Diyanet’in İbrahim’i sadece Sultan İbrahim olup hayal mahsulüdür. Sahi olan ise zır zır İbrahimdir!
Sizler için Diyanet TV izliyor, Akit ve Milat gazetelerini okuyorum. Bunları izleyip okuduğum için karım neredeyse beni boşama seviyesine gelmiş durumda. Bunu hangi riskleri göze aldığımı ve neler çektiğimi bilesiniz diye yazıyorum…
Temsil ben Yeniçeri Ocağı’nın esasında Hristiyan çocukların zorla devşirilip birer savaşçı yapıldıktan sonra kendi halkını öldürmeleri için “cenge” hazırlayan askeri kışlalar değil de esasında yatılı bir kolej olduğunu, Hristiyan ailelerin çocuklarını bu koleje yazdırmak için sıraya girdiklerini Akit’ten Mustafa Armağan’dan öğrenmiştim. Bunu karıma anlattığımda onun benden tamamen umudunu kestiğini yüz hatlarından anladım.
Şimdilerde moda ya Diyanet TV Osmanlı padişahlarını anlatıyor. Sultan İbrahim bunlardan biri. İbrahim benim en sevdiğimdir(!) Kaçırmak istemem. Kağıt kalem alıp TV’nin karşısına geçiyorum. Eski bir alışkanlığımdır. Not alıyorum. Diyanet’in söyledikleri arasında doğru olan sadece doğum ve ölüm tarihi, ebeveynlerinin adları tahta çıkış tarihi bir de abisinin IV. Murat olduğudur. Ötesinin özeti ise, İbrahim’in diğerleri gibi iyi bir padişah olduğu ancak “çalkantılı ruh hali” nedeniyle zaman, zaman hatalar yaptığıdır. İbrahim bu kadar!
Olmaz, benim kitaplardan tanıdığım İbrahim bu değil. Daha doğrusu bu kadar değil. Çok daha fazlası var ve bana göre 36 padişahtan 35’i bir yana 1’i bir yana. Ve bir olan İbrahim’dir. Şöyle başlayabilirim:
Babası Ahmet öldüğünde İbrahim iki yaşındaydı. Abisi IV. Murat tahta oturdu. Sultan Murat, Fatih Mehmet’ten bu yana sürüp gelmekte olan “Tahta oturan kardeşlerini öldürür” üsulü yerine, yenice icat edilen “Tahta oturan kardeşlerini kafese tıktırır” üsulüne uygun olarak İbrahim’le birlikte diğer üç kardeşini Süleyman, Kasım, Beyazıt’ı kafese tıktırır.
Güzel, ancak Murat, Bağdat seferine çıkmadan önce “bu deyyuslar arkamdan iş çevirirler” düşüncesiyle İbrahim’i hariç tutarak diğer üçünü boğdurur. İbrahim henüz iki yaşındadır ve yirmi üç yıl kalacağı kafeste üç abisinin cellat ipinin ucunda çırpınarak boğulmalarını izler. Diyanet TV’nin “çalkantılı ruh hali” olarak hafifseyip geçiştirdiği, İbrahim’in ruh hali işte bu sarsıntının üzerinde şekillenmiştir. Deliliğe atılan ilk adımdır.
Murat’ın arkasında tahta çıkacak bir oğul bırakmadan ölmesi üzerine 25 yaşındaki İbrahim kafesten zorla sürüklenerek çıkartılır. Sürüklenerek diyorum zira bunun bir tuzak olabileceği kuşkusuna kapılmıştır İbrahim. Ancak Murat’ın cesedini gördükten sonra kısmen de olsa rahatlayıp tahta oturur. Ne ki çok uzun sürmeyecek, yaşadığı dehşet kısa bir zaman sonra onu üst basamağa terfi ettirecektir. İbrahim artık deli değil, zır delidir!
Son Osmanlı dedik ve ne kadar güzel, İbrahim’in yıllarca kafeste yaşamasına bağlanan “cinsel iştahsızlığı” nedeniyle şehzadesiz kalan Osmanlıdan nihayet kurtuluyoruz derken…
Ah o Cinci Hoca!
Cinci Hoca’yı İbrahim’in annesi Kösem Sultan buluyor… Bir üfürükçü, falcı ve “kuvvet macunu” mucidi…
Ne yapsın Kösem Sultan. Anne yüreği işte… Her gece oğlunun koynuna üç, beş cariye sokmasına rağmen soyu sürdürecek bir şehzade doğmayınca bir umut Cinci Hoca akıllara geliyor. Ama doğru ama yalan Cincinin macunlarının marifeti mi dir, yoksa bu kadar eziyet yeter deyip güler yüzünü Osmanlıdan yana çeviren Allah’ın hükmü müdür bilinmez, İbrahim o günden itibaren durdurulamıyor. Yatağa aldığı cariyelerden sekizi oğlan altısı kız ceman on dört adet çocuğu oluyor ve tarih sahnesinden çekilmesine ramak kalmışken, İbrahim’de yeniden hayat buluyor Osmanlı!
Sonra gelsin Şekerpare!
Diyanet, İbrahim’in Şekerpare’sini gizlemiş. Oysa okuduklarımdan anladığım kadarıyla Şekerpare İbrahim’in yaşam kaynağı!
Bazı kaynaklara göre 150, bazılarına göre ise 180 ile 200 okka arasında çekiyor. Şimdi Şekerpare’deyim ve ondan söz ediyorum. İstanbul’un en şişman kadını… Saraya hizmetçi olarak giren bu kadını bir rastlantı olarak gören İbrahim’in zaten hayli eksilmiş olan aklını alıp götürüyor. Artık İbrahim zır zırdır. Gözü Şekerparenin dışında kimseyi görmez oluyor. En çok Şekerpare’yi seviyor sonra samur kürk ve amber!
Bazı tarihçiler İbrahim’in saltanat sürdüğü dönemi “Samur Devri” olarak adlandırıyor. Seferden dönen her paşayı “hani samur, nerede amber” diye sıkıştırdığı gibi, ziyaretine gelen yabancı elçileri de ellerinin boş olması halinde şiddetle azarlıyor. Şekerpare’ye yaptırmış olduğu sarayı pencere pervazlarından tavanlarına varıncaya kadar samur kürkle döşettiğini elbette Diyanet’ten değil Hammer tarihinden okuyup öğreniyoruz. Bir de amber kokusu… Şekerpare’nin sarayı amber kokuyor.
Diyanet’in dalgınlığıdır, çok yufka yürekli olduğunu atlamış İbrahim’in… Girit seferi sonrasında boğdurduğu Yusuf Paşa’nın cesedinin başında hıçkıra hıçkıra ağlaması var ki gerçekten ciğer delici! Dayanamıyorum ve bu sahneyi Necdet Sakaoğlu’nn “Bu Mülkün Sultanları’ndan aktarmak istiyorum. Yusuf Paşa Girit seferinden kesin bir yengi sağlayamadan eli boş dönmüştür. Boynu bükük dikilmektedir İbrahim’in karşısında Kürksüz ve ambersiz:
“… Sen kendini bir hizmet ettim mi sanıyorsun? Bu kadar hazinemi sarf edip bir alay dinsizi öldürmeyip mallarıyla memleketlerine yolladın” diye çıkışınca Yusuf Paşa, ‘Gerçi hazine sarf eyledik amma büyük bir kaleyi fethettik. Küffarı katletmek bir iş değildi. Lakin sonu vahim olurdu’ yollu yanıt vermesi padişahı çileden çıkardı. Veziriazam Salih Paşa’nın yalvarmalarına aldırmaksızın Yusuf Paşa’yı boğduran İbrahim’in, ölüye bakıp ‘Ne güzel, kırmızı elma yanakları varmış, yazık oldu, kıydım’ demesi meşhurdur.”
Bakar mısınız İbrahim’in duygusallığına. Diyanet’in bu sahneyi atlamasına ne demeli artık bilemiyorum!
Bunun devamı var, devamı Salih Paşa’dır. Aynı kitaptan aktarıyorum:
“…İbrahim, gideceği şeyhe bir an önce ulaşabilmek için, Salih paşaya kesin buyruk verip İstanbul’da arabayla dolaşılmasını yasakladı. 17 Eylül 1647 günü Davutpaşa’daki üfürükçüsüne giderken önüne bir araba çıkınca müthiş öfkelendi ve ikindi divanında Veziriazam Salih Paşa’yı imamın evinde kuyu ipiyle boğdurdu…”
Özeti şudur:
Diyanet’in İbrahim’i sadece Sultan İbrahim olup hayal mahsulüdür. Sahi olan ise zır zır İbrahimdir!
Önce kafese tıkılır… Diyanet’in “öldü” diyerek sadeleştirdiği ölme biçimini veriş şekli de hayal mahsulüdür. Doğrusu, İbrahim’in on gün sonra kafesten çıkarılıp usul ve adabınca boğdurulmuş olduğudur.
Mehmet Bozkurt / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder