama dostluklar devam etti.

Zeki Baştımar dışarı çıktı, Mihri Belli yurt içinde devam etti, ayrılıklar belirginleşti, siz nasıl faaliyetler gösterdiniz bu arada? Nasıl devam etti? Örneğin Hikmet Kıvılcımlı ile herhangi bir temas oldu mu o dönemler

Hayır devam etmedi. Faaliyet göstermedik ki, zaten örgüt dağıldı. Artık kişisel ilişkilerle gitti.

Doktorluğa devam ettiniz

Evet, Etfal hastanesinde ihtisas yaptım, çocuk ihtisası. Sonra Levent'te bir poliklinik vardı, şimdi yerinde banka var, orada 20 sene çalıştım. Kıvılcımlı'yı ismen biliyorduk elbet. Cerrahpaşa'da bizim terzi bir arkadaşımız vardı.

Terzi Ahmet?

Evet Terzi Ahmet. Can Boratav Tokat'ta, Terzi Ahmet'i tanımış. Sonra hepimiz tanıdık. Terzi Ahmet, Kıvılcımlı'yı iyi tanırdı. Tokat'ta bulunmuş Kıvılcımlı. Sonra ben de bir defa gördüm onu. Pek onunla ilişkimiz olmadı. İzmir'deki Ahmet'i ise Sucu Ahmet diye bilirdik.  

Mehmet Ali Aybar ile tanıştınız mı, onunla nasıldınız?

Aybar ile elbette tanıştık ama bizim esas yakınlığımız Behice Boran'laydı. Onunla yakın olduk.

1951-68 arası mı bu ilişkiler?

Onlar o zaman Dil Tarih'teydi. Niyazi Berkes de oraydaydı, Yurt ve Dünya diye dergi çıkardılar. Ortaklar caddesinde o da otururdu, Nevzat Hakko kocası, Behice Hanım'ın. Bizim eve uğramadan geçmezdi Behice Boran...

***

Hilmi Artan'ın hikayesi nedir, nasıl başladı?

Hilmi Artan:(Hatırayla başlayayım) Bizim bir bağımız vardı. Sabahın erken saatinde, güneş henüz doğmamış. Annem beni uyandırmaya çalışıyor, bayram namazına gitmem için. Yorulmuşum, uyku bastırıyor, gündüz çalışmışım çünkü. Iııı-ı yapıyorum. Babam, "bırak yatsın, bir bayram namazı kılmakla bu iş zaten olmaz" dedi. Yıllar sonra bir telefon geldi Adana'dan "Acele gel, baban beyin kanaması geçirdi" diye. Hemen uçağa atladım, hayatımda ilk defa uçağa biniyorum. Gittim, babamın yarı tarafı felç, konuşamıyor. A-uu falan sesler çıkarıyor. Tabii çok üzüldüm. Ertesi gün de bayram. Bir kaç saat sonra beni çağırdı. "Ben yarın namaza gidemem, sen seccadeyi alıp, benim yerime bayram namazını kılar mısın" dedi. "A tabii, kılmaz olur muyum" dedim. Ertesi sabah erkenden uyandım, herkesten evvel. Abdest alırken salavat getirilir, yüksek sesle de söyledim ki, duysun diye. Gittim namazımı kıldım, geldim, çok sevindi. O kadar sevindi ki, yani daha evvel bana "bırak bırak" diyen insan benden namaz kılmamı istedi. Benim çocukluğum çok renksiz geçti, olabildiğine. Evimizde çatal, kaşık, masa, sandalye yoktu. Yer sofrası kurulurdu. Her seferinde babam sorardı, "Besmele getirdin mi?” “Getirdim, getirdim içimden” getirdim.

Bana her gün bir kaç ayet, süre getirirdi, işte bunları ezberleyeceksin. Yani Fatiha suresinden sonra okunan kısa parçalar. Beni pohpahlardı o zaman "aferin sana" diye. Sonra arkadaşlarla konuşurken, hiç birinin evinde böyle şeyler yokmuş. Mesela o zamanlar Yavru Türk diye bir dergi çıkardı. O dergiyi almaya başladım. Fakat babamın buna itiraz edeceği aklıma gelmedi. Görür görmez aldı elimden. 1, 2, 3, 4 sayıyı yırttı.

Faika Artan: Babasının elbisesi duvardan kireç olmasın diye gazete koymuş, ona bile çok kızmış.

Hilmi Artan: Gençlik yılları deyince, ilk ve ortaokul. Ben mesela para biriktirdim, futbol topu aldım. Adana'da orada boş alanlarda oynuyoruz. Bir gün, topu da aldım, gittim, kan ter içinde döndüm eve. Baktım babam beni bekliyor. Cebinden bıçağı çıkardı, batırdı parça parça etti. Ben öyle bir yaştayım ki, küçüğüm onunla tartışmak için yeterli bir donanımım yok. Bir de, büyükler en iyisi bilir diye geleneksel bir yaşam tarzımız var, onlar en iyisini bilir.

Faika Artan: Ben hep Hilmi karşısında komplekse kapılmışımdır. Ben her şeyi bedavadan buldum. Hilmi ise kendi bileğinin kuvvetiyle. Benim babaannem bile "ben ruhen komünistim" derdi.

Tekrar Selanik'i gördünüz mü?

Hilmi Artan: Annemin sağlığında gittik ama babam ölmüştü. Anneme "Biz Selanik'e gittik" dedim, bu onu hiç heyecanlandırmadı.

Faika Artan: Galiba Hilmi'nin hayatında en çok rol oynayan Abidin ve Güzin Dino...

Hilmi Artan: Bizim evimize hiç gazete girmezdi, yani ilk ve ortaokuldaydım. Hatta lise. Ne aldıysam ben aldım, ben okudum, babama hiç göstermedim. Babam hiç gazete okumazdı. Evde bir kaç kitabı vardı, ya Kara Davut ya Kuran ya da dini içerikli hikayeler. Sonra ben yavaş yavaş, roman okumaya başladım. İlk okuduğum roman Yaban'dır. Sonuna kadar okuyamadım. Özetini çıkar dediler, çıkaramadım. Kolay mı benim için. Sonra Remzi Kitabevi yayınları vardı o yıllarda. Maksim Gorki, Panait İstradi gibi onları okumaya başladım. Çok hoşuma gitti. Daha dergi falan yok o yıllarda. Varsa da benim haberim yok. Çünkü bazı dergiler çıkıyordu, meğer neler varmış diyordum kendi kendime. Sonra bizim bir hocamız vardı, liseye gelmiştim Enver Bey. Edebiyat öğretmeni. Dedi ki, bir Tanzimat şairi ile bir divan şairini kıyaslayın. Ben de tuttum Abdülhakhamid ile Nedim'i kıyasladım ve yazdım. Ertesi gün, şen şakrak geldi. İşte böyle yazılır bunlar dedi. Arkadaşınız eğer bu işi ciddiye alırsa iyi bir yazar olabilir. Tabii ben o güne kadar bir çok kitap okudum. Sonra Orhan Kemal ile tanıştım. Orhan Kemal'i çok sevdik biz. Oraya gelmeden önce Yürüyüş, Yurt ve Dünya dergisinde hikayesini okumuştuk.

Orhan Kemal ile nasıl tanıştınız?

Hilmi Artan: O gün Halkevi'nin bahçesinde oturuyoruz. Şair arkadaşımız Şükrü Enisegür(!) gülerek bize yaklaştı. Her zaman gülerdi ama o gün daha çok gülüyordu. "Bilin bakalım çocuklar" dedi ben bugün kiminle tanıştım. Daha bizim cevap vermemize zaman kalmadan, "Orhan Kemal'le" der demez, "Ne!" dedik. Şaşırdık. Yanında arkadaşım var, Necati, onun yanında da Arif Dino var o habire resim yapıyor.

Abidin Dino'nun kardeşi...

Hilmi Artan: Ertesi gün bizi tanıştırdı Orhan Kemal'le. Orhan Kemal çok suspus bir adamdı yabancıların yanında. Sonra çenesi açıldı, bir açıldı, ooo tam bize göre. Eserlerinin çoğunu yayınlanmadan önce bize okurdu. Yani okuyucu üzerinde nasıl bir etki bırakır, bizim tavrımızdan anlardı?

Faika Artan: (Gülerek ve Hilmi'yle dalga geçerek) Yaşar Kemal de okurmuş yazılarını, onunla dalga geçerlermiş.

Hilmi Artan: Orhan Kemal okurken orada düzeltmeler yapardı.

Komünistlik konuşulur muydu hiç, yoksa konuşmalar hep öyle mi devam ederdi?

Faika Artan: Yaşar kendini komünist sayardı ama partiyle ilgisi ne kadar vardı, bilemem.

Hilmi Artan: Orhan Kemal'in çocukluğu da mutsuz bir çocukluk. Babası Ali Kemali bey, Suriye'de bakanlık yapmış, parti kurmuş, milletvekili. Fakat zalim ve acımasız… Eserlerinde vardır. Babası Beyrut'a kaçmış, hakkında takibat varmış. Burada babaanne ile kalıyor. Sonra geri dönmüş, fabrikada çalışmış. Evlendiği kızla, Nuriye ile orada tanışmış. Pek çok şiirler yazmıştı, o şiirleri 7 Gün mecmuasında yayınladı. Yaşar Kemal'in, Görüşler, Adana Halkevi dergisinde benim gibi şiirleri yayınlandı. Bir gün Orhan Kemal dedi ki, "kararınızı verin, hikayeci mi olacaksınız, şair mi, romancı mı?" Aaa iyi dedik, şairlik kolay iş. Meğer en zoru oymuş.

Faika Artan: Nâzım ona söylemiş derler.

Hilmi Artan: Evet, herkes biliyor. Şiirlerini göstermiş Nazım'a. Dudak bükmüş Nazım. Bir gün Orhan Kemal'in mektubu postaya verilmeden eline geçmiş. Ona "şiiri bırak sen hikaye yaz" demiş. Ne kadar güzel. Onu alıp hikaye ile tanıştıran Nazım Hikmet'tir.

Ben yaramaz bir öğrenciydim. 10. sınıfta İstanbul'da Hayriye Lisesi'nde yeni yeni dergilerle tanıştım. Yürüyüş, Yurt ve Dünya... Yoksa ben Çınaraltı'nı, Orhan Seyfi'nin mecmuasını okurdum hep.

Bir gün beni yolcu ettiler, Adana’da adres verdiler. Kapıyı çaldım, bir kız çıktı, şöyle bir baktı. "Kimi arıyorsunuz" dedi, "Cavit Yamaç’ı” dedim. O da "o dün İstanbul'a gitti” dedi, sonra arkaya seslendi, "Abidin, burada bir arkadaş var.” Beni içeri aldı, girdim tanıştım. O kadın Güzin Dino'ydu, öbürü de Abidin Dino. Onlarla tanışıklığım, bağlantım yıllarca sürdü. Sonra günün birinde Abidin,"bizim bir şeye ihtiyacımız var, sen geceleri gün aşırı çalışabilir misin?"dedi. Evet dedim. Musahhihlik, düzeltmenlik. İngilizce öğretmenimle ben yapıyorduk. Bir gün ben, bir gün o. Savaşın son yıllarına giriyorduk. Arkasında harita vardı (savaşı haritadan takip ediyor). Abidin orada sürgün, işşiz. Bir gün duyduk ki, Türk Sözü gazetesinin gece sekreteri olmuş. Yani gazeteyi hazırlıyor, mizanpajını yapıyor. "Türk Sözü" ve "Adana" iki gazete çıkıyor. Üç dil bilirdi: İngilizce, Fransızca ve Rusça. Savaş haberlerini üç dilden sonuna kadar dinlerdi. Gazeteye koyardı. Onu oraya koyan, gazetenin patronu, Nevzat Güven'in abisi Ferit Güven. O hem Ankara Halkevi Başkanı, hem de milletvekili. Ben bundan (Abidin Dino) daha iyi gece sekreteri bulamam demiş, herkes bulabilir mi tabii. Ben işte orada çalıştım biraz.

Yaşar Kemal?

Yaşar Kemal'e gelince, o da şiir yazıyor ama yakın tanışmıyoruz. Dikmen diye bir dergi çıkıyordu. Şiir yarışması açtı. Kazananları o sayıda göreceksiniz dedi. Ben koştum dergiyi kapmak için, baktım Yaşar Kemal benden evvel gelmiş. Baktım bayide, koliyi yırtıp yırtıp bir an evvel bulmak için yardım ediyor. Sonra dergiyi buldu ve "Hilmi, sen de kazanmışsın ben de kazanmışım" dedi. Çok sevindik. Taşralı bir genç için Ankara'da bir dergiden yarışmayı kazanmak! (büyük olaydı). (Yarışmalarda) Genellikle, birinci ikinci üçüncü olurdu ama burada yirmi kişi kazandı, hepsi aynı seviyede. Sonra onunla İstanbul'da da beraber olduk.

Faika Artan: Yaşar Kemal'i ve eşi Tilda’yı çok severdik. Sonra yeniden evlendi Semiha Baban ile...

Sol ile komünizm ile ne zaman nasıl bir tanışıklık oldu?

Hilmi Artan: Vallahi zor anlatmak. Adım adım oldu. Adım adım gidiyorsun yani. Mesela Vedat Türkali'nin romanında partiyi ararlar, TKP'yi ararlar. Ben hiç aramadım ama onlar beni buldu. Ondan evvel Yağmur Toprak diye bir dergi vardı. Halil Aytekin çıkarırdı. Patron yazı işleri müdürü arıyordu kendine. Yazı işleri müdürü olmak için lise mezunu olmak lazım. Bana teklif etti, "tamam" dedim arkadaşlarıma danışarak. İki sayı çıktı, ikinci sayıda beni tutukladılar, yazılarda propaganda var diye. Başyazının konusu şuydu:

Solculuk soysuzluk değildir

O zaman milli eğitim bakanı Tevfik İleri, Allahın belası bir adam. Gençliğinde Nazım'ı severmiş güya. Bütün solcular soysuzdur dedi. Vay bunu der misin, biz de tam tersini söyledik, solcular vatanseverdir, yurtseverdir dedik. Ben bu iddiayı çürütmek için, bilirkişi raporu aldım. hep profesörler, bu yazılarda komünizm propagandasının kokusu sezilebilir diyorlar. Sayın yargıç, "koku diye bir şey var mı hukukta" dedim. Sonra yazının sonunda kesin bir kararı varamadıklarını söylüyor bilirkişiler. Derginin diğer yazılarını da okumak lazım, bir karara varmak lazım dedim. Ağır ceza reisi, Dazıroğlu, o gün öyle yargıçlar varmış bizi akladı.

ÜMİT ASLANBAY / SOL

23 Temmuz 2021 Cuma

Yaz Olimpiyat Oyunları başlıyor - Burçak Özoğlu / SOL

 Çelişkilerini bilerek, tarihini unutmadan, ancak sahiplenerek izleyeceğiz. Spor, aynı sanat gibi, eğitim gibi, bu düzene bırakılmayacak kadar değerlidir, bizim değerimizdir.

Tokyo 2020 Yaz Olimpiyat Oyunları bugün Türkiye saati ile 14:00’te düzenlenecek açılış seremonisi ile başlıyor. Aslında bazı branşlarda bir kaç gün önceden müsabakalar başladı da, resmi olarak açılış bugün olacak.

Malumunuz bu Olimpiyatların geçtiğimiz yıl yapılması gerekiyordu ancak Kovid-19 pandemisi nedeniyle ertelenmek zorunda kaldı. Japonya, Dünyanın pandemiyi yenmiş olacağını öngörerek, ya da daha doğrusu erteleme ile uğradığı büyük kaybı ve zararı daha fazla artırmayı göze alamadığından, modern dönem yaz olimpiyat oyunlarının otuz ikincisini 2021 yılında yapmaya karar verdi.

Tokyo 2020 Olimpiyatları, 23 Temmuz- 8 Ağustos 2021 tarihleri arasında gerçekleşecek. Gerçekleşecek gerçekleşmesine de tarihte de gerilimli ve çelişkili olimpiyatlardan biri olarak yerini alacak. 

Başlangıcı olduğu kabul edilen 1896 Atina oyunlarından itibaren, modern dönemin hangi olimpiyatları gerilimsiz ve çelişkisizdi diyeceksiniz? Haklısınız. Antik Yunan döneminde Olimpiya kasabasında ortaya çıkışından beri bu oyunlar savaşmayla barışma, birliktelikle rekabet arasında salınan bir niteliğe sahip oldu. 

Farklı bedensel aktiviteleri ve kolektif oyunları bir araya getiren amatör  yaklaşım ile yıllar içerisinde arsız bir kötü huylu hücre gibi yayılıp sonunda tüm etkinlikleri kaplayan ticarileşme bir arada yaşıyor olimpiyatlarda.

Bir yanda, insanlığın bedensel ve zihinsel gelişimini, doğa ile iç içe ve karşı karşıya varoluşunu kutsarken, diğer yanda, en akıl dışı gericiliklerinden birini, kadın ve erkek bedenlerinin ve toplumsal varoluşlarının karşısındaki ayrımcılığı yeniden üretiyor bu oyunlar. 

Oyunlarda, yarışlarda hedefe ulaşmak için emek vermenin önemini, birlikteliğin gücünü, örgütlülüğü, ortaklaşma ve kolektif eylemliliği öğretirken, kürsüde masada, çıkarcı ve düşmanca rekabeti, ırkçı ve faşizan milliyetçiliği hortlatıyor.

20. yüzyıl Olimpiyat oyunları tarihi, dünya kapitalistlerinin her iki paylaşım savaşları dönemleri, yine aynı yılların baskın emperyalist ideolojilerinin egemenliğinde geçti. İki savaş arası dönemde ise, bizimkiler, işçi sınıfı enternasyonalizmini, barışçıl ve yaratıcı rekabeti öne çıkaran Spartakiat oyunlarını düzenledi.

İkinci paylaşım savaşı sonrası ise olimpiyat oyunlarına soğuk savaşın gerilimli havası hakim oldu. 20. yüzyıl sonları ve 21. yüzyıl başı ise, bildiğimiz hikaye. Piyasalaşmış, tümüyle ticarileşmiş bu spor etkinlikleri, emperyalist paylaşımın, ideolojik bombardımanın ve politik manipülasyon arenası olarak karşımıza çıkmaya devam ediyor. 

Uluslararası Olimpik Komite (IOC) son iki Olimpiyattır, yani 2016 Rio ve 2020 Tokyo oyunlarında,  ülkesiz “mülteci takımları” oluşturup destekliyor. Dayanışma ve barış mesajları için oluşturulup, milyonlarca mültecinin görünürlüğü için yapıldığı söyleniyor bu uygulamanın. Ama gel gör ki o iş öyle olmuyor, bir yanda emperyalizmin kışkırttığı savaşlar sürerken, bu yanda aynı zorbalığın ve gericiliğin kurbanlarına kucak açmak abes kaçıyor.

Velhasıl, işte bugün, 2021 yazında, pandeminin ikinci yılının göbeğinde, bir kez daha bir garip Olimpiyat durumuyla karşı karşıyayız. Tüm Dünya’da, pandemi hız kesmeden varyantlarla ilerlemeye devam ediyor. Aşılama oranları en zenginlerde bile bu hıza yetişemiyor. Önlemler, tedaviler, aşılar konusunda herkesin kafası karışık iken, Japonya tutmuş, dünyanın en geniş kapsamlı uluslararası etkinliklerinden birini düzenliyor.

Japonya, Olimpiyat dönemini içine alacak şekilde, ülke çapında olağanüstü hal ilan etti, pandemiye dönük önlemleri sıkılaştırdı, ülke dışından izleyici girişini yasakladı, müsabakaların tümüyle seyircisiz oynanacağını ilan etti. Ama gel gör ki hala, Dünya rahatsız, Japon halkı huzursuz, hatta egemenlerle patronlar bile gönülsüz.

Diyeceğim o ki bugün, 2020 Tokyo Yaz Olimpiyat Oyunları sönük ve heyecansız başlıyor.

İyi tamam bunları hatırlıyoruz, biliyoruz, izliyoruz da ne yapacağız? İzlemeyelim mi şimdi biz bu oyunları? 

Elbette izleyeceğiz. Çelişkilerini bilerek, tarihini unutmadan, ancak sahiplenerek izleyeceğiz. Daha önce de yazmıştım, spor, aynı sanat gibi, eğitim gibi, bu düzene bırakılmayacak kadar değerlidir, bizim değerimizdir.

Üç hafta süresinde muhtemeldir ki hangi birine yetişeceğimizi bilemeyeceğiz, kimine de zaten erişimimiz olmayacak, yayınlayan yer bulamayacağız. Ben yine de hangi branşları, yarışları, oyunları izleyelim; kimleri, hangi takımları destekleyelim diye bazı öneriler yazacağım. Dilerseniz not eder değerlendirirsiniz, dilerseniz okur geçersiniz.

Öncelikle, bu yazıyı okuduğunuz şu sıralar henüz hala zaman varsa canlı yayından, ya da kaçtıysa kayıttan da olur, açılış seremonisini izleyin derim. Denk geldiğim birkaç tanıtım videosundan çıkardığım kadarıyla çok etkileyici bir görsel performans olacağa benzer. Ne de olsa Japon işi! Fakat tabi bu işte de yine bir bit yeniği çıktı ve açılıştan bir gün önce Japon Olipiyat Komitesi Başkanı, seromonilerin sanat yönetmeni Kentaro Kobayashi’yi bundan 20 küsur yıl önce sahnede gösteri sırasında yahudilere uygulanan soykırım konusunda yaptığı hadsiz espirler ortaya çıktığı için görevden aldığını açıkladı. Yine de eninde sonunda o açılış yapılacaktır, biz izleyelim.

Neyi izleyelim?

Seremoniler dışında oyunlarda, futbol, basketbol, voleybol, yüzme ve elbette olimpiyatların simgesi olmuş atletizm gibi branşları zaten izleyeceğinizi tahmin ediyorum. 

Atletizmi izlerken, maraton ve yürüyüş yarışlarını da izlemeyi unutmayın, sadece sahada ve pistte kalmayın. 

Pist yarışlarında bu yıl bir yeni koşu var, 4*400 karma bayrak koşusu. Takımların, çıkış sıralamasını kendileri belirleyecek biçimde iki erkek ve iki kadın sporcudan oluştuğu bu yarış ilk kez Tokyo 2020’de yaz Olimpiyat oyunlarına dahil edilmiş olacak. İlk turu 30 Temmuz'da.

Bu popüler branşların yanı sıra benim ilk önerim, yine bu yıl ilk kez Olimpiyat oyunlarında yer alacak olan spor tırmanış disiplini. Uluslararası Olimpik Komite (IOC) 2016 yılında, beyzbol/softbol, karate, sörf ve kaykay branşları ile birlikte spor tırmanışının da yaz Olimpiyat oyunlarında yer almasına karar verdi. Spor tırmanış, dağcılık sporunun alt branşlarından bir tanesi olan kaya tırmanışının bir biçimi. 

Bu disiplinde, klasik ya da geleneksel kaya tırmanışından farklı olarak, sporcular önceden emniyet noktaları hazırlanmış ya da görece kısa uzunlukta rotalarda güvenlik minderi dışında bir emniyet noktası olmadan tırmanırlar. Güç, denge, dayanıklılık ve hız gerektiren, oldukça estetik bir branştır. İzlemesi de çok keyiflidir.

2020 Tokyo oyunlarında spor tırmanış yarışmalarında, kadın ve erkek tırmanıcılar, hız, lider ve kısa kaya katogorilerinde kombine olarak yarışacaklar. 

Hız kategorisinde iki sporcu 15 metre yüksekliğinde ve 98 derece eğimdeki bir yapay duvarda yukarıdan iple emniyete alınmış biçimde yarışacaklar. Duvarın üst noktasına diğerinden kısa sürede ulaşan kazanmış olacak. Adı üzerinde branşın en “hızlı” geçen kategorisi bu, bir rotanın, erkeklerde 5 ila 6 kadınlarda 7 ile 8 saniye arasında tamamlanması bekleniyor.

“Kısa kaya”da, (İngilizcesi Boulder) sporcular, 4 dakika içerisinde düşme noktalarına güvenlik minderleri serili, 4-5 metrelik yapay duvarlarda tutamaklarla hazırlanmış rotalardan en fazla sayıda tamamlamaya çalışacaklar. 

Lider kategorisinde de tırmanıcılar 15 metreden daha uzun yapay duvarlarda 6 dakika içerisinde en yüksek noktaya ulaşmaya çalışacaklar. Bu tırmanışlarında kendi ip emniyetlerini duvarda önceden hazır bulunan noktalara kendileri sabitleyecekler.

Spor tırmanış yarışmalarının takvimi, 3-6 Ağustos. Ben zaman yaklaşınca yine hatırlatırım bu köşeden, ama siz yine de not alın, kaçırmayın.

İzlemenizi önereceğim diğer bir branş da bisiklet olacak. Olimpiyatlarda bisiklet yarışmalarını, hep birlikte, geçen yıl sarhoş bir sürücünün çarpıp öldürdüğü genç bisiklet sporcumuz Umut Gündüz için izleyeceğiz. Onun ve benzeri şekilde göz göre göre yitirdiğimiz bisikletlilerimiz, bu ülkede herkesin malumu failleri cezasız bırakılmış, hesabı sorulmamış tüm canlarımız için, #Umut’aSesOl’mak için izleyeceğiz. Yarışlar hemen bu hafta sonu, yol bisikleti 25-26 ve 29 Temmuz’da, dağ bisikleti 26-27 Temmuz’da.

Kimi İzleyeceğiz?

Gelelim sporculara ve takımlara. Yazın en başa bizimkileri, yani, 69 sporcu, 38 teknik insan ve 16 delegeden oluşan Küba Cumhuriyeti kafilesini.

Pandemiye, ablukaya, ABD’nin ve yancılarının kuralsız saldırganlığına karşı inatla mücadele eden bizim ada Küba, 15 branşta boy gösterecek bu yıl. 

Havana’da sokakların olduğu gibi, Tokyo’da kürsüler devrimcilerin olacak, iddialıyız, heyecanlıyız. 

Açılış seremonisinde Küba takımı bayrağını disk atmada Dünya şampiyonu atlet Yaimé Pérez ve üç Olimpiyat beş de Dünya şampiyonluğu bulunan güreşçi Mijaín López taşıyacaklar.

Demek ki atletizm ve güreşte illa izleyeceğiz bizimkileri heyecanla, ama başkaları da var takımda kürsülere layık. Boksta, tekvandoda  ve judoda da izleyip destekleyeceğiz Küba’lı atletlerimizi. Yedi kişilik Küba boks takımının kaptanı “Gölge” Julio César la Cruz, takım olarak en az iki altın madalya ile dönmeyi planladıklarını anlatıyor. Judo takımında Idalys Ortiz’de olacak gözümüz.

Bir de tabi bu ülkenin çalışkan, direngen sporcuları var, bugünümüzün ve geleceğimizin aydınlığı gençlerimiz var. Türkiye 18 branşta 108 sporcuyla yer alıyor bu yıl Olimpiyatlarda. 

Tümüne başarılar dilerim elbette ama özellikle izlemenizi önereceğim, desteklemelerinin değerli olduğunu düşündüğüm isimler var, onları paylaşayım sizlerle.

Yol bisiklette Onur Balkan ve Ahmet Örken’i görmeden geçmeyelim. Kadın boksçularımızı, artistik jimnastik kadın ve erkek takımını, yürüyüşçüleri izleyelim yarışlarda. Unutmadan kadın voleybol takımını da eklemeliyim listeye.

Bunların yanı sıra Türkiye kafilesinden birkaç özel isim de not edip bitireyim.
 
Bir tanesi, çok yeni keşfettiğim ve çok etkilendiğim modern pentatloncu İlke Özyüksel. Modern pentatlon, eskrim, yüzme, binicilik, laser- run (atış ve koşu)’ disiplinlerinin tümünden oluşan bir spor. İlke bu dalda Türkiye’den Olimpiyatlara katılacak ilk sporcu olacak, ne heyecanlı, ne umut verici değil mi?

Son olarak da iki yıldız yüzücü, Deniz Ertan ve Merve Tuncel. Henüz 17 ve 16 yaşlarındalar, pırıl pırıl ışıldıyorlar kulvarlarda, sakın kaçırmayın, yüzme karşılaşmaları hemen yarın başlıyor unutmayın.

Daha neler kimler vardır elbette sizlerin de ekleyebileceğiniz, ama bunlar benim aklımdakiler, gönlümdekiler. 

Burçak Özoğlu / SOL

Bir köşede bulunsun diye bir de branşlara göre tüm takvimi de ekleyeyim yazı sonuna:


Haiti’de bir siyasal cinayet ve öncesi - Korkut Boratav / SOL

 Bu ülkedeki her kargaşada ABD daima (ve çoğu kez haklı olarak) 'olağan şüpheli'dir. 

Haiti Cumhurbaşkanı Juvenel Moise, 7 Temmuz 2021’de Başkanlık Konutu’nu basan, kiralık bir çete tarafından öldürüldü. Cinayete 26 Kolombiyalı ve ABD-Haiti pasaportu taşıyan iki kişi katıldı. Bir darbe girişimi olduğu söyleniyor. Siyasal cinayetleri yaygın olan Haiti için dahi “olağan” sayılamayacak bir durum… 

Moise öldürüldüğünde ülkenin parlamentosu (seçim yapılamadığı için) yoktu. Ülke Başkanlık kararnameleri ile yönetiliyordu. Başkan’ın da görev süresi son bulmuş; yeni seçim yapılamamıştı. Moise, cinayetten önce başbakanı azletmiş; yeni başbakan göreve başlayamamıştı.  

Haitili “yetkililer”, ABD müdahalesi için Biden’a başvurdu. Biden yönetimi asker yollamayı kabul etmedi; ama “tartışmalı iki başbakan” arasında “tercihini” belirtti; hükümet kurulabildi. 

Bu bilgiler, Moise’nin ölümünden önce bile Haiti’de ağır bir siyasal bunalım olduğunu gösteriyor. Bu ülkedeki her kargaşada ABD daima (ve çoğu kez haklı olarak) “olağan şüpheli”dir. 

Cinayetin arka planı, ABD ve Kolombiya’nın rolleri tam aydınlanamadı. Olguları Gazete Duvar’da Mühdan Sağlam değerlendiriyor (“Haiti’de Suikast”, 19 Temmuz).  Bilgiler zenginleştikçe meslektaşımızın konuya döneceğini umuyorum.

Bu cinayet vesilesiyle Haiti’ye, Güney coğrafyasındaki toplumsal mücadeleler açısından bakabiliriz. Bu yazıda bunu yapmaya çalışıyorum. 

Önce Haiti’nin son üç yüzyıllık tarihine, emperyalizmin katkılarına odaklanarak göz atıyorum. 

Neoliberal “serbest ticaret politikaları”, uluslar-arası işbölümünü nasıl etkiledi? Bu soruyu, Haiti tarımını bir “deney” gibi gözleyerek yanıtlayan çalışmalar var. Yazıda bunları da gözden geçiriyorum.

Haiti tarihçesi: Kritik dönemeçler…    

Amerika Kıtası’nın Karaib bölgesi, tarihsel olarak “Latin” (örneğin Küba’daki gibi İspanyol), Haiti’de Fransız, Jamaika’da İngiliz sömürgeciliğinin miraslarını içerir.  

Haiti, Güney Amerika’da bağımsızlığını ilk kazanan ülkedir. Afrika kökenli kölelerin Fransız ordusunu yenilgiye uğratan bir isyan sonunda… 

Bu şanlı başlangıcın sonrası ise hazindir. Haiti bugün, 11.5 milyonluk nüfusu ile Güney Amerika’nın en yoksul ülkesidir.    

Wikipedia’dan da yararlanarak Haiti’nin üç yüzyıllık tarihinin kritik dönemeçlerini özetleyelim: 

  • General Dessalines’in liderliğindeki isyan zaferle sonuçlanır. Haiti 1804’te bağımsızlığını ilan eder. Anayasası köleliği lağvetmiş; ülke topraklarında yabancıların mülkiyetini yasaklamıştır. 
  • Fransa Haiti’nin bağımsızlığını 1826’da tanır. Köle ve çiftlik sahiplerinin kayıpları karşılığında Haiti, Fransa’ya 90 milyon frank tazminat ödemeyi kabul eder.  
  • Bu tazminat, Batı bankalarından çok yüksek faizlerle borçlanılarak 1947’ye kadar ödenecektir. Tahminlere göre 19’ncu yüzyıl boyunca Haiti millî gelirinin yüzde 80’i dış borç finansmanına gider. 
  • Haitili çiftlik ve köle sahipleri Amerika’ya yerleşmiştir. ABD, 1862’ye kadar Haiti’nin bağımsızlığını tanımaz; Haiti siyaseti ve ekonomisi üzerinde daima iddialıdır. 
  • 1915-1934 ABD işgali: Başkan Wilson iç karışıklıkları bahane ederek Haiti’nin işgalini kararlaştırır. Amerika-yanlısı bir başkan göreve getirilir. Haiti Anayasası değiştirilir; toprak mülkiyeti yabancılara açılır. ABD silahlı kuvvetlerinin işgali 1934’e kadar sürecektir.
  • 1957-1986’da baba-oğul Duvalier’lerin diktatörlüğü: Dr. Francois Duvalier kendisini ömür boyu başkan ilan eder; 1971’deki ölümünden sonra oğlu (“bebe-doktor Duvalier”) onun yerine geçer. Başkan’a bağlı özel milislerin (“Tonton Macoutes”in)  ülkeye baskı ve dehşeti yerleştirdiği bu otuz yılda 40.000-60.000 arasında Haitili’nin öldürüldüğü tahmin ediliyor. 
  • Aristide’in başkanlığı, darbeler: Solcu bir din adamı olan Jean-Bertrand Aristide 1986 ve 2000’deki seçimleri, bir reform programları ile ve ezici çoğunluklarla kazanır. İki seferinde de ABD destekli darbelerle iktidardan uzaklaştırılır. Aristide sürgüne yerleşir; ülke yönetilemez duruma dönüşür. 
  • ABD ve Birleşmiş Milletler “barış güçleri”: 1994-2004’te ABD ordusu, 2004-2017’de Birleşmiş Milletler Barış Gücü (MINUSTAH) askerleri, Aristide’i iktidardan uzak tutmak ve istikrarı sağlamak üzere Haiti’ye yerleşir. Seçimler bu ortamlarda yapılır. 2010’daki deprem 200.000 kişinin ölümüne yol açar. MINUSTAH’ın ayrılması arifesinde Juvenel Moise başkanlığa getirilir. 

Bu kuşbakışı tarihçe, finans kapital ile bütünleşen sömürgeciliğin; zaman içinde de Amerikan emperyalizminin Haiti’nin yoksulluğu, dış bağımlılığı ve istikrarsızlığı üzerindeki etkilerine (birazcık da olsa) ışık tutuyor. 

'Toprak yağması', serbest ticaret ve Haiti tarımı1 

1915’teki ABD işgali sonrasında Haiti Anayasası, yabancı sermayeye toprak mülkiyetini açtı. Bu adım, sonraki yıllarda “toprak yağması” ile sonuçlanacaktır. 20’nci yüzyıl son bulurken Haiti burjuvazisi ve dev yabancı şirketler tarımsal arazinin yaklaşık yarısına, genellikle yok pahasına el koymuştur ve önemli bölümlerini boş bırakmaktadır. 

Örneğin 3000 köylü işletmesinden oluşan on bin dönümlük bir arazinin kamulaştırıldığını; Başkan Moise’nin şirketi Agritrans’a  serbest ticaret bölgesi ve muz ihracatı için ucuza kiralandığını; büyük bölümünün üretimden çekildiğini L.Rivara’dan öğreniyoruz. 

Bu yıkım, 1990’lı yıllara kadar tarımın (başta pirincin) dış rekabete karşı korunması ile telafi ediliyordu. Haiti halkı, hububatta pirinç tüketicisidir. Pirinç ve temel gıda ürünleri ithalatı, yüzde 100’e ulaşan oranlarda vergilenmekteydi. Haiti pirinç tüketiminde büyük ölçüde kendine yeterliydi. 

Bu durum 1990 sonrasında IMF’nin Haiti’de yürüttüğü bir “reform” programının “serbest ticaret uygulamaları” ile son buldu. Gümrük tarifelerinde büyük boyutlu indirimler tarımsal ürünlere de uygulandı. Örneğin pirinç ithalatında gümrük resimleri yüzde 50’den yüzde 3’e indirildi.  

Bu “darbe”yi, ABD kaynaklı ikinci bir “şok” izleyecektir: 1996’da Başkan Bill Clinton, ABD çiftçilerine doğrudan (ve yüksek boyutlu) destek aktarımları sağlayan Tarımsal Reform Yasası’nı imzaladı. Yasanın desteklediği Amerikan çiftçilerinin içinde pirinç üreticileri ayrıca gözetilmekteydi. 

Haiti’de pirinç ithalatında sıfırlanan gümrük tarifelerini ABD’de pirinç çiftçilerine ödenen 60 milyar dolarlık sübvansiyon ile birleştirin… Sonuç nedir? Pirinçte tamamen kendine yeterli olan Haiti, bugün Amerikan pirincinin önde gelen (dördüncü) ithalatçılarından biridir. Toplam gıda tüketiminde %80 olan kendine yeterlilik, bugün yüzde 20’ye inmiştir. 

Haiti, serbest ticaret bölgelerinde yoğunlaşan; “üretmediğini yiyen; tüketemediğini ihraç eden” bir uzmanlaşmaya yönelmiştir. Tarımda emek-yoğun olmayan muz, (bir doğal tatlandırıcı olan) stevia, diğer ticarî ürünler yaygınlaşmış; geleneksel hububat (pirinç) yoksul köylülere, sadece geçimlik üretim için bırakılmıştır. 

Böylece, Haiti’nin uluslararası işbölümündeki konumu, IMF’nin “serbest ticaret reçeteleri”, astronomik sübvansiyonlarla beslenen Batılı çiftçiler ve çokuluslu ticaret sermayesi tarafından belirlenmiştir. Clinton’un eyaleti Arkansas’lı çiftçilerin pirinci, Haiti köylüsünün pirincinden çok daha ucuza satılmaktadır. Haiti halkı da Amerikan pirinci yemektedir.  

Gecikmiş itiraflar… 

Bill Clinton 2010’da MINUSTAH Barış Gücü’nde Birleşmiş Milletler temsilciliği yapmaktaydı. O yıl Haiti’de patlak veren ve 7000 kişinin ölümüyle sonuçlanan kolera salgınına MINUSTAH’ın yol açtığını itiraf etmişti. 

Clinton bu kadarıyla kalmadı. Haiti’de gözlediği yoksullaşmaya yıllar önce bizzat katkı yaptığını fark etti; özür diledi. M.R.O’Connor’dan aktarıyorum: 

“Pirinç çiftçilerine sağladığımız sübvansiyon, Arkansas’taki çiftçilerimize yaradı. Ama Haiti’de artan yoksulluğa da yol açtı. Bugün, Haiti’de pirinç üretimini baltalamış olmanın sorumluluğu ile yüzleşiyorum.” 

Hesap sormak ve geçmiş kayıpların telafisi söz konusu olmayınca, bu türden itiraflar, özürler takdir edilemez. Clinton her bakımdan suçludur. 

Korkut Boratav / SOL

  • 1.Emperyalizmin ve neoliberal programların Haiti tarımı üzerindeki etkileri için aşağıdaki yazarların belirtilen kaynaklardaki makalelerine bakılabilir: M.R.O’Connor, Foreign Policy, 11 Ocak 2013; J.M. Sundaram ve A.Chowdhury, IPS, 21 Mayıs 2018; L.Rivara, Peoples Dispatch, 28 Mart 2021.


22 Temmuz 2021 Perşembe

Fotoğraftaki Suskunlar - Barış Pehlivan / CUMHURİYET

13 yaşındaki Eslem Nur o gün okula gitmedi. Komşuları merak etti. Bir süre sonra evinden silah sesleri geldi. Polis kapıyı açınca anne baba ve küçük kızı kanlar içinde gördü. Bir de mektup vardı masada. “Evime haciz geldi. Hayatta başarılı olmadım. Ölümümden kimse sorumlu değildir” yazıyordu.

2007 yılıydı. Sakarya’da işadamı Orhan Kurtuluş önce eşi Saliha’yı ve çocuğu Eslem Nur’u öldürmüş, sonra da intihar etmişti. 13 yaşındaki küçük kızın organları daha sonra dört kişiye hayat verdi. 

O gün orada çocuğuna karşı tetiği çeken Orhan Kurtuluş, 12 yıl aradan sonra evinde, çocuğunun gözü önünde öldürülen Ahmet Kurtuluş’un babasıydı. 

Bilmiyordum Kurtuluş ailesindeki bu süregelen trajediyi. Bir okurum uyardı, “FETÖ Borsası dosyasında öldürülen Ahmet Kurtuluş’un babasının da böyle bir sonu var” dedi. Araştırdım, yukarıda okuduğunuz ağır satırlar çıktı. 

Hani, baba Kurtuluş “Ölümümden kimse sorumlu değildir” diye yazmıştı ya... Biliniyor ki oğul Kurtuluş’un ölümünden sorumlular çoktu. İçinde bulunduğu FETÖ Borsası örgütünün kimlere nasıl uzandığının yanıtı, evinde katledilmesinin azmettiricilerini de gösteriyordu. Ama işte şimdilik herkes suskundu. Kurtuluş, AKP İzmir İl Başkan Yardımcılığı yapmıştı ama AKP’lilerin ağzını bıçak açmıyordu. 

Sadece onlar da değil...

Bu köşede “Sedat Peker neden konuşmuyor” diye sormuş, “Tüm detayları anlatacağım” yanıtını almıştım. Gelin görün ki üç hafta geçti ama Peker halen sessizdi. “Yüksek mevkideki bürokratların ve siyasilerin kurtarılabilmesi için Ahmet kardeşimi öldürttüler” dediğiyle kaldı. 

İşte tam da bunları düşünürken, Ahmet Kurtuluş’un fotoğraf arşivinden bazı kareler elime ulaştı. Kimler yoktu ki... Binali Yıldırım da, Oktay Kaynarca da, Ali Ağaoğlu da, Galip Öztürk de ve tabii Sedat Peker de hayatının içindeydi Kurtuluş’un. 

Bir karede ise dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Nükhet Hotar ile birlikteydi. Saray’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmeyi bekliyorlardı. 

Şimdi bu anlar hiç yaşanmamış gibi davranıyorlardı. Ahmet Kurtuluş ile birlikte toprağın altına gömülsün istiyorlardı. 


Efsane fotoğrafçı Henri Cartier-Bresson’un sözüyle bitireyim:

Beni ilgilendiren fotoğrafın kendisi değil. Ben yalnızca gerçekliğin minicik bir parçasını yakalamak istiyorum.

İÇERİDE YAŞAYAMAZLAR

Yüksek Askeri Şûra’ya (YAŞ) ramak kaldı. Yine Atatürkçü askerlerin tasfiye edileceği konuşuluyor. Tam da bu süreçte 28 Şubat iddianamesindeki şu satırlar aklıma geliyor: 


Müştekinin YAŞ’a sevk yazısında ‘Fethullah Gülen Nurcu grubu mensubu’ olduğu, suç olarak değerlendirilebilecek bir faaliyetinin ortaya konamadığı, ileri sürülen iddiaların müştekinin askerlik görevi dışında, suç teşkil etmeyen, toplum içerisindeki özel yaşamı konusundaki tercihleri ile ilgili olduğu, bunların TSK’den atılmasına gerekçe yapıldığı... 

Yani... Yanisi şu: Askerin Fethullahçı olmasının onun özel yaşamını ilgilendirdiği ve bu gerekçeyle TSK’den ihraç edilmenin de suç olduğu savunuluyordu. Bu iddianameyi yazan savcı Mustafa Bilgili’nin kendisi de Fethullahçıydı ve yıllar sonra 17 yıl hapisle cezalandırıldı. 

Bugün geldiğimiz nokta ise şuydu: Bir teröristin, örgüt arkadaşı teröristleri TSK’den atmakla suçladığı satırlarla askerler cezalandırıldı.  

Şimdi ne olacak? 

Müebbet hapisle cezalandırılan sanıkların avukatları kararın düzeltilmesini ve Yargıtay Ceza Kurulu’nda değerlendirilmesini talep etti. 

Bununla birlikte öğrendim ki...

Emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın avukatları Aykanat Kaçmaz ve Hüseyin Ersöz, infazın ertelenmesini istedi. Zira, hayati risk söz konusuydu. Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilen yedi sayfalık dilekçeye hastane raporları da eklenerek şöyle denildi:

81 yaşında olan Çetin Doğan kanser, hipertansiyon, kalp, üriner sistem ve ciddi ortopedik hastalıklara sahip. Günlük hayatını dahi yardım almaksızın sürdüremiyor. Covid-19 pandemisi de göz önüne alındığında, ceza infaz kurumunda tek başına yaşayamaz durumda.” 

28 Şubat davasında cezalandırılan askerlerin isimleri, FETÖ imamı Osman Hilmi Özdil’in üzerinden çıkmıştı. Şimdi o firarda, hedefindekilere ise cezaevi yolu gösteriliyor. 

Barış Pehlivan / CUMHURİYET

 

20 Temmuz 2021 Salı

Esenyurt Belediye Başkanı Kemal Deniz Bozkurt, Özyurt’u anlattı-Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

 Esenyurt Belediye Başkanı Kemal Deniz Bozkurt, Özyurt’u anlattı: Bakanlıkla bağlantılı oldukları belli, hükümete yakın diyelim.


CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Kemal Deniz Bozkurt, gazetemiz yazarı Barış Terkoğlu'nun sorularını yanıtladı.

Hakkında organize suç örgütü yöneticisi olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılan Sedat Peker’in gündeme getirdiği Esenyurt’ta, Yüksel Özyurt ve Orhan Özyurt’un faaliyetleri tartışma konusu oldu. Esenyurt Üniversitesi’nin de sahibi olan Özyurt kardeşler, AKP yönetimindeki ilçede yüzlerce milyonluk ihale aldı. Hatta Özyurt kardeşler, mevcut Esenyurt belediye binasının yapımını da üstlendi.


CHP’Lİ BAŞKAN ANLATTI: 700 MİLYONLUK İHALELER

CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Kemal Deniz Bozkurt, AKP yönetiminde Özyurt kardeşlerin faaliyetlerini anlattı. “Bugünkü değerlendirmeyle Özyurtlar 600-700 milyon civarında ihale almışlar belediyeden” diyen Bozkurt, AKP döneminden kalan borçlardan dolayı mallarına haciz konulduğunu söyledi. 

ALBAYRAK GRUBU 74 MİLYON TL’LİK FATURA KESTİ

Kemal Deniz Bozkurt ayrıca, AKP’ye yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak’ın da sahibi Albayrak Grubu’nun, yerel seçimlerden 20 gün kadar önce Esenyurt Belediyesi’ne geçmişte yaptığı çöp işinden dolayı 74 milyon TL’lik fatura kestirdiğini açıkladı. Bozkurt, “Nüfuzlarını kullanarak hakkımızda soruşturma açtırdılar” dedi.  

Esenyurt’ta Esenyurt Üniversitesi’ne verilen arazi son dönemde yeniden gündeme geldi. Araziyi geri aldınız. Bundan sonra ne yapacaksınız?

Neredeyse iki yıldan önce başlayan bir süreç bu. Üniversitenin tahsisini daha önce seçim bildirgesinde gündemimize almıştık. Esenyurt’u çok hızlı büyüdü diye tanımlamıyorum, çok hızlı çoğalmış. Kötü niyetli bir şekilde çoğaltılmış. Yeterince okul alanı da yapılmamış. Okul alanı yapılmadığı için de 86 okula ihtiyaç var. Seçim bildirgemizde arsaları inceledik. Bu işin içinden kolaylıkla çıkmanın mümkün olmadığını gördük. Benim oturduğum mahallede, binlerce çocuk var, ama okul yok. Okul yapacak alan da yok. Kampus lise projesiyle bunu çözeriz diye düşündük. Yani liseleri bu üniversite arazisine taşıyalım. Liseliler toplu taşıma kullanabilir. Onların boşalan binasını da ilkokul yapalım dedik.

Esenyurt’un toplu taşıma omurgasını oluşturan Doğan Araslı Bulvarı. Bunun civarında bir yer bulursak kampus lise yapabiliriz diye düşündük. Geldiğimizde Sayıştay raporları vardı. Raporlarda Esenyurt Üniversitesi’ne tahsis edilen alanın kötü niyetli bir devir olduğu söyleniyor, iptal edilmesi isteniyordu.

İptal talebini belediye meclisine götürdük. AKP grubu Sayıştay’ın raporu yanlıştır diyerek reddetti. Bir daha götürdüm, bir daha reddetti. Sonra idari mahkemeye götürdük. İdari mahkeme bizi haklı buldu. AKP’nin meclis üyesi aynı zamanda Esenyurt Üniversitesi’nin de avukatı. Çok baskıya rağmen geçti oradan. İstinafa gittiler. İstinaf da bizi haklı buldu. Kararı onadı. Karar kesinleşti. Projemizi yapacağız.

ESKİ BAŞKANLA BAĞLANTILILAR

Süreç bitti diyebilir miyiz?

Buraya üniversite yapmak için kendisine arazi tahsis edilen vakfın başkanı Özyurt AŞ’nin de yönetim kurulu başkanı. Aynı zamanda bu belediye binasını yapan da Özyurt AŞ. Bu arada vakfın yönetim kurulu başkanının aynı zamanda birkaç şirketi var. O şirketler de aynı arazi üzerinden alacaklarını almak için haciz koydurdular. Kastettiğim Özyurt değil, bir tane daha var. Belediyenin borçlarına karşılık haciz koydular. Biz o engelleri de aşacağız.

Bir Özyurtlar İnşaat var, bir de Özyurt AŞ. Her yerde onlar var. Burası Özyurt mu Esenyurt mu?

 İki Özyurt’un da eski başkanla bağlantılı olduğunu düşünüyoruz. Bu kadar çok firma varken bu ikisinin öne çıkması tesadüf olmasa gerek. Tahminimi söylüyorum.

BELEDİYEYE AÇILMIŞ 11 BİN DAVA VAR

Özyurt AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Özyurt ile Necmi Kadıoğlu birlikte vakfın yönetiminde... 

Evet, vakıfta beraberler. Daha önce vakıf başkalarıyla başlıyor. Demokrat bir aile. Onlar bertaraf ediliyor yerine Özyurt alınıyor. İş artık ticari alanmış gibi kullanılıyor. O vakıfta mevcut yönetim kurulunda bulunan arkadaşın beyanına göre vakfın yıllık cirosu 55 milyon lira. Bunun 20 milyon lirası kira olarak. 15 milyon lirası reklam giderleri olarak. Vesaire. 

Esenyurt, belediye başkanın yönlendirmesiyle inşaat cenneti haline gelmiş. Böyle bir algı var. Siz ne görüyorsunuz. İncelediniz mi? Şu an konuştuğumuz belediye binası bile Özyurt AŞ tarafından yapılmış.

Bu binanın da birçok sorunu var. Esenyurt’ta çok sorun var. Bunu anlatmadan anlamanız zor. İki 1/5 binlik planlanımız var ikisi de iptal. 1/1000’lik 8 planımız var 4’ü iptal oldu. Sonra ikisini mahkeme kararıyla bozdurduk. Esenyurt Belediyesi’ni devraldığımda 2.2 milyar TL civarında borç vardı. Bunu altı ayda öğrenebildim. Çünkü envanteri yoktu. Esenyurt Belediyesi hakkında açılmış 11 bin civarında dava var. Devam eden 6 bin 400...

Esenyurt Belediyesi’nin doğru dürüst arşivi yoktu. Projeler ambar şeklinde bir yere yığılmıştı. Kaydı yeni yeni alınıyor. Belediyenin yaptığı 160 uygulamayı mahkeme bozmuş. Bizden önce bozmuş. Bizim sağlık müdürümüz grafiker ressamdı. Sabit kıymet envanterimiz yoktu. Kaç arsamız var bilmiyoruz. Hiçbir şeyin envanteri yoktu. Çokça sorunlu imar açısından bir yerdi Esenyurt.

Finansal sorunlarımız var, makam arabasına el koydular, her şey hacizli. Sonra bir şekilde geri aldık ama 6-8 ay sonra. Mesela Yeni Şafak’ın sahibi Albayrak Grubu burada geçmişte çöp işi yapmış. Ben seçimi kazanmadan 20 gün önce, 74 milyon TL’lik fatura kesmiş. 14 Aylık hizmet bedeli olarak 74 milyon TL’lik fatura kesmişler. “Sen benim paramı nasıl ödemiyorsun” diyerek nüfuzlarını kullandılar, hakkımızda soruşturma açtırdılar. Müfettişler “Belediye başkanının burada bir müdahili yoktur” demesine rağmen. Sonrasında soruşturma izni veriliyor. Mahkeme süreci devam ediyor.

Bütün hesaplarımız hacizde, maaş hesabı, kesin teminat hesabı, birçok şey hacizde. Belediyenin haciz konulamayacak hesaplarına dahi haciz koydular. Bu, maaş hesabı diyoruz, “ispat et” diyorlar. Bunu Albayrak Grubu yaptırdı. “Paramızı ödemiyorlar” diye gazetelerinde haber yaptılar.

BÜYÜKŞEHİRDEN ALDIKLARI HARİÇ

Ne kadar ihale almışlar belediyeden Özyurt AŞ?

Bugünkü yeniden değerlendirmeyle Özyurtlar 600-700 milyon civarında ihale almışlar belediyeden. Bu belediye binası hariç. İhaleler yaklaşık 10-15 yılda alınmış. Büyükşehirden aldıkları hariç. Sadece Esenyurt Belediyesi ihalelerini kastediyorum.

Mesela bu binada 200 bin metrekare kapalı alan var, metrekaresi 5 bin liraya gider. Bu hesapla 1 milyar TL yapar. Bu inşaatın yüzde 73’ü şirketin yüzde 27’si belediyenin olacak şekilde ihale edilmiş. Birçok eksiklik var. Binanın yapılış şeklinde, ihalesinde. Mesela statik projesi yok. Üniversite raporları vesaire alıyoruz. Bakanlıkla bağlantıları olduğu belli. Hükümete yakın diyelim. Bilmediğim konularda yorum yapmayayım.

Tam da onu soracaktım. İçişleri Bakanı’na yakınlar mı?

Benim İçişleri Bakanlığı’na yakınlık konusunda bir bilgim yok. Görüşüm var. Geçmiş yıllarda belediye başkanı ve müteahhitler tarafından yönetilmiş burası. Ve ona göre dizayn edilmiş. Belediye başkanı olarak konuşacağım konuları delillendirmeden konuşmamın doğru olmadığını düşünüyorum. Açıkçası yukarıdan birileri pek de aramaz beni.

Barış Terkoğlu / Cumhuriyet