6 Ağustos 2021 Cuma

Yurttaşların Akbelen Ormanı için nöbetini sürdüğü İkizköy tedirgin: ‘Köyü boşaltın denildi; yetkili gelmedi’ - Gizay Arden Çelik / Cumhuriyet

 


Muğla'nın Milas ilçesindeki yangının ilerlemesi nedeniyle Yeniköy Termik Santrale yakınlığı bulunan İkizköy’de köylüler tedirgin... Köy halkından Ayşe Enginsu, “Bekledik ama hiç kimse gelmedi” dedi.

Muğla’nın Milas ilçesine bağlı İkizköy’de yapılması planlanan kömür madeni için Akbelen Ormanı’nın asırlık kızılçam ağaçlarının kesilmesine karşı köylülerin çadır nöbeti sürerken yurttaşlar bir de yangın nedeniyle tedirginlik yaşıyor.


İkizköy, yangının tehdit ettiği Fesleğen köyüne yaklaşık 15 kilometre, Yeniköy Termik Santrali ile 5.6 km arası uzaklıkta bulunuyor. Akçakaya ve Fesleğen köyü yangın nedeniyle tahliye edilirken Yeniköy Termik Santrali önünden itibaren resmi araçlar haricinde geçişlere izin verilmiyor. İkizköy’de yaşayan köylüler ise ilk önce kendilerine ‘köyü boşaltın’ demeleri daha sonra da yetkililerin gelmemesi ve açıklamada bulunmamasına tepkili. İkizköy’de yaşayan köylülerden Ayşe Enginsu, önceki gün gece yarısı yaşadıklarını Cumhuriyet’e anlattı. 

Köy meydanına herkes toplansın anonsu yapıldığını belirten Enginsu, “Hepimiz apar topar köy meydanında toplandık. Muhtar dedi ki; ‘çıkarılma emri’ geldi. Köyden çıkmamız gerektiğini söyledi. Tamam çıkacağız ama benim mesela 15 tane koyunum var. Ondan sonra 90 yaşında kayınvalidem var. Ayrıca özel aracım yok. Gecenin saat 12’sinde nereye gideceğim? Ondan sonra biz bu soruyu muhtara sorduk. Muhtar,’AFAD’dan birisi gelecek şimdi. Koordineli bir şekilde köyü boşaltacaklar. Kendi araçlarıyla toplanma alanına götürecekler." dedi. 


"HERKES DİKEN ÜSTÜNDE"

Enginsu devamında şunları söyledi:

"Bekledik ama hiç kimse gelmedi. Biz stresimizden ölüyoruz. Daha önce çantalarımı falan hazırlamıştım. Acil bir durum için... Milas’ta çocuklarım var bir tane nakliye aracı bulduk. Kızılcayıkık köyüne annemin oraya hayvanları götürecektim. Saat birde muhtardan sonra jandarma köye geldi. Jandarma köyün içine girerken anons yaptı. ‘Köy halkı acil köyü boşaltın...’ Ondan sonra herkes diken üstünde tabi, jandarmanın önüne koştu. Kimisi arabam yok diyor, kimisi hayvanlarım var diyor. Ben jandarmaya halka açıklama yapması gerektiğini söyledim. ‘Nereye gideceğiz, bir toplanma alanı var mı’ dedim. Hayvanlarımı nereye götüreceğim diye sordum. ‘Hayvanlar gitmeyecek’ diye cevap verdi. Ben gidince nereden bileyim köyü yakmayacakların, hayvanlarımın çalınmayacağını... Jandarma dedi ki; ‘bir kilometre ötede Çam köyü var’. Buraya gelen yangın ve duman oraya gelmeyecek mi?”

‘NE MUHTAR GELDİ GERİYE NE JANDARMA’

Hiçbir koordinasyon ve organizenin yapılmadığını aktaran Enginsu, “Jandarma, ‘halka gidin Çam köyünde toplanın’ dedi. Bizde dedik ki; oraya gidiyorsak hiç gitmeyeceğiz. Bu arada saat 02.00 oldu. Jandarma, burada bekleyin dağılmayın, ben muhtarı alıp geleyim, muhtarla birlikte toplantı yapalım. Bir gitti, gidiş o gidiş. Ne muhtar geldi geriye ne jandarma geldi ne de AFAD... Muhtarın kendisi zaten köyün içerisinde oturmuyor. 2 km ötede evi var onun. O kendini garantiye aldı zaten. Hiçbir şekilde yüz göz olmuyor. Bu ağaçların kesilmesinde şirketten taraf oldu zaten. Biz stresimizden ölüyoruz. Köy şu anda normal hayatına devam ediyor. Hayvanlarımızı otlattık, zeytin ağaçlarımızı suladık geldik. Hayatın biraz normalleşmesi lazım psikolojimiz bozuldu. Burada o kadar çok duman vardı, o kadar çok kül yağdı ki güneş görünmedi” ifadelerini kullandı.

Gizay Arden Çelik / Cumhuriyet

Kalbiyle koşanlar - Burçak Özoğlu / SOL

 


Küba’lı sporcular, kalpleriyle, inatlarıyla yarışıyorlar. Bize de, bizim sporcularımıza da, uğruna kalplerimizle mücadele edeceğimiz bir ülke kurmak, o ülke adına koşmak için ilham olsunlar...

İzlemeye doyulmaz bir sahne: “Juantorena kalbiyle koşar ve halkı heyecandan titrer” sözleriyle çalan salsa parçasında ancak omuz hizasına kadar gelebilen neşeli kalabalıkla birlikte sokakta kıvrak hareketlerle dans eden bir büyük adam. Alberto Juantorena.

Kelimenin gerçek anlamıyla büyük, 1 metre 88 santim boyu, 2 metre 75 santimlik adım aralığıyla, lakabını hak eden boyutta yapılı bir insan Juantorena. Lakabı, “La Caballo” yani at, ya da hadi tamam kibarlığı bir yana bırakalım, “aygır”. Aygır ama en asilinden, yağızından.

Kübalı atlet, Alberto Juantorena, 1976 Montreal Olimpiyat oyunlarında pistte 400 ve 800 metre koşularında aldığı altın madalyalarla tarihe yazılan olimpiyat efsanelerinden biri. 

Olimpiyat tarihinde 400 ve 800 metre koşularının her ikisini de koşan sporcu sayısı oldukça enderdir. Juantorena bu iki mesafeyi aynı olimpiyat oyunlarında bir kaç gün arayla koşan ve her ikisinde de altın madalya alan, üstelik bir de dünya rekoru kıran tarihteki ilk ve tek sporcu, Tokyo 2020 dahil, yani hala öyle.

Juantorena, 400 metre koşusunda favori olan Afrika kökenli Amerikalı Fred Newhouse’ı efsanevi bir çekişme sonucu geçer ve dünya rekorunu kırar, ancak 800 metredeki zaferinde bir gölge vardır. 1976 Montreal Olimpiyatlarına, Güney Afrika’nın ırkçı ayrımcı politikalarını protesto ederek katılmayan ülkeler arasında Kenya da vardır, dolayısıyla 800 metre koşusunun tartışmasız favorisi Kenyalı atlet Mike Boit olimpiyat yarışında yer almaz. Kübalı atlet, efsane oluşunun şanstan olmayışını hemen bir yıl sonra 1977’de Stuttgart’ta düzenlenen Dünya Atletizm Şampiyonasında Boit’i de geçerek kanıtlar.

Ancak La Caballo’yu efsane yapan ve benim bugünkü yazıma konu etmeme neden olan şey onun bu sportif başarısının çok çok ötesine uzanıyor. Juantorena, efsane bir atlet olmasının yanısıra, bugün hala ülkesine tüm varlığıyla hizmet etmeye devam eden, yurtsever bir devrimci. Sporcu olarak uluslararası boyutlarda elde ettiği başarıların, madalyaların kürsülerin değil, Fidel’in onu kucakladığı anların anısıyla övünüyor, halkıyla içiçe, ayrıcalıksız oluşuyla gururlanıyor.

Tokyo 2020 Olimpiyat oyunlarının en çekişmeli ve heyecanlı anlarının yaşandığı bu günlerde İngiliz Marc Craig’in yönetmenliğini yaptığı bir belgesel film dijital platformlardan yayına girdi. “Running for the Revolution” (Devrim için koşmak) filmi, efsane Alberto Juantorena’yı, sporculuğunu, yurtseverliğini, Küba’yı, Küba’da sporun ne anlama geldiğini, Fidel’i ve daha başka birçok şeyi anlatıyor. Yazının girişinde betimlediğim sahne de o belgeselden.

Ben filmi izleme olanağına ulaştım, sizlerin de erişip izleyebileceğiniz zamana kadar dayanamayıp, tam da bugünlerde gereksinim duyduğumuz umuda güce ve inada kaynak olacağını düşündüğüm için sizlerle bir kısmını da olsa paylaşmak istedim.

Filmde Juantorena’nın ağzından hem kendi hikayesini hem de Küba Devriminin sporda yarattığı müthiş başarının kaynaklarını dinliyoruz.


Devrimden hemen sonra ülkenin en büyük spor kompleksinin açılışını yaparken Fidel’i duyuyoruz bir de:Burası işçilerimizin çocuklarına armağanımız olsun” diyor, “Halkımızın mücadelesini, kolektif çalışma bilincini, savaşma yeteneğini burada geliştirsinler, biraz da eğlensinler tabi! diye ekliyor.

Belgeselin odağında Küba- ABD ilişkileri de yer alıyor. Yönetmenin niyetini bir yana bırakıp izleyince, ABD ablukasının ülkede her alanda olduğu gibi sporda da ne denli ağır bir yoksunluk ve olanaksızlık yarattığının da belgelendiğini görüyoruz.

Alberto Juantorena müsabık sporculuğu bıraktığı 1980’li yıllardan itibaren Küba’da spor alanında idarecilik yapmış, hala da yapıyor. Küba atletizm federasyonunun başında olmasının yanısıra ülkenin uluslararası spor elçiliğini de yürütüyor. Doğrudan Fidel ile birlikte çalışarak başladığı ve yıllardır sürdürdüğü bu görevleri sayesinde de ablukanın sportif etkinlikleri ve gelişimi nasıl zorladığını doğrudan örnekleyerek aktarabiliyor.

Tüm bunlara rağmen Juantorena, Küba’da sporun devrimden sonra geçirdiği büyük değişim ve ilerlemeyi gururla aktarıyor. Gururlanmakta hiç de haksız değil.

Küba, Güney Amerika kıtasında Tokyo 2020 olimpiyatlarına kadar en fazla madalyaya sahip ülkeydi. Bu yıl da hızını kesmedi, 5 Ağustos itibariyle, 5 altın, 3 gümüş, 4 bronz madalya ile toplamda 17. ülke durumunda. Önümüzdeki günlerde final ve veya yarı final oynayacak, yarışacak sporcuları da düşünürsek bu sayının daha da artacağından emin olabiliriz.

Ne umut verici ki, Fidel’in emanetini hala gururla taşıyor, La Caballo’nun efsanesini sürdürüyorlar.

İzlemişsinizdir, boksör Julio César La Cruz, ülkesini terk ederek İspanya’ya iltica eden Emmanuel Reyes’i yendiği maçından sonra zaferini ¡Patria o vida No! ¡Patria o muerte, venceremos! Vatan yahut yaşam değil (karşı devrimcilerin sloganı), Vatan yahut ölüm, kazanacağız! sözleriyle kutladı.

La Cruz, bugün saat 09:05’te final maçına çıkacak, ve şimdiden yazayım buraya, sonuç ne olursa olsun, KAZANACAK!

Diğer taraftan, bu yıl Küba bir Olimpiyat efsanesi daha kazandı. Mijaín López Nuñez, üstüste dört kez aynı branşta Olimpiyat şampiyonu olarak tarihe adını yazdırdı. Mijaín, güreş sporu tarihinin bu efsanevi ünvanını “yenilmez kumandan” Fidel Castro’ya armağan ettiğini duyurdu tüm dünyaya. Dev sporcu kendi başarısını ve gövdesinin heybetini ülkesinin adına kattı gururla.

Küba’lı sporcular Tokyo 2020’de sadece sportif bir mücadelenin içerisinde değiller unutmayalım. Her bir branş için, kullanılan malzemede gramın önemi varken sınırlı olanaklarla elde ettikleri ekipmanlarıyla oyunlara katılmışken, hazırlık için rakipleri yüksek teknolojik donanımlı sahalarda idman yaparken onlar hala Fidel’in neredeyse 60 yıllık emaneti stadyumun mütevazi pistlerinde ter dökmüşken, dünyanın her köşesinden her tür cahilliğin ülkeleri üzerine ahkam kesmesini dinlemek zorunda iken: Kalpleriyle, inançlarıyla, inatlarıyla, koşuyorlar, yarışıyorlar, dövüşüyorlar..

Bize de, bizim sporcularımıza da, uğruna kalplerimizle mücadele edeceğimiz bir ülke kurmak, o ülke adına koşmak için ilham olsunlar...

Burçak Özoğlu / SOL


5 Ağustos 2021 Perşembe

Marmara Üniversitesi, akademik usulleri hiçe sayarak Şahap Kavcıoğlu’nun doktora tezini akladı! - Berkant GÜLTEKİN / BİRGÜN



Marmara Üniversitesi Yayın Etik Kurulu, BirGün'ün sunduğu açık kanıtlara rağmen Merkez Bankası Başkanı ve eski AKP Milletvekili Şahap Kavcıoğlu’nun doktora tezinde intihal olmadığı yönünde tartışmalı bir karara imza attı. Kavcıoğlu’nun net şekilde dipnotsuz ve tırnaksız olarak Merkez Bankası raporundan tezine monte ettiği uzun paragraflar, tezin farklı yerlerindeki tablolar için gösterilen ve sayfa numaralarının dahi belirtilmediği kaynaklarla ilişkiliymiş gibi değerlendirilerek ‘sorunsuz’ görüldü. Prof. Dr. Ömer Akgiray başkanlığındaki kurul bu kararıyla, alıntı ve atıflar konusundaki akademik usulleri hiçe saydı.

BirGün’ün Merkez Bankası Başkanı ve eski AKP Bayburt Milletvekili Şahap Kavcıoğlu’nun doktora tezindeki intihal izlerini ortaya çıkarmasının ardından tezle ilgili inceleme başlatan Marmara Üniversitesi Yayın Etik Kurulu, BirGün'ün görsellerle ortaya koyduğu açık kanıtlara rağmen tezde intihal olmadığı yönünde oldukça tartışmalı bir karara imza attı.

CİMER üzerinden BirGün’ün yaptığı başvuruya yanıt veren Marmara Üniversitesi Yayın Etik Kurulu Başkanı, aynı zamanda Mühendislik Fakültesi Dekanı ve Rektör Yardımcısı olan Prof. Dr. Ömer Akgiray, konunun, kurulun 28 Temmuz 2021 tarihli toplantısında gündeme alındığını kaydetti.

BirGün’ün 22 Mart 2021 tarihli, “Yeni MB Başkanı'nın doktora tezinde MB raporundan intihal izleri” başlıklı haberinde yer alan iddiaların incelendiğinin belirtildiği cevapta, Şahap Kavcıoğlu’nun, Merkez Bankası’nın 2001 yılı faaliyet raporundan tezine monte ettiği bölümlerle ilgili soru işaretleri doğuran görüşlere yer verildi.

İLGİNÇ YORUM: TEZDEKİ ANLATIMDAN ATIF YAPILDIĞI ANLAŞILIYOR

Prof. Dr. Osman Akgiray'ın imzasını taşıyan yanıta göre kurul, Kavcıoğlu’nun Merkez Bankası raporundan noktasına virgülüne dokunmadan tezine aldığı dipnotsuz ve tırnaksız paragrafları, tezin farklı yerindeki tablolar için kullanılan ve sayfa numaralarının dahi belirtilmediği kaynaklarla ilişkilendirerek, “Şikayete konu edilen paragrafların başında ve sonunda bahis konusu Rapor’a atıf yapıldığı, bu paragraflarda verilen bilgilerin Rapor’a dayandığının tezdeki anlatımdan anlaşıldığı, tez yazarının başkasına ait özgün buluş, bilgi ve fikirleri kendisine aitmiş gibi gösterdiğine dair açık bir bulgu olmadığı görülmektedir” tespitinde bulundu.

Marmara Üniversitesi Yayın Etik Kurulu bu kararıyla, Şahap Kavcıoğlu’nun kopyala-yapıştır tekniğini andırır şekilde Merkez Bankası raporundan kendi tezine transfer ettiği uzun paragrafları, ‘yayın etiği ihlali oluşmadığı’ kanaatine vararak akladı.

Ancak kurulun bu kararı, alıntılar ile atıfların ne şekilde yapılabileceğinin aktarıldığı ve başta Şahap Kavcıoğlu’nun doktora tezini sunduğu Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü’nün Lisansüstü Tez ve Proje Yazım Kılavuzu da olmak üzere pek çok tez yazım kılavuzuyla açıkça çelişiyor.

ENSTİTÜ’NÜN KILAVUZU VE AKADEMİK USULLER NE DİYOR?

Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü’nün Lisansüstü Tez ve Proje Yazım Kılavuzu’nun 4’üncü bölümünün 11’inci maddesinde yer alan ‘metin aktarmaları’ kısmında, tezlere doğrudan ve dolaylı olarak aktarma yapılabileceği, doğrudan aktarmanın üç satırdan az yapıldığı durumlarda mutlaka tırnak işareti kullanılması ve alıntı yapılan kısmın sonuna alıntı yapılan kaynaktan dipnot verilmesi gerektiği belirtiliyor.

Kılavuza göre, Kavcıoğlu'nun tezindeki gibi doğrudan aktarmanın üç satırı geçtiği durumlarda ise alıntının, yeni paragraf belirtilerek, sol ve sağ kenardan en az 8 boşluk ve satırlar arasında tek aralık bırakılarak, italik karakterle 11 punto ile yazılması gerekiyor.

TÜBİTAK çatısı altında faaliyet yürüten Dergipark’ta yer alan ‘Atıf ve Kaynakça Kuralları’ makalesinin ‘metin içerisinde atıf yapma’ kısmında da kelime sayısı 40’tan fazla olan alıntılarda, alıntı yapılan bölüme 1,25 cm içeriden yazılarak başlanması ve alıntının sonunda atıf yapılan kaynağın parantez içinde belirtilmesi gerektiği vurgulanıyor.

Marmara Üniversitesi Yayın Etik Kurulu’nun ‘sorunsuz’ gördüğü Şahap Kavcıoğlu’nun doktora tezinde ise akademik alıntı ve atıf kurallarına uyulmadığı; tezde alıntı yapılan bölümlerde alıntı yapıldığına dair herhangi bir işaret bulunmadığı ve bu nedenle söz konusu kısımların Kavcıoğlu’nun özgün ifadeleriyle ayrılamadığı görülüyor.

Akademik usullere göre alıntı yapma kuralları ve Şahap Kavcıoğlu’nun doktora tezinde yaptığı alıntılar karşılaştırılmalı olarak şu şekilde:






Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü'nün Lisansüstü Tez ve Proje Yazım Kılavuzu


KAYNAKÇADA DA RAPORA YER VERİLMİYOR

Öte yandan Şahap Kavcıoğlu, tezinde işaret vermeden alıntı yaptığı Merkez Bankası raporuna, tezinin kaynakça bölümünde yer vermiyor. Bu durum, Marmara Üniversitesi Yayın Etik Kurulu’nun tezi dair sunduğu görüşü de boşa düşürüyor. Zira Yayın Etik Kurulu, tablolardaki kaynakları yeterli olduğu görüşüyle tezde intihal olmadığını savunuyor. Ancak Kavcıoğlu’nun Merkez Bankası raporunu kaynakçada göstermemesi, BirGün’ün söz konusu paragraflara herhangi bir dipnot düşülmediği ve bu nedenle intihal niteliği taşıdığı yönündeki savını haklı çıkarıyor.

TEZ DANIŞMANI, ENSTİTÜ’NÜN MÜDÜRÜ VE VARLIK FONU’NUN YÖNETİCİSİ

Şahap Kavcıoğlu’nun tez danışmanı olan Prof. Dr. Erişah Arıcan ise bugün, Kavcıoğlu’nun tezini sunduğu Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü’nün Müdürü olarak görev yapıyor.

Arıcan ayrıca, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 11 Eylül 2018’de Türkiye Varlık Fonu Yönetim Kurulu Üyesi olarak atandı.

Bununla birlikte Arıcan, 27 Eylül 2018 tarihinden bu yana da Borsa İstanbul’un Yönetim Kurulu Başkanı.

Arıcan öte yandan, Erdoğan'ın damadı, eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın tez danışmanı olmasıyla da tanınıyor.

NE OLMUŞTU?

BirGün, 22 Mart 2021 tarihli haberinde, Merkez Bankası Başkanı ve eski AKP Bayburt Milletvekili Şahap Kavcıoğlu’nun 2003 yılında Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü’ne sunduğu “Ticari Bankalarda Sorunlu Kredilerin Yönetimi, Çözümü ve Takibi İçin Bir Uygulama” başlıklı doktora tezinde, Merkez Bankası’nın 2001 yılına ait “70’inci Hesap Yılı Hakkında Banka Meclisi’nce Hazırlanan Faaliyet Raporu”ndan kopyala-yapıştır tekniğiyle intihal yaptığını gündeme getirmişti.

Kavcıoğlu geçen süre boyunca habere ilişkin herhangi bir açıklama yapmazken, BirGün, 24 Mayıs 2021 tarihinde CİMER üzerinden Yükseköğretim Kurumu’na (YÖK) konuyla ilgili olarak şu soruları yöneltmişti:

"22 Mart 2021'de yayımlanan habere göre, Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu, 2003 yılında Marmara Üniversitesi'ne sunduğu doktora tezinde Merkez Bankası raporundan intihal yapmıştır.

İntihal vakasını kanıtlayan dökümanlara haberde yer verilmiştir.

YÖK, intihal olduğu ortaya çıkan tezlerle ilgili ne tür işlemler yapmaktadır?

İntihal olduğu ortaya çıkan doktora tezinin iptal edilmesi için gerekli süreç başlatılmış mıdır?

YÖK dışında konuyla ilgilenen bir devlet kurumu bulunmakta mıdır?

Doktora tezinde akademik hırsızlık yapan bir kişinin, kamu görevinde bulunması Anayasa'yla uyumlu mudur?"

YÖK ise gazetemize verdiği yanıtta, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile Yükseköğretim Kurumları Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği Yönergesi uyarınca, başvurunun Marmara Üniversitesi Rektörlüğü’ne iletildiğini belirtmişti.

Marmara Üniversitesi Yayın Etik Kurulu Başkanı Osman Akgiray da CİMER üzerinden BirGün’e verdiği yanıtta, Kavcıoğlu’nun doktora tezindeki intihal izlerini ortaya çıkaran haberimiz üzerine, tezi incelemesi için raportör görevlendirildiğini belirtmişti.

Berkant GÜLTEKİN / BİRGÜN




Yangın söndüremeyen bir yalakalık öyküsü - Barış Terkoğlu / CUMHURİYET



Muğla’nın Milas ilçesi Hisarbaşı Mahallesi sakinlerinin yıllar süren şikâyeti vardı. Biraz tuhaf ama evleri titriyordu. Titremeye bir gürültü de eşlik ediyordu. Şüphelendikleri müstakil eve giren çıkan da belli değildi. Ev sahiplerine ilişkin de efsaneler dilden dile dolaşıyordu. Evinin altında tarihi eserlerin gömülü olduğuna inanan adamın şüpheli ölümü, evin yıllar sonra ederinden çok yükseğe satılması, anlatılan define hikâyeleri, eve gelip giden yabancı plakalı araçlar... Elbette vatandaşlar yaşananlar için defalarca ihbarda bulundular. Gelgelelim, polis yıllar süren titremenin nedeniyle ilgili hiçbir şey bulamadı!

Ancak 2009 yılına gelindiğinde, bir muhbirin her şeyi anlatmasıyla mesele gizlenemez oldu. Evin altında yıllarca kazı yapılmıştı. 2010’da operasyon yapıldı. Ortaya çıkan şey inanılmazdı. Pers İmparatorluğu döneminde Karia’yı (bugünkü Muğla civarı) başarıyla yöneten Vali (Satrap) Hekatomnos’un anıtmezarı buradaydı. Üzerine leyleklerin yüzlerce yıldır yuva yapmaları nedeniyle halkın “Uzunyuva” dediği bölgedeki sütunun da bu anıtmezarın parçası olduğu anlaşıldı. Hekatomnos mezarı, dünyada son yılların en büyük arkeolojik buluşuydu. 

Definecilerin bir kısmı yakalandı, tutuklandı, bazıları sadece yüz liralık, bazıları kısa süreli sembolik hapis cezalarıyla kurtuldu. Ancak hemen herkese göre yakalananlar küçük balıktı. Zira soygun yıllarca sürmüş, mezarlıkta gömülü hazineler çoktan yurtdışına götürülmüştü. Polis operasyon yaptığında lahitlerdeki altın varakları kazımaya, mermerleri parçalamaya çalışan küçük hırsızlar kalmıştı. Mermerlerdeki tarihi resimler de mahvolmuştu.

Yıllar süren titremenin nedeni evin içinde iş makineleriyle yapılan ve 12 metreye ulaşan kazıydı. Nasıl oluyorsa, devlet görevlilerinin gözü önünde bu yapılabilmişti! Dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, soygun yapılan eve kadar geldi. Hem Türkiye’nin hem insanlığın ortak mirasının çalınmasında, bazı kamu görevlilerinin de parmağı olduğu imasında bulundu. 2400 yıllık eserden büyülendiğini, hayatında böylesini görmediğini söyleyen Günay, “Soygunun çok bilimsel çevrelerden ekonomik destek de alınarak yapıldığını anladık” dedi, “Büyük bir organize hırsızlık vakası” dedi, “İçişleri Bakanlığı müfettişleri de olaya el koyarlarsa iyi olur” dedi... 

Peki, bugün ne oldu?

TURİZM BAKANI AKP İÇİN GELSİN!

2019 yerel seçimlerine doğru giden günler. Bir pastanın etrafında yapılan kutlama gibi. Bir sürü adam hoparlörü açık telefonun etrafında toplanmış. Cumhurbaşkanı’nın aramasını kutluyorlar. Erdoğan, devlet başkanı şapkasını çıkarmış. AKP Genel Başkanı olarak konuşuyor. CHP’de aday yapılmayınca AKP’ye geçen Barış Saylak’ı kutluyor. Bundan sonra yapılacakları anlatıyor. “Bilgisayarının köşesinde hâlâ CHP’nin amblemi duruyor, onu hemen sil” diye başlıyor. 

Elini öpmeye gelmek istiyorum Ankara’ya” diye devam eden, “büyüksün reisim büyük” diye yumruğun havada bittiği konuşmada, çiçeği burnunda AKP’linin Cumhurbaşkanı’ndan istedikleri var. “5 tane yatırımcı bakanımı burada istiyorum” diye başlıyor. Milas’ın tarih ve turizm kenti olduğunu hatırlatıp “Kültür ve Turizm Bakanımızı istiyorum” diye devam ediyor. Neden olduğunu da açıklıyor: “Hekatomnos mezarı var, ne yazık ki yarım kaldı, onunla ilgili söz versinler yeter”.  

İşte Saylak’ın bahsettiği mezar, 2010’da soygunculara göstermelik operasyonla fark edilen o mezar. Yani aradan 10 yıl geçmiş, ama devlet soyguncular kadar hızlı çalışamamış!

BAKAN, AKP İÇİN MİLAS’TA

Konuşmanın devamında Erdoğan, Kültür ve Turizm Bakanı’nın “dışarıdan” olduğunu, bu nedenle seçim çalışmalarına katılamadığını söyledikten sonra “Onlar artık perde arkasında katılacaklar” diye bulduğu çözümü de açıklıyor. 

Dönemin haberlerini açıp bakıyorum. Gerçekten de “Büyük Reis”, Saylak’ın istediğini yapmış. Kültür Bakanı’nı “perde arkası”ndan çalıştırmış. Seçime sayılı günler kala, 13 Mart 2019 tarihli Anadolu Ajansı Haberi Kültür Bakanı’nın Milas’a, Hekatomnos Mezarı’na geldiğini haber veriyor. “Hekatomnos kral mezar alanı çok önemli bir değer. UNESCO Kalıcı Miras Listesi’ne de girebilecek adaylardan biri, o yüzden de desteklenmesi lazım” diyen Turizm Bakanı, anıtmezar için projelerini de açıklıyordu.

Bu kadar değil...

Saylak, Erdoğan’dan konuşmada, seçim kazanmak için “bakan doğalgazı” da istiyordu. 6 Aralık 2018 tarihli haberler bu merakımızı da gideriyor. AKP Milas adayı Barış Saylak ile poz veren Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, Milas doğalgaz projesinin hazır olduğunu, çok yakında çalışmanın başlayacağını açıkladı. 

Sözler verildi, arkadan çalışmalar yapıldı. Ama olmadı. Erdoğan’a “Namus ve şeref sözü veriyorum, 1 Nisan’da Milas’ı getireceğim” diyen Barış Saylak, devletin seferberliğine rağmen seçimi kaybetti.

ORMAN MÜDÜRÜ OLDU

Geçen pazartesi akşamı Halk TV’de, Sözüm Var programına, Milas’ın CHP’li belediye başkanı bağlanmıştı. Cumhurbaşkanı’nın ve bakanların, günler süren Milas yangınında, kendisiyle temasa geçmemesinden yakınıyordu. Konuşması bitince, iki yıl önceki rakibi Saylak’ın şimdi nerede olduğunu anlattım. Erdoğan, seçimi kaybeden Saylak’ı, veteriner olması sebebiyle olacak, Muğla Tarım ve Orman İl Müdürü yapmıştı. Milas’ın da Bodrum’un da Marmaris’in de, kısacası bütün Muğla’nın ormanları, “büyüksün Reisim büyük” diyen, “seçim kaybeden AKP’li”ye bağlanmıştı. Belediyede veterinerlik, nikâh memurluğu, mezbaha sorumlusu görevlerinde bulunan, “Büyük Reis” dedikten sonra kariyer sıçramasıyla İl Tarım ve Orman Müdürü olan Saylak, günler süren yangını “söndüremeyen” yöneticilerden biriydi. 

CHP’den AKP’ye geçip aday olan Saylak’la izleyenlerin yüzünü kızartan konuşmayı yapan Erdoğan, CHP’li mevcut başkanla bir doğal afet sırasında bile konuşmamıştı. Bu da Erdoğan’ın bütün milletin cumhurbaşkanı değil, sadece bir siyasi görüşün başı olduğunun da açık örneğiydi. Erdoğan’ı bile utandıracak şekilde övmesi sayesinde Saylak, ülkenin en güzel ormanlarının başına yönetici yapılmıştı. Bu da devrin çürümesinin açık bir sembolüydü.

HIRSIZLIK ALETLERİ SERGİDE

Hekatomnos Mezarı mı? 

Soyulmuş haliyle bile dünyayı hayran bırakan, arkeolojide yüzyılın keşfi sayılan, klasik çağın zirvesi anıtmezar çalışması, AKP Milas’ta seçimi kaybettikten iki yıl sonra bile bitmedi! Haliyle, Doğulu bir ülkenin ileri görüşlü yöneticisi olarak bilinen Hekatomnos’un yaşamının dönemeçlerinin resimlerini millet göremedi. 

Yıllar süren çalışmalara, Türk bilim adamları yetişemeyince, dünyaya “help me” denilerek, uluslararası bilim adamları Türkiye’ye çağrıldı.  

İskoç polisi, Edinburg’da mezardan çalınmış altın tacı yakalayıp Türkiye’ye gönderdi. Ama çalıntı eserlerin satış fotoğraflarında kolu gözüken, beyaz gömlekli, anahtarlığına akbil takmış, arkeoloji bilgisi derin “yerli hırsızlar” yakalanamadı. 

Yine de ibret olsun diye, soygunda kullanılan silindirik karot çekirdeklerinin, İngiliz anahtarlarının, boruların anıtmezarın bir köşesinde sergileneceği açıklandı. Evleri titreyen halkın, siyasetin, bürokrasinin, soygunun birbirine karıştığı bu öyküde, paha biçilmez mirasa, bu dönemin katkısı hırsızlık aletleri ve yanmış ağaçlar oldu. 

Ne diyelim, Ey Karia ahalisi titre ve özüne dön!

Barış Terkoğlu / CUMHURİYET

4 Ağustos 2021 Çarşamba

Saray rejimi kül oldu, yeniyi halk kuracak - BİRGÜN

 


Ülkenin her yanı yangınlarla boğuşurken kibrinden ödün vermeyen Saray yönetimi ısrarla ‘Devletimiz büyüktür’ diyor. Halkı yalnız bırakan o ‘büyük devlet’, yurttaşa ya borç veriyor ya da IBAN. Dayanışma içindeki milyonlar ülkenin yarınlarının gerçek kurucularıdır. İktidar ve ortakları her yangına körükle gitse de ülkedeki 19 yıllık yangını dayanışma içindeki halkın kendi iradesi söndürecek. ‘Tek adam’ rejimi tüm kurumlarıyla birlikte çözülüyor. Tel tel dökülen sistemin artık dikiş tutmayacağını vurgulayan siyaset bilimciler Saray yönetimi için bu durumun daha fazla sürdürülemez olduğuna, yenilik talebinin ise daha güçlü savunulması gerektiğine dikkat çekiyor.

Ülke yangın yeri. Freni boşalmış kamyon gibi yokuş aşağıya iniyor. Selden, yağmurdan, yangından insanlarımız ölüyor. 

Ormanlar yok oluyor. Evler, yollar sular altında kalıyor. Üstelik her yıl en az birkaç kez tekrarlanıyor. 

Bakanlar hiç sorumlulukları yokmuş gibi bir çizme ve yelek giyerek ama her biri sadece kendilerine tahsis edilmiş özel uçaklarla felaket bölgelerine gidiyor. Birkaç kare fotoğraf bolca hamaset ve en nihayetinde halka ya borç alacağı bankayı adres olarak gösteriyor ya da yardım için IBAN numarası vererek olay yerinden uzaklaşıyor. 

Rize, Giresun, Erzincan, Soma, Van, Antalya ya da Muğla hiç fark etmiyor. İktidar yetkilileri her yerde aynı terane aynı aymazlıkla davranıyorlar. Aynı ezber cümleler ile halkın karşısına çıkıyorlar: “Devletimiz büyüktür.” Büyük devlet ya borç veriyor ya da para istiyor.

DEVLETİ SORANLARA: ZENGİNİN YANINDA

Türkiye son 18 yılın en yüksek temmuz enflasyonunu yaşadı. Yıllık enflasyon Merkez Bankası’nın faiz oranına yaklaştı. Üstelik bu TÜİK rakamlarına göre. Üretici enflasyonu ise yüzde 44’lere dayandı. Bu durum enflasyonun daha da yukarılara tırmanacağını gösteriyor. Dar gelirli, her hafta artan fiyatlarla nasıl baş edeceğini düşünürken maaşlar yerinde sayıyor. Hükümetin vereceği zam müjdesine bakıyor. Ama bu nasıl büyük devlet ve onu yöneten hükümet ki çalışanına enflasyon farkı oranında zam vermemek için elektrik zammını bile haziranda değil temmuz başında yapmayı düşünebiliyor. Zamlar yağmur gibi yağarken yurttaşını koruyacak bir şemsiyeyi bile çok görüyor.

Bir de hiç maaş alamayanlar var. Açlığa mahkum milyonlar. Bu gerçek ortadayken bile Erdoğan ekran karşısına geçip ihtiyacı olan herkese ne kadar çok nakdi yardım yaptıklarını övünerek anlatabiliyor.

BÜTÜN RANT YANDAŞLARA PAYLAŞTIRILDI

Kısıtlı kamu kaynaklarının neredeyse tamamı yandaşa ayrıldı. Otoyollar, köprüler, dev hastaneler, havaalanları yaptırılıp milyonlarca liralık rant paylaşıldı. Yalanlarını daha geniş kitlelere aktarmak için kamu bankalarından krediler kullandırılıp medya tekeli oluşturuldu. Yandaş medyayı yaratmak yetmedi yaşatmak için yine belediyelerin ve kamunun reklamlarıyla ayakta tutulmaya çalışıldı. Milyonlarca emekçinin alın teriyle biriktirilen kamu serveti çarçur edildi. Merkez Bankası’nın rezervi bile seçim politikasına kurban edildi.

Ekmek isteyen, iş isteyen milyonlara kapı gösterilirken, yandaşla bir olup servetlerine servet kattılar. Nerdeyse tüm AKP’li siyasetçiler en zenginler listesine girecek hale geldi. Devlet oldular, 80 milyonun yarattığı kaynağı kendilerine aldılar.

saray-rejimi-kul-oldu-yeniyi-halk-kuracak-906058-1.



SIKIŞINCA YURTTAŞA ‘GÖREV SENDE’ DEDİLER

İktidar yurttaşı ancak çaresiz kaldığında hatırladı. Pandemiden ekonomik krize, doğa felaketlere kadar bu durum hiç değişmedi. Ranta açtıkları orman alanlarıyla, dere yataklarıyla ilgili de halkı suçlamayı ihmal etmediler. Sürekli görev tanımladılar. Felaket bölgelerinde Cumhurbaşkanı’nın etrafına toplanıp acaba ne yardım gelecek diye umutla bekleyenler kafalarına atılan bir poşet çayla karşılaştı. Milyonluk araçlarla ortalıkta dolaşıp, lüks uçaklarla halka yukarıdan bakanlar, insanları ayaklarına çağırmaktan çekinmedi. Çocuğuna mama alamayan vatandaşın “açım” çığlığına bile laf edip “aç olan bunu söylemez” diyecek kadar alçaldılar.

İktidar ancak çaresiz kalındığı anlarda yurttaşı hatırladı. Altından kalkamadığı büyüklükte gelişmeler yaşanınca para istenmekten bile çekinmediler. O kadar kibir ve gösteriş altında yarı aç yarı tok yaşayan milyonlardan yardım isterken yüzleri kızarmadı. Bu kadar rezillik sonrası bir avuç şakşakçı ve trol dışında etrafında tek bir aklıselim insan bile kalmadı. Ülke gerçeklikten kopmuş, ranta, şatafata ve lükse alışmış aç gözlü bir yönetici elitin pençesine düşmüş durumda.

DÜZEN KÜL OLDU YENİSİ GELİYOR

Son bir haftada yaşananlar bile tek başına gösteriyor ki yanan, kül olan sadece ormanlar değil bu düzenin kendisi. Dumanı tüten bir düzenle karşı karşıyayız. Büyük ortak o tarafa bakmadan durumu kurtaracağını düşünürken küçük ortak yaşanan rezilliği görmeden hâlâ hain arama peşinde.

YENİYİ MİLYONLARIN İRADESİ KURACAK

Bu yıkıntının altından kurtulmanın ilk ve tek yolu önce bu iktidardan kurtulmaktan geçiyor. Sonrasına dair ilk adımlar halkın içinde boy vermeye başladı bile. Dayanışarak, birbirini destekleyerek, uzağı yakın ederek ve iyiliği örgütleyerek kötülüğe karşı direnen milyonlar ülkenin yarınlarının gerçek kurucuları olacak. Kahraman aramadan, kendi öz gücüne inanıp yangına kovayla su taşıyan milyonlar bu ülkenin geleceğidir.

Kuşkusuz ki yanan, çöken, yok olan her ev bizim vatanımızdır. Vatan yanıyor. İktidar ve onun ortakları her yangına benzinle gitse de milyonlar elleriyle bile bu yangını söndürecek. Ülkedeki yangını halk söndürecek.

***

Siyaset Bilimci Akademisyen Seren Selvin Korkmaz:

Yangınla ilgi mesele sistem krizi olarak değerlendirilebilir. Yangına müdahale edilememesi ve diğer bir takım doğal afetlerde hükümetin, insanları sürekli başlarının çaresine bakmaya davet ettiği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Başkanlık sistemi bir istikrar ve hızlı kriz çözümü vaadiyle gelmişti ama burada en büyük istikrar halkı başlarının çaresine bakmaya davet etmek oldu. Yönetim krizine ilişkin iki önemli nokta var: Birincisi sistemin tamamen şeffaflıktan uzak olması. Son dönemlerde özellikle yangınlarla ilgili hikâyelerde gözlemlediğimiz nokta doğru bilgilere ulaşamamamız ve yangın söndürme uçaklarıyla ilgili anlatılanlar oldu. Uçaklar var mı yok mu, satıldı mı? Tartışması devam ediyor. Demek ki şeffaflık bulunmamakta. Dolayısı ile yeni bir sistem talebinde de ilk üzerinde durulması gereken noktalardan biri şeffaflıktır.

Liyakat yok itaat var

İkinci bir nokta ise sistemin tamamen sadakate bağlı olması. Liyakat sahibi sorun çözebilen kişiler yerine kurumlara liyakatleri daha az ama daha sadık insanların doldurulduğu görülüyor. Yöneticiler sadakat ölçütünde işlerini yaptıkları sürece sorunlara çözüm bulamıyorlar. AKP güvenlikçi politikaları öne çıkaran bir parti. Yurttaşların bir kısmı güvenlik talep edebilir. Bugün insanların can ve mal güvenliğini bile sağlayamayan bir yönetim var. Hak, adalet, özgürlük bunların hepsini geçtim, can güvenliğimiz bile sağlanamıyor. Herkes endişe eder durumda.

Sistemin bu şekilde sürdürülebilir olmadığı görülüyor. Rejim bir takım çarpıtmalarla, yalanlarla, sürdürülmeye çalışılıyor. Bu yalanlar halkın yaşadığı gerçeklerle çatışır ise destek azalıyor. Sistem kendini sürdüremiyor çünkü eskiden de Türkiye’de ahbap-çavuş ilişkileri vardı ama bu ilişkiler ağından toplumun daha geniş kesimleri faydalanabiliyordu. Başkanlık sistemi o kadar merkezi ki hem kaynaklardan faydalanan hem de karar alma mekanizmalarındaki söz sahibi grubun niteliği çok azaldı. Toplumun AKP seçmeni bile iktidarın nimetlerinden uzak.

Sistem bu şekilde sürdürülemez

Kendi çıkar ağlarını da sürdüremez duruma geldiler. Çünkü sistem tümüyle merkezileşti, tek kişiye hapsoldu. Dökülen bir bürokrasi var. Bakanlar arasında yaşanan çatışmaları görüyoruz, belli bakanların sorunları ortaya çıkıyor. İktidarla ilgili sürekli bir sorun var. Bunları toparlayıcı bir mekanizması yok. Kendi içlerinde bile denge denetleme mekanizmaları yok oldu. Bu sebeplerden dolayı en ufak bir çöküşte bu sadakat ağları güçlü olmadığı için çok çabuk dağılıyor. Geminin batma hikâyesi gibi. Neredeyse parti diye bir şey kalmadı. AKP eridi. Bir yerde parti eriyip lider ön plana çıkarsa çok kırılganlaşır.

***

Siyaset Bilimci Akademisyen Berk Esen: Artan orman yangınlarına hükümetin yeterli tepkiyi gösterememesi durumundan bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ne kadar kötü bir siyasi rejim olduğunu ve Türkiye’yi ne kadar büyük bir felakete sürüklediğini görüyoruz. Zaten dış politikadan iktisada, pandemi yönetiminden orman yangınlarına kadar her alanda son 3 senede bunun örneklerini gördük. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak adlandırılan şey aslında bizim birçok rejimde gördüğümüz otoriter bir yönetim sistemi. Burada tepede bir kişi var ve bütün sorumluluk o kişide toplanmış durumda. Dolayısı ile onun altında yer alan farklı bakanlıklarda özellikle ve bürokraside bu tarz konulara müdahale etmesi beklenen ve aslında yetki sahibi olan kurumların ve makam sahiplerinin kendilerini sorumlu hissetmedikleri ve tek adam rejiminden korktukları için hamle yapamadıklarını görüyoruz.

saray-rejimi-kul-oldu-yeniyi-halk-kuracak-906059-1.



Otoritenin doğal sonucu

Türkiye Cumhuriyetinin devlet kapasitesi birçok gelişmekte olan ülkeye göre daha yüksek olmasına karşın Türkiye çok düşük bir kapasite ile çalışıyor. Bu da Türkiye’deki tek adam rejiminin ve onun yarattığı otoritenin bir doğal sonucudur. Biz bu sonucu yangınlara verilen ‘yetersiz’ tepkide gördük. Burada bir partizan uygulama olduğunu düşünüyorum. Yanan bölgelerinin çoğu muhalif seçmenlerin yaşadığı ve CHP’li belediyelerin yönettiği bölgeler. Oralara siyaseten de bir mesaj vermek için belki de o seçmenlere tepki olarak hükümet hiçbir çözüm önerisi getirmiyor. Buna karşı muhalefetin yapabileceği çok fazla şey var. Bunlardan bir tanesi ise pandemiden iktisadi sorunlara, dış politikadaki faciadan yangınlar konusuna kadar, her noktada bunların bir rejim sorunu olduğunu ve yaşanan sıkıntıların temel müsebbibinin Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu çok açık bir dille ve mütemadiyen ve sadece kendi seçmenlerini değil aynı zamanda AKP seçmenlerine yönelik bir şekilde aktarması gerekiyor. Bu bir sistem sorunudur. Bu sistem değişmeden ve bu sistemi kuran kişi iktidardan ayrılmadan bu sorunların hiçbirisine çözüm getirilemez. Hatta var olan sorunlarda daha kötü bir noktaya gelerek büyüyecek. Muhalefetin bulabildiği her kanaldan bunu seçmenlere aktarması ve bir rejim tartışması başlatması gerekiyor.

Biz artık Büyükşehir Belediyelerinden Türkiye’deki bu sistem çöküşünü telafi edebilecek hamleler bekliyoruz. Hükümetin müdahale edemediği her noktada sanki onlar hükümetmiş gibi müdahale etmeliler. Aslında bütün seçmenleri, ülkeyi AKP’den ve bu bozuk yönetimden çok daha iyi bir şekilde idare edebilecekleri mesajını vermeleri gerekiyor. Muhalefetin daha fazla AKP’li seçmenlere ulaşması gerekiyor. Bu bölgelerde evi yanan, evinden tahliye edilmek durumunda kalan birçok AKP’li ve MHP’li seçmen var. Onlara bu somut sorunları gündeme getirerek muhalefetin ulaşabilmesi gerekli. Bütün bunlar sonucunda Türkiye’deki gerekli rejim değişikliğinin yapılabileceğini düşünüyorum. Hükümet ülkeyi yönetemiyor dolayası ile erken seçime ihtiyacımız var. Muhalefetin zaman kaybetmeden erken seçim çağrısı yapması ve bunu her gün yinelemesi gerekiyor.

***

Halk ülkenin kötüye gittiğini düşünüyor

Metropoll Araştırma'nın kurucusu Özer Sancar, Haziran ayında yaptıkları Türkiye'nin nabzı araştırmasından bir bölüm yayınladı. Araştırmada 'Genel olarak düşündüğünüzde Türkiye iyiye mi gidiyor, kötüye mi gidiyor?' sorusu soruldu.

Ankete katılanların yüzde 59'u Türkiye'nin kötüye gittiğini düşündüğünü söylerken iyiye gittiğini düşünenlerin oranı yüzde 27.4'te kaldı. 'Fikrim yok' diyenlerin oranı yüzde 2.5, 'Ne iyiye ne kötüye gidiyor' diyenlerin oranı yüzde 10.7 oldu. Araştırmanın partilere göre dağılımına bakıldığında ise Cumhur İttifakı'nın ortağı MHP'lilerin de iktidardan rahatsız olduğu görüldü. MHP'lilerin yüzde 30.9'u Türkiye'nin iyiye gittiğini düşünürken yüzde 50.6'sı 'Kötüye gidiyor' dedi. Yüzde 11 'Ne iyiye ne kötüye gidiyor' yüzde 7.4 'Fikrim/cevap yok' seçeneğini işaretledi. AKP’de Türkiye'nin iyiye gittiğini düşünenlerin oranı yüzde 57.6 oldu. Kötüye gittiğini düşünenlerin oranı yüzde 28 'Ne iyiye ne kötüye gidiyor' diyenlerin oranı yüzde 12.7 olarak ölçüldü.

CHP'de Türkiye'nin kötüye gittiğini düşünenlerin oranı yüzde 88.4 olarak hesaplandı. Türkiye'nin iyiye gittiğini düşünen CHP'lilerin oranı yüzde 6.8. Türkiye'nin kötüye gittiğini düşünen partiler arasında en yüksek oran İYİ Parti'de çıktı. Yüzde 94 Türkiye'nin kötüye gittiğini düşünüyor. İyiye gittiğini düşünenlerin oranı yüzde 2.6. 'Ne iyiye ne kötüye gidiyor' diyenler ise yüzde 3.3. HDP'lilerin yüzde 81.8'i 'Türkiye kötüye gidiyor' seçeneğini işaretledi. Türkiye'nin iyiye gittiğini düşünenlerin oranı yüzde 2.4. Yüzde 14.1 "Türkiye ne iyiye ne kötüye gidiyor" seçeneğini işaretledi. Saadet Partisi'nin yüzde 57.9'u Türkiye'nin kötüye gittiği görüşünde. Yüzde 15.8'i Türkiye'nin iyiye gittiğine inanıyor. Yüzde 26.3 ise 'Türkiye ne iyiye ne kötüye gidiyor" diyor.

***

Sadece Saray’ın masrafları kısılsa uçak filosu kurulabilirdi

CHP Adana Milletvekili Orhan Sümer, Türkiye'de devam eden orman yangınlarına ilişkin iktidara eleştirilerde bulundu. Saray'ın günlük masrafının 11 milyon lira olduğunu belirten Sümer, "Sadece Saray'ın masrafları kısılsa bırakın bakımı yangın söndürmede kullanılacak uçak filosu kurulabilirdi" ifadelerini kullandı. Sümer, Türkiye'deki orman yangınları ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. “Türkiye artık bu iktidarın yanlış politikaları yüzünden ağır bedeller ödemeyi hak etmiyor" diyen Sümer, "İktidar yetkilileri televizyon kanallarına çıkıp Ay’a gideceklerini, planlamaların başladığını dile getiriyorlar. Bir bakıyoruz kendilerini herkesten üstün gören iktidarın yangın söndürme uçağı dahi yok. 'Bakımına çok para gerekiyordu, kapasitesi yetersiz olduğu için THK’nın uçaklarını kullanmıyoruz' söylemleri liyakatsizliğin en net göstergesidir” dedi.

***

‘Erdoğan istifa’ çağrısı

İktidarın felaketler karşısında çaresizliğine tepki gösteren binlerce insan sosyal medyadan ‘Erdoğan İstifa’ kampanyası başlattı. Ülkeyi esir alan yangınlarda iktidarın basiretsizliğini ve yurttaşların mücadelesini paylaşan binlerce sosyal medya kullanıcısı Erdoğan’ı istifaya çağırdı. Sosyal medya hesabı üzerinden başlatılan #tayyiperdoğanistifa hastagine 335 bin kişi destek verdi.

***

Yalnızca birkaç örnek bile iktidarın halkı kaderine terk ettiğini anlatmaya yetti

• Erdoğan "Evimize ekmek götüremiyoruz" diyen esnafa, “Bu biraz bana abartılı geldi” ifadelerini kullandı.

• Pandemide ekonomik kriz derinleşti, işsizlik arttı. Desteksiz kalan binlerce esnaf kepenk kapattı.

• Her felaketin ardından yurttaşların yaralarını sarmayan iktidar, halka IBAN numarası verdi.

• Hangarlarda çürümeye terk edilen THK uçakları yangına müdahale edemedi. İktidar müdahalede yetersiz kalırken yurttaşlar yangınla dayanışma içinde mücadele etmek zorunda kaldı.

• AKP’li Gündoğmuş Belediye Başkanı Mehmet Özeren yeni yapılacak TOKİ evleriyle ilgili verdiği demeçte, “…Çok eski evi olan vatandaşlar keşke bizim de evimiz yansaydı diyecekler diye düşünüyorum” dedi

• Cumhurbaşkanı Erdoğan, sel ve yangın felaketlerinin ardından gittiği her bölgede yurttaşlara çay fırlatmayı bir gelenek haline getirdi. Bu davranışı yurttaşların yoğun tepkisine neden oldu.

BİRGÜN

3 Ağustos 2021 Salı

Bavyera, Guam, Pasifik Yüzyılı - İbrahim Varlı / BİRGÜN


Paylaşım, güç, nüfuz savaşlarının en sıcak bölgelerinden olan Asya-Pasifik’e büyük bir 

yığınak var. 

Özellikle Batı Pasifik’te tehlikeli bir askeri rekabet yaşanıyor. Çin ile ABD’nin en büyük 

kapışma mecralarından birine dönüşen Pasifik’te askeri politik hamleler peş peşe geliyor. 

Güney Çin Denizi’nde Çin’i sıkıştırmak isteyen ABD her geçen gün baskı 

ve provokasyonlarını  artırıyor. 

Tahkimatını sürdüren ABD liderliğindeki Batılı aktörler manevra üstüne manevra yapıyor. 

Güney Çin Denizi’nde Çin’i sıkıştırmak isteyen ABD her geçen gün hamle üstüne hamle 

yapıyor. Bu denizde ABD ve Çin donanmalarına bağlı gemiler ve savaş uçakları sık sık 

çatışmanın eşiğinden dönüyorlar.

Batı Pasifik’teki Guam adasındaki ABD Deniz Üssü bölge stratejisinin merkezi. Guam - 

Hawaii’den sonra - ABD ordusunun Pasifik’ten Çin’e doğru giden yolda ikinci önemli durağı. 

Papua Yeni Gine’nin kuzeyinde ve Pasifik’te Filipinler’in doğusunda yer alan Guam, büyük 

stratejik öneme sahip. Birleşmiş Milletler tarafından “Kendi Kendini Yönetmeyen Bölge” olarak 

listelenen, aslında sömürgelikten kurtarılacak bir alan olarak sınıflandırılan ada, iki önemli 

ABD üssüne ev sahipliği yapıyor: Andersen Hava Kuvvetleri Üssü. Burası Çin’e yönelik 

saldırıların yapıldığı Andersen Hava Kuvvetleri Üssü. Apra Limanı’ndaki Guam Deniz 

Üssü’nün yanında ikinci büyük üs.

ABD silahlı kuvvetleri Japonya, Güney Kore, Filipinler gibi müttefikleriyle beraber yaptığı manevralarla Çin’i Doğudan Pasifik hattından sıkıştırma arayışında. Rusya etkisi nedeniyle Batı’dan ve kuzeyden bu kuşatma stratejisi için en işlevsel hat doğu ve güney cephesi kalıyor.

Bir tatbikat bitmeden diğeri başlıyor. “Forager 21”, “Talisman Saber”, “Pacific Griffin”, “Pacific Iron” bunlar ABD silahlı kuvvetlerinin şu anda Pasifik’te yürütmekte olduğu veya henüz tamamlamış çeşitli savaş tatbikatlarından sadece birkaçı.

ALMANYA, İNGİLTERE CEPHEYE

Müttefik devletlerin askerleri bunların birçoğunda yer alıyor ve müttefik devletlerin paylaşımdan daha fazla pay kapmak ve kendi küresel çıkarları için düzenlediği manevralar da var. Bunlardan birisi de İngiltere ve Fransa gibi denizaşırı emperyalist güçlerin gölgesinde kalsa da Almanya. Transatlantik ittifakın yeniden canlandırılmasıyla Berlin ABD istekleri doğrultusunda küresel siyaset sahnesinde daha fazla rol almaya başlayacağının işaretlerini verdi. Bu biraz da Kuzey Akım-2 boru hattının diyeti olacak gibi.

Doğu Asya ve Pasifik sularında görev yapacak Bavyera fırkateyni dün Almanya’nın kuzeyindeki Wilhelmshaven limanından yola çıktı. Alman sol gazete Jungewelt’ten Jörg Kronauer’in yazdığı gibi “Bayern” zararsız bir eğitim gezisine çıkmıyor, büyük bir askeri yığınağın yapıldığı, savaş baltalarının çıkarıldığı bölgeye gidiyor.

ABD’nin 11 Temmuz’da başlattığı Forager 21, tatbikatı hafta sonuna kadar devam edecek. ABD silahlı kuvvetlerine göre, bu “Defender Pacific 21” bağlamındaki ana tatbikat. Bu da, büyük ABD birimlerinin her yıl Atlantik üzerinden Rusya sınırına doğru yer değiştirdiği ana manevra olan “Defender Europe”un karşılığı. Defender Pacific ise Çin’e doğru yürüyüşün provasını yapıyor.

İngiltere, geçen haftalarda kalıcı olarak Asya Pasifik’e iki savaş gemisi konuşlandırma kararı aldı. İngiliz emperyalizmi bir süredir, ABD’nin yanında bölgede daha fazla rol alma arayışında. Çin’e karşı Japonya ile bağlarını daha da güçlendirmeye çalışıyor. Eylül ayında Queen Elizabeth uçak gemisi ve eskort gemilerinden oluşan savaş görev grubu Asya Pasifik’te göreve başlayacak. İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace geçen günlerde Japon mevkidaşı Nobuo Kishi ile Tokyo’da bir araya gelmişti.


DÜNYANIN YENİ AĞIRLIK MERKEZİ

ABD liderliğindeki Batı emperyalizminin askeri yığınak yaptığı Asya Pasifik bölgesi dünyanın yeni ekonomik ve siyasi güç merkezi. Obama ve sonrasındaki tüm ABD başkanlarının tüm ulusal güvenlik stratejilerinde bu durum açıkça belirtiliyor. Ortadoğu, Afganistan, Orta Asya’daki askeri önceliğin yerine ağırlığın Pasifik’e kaydırılması büyük kapışmanın yeni cephesini işaret ediyor.

Asya Pasifik Bölgesi, dünya nüfusunun yüzde 40’ını, küresel ticaret hacminin yüzde 30’unu ve dünya ekonomik büyüklüğünün yüzde 23’ünü kapsıyor. Dünya ekonomisindeki büyümenin yüzde 60’ını, Asya-Pasifik ülkeleri sağlıyor. Dünyanın en büyük üç ekonomisi, ABD, Çin, Japonya Pasifik’te. Tarihte ilk defa, Pasifik üzerinden yapılan ticaret, Atlantik’i geçti. 21’nci yüzyılın bir “Pasifik Yüzyılı” olması öngörülüyor. Bering Boğazı’nın da zamanla deniz ticaret trafiğine açılacak olması bütün askeri, ticari, jeopolitik dengeleri değiştirecektir.

Paylaşım, güç savaşının bu yeni evresi, yüzyıl öncesindekinden de daha büyük, tehlikeli kırılmalara işaret ediyor... Saflar netleşiyor, cephe hatları tahkim ediliyor...

İbrahim Varlı / BİRGÜN