Angelina Jolie bacımla fotoğraf çektirdiler - Barış Terkoğlu / CUMHURİYET


 

Bir değil, iki değil...

İçişleri Bakanı hep aynı göndermeyi yapıyor. Geçen çarşamba mikrofonu eline aldı. “Angelina Jolie fotoğrafı ile göç meselesini dünyada çözmeye çalıştılar” dedi. Geçen ay da “Birileri gibi Angelina Jolie fotoğrafı üzerinden sadece ‘mış gibi yapıyor’ olmadık” diye çıkış yapmıştı.

Evet, göç işleriyle İçişleri Bakanlığı ilgileniyor. Yani konu Soylu’nun alanı. Ama Jolie ile fotoğraf çektirenler kendisinden uzakta değil.

BATI-AKP ORTAKLIĞI

Neden mi?

Gazetemizin yazarı Mehmet Ali Güller, bir göç kitabı yazdı. “Tampon Ülke” isimli eser, göç sorununu, emperyalist devletler ile birlikte Esad’ı devirmek için kolları sıvayan AKP hükümetinin yarattığını ortaya koyuyor.

Esad devrilmedi. Savaş uzadıkça ülkesini terk edenler milyonlara ulaştı. Batı parasını verip Türkiye’yi göçmen deposu yaptı. Bunu resmi anlaşmaya da bağladı.

Güller’in kitabı, dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’ın 24 Kasım 2016’daki sözlerini aktarıyor:

“Düşünün, Türkiye olmasa ne olacak? Bütün bu Ortadoğu’dan, kargaşanın, savaşın yaşandığı bölgelerden akın akın mülteciler Avrupa’yı istila edecek ve çok büyük bir sorunla yaşamak zorunda kalacaklar.”

Bu kadar değil...

Kitaptan aktaralım, Erdoğan da aynı fikirde:

“Bugün Avrupa ülkeleri hâlâ huzur içinde yaşıyor olmalarını, Türkiye’nin 4 milyon sığınmacıyı kendi topraklarında misafir etmesine borçludur.”

AKP’nin resmen kabul ettiği bu “işbirliği”nde, Batı finansmanıyla, AKP Türkiye’yi “tampon ülke” yaptı. Güller, Suriye ve Afganistan örneklerini sorguladıktan sonra şunu söylüyor:

“Sadece bu iki örnek bile, Türkiye açısından göç meselesinin sıradan bir mazlumlara kapı açma olayı olmadığını, ‘emperyalist bir göç stratejisi’ ile karşı karşıya olduğumuzu göstermeye yetmektedir.”

Kısacası göç meselesinde Angelina Jolie, AKP ile Batı’nın “emperyalist” uzlaşmasının vitrinini temsil ediyor.

ERDOĞAN-JOLİE BULUŞMASI

Soylu unutmuş olabilir mi? Belki de farkında. Çünkü Jolie ile fotoğraf çektirenler AKP’liler. Hatta bizzat Erdoğan’ın kendisi.  Hollywood yıldızı Jolie, Birleşmiş Milletler (BM) İyi Niyet Elçisi’ydi. Bu nedenle göçmenler konusunda sık sık vitrine çıkıyordu. İlk kez 17 Haziran 2011’de Hatay’a geldi. Çadır kentleri ziyaret etti. Göç meselesi o günlerde başlangıç seviyesindeydi. Jolie’nin ziyaretleri sürdü. Bir yıl sonra, 13 Eylül 2012’de bu kez Gaziantep’e geldi. Ardından 19 Haziran 2015’te Mardin’de görüldü.

Jolie’nin her ziyaretinde göçmen sayısı kat be kat artıyor, on binlerden milyonlara çıkıyordu. O da göçmenlerin Avrupa’ya gitmesine engel olan Türkiye’nin “fedakârlıklarını” övdükçe övüyordu!

O günlerde Soylu, İçişleri Bakanı değildi. Ama partisi iktidardaydı. Yol arkadaşları yönetimdeydi. Erdoğan önce başbakan, sonra cumhurbaşkanıydı. Soylu’nun göndermesinde hedef aldığı gibi, Jolie’yi karşılayan, ağırlayan ve fotoğraf çektiren devlet erkânının arasında o da vardı.

2012 yılındaki ziyaretini, Milliyet gazetesi şöyle aktarmış:

“Angelina Jolie, Ankara’da İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay tarafından kabul edildikten sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le görüştü. Abdullah Gül, Angelina Jolie’yi, ‘İnsanlık için ilham kaynağısınız’ diyerek övdü.”

2015 ziyaretinde ise Erdoğan cumhurbaşkanıydı. Erdoğan ve Jolie, Mardin’de buluştu. Yine fotoğraflar çekildi. Hükümet medyasında Erdoğan ile Jolie’nin bayramı vardı.

Öyle ki...

Jolie ile Erdoğan’ın çektirdiği fotoğraf başka açılardan da olay oldu. Jolie, Erdoğan’ın gözlerinin içine bakarken Erdoğan da ona gülümsüyordu. İktidar gururluydu. Medya, ilahiyatçı diye tanıtılan Zeynep Belgeli’nin fotoğrafa yaptığı yorum üzerinden buluşmayı haberleştirdi:

“Bak bak kadına, yiyecek gibi bakıyor. Nedir bu ecnebi kadınlardan çektiğimiz. Reis’i gören bayılıyor.” (Posta, 20 Haziran 2015)

JOLİE MUHALEFETİN HEDEFİNDE

İşin ilginci, muhalefet o buluşmaları hep hedef tahtasına oturttu. Göçmen artışını Erdoğan’ın Suriye politikasının sonucu olarak gören muhalefetin eleştirilerinden, Angelina Jolie fotoğrafları da nasibini aldı.

Dönemin CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, 15 Eylül 2012’de şunları söyleyecekti:  

“Dış politikada Hollywood yıldızlarından medet umuyor. Angelina Jolie ile Suriye politikası dünya kamuoyuna sempatik gösterilmek isteniyor. Tavsiyem; Angelina Jolie yetmez, Brad Pitt’i de getirsinler. Bir de ondan destek almaya çalışsınlar.”

Eski muhalif, MHP lideri Devlet Bahçeli ise daha sert konuştu:

“İyi niyet elçisi rumuzlu meşhur görevliler, yabancı ajanlar, teröristler, bölücüler Türkiye’de adeta cirit atmaktadır ve AKP iktidarı da şuursuzca olan biteni izlemektedir.”

En manidar eleştiriyi ise 25 Haziran 2015’te Uykusuz Dergisi yaptı. Erdoğan ile Jolie’nin fotoğrafını kapağına taşıyan dergi, bir Türkün ağzından “Bi bize şöyle gülümsemedin ya, aşkolsun” diyecekti.

JOLİE GÖRÜNMEZ OLDU

Partisine mi gönderme yapıyor, içerde birilerine mi mesaj veriyor bilinmez. Soylu’nun hedefindeki “Jolie ile fotoğraf çektirenler” iktidarın içinden çıktı. Erdoğan’dan Fuat Oktay’a, Gül’den Atalay’a... AKP iktidarı değişik zamanlarda hep Jolie ile fotoğraf çektirdi. Jolie, AKP’nin Batı ile Esad’ı devirme hayalinin vitriniydi. Aradaki köprüler yıkılıp mesele içinden çıkılmaz hale gelince, Jolie de ortalıkta görünmez oldu.

Üstelik, AKP’nin Jolie sevdası aslında çok da eskiye dayanıyor. Sabah gazetesi, 5 Ocak 2006’daki haberinde eski muhabbeti şöyle anlatıyor:

“Angelina Jolie, ‘Medeniyetler İttifakında Kadının Rolü’ konulu konferansa davet edildi. Gelirse Emine Erdoğan’la yemekte buluşacak.”


Filmi sonuna kadar izledi mi? Yoksa afişteki resme bakıp mı karar verdi? Soylu, Angelina Jolie’nin Suriye filmine iyi bakarsa, tanıdık çok oyuncu görecek!

Barış Terkoğlu / CUMHURİYET



KISA KISA GÜNDEM (27 ARALIK 2021)



1)İçki ve sigaraya bandrol zammı (Erdoğan Süzer-Sözcü)

Yerli ve milli sloganıyla önce Berat Albayrak'ın arkadaşı Halil İbrahim Danışmaz'a, ardından da şehir hastanelerini işleten CCN Grup'a devredilen içki ve sigara bandrollerine yıl başında yeni bir zam daha geleceği bildirildi.Bandrol üretim yetkisi 2020 yılının sonlarında ihale bile düzenlenmeden Danışmaz'ın şirketi DNS'ye devredildikten hemen sonra bandrol fiyatlarına yüzde 100 ila yüzde 400 oranlarında zam yapılmış, bu sayede firmaya büyük miktarda kaynak aktarılmıştı. Bundan hemen 3 ay sonra 2021 yılı başında bandrole yüzde 25 zam daha yapıldı. Darphane ve Damga Matbaasının 2022 yılı başından itibaren ise bandrol fiyatlarına bu sefer yüzde 40 ile yüzde 50 oranında zam yapmak için hazırlık yürüttüğü öğrenildi.(18 liralık sigaraya 1.5 TL zam gelecek) İçki ve sigaranın maktu ÖTV tutarları her 6 ayda bir Yİ-ÜFE oranında artırılıyor. İktidar geçen temmuz ayında oluşan yüzde 22.04'lük zammı enflasyonla mücadele gerekçesiyle uygulamamıştı. Temmuz'dan bu yana 5 ayda Yİ-ÜFE yüzde 23.77 oldu. 6 aylık Yİ-ÜFE'nin yüzde 28 olması ve zammın yansıtılması durumunda birçok sigarada maktu ÖTV tutarı nispi ÖTV'yi geçecek ve örneğin 18 liralık sigaralara 1.5 liralık ÖTV zammı yapılması zorunlu hale gelecek.

2)Hülya Avşar'dan sonra şimdi de Ahmet Özhan: Yarım ekmek yiyecekmişiz! (SOL)

Zenginler servetlerine servet katar, emekçilerse açlık ve yoksullukla mücadele ederken Hülya Avşar'ın "gerekirse simit yenecek" sözleri çok konuşulmuştu. Benzer bir açıklama da Sabah'a konuşan Ahmet Özhan'dan geldi. Özhan "Bugün içinde olduğumuz ekonomik döngüde gerekirse bir ekmek yerken bunu yarım ekmeğe düşüreceğiz" dedi. Kendisini "yumuşak huylu bir adam" diye niteleyen Özhan  "Ama biri dinime, milletime, devletime laf söylerse ağzını yırtarım" ifadesini kullandı.

3)'Belediye karakış desteği vermek istiyorsa sayaçları sökmekten vazgeçmeli' (SOL)

İzmir Bayraklı'da faturasını ödeyemeyen yurttaşların su sayaçlarının sökülmesine tepki gösteren Bayraklı Kadın Dayanışma Komitesi "Su en temel ihtiyaçtır. İzmir Büyükşehir Belediyesi pandemi şartlarında kış ortasında su faturasını ödeyemeyen halkın sayaçlarını sökmekten vazgeçmelidir" açıklamasını yaptı. Komiteden yapılan açıklamada "İzmir Büyükşehir Belediyesi kentin her yerini kara kış destek hattı ilanları ile doldurdu. ihtiyaç sahiplerine, kara kış destekleri kapsamında gıdadan barınmaya, giysiden ısınmaya kadar tüm temel ihtiyaçlar için 24,4 milyon liralık yardımda bulunulduğu söyleniyor. Ancak faturasını ödeyemeyen halkın su sayaçları sökülmeye devam ediyor. Belediye karakış desteği vermek istiyorsa kış ortasında vatandaşın sayaçlarını sökmekten vazgeçmelidir" denildi. Su faturasını ödeyemediği için sayacı sökülen Bayraklı Kadın Dayanışma Komitesi'nin bir üyesi de "Benim kocam aylardır işsiz. Ben iki çocuğuma bakabilmek için gece 12'lere kadar fabrikada mesaiye kalıyorum" diyerek tepkisini dile getirdi.

4)Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin 102. yılı: Ankara halk önderliğidir.(Işık Kansu-Cumhuriyet)

Çürümüş tükenmişliği, sığıntılığı reddeden, yeniden yaratılış, doğuş, sıçrayıştır Ankara. Hitit güneşinde pişmiş karakılçık Anadolu buğdayıdır. Bağımsızlığı için inatla direnen bozkırın dirençli keçisidir.

Ankara, Hitit güneşinde pişmiş karakılçık Anadolu buğdayıdır.  
Ankara, sultan boyunduruğuna karşı direnişe çağıran Oğuz davuludur. Ankara, üreten, emekle oğullanan, kovanını yurt kılan balarısıdır. Ankara; kızılca günde seher ateşiyle uyanan Türkmen dayanışmasıdır. Ankara, sömürücünün ezinçli çizmesinin çiğnediği toprağını çarıkla kurtaran köylüdür. Ankara, bağımsızlığı için inatla direnen bozkırın dirençli keçisidir. Ankara, miskin ortaçağ yobazlığından sıyrılıp uygarca, insanca yaşamak isteyenlerin kalesidir. Ankara, çürümüş tükenmişliği, sığıntılığı reddeden yeniden yaratılış, doğuş, sıçrayış, diriliştir. Ankara, halk önderliğidir, halkçı yönetimdir, halkın ta kendisidir.

5)Altınordu Kulübünün kuruluşunun 98. yılı kutlandı.(Cumhuriyet)

Altınordu Kulübün kuruluşunun yıl dönümü nedeniyle Cumhuriyet Meydanı'nda tören düzenlendi. Altınordu Spor Kulübü Derneği​​​​​​​ Başkanı Sinan Bezircilioğlu, "Altınordu Spor Kulübü herhangi bir kulüp değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulan ilk kulübüdür." dedi. 
Kulübün kuruluşunun yıl dönümü nedeniyle Cumhuriyet Meydanı'nda düzenlenen törende konuşan Bezircilioğlu, Altınordu'nun kuruluşunun 98. yılını kutladıklarını hatırlatarak, “Koca çınarımızın 98. yılını kutluyoruz. Altınordu Spor Kulübü herhangi bir kulüp değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulan ilk kulübüdür. Bu kulübü kuran büyüklerimiz Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran devlet adamlarıdır. Hepsini minnetle anıyorum” dedi.

6)İşitme engelliler için emsal niteliğinde karar (Oktay EVSEN-BİRGÜN)

İşitme Engelliler ve Aileleri Derneği Başkan Yardımcısı Onur Cantimur, işitme cihazı ücretinin tamamını karşılamayan SGK’ye açtığı davayı kazandı. Mahkeme emsal niteliğinde bir karar vererek SGK’nin işitme cihazı ücretinin tamamını ödemesine hükmetti. İşitme engelli Cantimur, işitme cihazını 22 bin 500 TL’ye satın aldı. Ancak SGK cihaz ücretinin 10 bin 500 TL’sini karşılamadı. SGK’ye başvurarak cihaz için kendisinin ödemek zorunda kaldığı 10 bin 500 TL’lik ücretin iade edilmesini istediğini ama bu talebinin reddedildiğini de belirten Cantimur, bunun ardından da SGK’ye dava açtı. İstanbul 4’ncü idare Mahkemesi, “Dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle” davanın reddine karar verdi. Ancak, Cantimur pes etmeyerek bu kararı istinafa taşıdı. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi ise tüm işitme engelliler için emsal niteliğinde bir karar verdi. Mahkeme kararında “Davacı tarafından karşılanan 10 bin 500 TL cihaz bedelinin yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınarak davacıya verilmesine” ifadeleri yer aldı.

7)İçişleri Bakanlığı, "terör" suçlamasıyla İBB'ye yönelik özel teftiş başlattı.(Evrensel)

İçişleri Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesinde işbaşı yaptırılan bazı çalışanların "terör örgütleriyle iltisaklı" olduğu iddiasıyla özel teftiş başlattı.

İçişleri Bakanlığı'ndan konuyla ilgili yapılan açıklama şöyle: "İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bağlı kuruluşları ve şirketlerinde işbaşı yaptırılan personelden; 455'inin PKK/KCK,  80'inin DHKP-C, 20'sinin MLKP, 2'sinin MKP,  ayrıca bazılarının FETÖ ve diğer terör örgütleriyle iltisaklı/irtibatlı olduğu yönünde ihbar, şikayet ve elde edilen tespitler üzerine, konunun tüm yönleriyle soruşturulması için Bakanlığımızca özel teftiş başlatılmıştır."

8)Son 24 saatte 20 bin 138 yeni vaka tespit edildi, 173 kişi yaşamını yitirdi.(Evrensel)


Türkiye'de son 24 saatte 351 bin 965 Kovid-19 testi yapıldı, 20 bin 138 yeni vaka tespit edildi, 173 kişi yaşamını yitirdi.

 

KISA KISA GÜNDEM (26 ARALIK 2021)

 


1)Abdullah Avcı: Ceplerimiz dolu, harika bir 13 ay bitti.(SÖZCÜ) 

Ceplerimiz dolu. Harika bir 13 ay bitti. Trabzonspor, tarihi güzel anlar yaşıyor. Pozitif olarak destek olalım. 





2)5 zincir markete bir ceza daha(Yeniçağ)

İktidara yakın Yeni Şafak gazetesinde yer alan habere göre, Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu, cuma günü toplanarak yapılan denetimler ve vatandaş şikayetlerini masaya yatırdı. Yapılan denetimlerde beyaz peynir, kaşar peyniri, tavuk eti, tavuk kanadı, kırmızı et gibi ürünlerde yüzde 20’nin üzerinde fiyat artışları yaptığı tespit edildi. Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu haksız fahiş fiyat artışı yapan söz konusu satıcılara idari para cezası kesilmesine karar verdi. Bu kapsamda A101, Bim, Şok, CarrefourSa ile Metro marketlere idari para cezası uygulanacağı iddia edildi. Bu fırsatçılara, 14 bin 860 liradan, 143 bin 860 liraya kadar para cezası kesilmesi öngörülüyor.

3)Çift maaşlılara milyonlar akıttılar.(Hüseyin Şimşek-Birgün)

Sayıştay, Saray kadroları tarafından yönetilen Türksat Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme A.Ş. Denetim Raporu’nda kurumda yaşanan sorunları tek tek ortaya koydu. Çift maaş alan isimlere 2020’de 2 milyon TL’nin üzerinde ödeme yapıldığını da tespit eden Sayıştay, kanunsuz mesaileri, geçici görevlendirme adı altında yıllardır Saray’da çalıştırılan personeli ve dövizle borçlanarak oluşturulan uydu projesini de denetim raporuna taşıdı.
Türkiye Varlık Fonu’nun bünyesinde bulunan Türksat’ta yönetici kadrosu ise Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı (UAB) Sivil Havacılık Genel Müdür Yardımcısı Kemal Yüksek, Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi Başkanı Ali Taha Koç, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İbrahim Kalın, Sağlık Bakanı Yardımcısı Şuayip Birinci, İbrahim Eren, UAB Bilgi İşlem Dairesi Başkanı İbrahim Kolcu, UAB Strateji Geliştirme Dairesi Başkanı Yunus Emre Ayözen ve UAB Alt Yapı Yatırımları Genel Müdürü Yalçın İyigün’den oluşuyor.

4)Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş: Korkumuzdan yeni araba alamıyoruz.(SÖZCÜ)

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, tepkiler nedeniyle halen eski başkan Mehmet Görmez'in makam aracını kullandığını belirterek "11 yaşındaki arabaya biniyorum. Geçenlerde bozuldu yolda kaldık, koruma arabasına geçmek zorunda kaldım. Korkumuzdan yeni araba alamıyoruz" dedi.



5)Kur korumalı TL mevduatı için Hayrettin Karaman da devreye girdi

Türk Lirası'ndaki değer kaybı ardından devreye sokulan ‘kur korumalı TL vadeli mevduat’ hesaplarına ilişkin İslamcılar arasındaki tartışmalar sürüyor. “Saray’ın fetvacısı” olarak anılan Hayrettin Karaman, “Faiz değil, hibe” dedi.




6) 60 yıl sonra yurda getirilen Kybele heykeli, yeni müzede sergilenecek.(BİRGÜN)

Afyonkarahisar'ın Çavdarlı köyünde 1964'te yol kazısında bulunup, yurt dışına kaçırılan ve bir müzayede satışı sırasında Türkiye'den yetkililerin devreye girmesi ile 60 yıl sonra yurda getirilen 'Kybele heykeli', ana vatanında inşaatı süren yeni müzede sergilenecek.


7)Dip taraması yıkım demek.(Gökay BAŞCAN-BİRGÜN)

Kirlilikle gündeme gelen Kocaeli Körfez’de yapılması planlanan Tüpraş İzmit Rafinerisi İskelesi Kapasite Artırımı ve Dip Tarama Projesi mahkeme tarafından iptal edildi. Mahkeme projenin yaratacağı tahribata dikkat çekti.





8)Depremzedelere '1 TL olacak' dedikleri arsaların metrekaresine 450 TL istediler.(SOL)

Elazığ Belediye Başkanı Şahin Şerifoğulları'nın, kentte 24 Ocak 2020'de yaşanan depremin ardından, depremzedelere 1 TL’den satacağını duyurduğu Abdullahpaşa mahallesindeki Hazine arazilerinin metrekaresi için depremzelerden 450 TL istendi. Bu parayı ödeyemeyeceğini belirten ve ailesiyle birlikte hâlâ  konteynerde yaşadığını söyleyen Sadık Bulmuş, “‘Başınızın çaresine bakın’ diyorlar, ‘Verin parayı, yapayım’ diyorlar. Verecek paramız yok" dedi. Depremzede Erhan Kaya ise “Eğer burada yapılmak istenen arsamızı elimizden almaksa açıkça çıksın desinler” diye konuştu. Elazığlı depremzedeler, 24 Ocak 2020'de meydana gelen 6,8 şiddetindeki depremde orta hasar alan evlerinin güçlendirme yerine kendilerine haber verilmeden yıkıldığını, şimdi ise kendilerinden 45 bin TL peşin ve ayda 8 bin taksitle 17 ay ödeme talep edildiği belirtti.



Bu sadece buzdağının görünen kısmı: Bin 360 çocuk istismara maruz bırakıldı-Dilara ŞİMŞEK / BİRGÜN

Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Dr. Ebru Yaşat Aksay’ın uzmanlık tezine göre son 11 yılda ortalama yaşı 13 olan 1360 çocuk cinsel istismara maruz bırakıldı. Yaşat Aksay, “Buzdağının görünen kısmı” dedi.


Çocuğa yönelik cinsel istismar vakaları her geçen yıl artıyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre 2014-2017 yılları arasında 7 bin 466’ı erkek, 51 bin 818’i kız olmak üzere toplam 59 bin 284 çocuğun cinsel istismara maruz kaldı.

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Çocuk Hakları Komisyonu’nun 2019 Raporu’na göre son 16 yılda 18 yaşın altında 440 bin çocuk doğum yaptı. Raporda, cinsel suçların yüzde 46’nın çocuklara karşı işlendiği belirtildi.

Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’ndan Dr. Ebru Yaşat Aksay’ın hazırladığı uzmanlık tezi ise durumun vahametini ortaya koyuyor. Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalında 2010-2020 yılları arasında 11 yıllık süreçte cinsel istismar iddiası ile gönderilen ve hakkında rapor düzenlenen toplam çocuk sayısı 1360.

Danışmanlığını Prof. Dr. Halis Dokgöz’ün yaptığı Dr. Ebru Yaşat Aksay’ın uzmanlık tezi sadece Mersin’deki çocuk cinsel istismar verilerini ortaya koymakla kalmıyor Türkiye verilerini de tartışarak ortaya koyuyor.

ORTALAMA YAŞLARI 13

Uzmanlık tezinde yer alan veriler şöyle:

♦ Cinsel istismara uğrayan 1360 çocuktan 1102’si kız, 258’i erkek çocuğu.

♦ 0-18 yaş aralığındaki çocukların 889’u 15 yaş ve altında; ortalama yaşları 13.

♦ Cinsel istismar en sık (yüzde 63,5) ev ortamında gerçekleşti.

♦ Temmuz ayı ilk sırada olmak üzere ilkbahar ve yaz mevsimlerindeki aylarda cinsel istismar daha yaygın. Bunun sebebi ise okulların kapanması, sosyalleşme ve turizmin artması, tarım işçileri gibi mevsimlik işler için yaşanan sezonluk göçler.

bu-sadece-buzdaginin-gorunen-kismi-bin-360-cocuk-istismara-ugradi-959951-1.



253 ENSEST VAKASI

♦ Olguların yüzde 40,5’i, olaydan 1 aydan daha geç sürede şikâyetçi olarak tarafımızca muayene edildi.

♦ Olgulardaki ensest oranı yüzde 18,6. 253 ensest vakasından 156’sı çocuğun 2’nci ve 3’üncü dereceden kan bağı bulunan akrabaları, 64’ü öz baba, 31’i üvey baba.

♦ Bin 149 çocuk tanıdığı birisi tarafından istismar edildi.

♦ Cinsel istismar 36 çocukta gebelikle sonuçlandı.

SOSYAL MEDYADAN TANIŞILDI

♦ Cinsel istismar sonrası çocukların yüzde 52’sinde travma sonrası stres bozukluğu görüldü.

♦ Yaklaşık her 10 çocuktan biri sosyal medya üzerinden saldırganla tanışarak cinsel istismara maruz bırakıldı.

♦ 24 kız çocuğu fuhuşa sürüklendi.

♦ Çocukluk çağı evliliği ise 34 kız çocuğunda görüldü.

bu-sadece-buzdaginin-gorunen-kismi-bin-360-cocuk-istismara-ugradi-959950-1.
Dr. Ebru Yaşat Aksay - MEÜ Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı


Dr. Ebru Yaşat Aksay, verilerle ilgili şu değerlendirmede bulundu: “Bu sadece buzdağının görünen kısmı. Tezde yer alan rakamlar sadece Mersin Üniversitesi Hastanesine gelen ve sadece adli birime yansımış vakalar. 1360 çocuğun cinsel istismara maruz bırakıldığını söylüyoruz ama daha eklemediğimiz şüpheli vakalar da var. Çocukların savcılık ya da polis merkezlerindeki ifade tutanaklarını değerlendirdik. Çocuk çoğunlukla istismarı farketmiyor, korkuyor, akran zorbalığı yaşamamak için şikâyette bulunmuyor. 2010-2015 yılları arasında artma eğiliminde olan olguların dağılımı, 2016’da ilimizde açılan Çocuk İzlem Merkezi’in etkisiyle 2016-2020 yılları arasında kısmen azaldığını gösteriyor.” Prof. Dr. Halis Dokgöz ise ülkede çocuk cinsel istismarının ortaya konmasına yönelik yeterli çalışma olmadığını kaydetti: “Hem olguların hukuka yansımasında sıkıntılar hem de bölgesel değerlendirme ve istatistiksel yöntem farklılıkları olguların nesnel olarak ortaya konmasını engellemekte. Çocuk cinsel istismarı saptanması en zor ve çoğunlukla gizli kalan bir durum. Çocuğun cinsel istismarında bazen fiziksel ve genital muayenede, laboratuvar incelemesinde hiçbir bulgu saptayamayzsak bizim için çocuğun psikolog görüşmesi, çocuk psikiyatrisi tarafından değerlendirilmesi ve sosyal çalışmacılar tarafından yapılan sosyal inceleme değerlendirmesi çok önemli hale gelir. Bu şekilde değerlendirdiğimiz ve cinsel istismarı ortaya koyduğumuz yüzlerce vaka var. Ve bunların hepsi tıbbi açıdan delildir. Bu konuda mahkemelerimizde bazen psikiyatrik değerlendirmelerin yeterince göz önüne alınmadığını maalesef görebiliyoruz. Adli Tıp Uzmanları, psikiyatristler, sosyal çalışmacılar, güvenlik görevlileri ve hakim ve savcılarımızın multidisipliner ortak eğitimlerden geçmesi gerekmekte.”

***

Yalancılıkla suçlanacak korkusu

MEÜ Çocuk Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Fevziye Toros, birçok çocuğun istismarı açıklayamamasının nedenini şu sözlerle anlattı:
“İstismarcı çocukları tehdit etmiş olabilir, söylendiğinde, istismarcı genelde tanıdık kişiler olduğundan, ailede kaos çıkacağından korkabilirler, çocuk kendilerine inanılmayacağını düşünebilir. Eğer aileler çocuk ile güvenli bir ilişki kuramamış ise söylendiğinde tepki alacak ve yalancılıkla suçlanacağını düşünür ise kolay kolay aile ile paylaşamazlar. Özellikle son yıllarda arkadaşları veya öğretmenleri ile paylaşımların daha yaygın olduğunu duymaktayız.”

Çocuklarda cinsel istismar sonrası farklı ruhsal bulguların ortaya çıktığını dile getiren Prof. Dr. Toros, şöyle konuştu:

bu-sadece-buzdaginin-gorunen-kismi-bin-360-cocuk-istismara-ugradi-959949-1.

Prof. Dr. Fevziye Toros - MEÜ Çocuk
Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı



“Yalnızlık, güvensizlik, değersizlik duygusu, vücuda dokunmada tedirginlikler (örneğin kıyafet değişiminde huzursuzluk yaşama), öfke nöbetleri, korkular, mutsuzluk sık yaşanan duygu ve davranışsal bulgular. Ruhsal bulgular ise içe kapanma, anneye bağımlılıkta artış, ayrılık kaygısı, okul korkusu, sosyal fobi, takıntılar, uyku ve yeme bozuklukları, evden-okuldan kaçma, yalan söyleme sayabiliriz.”

Dilara ŞİMŞEK / BİRGÜN

10 maddede kur korumalı TL vadeli mevduat: Kâr özel, zarar kamusal - Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

Para politikalarıyla faizleri daha da düşürüp, ekonomiyi canlandırma hülyası sona erdi. Şimdi de maliye politikalarıyla, yani kur riskini üstlenmenin maliyetini bütçe kanalıyla yine biz sade yurttaşlara yıkarak yeni bir deneye girişiliyor. Tüm bu göstergeler dövizdeki kanamaya tampon yapılsa bile, Türkiye ekonomisinin bünyesindeki bozuklukların düzelmek bir yana, sorunların ağırlaştığını, 2022 yılına girerken kriz ortamının atlatılamadığını net biçimde gösteriyor. 

Eylül ayında 8,28 olan dolar kurunun aralık ayında 18,28’e sıçratıldıktan sonra 11 lira seviyesine düşürülmesi bir başarı öyküsü olarak sunuluyor.

Çalkantılı hafta artan döviz talebinin önünü kesmek için Erdoğan tarafından Türk Lirası cinsinden mevduata kur farkı ödeneceğini açıklamasıyla başladı. 

Hafta boyunca hemen her gün ‘kur korumalı TL vadeli mevduat’ ile ilgili yeni bir ayrıntılar ortaya çıktı. Ancak kafa karışlıkları giderilmedi. 

Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, 10 maddede ‘Kur korumalı TL vadeli mevduat’ ile ilgili soru işaretlerine mercek tuttu.

1-Doların Aniden Düşüşü Sürpriz mi?

Döviz kurlarının türbülansa girdiği dönemlerde genellikle değer kayıpları ekonominin temellerinden tamamen kopar, aşırı noktalara gider. (Literatürde bu duruma overshooting denir.) Çünkü, “aman bu furyayı kaçırmayayım” diye düşünen çaylak yurttaşlar da alıma geçmiştir. Balonu patlatacak bir dokunuşla bir anda ayaklar suya ermeye başlar, rüya (kabus) sona erer. 1994, 2001, 2018 döviz krizlerinde hep aynı senaryo yaşandı. Trene en son atlayan küçük tasarruf sahiplerinin eli ve canı yanarken, yüksek noktalardan satışı başaran spekülatörler büyük vurgunlar vurdular. O nedenle ekonomiyi yönetenlerin oynaklığın artışına izin vermemeleri gereği hep vurgulanır. Hazine Bakanı Nebati pişkince garibanların 15, 16, 17 liradan çarpılmalarından söz ediyor. Peki, bu koşulları siz yaratmadınız mı? TL’nin değer kaybının aksine ihracatı coşturacağını söyleyerek bu çılgın partinin devam edeceği izlenimi vermediniz mi? Kaldı ki dolar kurunun 11,50 civarında seyretmesi de, eylül başına göre yüzde 38’lik bir değer kaybına denk geliyor. Enflasyonu besleyecek bir eğilime işaret ediyor.

2-Türkiye Ekonomisi Tamamen Dolarize Oldu

Gelin şöyle bir hesaplama yapalım. BDDK’nin en son verilerine göre, bankacılık sektöründeki 5 bin 334 milyar lira toplam mevduatın 3 bin 503 milyar lirası, yani yüzde 65,7’si zaten yabancı para mevduatı. Türk Lirası mevduatların ise 1,1 milyar lirası gerçek kişilere, 781 milyar lirası şirketlere ait. Gerçek kişiler “Kur Korumalı TL Mevduat Hesabı” uygulamasına katılabileceği için, toplam tasarrufların yüzde 85,4’ü fiilen dolarize olmuş sayılabilir. Burada şöyle ilginç bir nokta var; benim dolarla, avro ile işim olmaz diyen bir yurttaş da zorla dövize yönlendiriliyor. Çünkü parasını söz konusu hesaba yatırırsa ve vade süresince kazanacağı faiz, liranın dolara karşı değer kaybının altında kalırsa aradaki fark, Hazine’den kendine ödenecek. O nedenle parasını TL’de tutanlar bile her an döviz kurlarının seyrini izleyecek. Hele vade yaklaştıkça ister istemez TL’nin daha fazla değer kaybetmesi, dolayısıyla kendisine ek ödeme yapılması için duacı olacak. Türkiye toplumu, AKP rejimi tarafından böyle fantezi finans oyunlarının içine sokuluyor, insanlarımız adeta işi gücü bırakıp döviz kuru uzmanı haline gelmeye teşvik ediliyor.

3- Kur Korumalı TL Mevduat Hesabına Örnek

Bir yurttaşımızın 100 bin lira tasarrufu olsun. Banka 6 ay vade için nominal yüzde 16 faiz oranı öneriyor. O sırada 1 dolar=10 TL’dir. Yani yurttaşın 10 bin dolara denk parası vardır. 6 ayın sonunda 100 bin lira,

Yüzde 16\2 =yüzde 8, yani 8 bin lira faiz kazanır.

Burada iki durum ortaya çıkabilir :

TL’nin dolar karşısında yüzde 8’den fazla veya az değer kaybetmiş olması. Diyelim yüzde 15 bir değer kaybıyla kur 1 dolar=11,50 TL oldu. Bu durumda kişiye aradaki yüzde 7’lik fark 7 bin TL ödenir. Ele geçen para 115 bin lira olur. 115 bin lira, 11,50 kurundan tam 10 bin dolardır.

TL’nin, dolar karşısında varsayalım yüzde 4 değer kaybetmesi, kurun 10,40 olması durumunda ise ek ödeme yapılmaz tasarruf sahibinin eline 108 bin lira geçer. Ancak burada ilginç bir durum var; piyasadan 10,40 lira kurundan dolar alırsa 10 bin 385 doları olur. Hatta kurun 10’da sabit kalması durumunda bu 10 bin 800 dolara yükselir.

Demek ki tasarruf sahibinin kur riski yoktur. Parası 10 bin dolar veya üzerinde kalacaktır. Çünkü kur riski Hazine tarafından üstlenilmiştir. Bir anlamda kur riski kamulaştırılmıştır.

Finans teorisine göre, belli bir fiyatla satılması gereken ilerideki kurdan (forward) döviz alma “opsiyonu” devlet tarafından mevduat sahibine parasız bahşedilmiştir. Burada subvansiyonun aslında bankacılık sektörüne yapıldığı da söylenebilir. Çünkü devletin bu desteği sayesinde finans sektörü düşük faizle mevduat toplama olanağına sahip olmuştur. Buradaki avantajı, bu ürün dışındaki düz mevduatın faizinin daha yüksek seyretmesinden de izlemek olanaklıdır.

4-Döviz Hesabından TL’ye Dönüş Planı Örneği

10 bin dolarınız olduğunu, kurun 12 TL düzeyinde bulunduğunu ve 3 aylık mevduat faiz oranının yüzde 16 uygulandığını varsayalım.

10 bin doları TL’ye çevirince elinize 120 bin lira geçer. Nominal yüzde 16 faiz 3 ayda yüzde 4 gelir sağlar. 120 bin liranız 4 bin 800 lira faiz kazanarak 124 bin 800 liraya yükselir. Burada 2 varsayım temelinde hesaplamalarımızı yapalım. 3 ay sonra dolar kurunun 12,36 ve 13,20 lira olması üzerine. Paranız nominal yüzde 16 faizden 3 ayda yüzde 4 nemalanır. Bu da size 12x1,04=12,48 lira kurundan dolar satın alma hakkı tanır.

Seçenek 1: Dolar/TL=12,36 lira olmuş ise 12,48 liradan alma hakkını kullanmaz ve yüzde 4 faizle yetinerek 124 bin 800 lira alırsınız.

Seçenek 2: Dolar/TL=13,20 liraya çıkar yani yüzde 10 değer kazanır. Sizin 12,48’den, 72 kuruş daha ucuz fiyattan alma hakkınız vardır. Bu yüzde 6 avantaja karşılık 120 bin liranıza üste 7 bin 200 lira ödenir ve 124 bin 800+7 bin 200=132 bin liranız olur.

Bu parayla 13,20’den dolar almanız halinde tekrar 10 bin dolarınıza kavuşursunuz. 124 bin 800 lira ile 12,36 kurundan almanız durumunda ise 10 bin 97 dolar elinize geçer. Yani Merkez Bankası kur riskinizi üstlenmiş, her halükarda paranızın 10 bin doların altına düşmemesini garantilemiş, buna karşın 10 bin doların üstüne çıkma şansınızı açık bırakmıştır.

Tebliğde, bu işlemlerin ABD Doları, Euro ve İngiliz Sterlini cinsinden yapılacağı belirtiliyor. Katar Riyali gibi “dost ve kardeş” ülke parası seçeneklerine yer verilmemesi dikkat çekiyor.

5- Tebliğin 8.b. Maddesi: Dövize yönelimi caydırma

Bu madde kur korumalı TL hesabı açanların vade boyunca kur hareketlerini izleyip, liranın hızlı değer kazandığı bir momentte faizden vazgeçip, dövize yönelme manevrasını caydırmak için konulmuştur. Bir örnek verirsek, 6 aylık yüzde 16 faizden, kurun $=10 lira olduğu bir noktadan 100 bin lirasını kur korumalı hesaba yatıran bir tasarruf sahibi üzerinden düşünelim. Diyelim ki 1 ay sonra $=9 lira kuru ile karşı karşıyayız. Kişi faizden vazgeçip 100 bin lirası ile 11 bin 111 dolar alma fırsatını kaçırmak istemiyor. Ancak ona deniyor ki, “yok olmaz!”. Sen bu sözleşmeye girdiğinde paran 10 bin dolara denk geliyordu. Şimdi 10 bin dolar 90 bin lira. Öyleyse, 10 bin lirayı Hazine’ye devredip, sana ancak 90 bin lira ödeyebiliriz.

6-Ülke Kumarhaneye Döndürüldü

AKP döneminde sermaye hareketlerine sınırsız serbestlik koşullarında; bireylerin de döviz, TL mevduat, borsa, devlet iç borçlanma senetleri, eurobondlar gibi geniş bir menüden seçerek yatırım yapmaları olanaklı hale geldi. Zaten bir dolu insan gözleri ekonomi kanallarında sabah akşam finansal piyasaları gözlemekte, kafasını sürekli kur, borsa, swap konularıyla meşgul etmekteydi. Eylülden başlayarak faiz indirim inadı oynaklığı daha da arttırmış, TL serbest düşüşe geçmişti. Yatırımcılar TL’den kaçıp döviz yanında borsaya da teveccühlerini artırmışlar, o kulvarda da oynaklık iyice çığırından çıkmıştı. Bunları zaten biliniyor. Ancak bu hafta açıklanan yeni enstrümanlar da adeta bir rulet masası gibi. Örneğin, kur korumalı TL mevduatta Merkez Bankası’nın katıldığınız gündeki döviz alış kuru geçerli. Bu hafta da kurlarda süren aşırı oynaklık girişteki zamanlamayı belirleyici hale getirdi.

Varsayalım bankada bağlanmış parası bulunan iki ayrı kişi, vade dolar dolmaz 100 bin lirayla 6 aylık yüzde 16 faizli kur korumalı mevduata girmek istiyor. Bu haftaki somut örnekler üzerinden gidersek, Perşembe günü dolar alış kuru 12,35 lira, Cuma ise 11,64 liraydı. Diyelim 6 ay sonraki kur 13,34 oldu. 12,35’den giren için kur, yüzde 8 faiz kadar arttığı için 100 bin lirası 108 bin lira olacak, ek bir ödeme yapılmayacak. Buna karşın sadece bir gün sonra 11,64’den giren açısından, kur 14,60 arttığı için, 108 bin liranın üzerine 6 bin 600 lira daha ödenecek ve 114 bin 600 lira olacak. Bu kumar değil de nedir?

7- Örtülü Bir Faiz İndirimi mi?

Bu görüşü paylaşmıyorum. Çünkü Merkez Bankası hâlâ bankaları enflasyonun çok altında %14 politika faiziyle fonlamaya devam ediyor. Kur korumalı mevduata da, politika faizinin en fazla 300 baz puan üstünde şeklinde bir limit koyarak bu kulvarda da faizlerin fazla yükselmesini istemediğini gösteriyor. Ekonomi yönetiminin ne pahasına olursa olsun kredi genişlemesi yoluyla büyümeyi zorlama saplantısınin ortadan kalkmadığı açıkça ortada. Kredi faizlerine göz attığımızda ise, bankaların Merkez Bankası faiz indirimlerine karşın hâlâ kredi faizlerini artırdığına tanık oluyoruz. Örneğin ihtiyaç kredileri eylülde yüzde 23.2 iken bugün yüzde 25.2, tüketici kredileri yüzde 22.2 iken bugün yüzde 23.5. Sadece ticari krediler yüzde 20.5’ta kalmaya devam etmiş. Bankaların faiz kar marjının yüksekliği, RTE`nin düşük faiz sevdasının gerekleşmemesi madalyonun bir yüzü. Öteki yüzü ise, enflasyonun yüzde 30’un üzerine yükseldiği bir ortamda hala kredi çekip harcama yapmak, fiyat artışlarının hız kazanması tehlikesine karşı talebi öne çekmek cazip görünüyor. Kısacası ekonominin temellerine aykırı bir zorlamayla karşı karşıyayız.

8-Riskin Kamulaştırılmasının Faturası Kime?

Hatırlanırsa 2020 yazında, hızlanan bir ivmeyle Merkez Bankası rezervlerini satarak dolar kurunu 6,85 liraya sabitleme, politika faizini de yüzde 8,25’te tutma çılgınlığı yaşanmıştı. Bunun sonunda meşhur “128 milyar dolarım nerede?” tartışması patlak vermişti. Çünkü son tahlilde çar çur edilen rezervler halkın, tüm yurttaşların parasıydı. Rezervlerin suyunu çekmesiyle, para politikalarıyla faizleri daha da düşürüp, ekonomiyi canlandırma hülyası sona erdi. Şimdi de maliye politikalarıyla, yani kur riskini üstlenmenin maliyetini bütçe kanalıyla yine biz sade yurttaşlara yıkarak yeni bir deneye girişiliyor. Çünkü bütçe yoluyla rantiye kesimlere subvansiyon sağlamanın faturası, artan vergilerle ve gerileyen eğitim, sağlık gibi sosyal hizmetler, düşen kamu maaş ödemeleriyle bizlere çıkarılacak.

Hazinenin zaten son 3 yılda peydahlanan dövize endeksli 31,3 milyar dolar iç borcu bulunuyor. 2021 yılbaşındaki 7,38 lira dolar fiyatından hesaplarsak, kurun bu göreceli düşmüş haliyle bile, bunun bütçeye 113 milyar maliyeti oldu. Son rakamlarla, gerçek kişilerin 128.6 milyar dolar döviz tevdiat hesabı var. Kabataslak bunların yüzde 30’u TL hesabına dönerse, TL de dolara karşı uygulanan faizin yüzde 20’si kadar üzerinde değer kaybederse, hesaplarıma göre bu bütçeye 125 milyar lira ek bir yük getirecek. Benzer hesabı kur korumalı TL mevduatlar için de yaparsak 63 milyar liralık bir maliyet buluruz. Demek ki, AKP rejiminin kur cambazlıkları bütçeye toplamda 301 milyarlık bir fatura çıkarabilir. Bu orta vadeli programdaki öngörülere göre GSYH’nin yüzde 4’üne eşit çok yüksek bir oran. Hele ki pandemi ortamında tüm OECD ülkeleri arasında bütçeden yurttaşlarına sosyal destek sağlamada cimri davranıp en son sırada yer alan bir ülkenin, rantiye kesimleri kollarken yoksul yurttaşlara arkasının dönmesinin ibret verici bir örneği.Yani egemenlerden yana bir sınıfsal bir tercih.

Ayrica devletin üstlendiği kur riski, durumsal yükümlülükler (contingent liabilities) kapsamında Kamu-Özel İşbirliği projelerne sağlanan miktar ve fiyat garantilerinin üstüne eklenecek. Bu bir yandan belirsizliği artırırken, bir yandan da yurtdışı borçlanmaların maliyetini daha da yukarı çekecek.

9-Son bir Haftada Kimler Kaybetti?

Maalesef, öncelikle dövizle, kur korumalı hesaplarla, ileri vadeli kurlarla; kısaca finans ve borsa oyunlarıyla işi bulunmayan, ancak vergi veren, kamu bütçesinden hizmet alan sade insanlar kaybetti. Sonra, “Bu furyayı tek kaçıran ben olmayayım” paniğiyle yüksek kurdan döviz alıp eli yanan amatörler. Hele bir de kredi çekip dövize bağlayanlar çifte vurgun yemiş oldular.

Ekonomik aktörler içerisinde, yüksek kura güvenerek fiyat kıran, hammadde ve yarı mamul girdilerini yüksek maliyetle temin eden ihracatçılar da büyük darbe yediler: Aynı şekilde yüksek kurdan mal satın alan ithalatçılar da. Bu listeye forward piyasalardan vadesi gelecek borçlarını ödemek için döviz alım sözleşmesi yapan veya doğrudan döviz satın alan şirketleri, TL mevduatların düşük getirisi nedeniyle borsaya yönelen, endeksin çakılmasıyla canı yanan yatırımcıları, telaşla bütün birikimlerini fiyatını dövizle ölçerek eve, arabaya bağlayan aileleri de ekleyebiliriz…

Liste uzatılabilir, ancak sorumlunun, böyle keskin döviz dalgalanmalarına davetiye çıkararak, büyük vurgunlar vurulması-derin mağduriyetler yaşanmasına yol açan, başta Tayyip Erdoğan ve AKP yetkilileri olduğu gerçeğini değiştirmez.

Burada bir noktayı daha belirtmekte yarar var. Evet, kur korumalı TL mevduat hesabı, tasarruf sahiplerinin kur riskini üstleniyor. Ancak iki ayrı tasarrufçu tipolojisi bulunduğunu da unutmamalıyız. Birisi, ücretli çalışan veya emekli, sınırlı tasarruflarından elde ettiği faiz geliriyle bütçesine yama yapan küçük tasarruf sahipleri. Bunların tek amacı enflasyon karşısında satın alma güçlerini korumak. %14-17 arası bir faiz oranı, onların %30’u aşan enflasyon karşısında yenik düşmelerini ne yazık ki engellemiyor.

Gelgelelim bir de finansal varlıklarıyla günlük geçimleri, örneğin et alış, sinemaya gidiş vb. tüketim sıklıkları arasında bir bağ bulunmayan büyük portföy sahipleri var. Bunlar paralarını döviz, TL mevduat, borsa ve bilumum finansal entrüman arasında dengelemeye çalışıyorlar.Son tahlilde ölçümlerini dolar üzerinden yapıyorlar. Kur koruması, işte bu rantiye kesime büyük bir fırsat sunuyor. Paraları döviz cinsinden belli bir limitin altına düşmüyor. Diğer bir ifadeyle, portföylerinin dolar değerinin yukarı doğru artış potansiyeli devam ediyor, aşağı düşme riski ise vergi mükellefinin cebinden devlet tarafından güvence altına alınıyor.

10-Ekonomide Süreç Nasıl Gelişecek?

Öncelikle dolar kurunun diyelim 11 lirada istikrar kazanması dahi, 6 Eylül’deki 8.30 kuruna göre %33 bir değer kaybına işaret ediyor. Bu da zaten yüksek olan enflasyonu zaman içerisinde %20-30 oranında, yani %6.6-9.9 kadar baskılama potansiyeli yaratıyor. TUİK’in kuşku uyandıran rakamlarında bile yurt içi üretici fiyatlarının %55’e dayanması, tarımsal girdi fiyatlarının %29.58 arttığının açıklanması, düşük faiz saplantısının sürmesi enflasyon riskini artırıyor. Türkiye benzeri tüm ülkelerin faiz artırması, ABD dolarının faiz artışı beklentisiyle güçlenme eğilimi, başta Ukrayna ve Çin merkezli ABD-Nato kaynaklı jeopolitik gerginlikler, küresel gıda fiyatlarının artışını sürdürmesi, hepsinin başında Covid-19 pandemisinin Omicron varyantlı yeni dalgası dış koşulların da olumsuzluğunu gösteriyor. Bu etmenlerin hepsi döviz kurunu oynatabilir, ithal fiyatlarının artması/ihracat kapılarının kapanması kanallarıyla ekonomiyi olumsuz etkileyebilir.

Hazine’nin 907 milyar lira yerel para cinsi içi borcu var. Geçen haftaki gelişmelerle DİBS’ler kur riskinden korumasız kalınca faizler belirgin biçimde yükseldi. Ayrıca Hazine’nin yeni ürünlerle sıçrayan kur riski yükümlülüğü de varlıkları olumsuz etkileyince, örneğin 5 yıllık tahvil faizi %25.20 oldu. 5 yıl vadeli eurobond faizi %7.40 ve Türkiye’nin CDS primi en son 599 puanla korku verici bir düzeydeydiler. Tüm bu göstergeler dövizdeki kanamaya tampon yapılsa bile, Türkiye ekonomisinin bünyesindeki bozuklukların düzelmek bir yana, sorunların ağırlaştığını, 2022 yılına girerken kriz ortamının atlatılamadığını net biçimde gösteriyor. İşin ilginç yanı da, Erdoğan’ın Müslüman olarak nasların gereğini yapmaktan söz ettiği bir dönemde, Türkiye’nin finansallaşmış kapitalizmin en fantastik ürünleriyle haşır neşir olması, milletin sabah akşam kurları, CDS`leri, swapleri konuşması… Bütün dünyanın şaşkınlıkla bu garip deneyi izlemesi...

Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN


Diyanet’in Sultan İbrahim’ine zeyil - Mehmet Bozkurt / SOL

 Diyanet’in İbrahim’i sadece Sultan İbrahim olup hayal mahsulüdür. Sahi olan ise zır zır İbrahimdir!


Sizler için Diyanet TV izliyor, Akit ve Milat gazetelerini okuyorum. Bunları izleyip okuduğum için karım neredeyse beni boşama seviyesine gelmiş durumda. Bunu hangi riskleri göze aldığımı ve neler çektiğimi bilesiniz diye yazıyorum… 

Temsil ben Yeniçeri Ocağı’nın esasında Hristiyan çocukların zorla devşirilip birer savaşçı yapıldıktan sonra kendi halkını öldürmeleri için “cenge” hazırlayan askeri kışlalar değil de esasında yatılı bir kolej olduğunu, Hristiyan ailelerin çocuklarını bu koleje yazdırmak için sıraya girdiklerini Akit’ten Mustafa Armağan’dan öğrenmiştim. Bunu karıma anlattığımda onun benden tamamen umudunu kestiğini yüz hatlarından anladım.

Şimdilerde moda ya Diyanet TV Osmanlı padişahlarını anlatıyor. Sultan İbrahim bunlardan biri. İbrahim benim en sevdiğimdir(!) Kaçırmak istemem. Kağıt kalem alıp TV’nin karşısına geçiyorum. Eski bir alışkanlığımdır. Not alıyorum. Diyanet’in söyledikleri arasında doğru olan sadece doğum ve ölüm tarihi, ebeveynlerinin adları tahta çıkış tarihi bir de abisinin IV. Murat olduğudur. Ötesinin özeti ise, İbrahim’in diğerleri gibi iyi bir padişah olduğu ancak “çalkantılı ruh hali” nedeniyle zaman, zaman hatalar yaptığıdır. İbrahim bu kadar!

Olmaz, benim kitaplardan tanıdığım İbrahim bu değil. Daha doğrusu bu kadar değil. Çok daha fazlası var ve bana göre 36 padişahtan 35’i bir yana 1’i bir yana. Ve bir olan İbrahim’dir. Şöyle başlayabilirim:

Babası Ahmet öldüğünde İbrahim iki yaşındaydı. Abisi IV. Murat tahta oturdu. Sultan Murat, Fatih Mehmet’ten bu yana sürüp gelmekte olan “Tahta oturan kardeşlerini öldürür” üsulü yerine, yenice icat edilen “Tahta oturan kardeşlerini kafese tıktırır” üsulüne uygun olarak İbrahim’le birlikte diğer üç kardeşini Süleyman, Kasım, Beyazıt’ı kafese tıktırır.

Güzel, ancak Murat, Bağdat seferine çıkmadan önce “bu deyyuslar arkamdan iş çevirirler” düşüncesiyle İbrahim’i hariç tutarak diğer üçünü boğdurur. İbrahim henüz iki yaşındadır ve yirmi üç yıl kalacağı kafeste üç abisinin cellat ipinin ucunda çırpınarak boğulmalarını izler. Diyanet TV’nin “çalkantılı ruh hali” olarak hafifseyip geçiştirdiği, İbrahim’in ruh hali işte bu sarsıntının üzerinde şekillenmiştir. Deliliğe atılan ilk adımdır.

Murat’ın arkasında tahta çıkacak bir oğul bırakmadan ölmesi üzerine 25 yaşındaki İbrahim kafesten zorla sürüklenerek çıkartılır. Sürüklenerek diyorum zira bunun bir tuzak olabileceği kuşkusuna kapılmıştır İbrahim. Ancak Murat’ın cesedini gördükten sonra kısmen de olsa rahatlayıp tahta oturur. Ne ki çok uzun sürmeyecek, yaşadığı dehşet kısa bir zaman sonra onu üst basamağa terfi ettirecektir. İbrahim artık deli değil, zır delidir!

Son Osmanlı dedik ve ne kadar güzel, İbrahim’in yıllarca kafeste yaşamasına bağlanan “cinsel iştahsızlığı” nedeniyle şehzadesiz kalan Osmanlıdan nihayet kurtuluyoruz derken…

Ah o Cinci Hoca!

Cinci Hoca’yı İbrahim’in annesi Kösem Sultan buluyor… Bir üfürükçü, falcı ve “kuvvet macunu” mucidi…

Ne yapsın Kösem Sultan. Anne yüreği işte… Her gece oğlunun koynuna üç, beş cariye sokmasına rağmen soyu sürdürecek bir şehzade doğmayınca bir umut Cinci Hoca akıllara geliyor. Ama doğru ama yalan Cincinin macunlarının marifeti mi dir, yoksa bu kadar eziyet yeter deyip güler yüzünü Osmanlıdan yana çeviren Allah’ın hükmü müdür bilinmez, İbrahim o günden itibaren durdurulamıyor. Yatağa aldığı cariyelerden sekizi oğlan altısı kız ceman on dört adet çocuğu oluyor ve tarih sahnesinden çekilmesine ramak kalmışken, İbrahim’de yeniden hayat buluyor Osmanlı!

Sonra gelsin Şekerpare!

Diyanet, İbrahim’in Şekerpare’sini gizlemiş. Oysa okuduklarımdan anladığım kadarıyla Şekerpare İbrahim’in yaşam kaynağı!

Bazı kaynaklara göre 150, bazılarına göre ise 180 ile 200 okka arasında çekiyor. Şimdi Şekerpare’deyim ve ondan söz ediyorum. İstanbul’un en şişman kadını… Saraya hizmetçi olarak giren bu kadını bir rastlantı olarak gören İbrahim’in zaten hayli eksilmiş olan aklını alıp götürüyor. Artık İbrahim zır zırdır. Gözü Şekerparenin dışında kimseyi görmez oluyor. En çok Şekerpare’yi seviyor sonra samur kürk ve amber!

Bazı tarihçiler İbrahim’in saltanat sürdüğü dönemi “Samur Devri” olarak adlandırıyor. Seferden dönen her paşayı “hani samur, nerede amber” diye sıkıştırdığı gibi, ziyaretine gelen yabancı elçileri de ellerinin boş olması halinde şiddetle azarlıyor. Şekerpare’ye yaptırmış olduğu sarayı pencere pervazlarından tavanlarına varıncaya kadar samur kürkle döşettiğini elbette Diyanet’ten değil Hammer tarihinden okuyup öğreniyoruz. Bir de amber kokusu… Şekerpare’nin sarayı amber kokuyor.

Diyanet’in dalgınlığıdır, çok yufka yürekli olduğunu atlamış İbrahim’in… Girit seferi sonrasında boğdurduğu Yusuf Paşa’nın cesedinin başında hıçkıra hıçkıra ağlaması var ki gerçekten ciğer delici! Dayanamıyorum ve bu sahneyi Necdet Sakaoğlu’nn “Bu Mülkün Sultanları’ndan aktarmak istiyorum. Yusuf Paşa Girit seferinden kesin bir yengi sağlayamadan eli boş dönmüştür. Boynu bükük dikilmektedir İbrahim’in karşısında Kürksüz ve ambersiz:

“… Sen kendini bir hizmet ettim mi sanıyorsun? Bu kadar hazinemi sarf edip bir alay dinsizi öldürmeyip mallarıyla memleketlerine yolladın” diye çıkışınca Yusuf Paşa, ‘Gerçi hazine sarf eyledik amma büyük bir kaleyi fethettik. Küffarı katletmek bir iş değildi. Lakin sonu vahim olurdu’ yollu yanıt vermesi padişahı çileden çıkardı. Veziriazam Salih Paşa’nın yalvarmalarına aldırmaksızın Yusuf Paşa’yı boğduran İbrahim’in, ölüye bakıp ‘Ne güzel, kırmızı elma yanakları varmış, yazık oldu, kıydım’ demesi meşhurdur.”

Bakar mısınız İbrahim’in duygusallığına. Diyanet’in bu sahneyi atlamasına ne demeli artık bilemiyorum!

Bunun devamı var, devamı Salih Paşa’dır. Aynı kitaptan aktarıyorum:
“…İbrahim, gideceği şeyhe bir an önce ulaşabilmek için, Salih paşaya kesin buyruk verip İstanbul’da arabayla dolaşılmasını yasakladı. 17 Eylül 1647 günü Davutpaşa’daki üfürükçüsüne giderken önüne bir araba çıkınca müthiş öfkelendi ve ikindi divanında Veziriazam Salih Paşa’yı imamın evinde kuyu ipiyle boğdurdu…”

Özeti şudur:

Diyanet’in İbrahim’i sadece Sultan İbrahim olup hayal mahsulüdür. Sahi olan ise zır zır İbrahimdir!

Önce kafese tıkılır… Diyanet’in “öldü” diyerek sadeleştirdiği ölme biçimini veriş şekli de hayal mahsulüdür. Doğrusu, İbrahim’in on gün sonra kafesten çıkarılıp usul ve adabınca boğdurulmuş olduğudur.

Mehmet Bozkurt / SOL


Öne Çıkan Yayın

"Gündem" -21 Haziran 2025-

Ankara'da lityum fabrikasında gaz sızıntısı: 2 işçi öldü, 3 işçi yaralandı!-Birgün- Ankara'nın Polatlı ilçesinde bir fabrikada boru ...