Yıkıcı bir aşka methiye - Orhan Gökdemir / SOL



'Nasıl olursa olsun, bu düzeni de onun iki yüzlü ahlakını da yıkmaya mecburuz. Ama elbette biz önce kendimizde devrim yapmak istiyoruz, bunun ancak toplumda devrim yaparak mümkün olduğunu biliyoruz.'

Dinde ahlak yok, artık bunu pratik olarak da biliyoruz. Din, ahlaksız inançtır ve ancak ahlakı tahrip ederek ilerleyebiliyor. Haliyle din çoğaldıkça, inananlar arttıkça, ahlak azalıyor. Aralarında ters bir orantı vardır. 

Bunda, başka şeyler yanında, dinlerin doğduğu koşullara takılı kalmasının da payı var. Marx, “Hıristiyanlığın sosyal ilkeleri, antik köleliği hoş karşılıyor, Orta Çağ toprak köleliğine övgüler düzüyor ve gerektiği zaman, acıyormuş gibi görünerek, proletaryanın baskı altında tutulmasını savunuyor” diyor. Müslümanlık için de aynı şeyleri rahatça söyleyebiliriz. İslam eski köleliği hoş karşılıyor, çalışmayı ve efendiye bağlılığı kutsuyor, zaman eskitmiş olmasına rağmen rahatça çok eşlilikten ve cariyelikten söz ediyor. Ve tabii acıyormuş gibi görünerek, yoksullar üzerinde baskının eksik edilmemesini savunuyor. Yoksulluk da zenginlik de tanrının bahşettiği, doğuştan gelen şeyler ona göre. İnsana kalan kaderine rıza göstermekten ibaret. 

Dinler, eksiksiz tamamı, kararsız, ürkek, durumunu kabullenmiş ve boyun eğmiş, yoksul insanların bütün acınası niteliklerini göklere çıkarıyor. Tabii bu arada yoksul olmayanlara yoksul olanlar gibi yaşamayı vaaz ediyor, “bir lokma bir hırka yeter” diyor. Yoksullara merhamet gösterilmesini ve sadaka verilmesini tavsiye ediyor. Köleci toplumdan feodalizme, kabileden devlete geçişin bir yansımasıdır bunlar. Dinler yoksulluğu ortadan kaldırmak istemiyor, tam tersine, kutsuyor, çürümüş köleci toplumun ahlakını vazediyor.  

Peki Marksizm’de ahlak var mı? Bu soruya dine veya felsefeye yaslanmadan cevap vereceksek şöyle diyebiliriz; Ahlak toplumsal gelişmenin bir ürünü. O gelişme ile ortaya çıkar, o gelişme ile birlikte değişeme uğrar. Haliyle içinde yeşerdiği toplumlardaki çelişik çıkarlara hizmet eder, onları destekler. O halde ahlak sınıfsaldır, sınıflara göre değişiklik gösterir. Yerleşik ahlak, Burjuva ahlakıdır. Haliyle Tarihi Materyalizm ile ahlaki, dini ya da felsefi ülküler arasında hiçbir benzerlik bulunmaz. Kurucularının dediği gibi, emeğin sömürüsünün ve emeğin kurtuluşunun, suç ve onun bedeli ile, günah ve onun kefareti ile ortak hiçbir ortak yanı yoktur. Tarih ne evrensel ahlakın somutlaşmasıdır ne de felsefi antropolojide önceden tasarlanmış bir insan doğasının gittikçe insan cismine bürünmesidir. Marksizm kendini genel, soyut insan tanımlaması üzerine kurmaz, sınıf onun daimi çıkış noktasıdır. Sınıflı toplumun bu gerçekliği, soyut insan üzerinden söylenen her sözü boşa çıkarır. Soyut insanın sınıflı toplumda bir karşılığı yoktur. “İnsan”da sınıflar silikleşir, proletarya görünmez olur ve insan tipik bir burjuva kılığında görünür. Alman ideolojisinin eleştirisi, aslında, burjuva felsefesinin icat ettiği bu soyut insanın eleştirisidir öyleyse. Althusser’in deyişiyle, Marksizm teorik bir anti-hümanizmdir!

Demek ki Marksizm işçi sınıfına dini bir kurtuluş yolu veya ahlaki bir duruş önerisi yapmıyor. Tam tersine, kurtuluş tarihsel bir olgudur, zihinsel bir iş değildir, diyor. Ezilmekten ve sömürülmekten şükrederek, yalvararak kurtulamazsınız. Proletarya, kapitalizmi, onunla birlikte burjuva toplumunu ve ahlakını yıkmadan kurtuluşa erişemez, dediği budur. 

Tabii, ara çözümler arayanlar, sömürücü sınıfı ahlaklı ve merhametli davranmaya davet edenler, Komünist Manifesto’daki adlandırmayla “Burjuva Sosyalizmi” peşinde koşanlar her zaman var olmuştur. Sosyal dertleri hafifleterek acıları dindirmek mümkündür onlara göre; “İktisatçılar, hayırseverler, insaniyetçiler, işçi sınıfının durumunu düzelticiler, bağış kampanyacıları, hayvanları koruma dernekleri üyeleri, içki düşmanları, akla gelebilecek her türlü gizli reform heveslileri, hepsi bu kesime girerler.” Onlar, halihazır toplum düzeni olduğu gibi kalsın, devrimci ve çözücü unsurları olmasın dilerler. Proletaryasız bir burjuvaziyi özlerler, bir tatsızlık çıkmadan insani bir toplum hedefine ulaşmak isterler.

Sadede gelelim; burjuva toplumda “insan” soyut haliyle bulunmuyorsa toplumun bütününe teşmil edebileceğimiz bir ortak ahlak da yoktur. İnsan yoksa ahlakı da yoktur, demek istiyorum. Böylece ahlaksız bir inançla ahlaksız bir toplumu birleştiren ortak paydaya ulaşmış oluyoruz; ahlaksızlıkta birleşiyorlar. 

                                                                       ***

O halde, “hak-hukuk-adalet” gibi evrensel bir ahlaki ilkeden türeyen kavramlar da karşılıksızdır. Sınıfsal çelişkiler üzerine kurulu bu toplumu değiştirmeyi talep etmeden adalet talep edemezsiniz. Bunlar, adaleti sağlamak için o sınıfsal çelişkiyi çözmemiz gerektiği gerçeğini gizlemeye yarar ancak. Maddi koşulları soyut bir evrensel ilke ile dönüştüremezsiniz. Adalet sömürücü sınıfı bütünüyle ortadan kaldırmadan gerçekleştirilemez çünkü. Adalete engel olan bizzat Burjuva üretim tarzının kendisidir. 

Bu toplumda özgürlük de adalet kadar uçucu, havai bir şeydir. Örnek verelim, mülkiyet özgürlüğü mülkiyeti ortadan kaldırmaz, mülkiyet özgürlüğü sağlar insana; din özgürlüğü dini ortadan kaldırmaz, dinini sınırsızca yayma özgürlüğü sağlar. Çalışma hakkı çalışma zorunluluğunu ortadan kaldırmaz, sermayedar değilseniz çalışmanın bir hak olarak tanınması saçma bir şeydir. Bu durumda burjuva toplumda özgürlük, eninde sonunda burjuvanın özgürlüğüdür; bir gücü varsa ancak onu özgürleştirir. İnsan haklarını talep etmek piyasa toplumunun engelsizce işlemesini talep etmektir nihayetinde. Burjuva toplumda “insanın” özgürlüğü de, ahlakı da, adaleti de piyasaya endekslidir. 

Peki bu durumda ne yapacağız? “Ahlaki” bir yol tutturmaktan vaz mı geçeceğiz? 

Marksizm bize bu noktada açık sorumluluklar yüklüyor. Bir yandan mevcut topluma ve düzene bilimle bakmamızı talep ediyor. Gördüğümüz şu; burjuvazi eski toplumu parçalayarak insanları özgürleştirmiş, sonra onları iktisadın gereklerine uygun olarak yeniden bir araya getirmiştir. Burjuva toplumu iktisadi bir toplumdur, üretimin gereklerine göre şekillenmiştir. Sermayedar ve işçi, piyasada, iki sınıfın birer üyesi olarak değil, birer alıcı ve satıcı olarak karşı karşıya gelir. Kendilerinde olanları alırlar veya satarlar. Sorun şu ki işçinin emek gücünden başka satacak bir şeyi yoktur. Onu satmaya razı olduğu anda bireysel yaratıcı yeteneğini de sermayedara devretmiş olur, insan olmaktan çıkıp bir alete dönüşür. Tarih bundan daha ahlaksız bir ticaret tanımıyor. 

Topluma baktığımızda gördüğümüz bu ahlaksız ticareti doğru değerlendirme ve bu değerlendirme sonucunda bu çarpık ilişkiye karşı bir eylemde bulunabilme arzusu, insanın insan kalma refleksiyle yakından bağlantılı. Bu harekete “sosyalizm” dememiz, kapitalizmin toplumu ortadan kaldırmış olması nedeniyle. Biz yeniden ve yeni bir toplum talep ediyoruz çünkü insan kalmamız ancak toplumu insanların ihtiyaçlarına göre yeniden kurabilmemize bağlı.  

Tabii, bütün bunlar için kendi sınırlarımız üzerine de kafa yormamız, kendimizi bu mücadelenin gereklerine göre sürekli yeniden inşa etmemiz gerekir. Bu da eninde sonunda bireysel değil sosyal bir iş. Bu bireysellik ancak kolektif bir yapı içinde doğru şekilde inşa edilebilir. Partiye ve komünizme böyle ulaşıyoruz. Tarihin zorunlulukları karşısında “ahlaki” bir tutum takınabilecek özgürlüğü önce parti, sonra komünizm verebilir bize. Haliyle partiyi ve komünizmi başka şeyler yanında özgür ve ahlaklı bir yaşam için de gereksiniyoruz. 

                                                                           ***

İstemek, gereksinmek ayrı ama elbette o günden önce eksik kaldığımız yanlar, kırılma noktalarımız, çaresizliklerimiz, zayıflıklarımız var. Komünistler tayt giyip oradan oraya uçuşan Amerikan icadı süper adama benzemez. Gözlerimizdeki ışık “Kripton gezegeninin” değil, Marksizm-Leninizm bakiyesidir. “Komünizm kapitalizmin ortasında insan kalma mücadelesidir” demiştim vaktiyle bir yazıda. Çok savunmacı bir tez olsa da benimsedi okuyanlar. Ama bununla birlikte, komünizm, insanlıktan arındırılmış iktisadi toplumu, yeniden bir insanlar toplumuna dönüştürme mücadelesidir. İnsanlık eleştirisinden yola çıksak da eninde ve sonunda insanlık var. Toplanacağız, yeni bir toplum kuracağız, paylaşacağız ve yeniden insan olacağız.  

“Yaşamı tutarsız olanın aklı da tutarsızdır” demişti bir düşünürümüz. Özün yanlışsa sözün de yanlıştır, diye çevirebiliriz. “Özü sözü bir” diye bir tabirimiz var, yaşama pratiğimizden damıtılmıştır, tutarlılık öğütler muhatabına. Komünizm sadece bir fikir, bir ideolojik tutum değildir çünkü, aynı zamanda bir yaşam biçimidir. Doğruda durmayı başarmak, yoldan şaşmamak, tabii bütün bunlar için kendi sınırlarımız üzerine kafa yormak, kendimizi bu mücadelenin gereklerine göre inşa etmemizin önündeki engellerden kurtulmak gerekir. Amaç özü sözü bir olmaktır nihayetinde. Tutarlı olma şartı var.

Nasıl olursa olsun, bu düzeni de onun iki yüzlü ahlakını da yıkmaya mecburuz. Ama elbette biz önce kendimizde devrim yapmak istiyoruz, haliyle bunun ancak toplumda devrim yaparak mümkün olduğunu biliyoruz. Bizi ahlaklı yapan işte bu bilinçtir. 

Orhan Gökdemir / SOL

TARİHTE BUGÜN (11 HAZİRAN)

      


      OLAYLAR:

  • MÖ 1184 - Truva Savaşı: Truva'nın yağmalanıp yakılması.
  • 1868 - Kızılay, "Mecruhin ve Marda-yı Askeriyye İmdat ve Muavenet Cemiyeti" adı altında kuruldu.
  • 1898 - Çin'de liberaller, İmparator Guangxu'nun davetiyle iş başına geldi ve "Yüz Gün Reformu" olarak bilinen dönemi başlattılar.
  • 1901 - Yeni ZelandaCook Adaları'nı topraklarına kattı.
  • 1913 - İttihat ve Terakki hükümetinin sadrazamı (başbakan) Mahmud Şevket Paşa’nın makam otomobilinde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülmesi olayına karıştığı ve azmettirdiği için Şerif Paşa gıyaben yargılanarak idama mahkûm edildi. Fakat yurtdışında bulunduğu için hükümet güçleri bir şey yapamayınca İttihatçı suikastçılar tarafından Şerif Paşa’ya Ocak 1914′te bir suikast düzenlenir. Şerif Paşa yara almadan kurtulur ve damadı suikastçılardan birini öldürür. Üzerinden çıkan kimlik onun İttihat ve Terakki’nin Selanik şubesinden olduğunu gösterir.
  • 1919 - Mustafa Kemal, kendisini İstanbul'a geri çağıran Vahdettin'e geri dönmeyeceğini bildirdi. Damat Ferid PaşaParis Barış Konferansı'na katılmak üzere, İstanbul'dan Paris'e gitti.
  • 1929 - Türkiye-Romanya Ticaret ve Seyrüsefer Antlaşması imzalandı.
  • 1930 - Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın kurulmasına ilişkin kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edildi.
  • 1930- Ağrı ayaklanmaları, 1926-1930 yılları arasında Ağrı Dağı ve civarı ile İran topraklarının da dahil olduğu bir coğrafyada meydana gelen Kürt ayaklanmalarıdır.   1929 Dünya Ekonomik Bunalımı'nın etkilerinin olduğu bir zamanla birleşen bu dönemde, Türkiye'nin isyanı bastırmak için yaptığı harcamalar ekonomik krize neden oldu. 25 Eylül 1930'da ayaklanma Türk ordusu tarafından tamamen bastırıldı.
  • 1932- Türkiye’de Türk vatandaşlarına tahsis edilen sanat ve hizmetler hakkında kanun çıktı.
  • 1933 - Cumhuriyet'in ilanının 10. Yıl Dönümünü Kutlama Kanunu çıkarıldı.
  • 1933 - İller Bankası kuruldu.
  • 1937 - Atatürk, Trabzon'da yaptığı açıklamada bütün çiftliklerini ve mallarını millete bağışladığını bildirdi.
  • 1940 - II. Dünya SavaşıBritanya Kuvvetleriİtalya'daki Ceneviz ve Torino kentlerini bombaladı. İtalya Hava KuvvetleriMalta adasına ilk saldırılarını gerçekleştirdi. Norveç, iki ay süren direnişin ardından Alman Orduları'na teslim oldu.
  • 1945 - Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde tartışmalara neden olan, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu kabul edildi.
  • 1947- Solcu profesörler arasında adı geçen Profesör Muzaffer Şerif Başoğlu, Ankara Üniversite kadrosundan çıkarıldı.
  • 1954 - Zonguldak'ta meydana gelen grizu patlamasında 6 işçi öldü, 16 işçi yaralandı.
  • 1960 - 27 Mayıs öncesi bozulan ekonomik durumu düzeltmek için, hazineye yardım kampanyası düzenlendi.
  • 1963 - Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Zafer gazetesini kapattı. İstanbul Üniversitesi askeri kordon altına alındı.
  • 1963 - lrak Ordusu,Irak Kürdistan’nın binlerce yerleşim alanlarına düzenlediği ve 42 gün aralıksız devam ettiği tarihin en büyük operasyonunda 875 Kürt köyünü yakarak yerle bir etti. Bu opersyonda binlece sivil tutulandı ve en az 200 kişi de katledildi.
  • 1968 - Dil Tarih’ten sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi de öğrenciler tarafından işgal edildi.
  • 1969 - Ankara’daki üniversite ve yüksek okullarda boykot ve işgal eylemleri yayılıyor. Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde forum düzenleyen 2 bin öğrenci, Kızılay’a doğru yürürken bir TUSLOG aracını tahrip etti, içindeki ABD’li 5 askeri dövdü, ardından TUSLOG binasına gidip 3 aracı tahrip etti, camları kırdı, binada yangın çıktı: 20 gözaltı.
  • 1970 - Güreşçi Ahmet Ayık, Dünya Şampiyonu oldu.
  • 1970 - Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Sendikalar Kanunu'nda değişiklik yapılması, Türkiye İşçi Partisi'nin 4 Milletvekili dışında 230 oyla kabul edildi. Yasada yapılan değişiklikler, kısa adı DİSK olan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun faaliyetlerini kısıtlamayı amaçlıyordu. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu, 15 Haziran'da eylem kararı aldı.
  • 1973 - Güney Afrika’da Siyah rektör atanmasını isteyen 1500 öğrenci üniversiteden uzaklaştırıldı.
  • 1973 - Mardin'in Kızıltepe ilçesinde aşiretler arasında çatışma çıktı. Aralarında Adalet Partisi İlçe Başkanı'nın da bulunduğu 12 kişi öldürüldü.
  • 1973 - CHP İstanbul İl Gençlik Kolları Başkan ve üyelerinden oluşan 5 genç, Milliyetçi Cephe hükümetinin TRT’ye yönelik tutumunu protesto için MCRT (Milliyetçi Cephe Radyo Televizyonu) yazılı bir TV maketini Taksim Anıtı önünde yaktı.
  • 1976- Amasya/ Suluova’daki Yeniçeltek kömür işletmesinde örgütlü Yeraltı Maden-İş üyesi işçilerle, işverenle arası iyi olan sendika eski şube başkanının silahlı yandaşları arasında çıkan çatışmada 4 işçi hayatını kaybetti, 4 işçi yaralandı. 27 kişi gözaltına alındı.
  • 1977- 26 Mayıs’ta Yüksek Prezidyum’da alınan kararla Stalin’in isminin Sovyetler Birliği ulusal marşından çıkarılmasının ardından, marş yeni sözleri ve müziğiyle ilk kez Sovyet televizyonunda okundu. 1941’de yazılan marş 1944’de kabul edilerek kullanılmaya başlanmıştı.
  • 1977 - Şili cuntasının işkence gemisi olarak ünlenen “Esmeralda”nın Antalya’ya gelişini DİSK bir bildiriyle kınadı.
  • 1977 - Malatya/ Yeşilyurt İplik Fabrikası’nda Teksif’te örgütlü 171 işçi greve başladı.
  • 1978- Ülkücülerin silahlı eylemde kullandıkları otomobilin Milliyetçi Hareket Partisi’ne ait olduğu ortaya çıktı.
  • 1978 - 3 bin hükümlünün yararlanacağı yeni infaz yasasının yürürlüğe girmesiyle tahliyeler başladı.
  • 1979 - Cumhuriyet tarihinin 5. devalüasyonu yapıldı; Türk lirası'nın 1 Dolar karşılığı değeri 47 lira 10 kuruş oldu.
  • 1979- Bakırköy Halkevi’nin bahçesine akşam 4 ülkücü tarafından tahrip kalıbı atıldı, biri İstanbul Tıp Fakültesi öğrencisi 3 kişi hayatını kaybetti, 2’si ağır 5 kişi yaralandı. Halkevi Başkanı, MHP Bakırköy İlçe’den sürekli tehdit telefonları aldıklarını söyledi.
  • 1979 - Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Abdullah Baştürk ve 7 yönetici, “halkı suç işlemeye tahrik ettikleri” gerekçesiyle 7 gün hapis cezasına çarptırıldı.
  • 1980- 3 Haziranda İzmit Kandıra’da, “ülkücüler”in saldırısında yaralanan Uğur İnanç yaşamını yitirdi.
    1980 - İstanbul Gültepe’de, Necdet Demir (1958) ve Haluk Kaşıkçı’nın, faşistlerce kaçırılarak katledildiği açıklandı.
  • 1981- Artvin Borçka Sülüklü köyü kırsalında, bir ihbar üzerine başlatılan operasyonda Devrimci Yol militanı Arif Turanlı (1962- Borçka) öldürüldü. Çatışmada, bir asker de yaralandı.
  • 1981 - Bülent Ersoy'un sahneye çıkması yasaklandı.
  • 1982 - E.T. filmi ABD'de gösterime girdi. Melissa Mathison'ın öyküsünü Steven Spielberg sinemaya uyarlamış ve film 4 Oscar kazanmıştır. Ayrıca, filmdeki kahraman kısa bir süreliğine ikon olmuştur.
  • 1982 - Türkiye Güzeli Nazlı Deniz KuruoğluAvrupa Güzeli seçildi.
  • 1987 - Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Türkiye'yi yeniden "İşçi haklarını çiğneyen ülkeler" listesine aldı. Gerekçe; iş yasalarıyla anayasa maddelerinin Türkiye'nin imzaladığı uluslararası sözleşmelere aykırı olmasıydı.
  • 1987 - 300 öğrenci İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi önünden İÜ ana kapıya “Atılmalara hayır” “YÖK’e hayır” sloganlarıyla yürüdü.
  • 1990- OHAL gereği çıkarılan 424 Sayılı KHK ile 2000’e Doğru ve Halk Gerçeği dergileri süresiz, dergileri basan matbaa 10 gün süreyle kapatıldı.
  • 1991- Sosyalist Enternasyonal konsey toplantısı İstanbul’da başladı.
  • 1991-Türkiye genelinde TEK işyerlerinde çalışan Tes-İş üyesi 95 bin işçi yemek boykotu yaptı.
  • 1995- Kayıp aileleri ve İHD’liler, gözaltında kaybedilen Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç’un cesetlerinin bulunduğu Beykoz’da ceset aradı.
  • 1996- “Manisalı Gençler”e işkence yaptıkları gerekçesiyle dava açılan 10 polis için 70’er yıl hapis cezası istendi.
  • 1997 - Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde irticaya karşı “Batı Çalışma Grubu” oluşturulduğu bildirildi. Adalet Bakanı Şevket Kazan, Genelkurmay’ın brifingine katılan Ankara Adliyesi ve DGM’de görevli hakim ve savcılar hakkında soruşturma açtırdı. 
  • 1998– KESK üyesi kamu çalışanları hükümetin %20’lik zam kararına karşı tüm yurtta iş bırakıp yürüdü.
  • 1999 - Bakanlar Kurulu, 13 Mayıs 1999 tarihinde Fazilet Partisi'nden Milletvekili seçilen Merve Kavakçı'yı vatandaşlıktan çıkarma kararı aldı. Merve Kavakçı, kararın iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle Danıştay'da dava açtı.
  • 1999 - İHD İstanbul Şube üyeleri İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’a Sirkeci Postanesi’nden mektup göndererek telefonlarının dinlenip dinlenmediğini sordu.
  • 2000-Irak Devlet başkanlığı açıkladığı genelge ile Xaneqin, Hewice, Daquq ve Tuzxurmatu’daki Kürtlerin, Arapların yaşadıkları bölgelere sürgün edilmesi emredildi.
  • 2001– İlaria Alpi Uluslararası Özel Ödülü’nün 7.si Türkiye’den Nadire Mater ile İspanya’dan Carmen Gurruchaga’ya verildi. Ilaria Alpi ödülleri, yaşamını kuşkulu bir ölümle kaybeden İtalyan devlet televizyonu RAI’nin kadın muhabiri Ilaria Alpi’nin anısına, basın özgürlüğü duyarlılığını güçlendirmek amacıyla veriliyor. Nadire Mater bu yılki ödüle “Mehmedin Kitabı” adı altında bir araya getirdiği askerliklerini Güneydoğuda çatışma bölgesinde yapmış 42 terhis edilmiş er ve yedek subayla yaptığı söyleşi dizisi nedeniyle değer görüldü
  • 2001 - 5 Aralık 1791 yılında 35 yaşındayken ölen dahi besteci Mozart'ın ölüm nedeni olarak Trişinoz hastalığı gösterildi.
  • 2002 - Tarık Akan “Anne Kafamda Bit Var” adlı kitabından elde ettiği geliri Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’na bağışladı.
  • 2002- AİHM, kapatılan Demokrasi Partisi (DEP) üyesi 13 eski milletvekilinin ”halk oyuyla seçilmelerine rağmen milletvekilliklerinin düşürülmesinin insan hakkı ihlali olduğu” yönünde 1995’de yaptıkları başvuruda, Türkiye’yi toplam 669 bin Euro tazminat ödemeye mahkum etti.
  • 2003- İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde ÖSS karşıtı açıklama yapan lise öğrencilerini takip eden sivil polisler döverek gözaltı yaptı.
  • 2004 - Elvan AbeylegesseGolden League yarışmasında Norveç'in Bergen kentinde koştuğu 5000 metre yarışındaki 14:24.68'lik derecesiyle 7 yıldır kırılamayan 5000 metre Dünya rekorunu kırdı ve Dünya rekoru kıran ilk Türk atlet oldu.
  • 2005- Eğitim-Sen’in kapatılmaması için imza toplayan 351 aydın, imzaları Başbakan Erdoğan’a göndermeden önce Taksim’den G.Saray’a yürüdü.
  • 2005 - Dünya Karikatürcü Hakları Örgütü (CRN), Başbakan Erdoğan’a 5 bin TL tazminat ödemeye mahkum edilen Musa Kart’a Sacramento’da düzenlenen törenle “Cesaret Ödülü” verdi. Ödül gecesinde, Kart’ın “kedili Erdoğan” karikatürünün “yumağa dolanan Bush” versiyonu da tanıtıldı.
  • 2007- Bangladeş’te muson yağmurlarının başlamasıyla meydana gelen sel ve toprak kaymaları nedeniyle 130 kişi öldü.
  • 2008- Kanada yurttaşları adına Başbakan Stephen Harper, ailelerinden zorla alınıp uzaklardaki okullara gönderilen ve bu okullarda tacizlere uğrayan 150 bin yerle aborijin çocuk için resmen özür diledi.
  • 2009- Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 41 yıl aradan sonra ilk kez bir küresel grip salgını duyurusunda bulunarak üye ülkeleri domuz gribi salgını ilan edeceği konusunda bilgilendirdi.
  • 2010 - 2010 FIFA Dünya KupasıGüney Afrika - Meksika maçı ile başladı.
  • 2012- Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun düzenlediği “Tanıklık Günleri” Çağlayan Adalet Sarayı önünde devam etti.
  • 2012 - Futbolcu Arda Turan, Susurluk Davası’ndan aldığı cezadan dolayı Aydın Yenipazar Cezaevi’nde bulunan Mehmet Ağar’ı ziyaret etti.
  • 2013- Taksim’e müdahale başladı: 06:00’da 20 otobüsle Gümüşsuyu Caddesi başına getirilen polisler 07:30 da barikatları kaldırdı. Yapılan anonsun ardından 08:00 civarı Taksim Meydanı’na girdi, AKM ve Anıt’taki pankart ve afişleri indirdi. Polis Taksim’e girişinin ardından ilk etapta tüm Meydan’ı gaza boğdu. Ardından AKM ve Anıt önüne konuşlanıp Tarlabaşı ve Sıraselviler’e doğru dağılan gruplara müdahale etti. SDP’li bir grup sabah Meydan girişinde polise direnç gösterdi. Ardından SDP’nin Beyoğlu’ndaki il binası özel timle basılarak 70 kişi gözaltına alındı. 10:30’da Gezi Parkı’ndan Taksim Meydan’ına inenler insan zinciri oluşturdu. Polis 12:30’dan itibaren AKM önüne çekildi. 13:00 de Taksim Dayanışması Gezi Parkı merdivenlerinde açıklama yaptı:”Taleplerimiz karşılanana kadar hiç bir yere gitmiyoruz” 13:45’de polis Gezi Parkı Meydan girişinde Anti-Kapitalist Müslümanlar’ın Mescit’ini yıktı, bazı çadırları söktü. Gezi Park’ındaki direnişçiler etten duvar örüp “Polis dışarı” sloganları attı, polis 14:00’de Park’ı terketti Akşam Taksim Meydanı ve Gezi Parkı tekrar doldu. BJK Çarşı’nın da Meydan’a girişinin hemen ardından polis kalabalığa su ve gaz sıktı. Akşam Talimhane girişinde polise direnç gösteren muhtelif gruplar havai fişek, molotof ve taşlarla çatıştı. Tıklım tıklım olan Gezi Parkı’na polis aralıklarla gaz attı; sürekli slogan atan kitle Park’tan ayrılmadı. Müdahalede 2 kişi beyin travması geçirdi, Gezi Reviri’ne kaldırılan 526 kişiden 46’sının durumu ağır. Taksim İlk Yardım’da 67 kişi “oksijen tedavisi”gördü. Alp Altınörs, Evren Köse ve Metin Arslan plastik mermiyle Ümit Akdağ gaz fişeğiyle yaralandı.
    İstanbul’da Gazi Mahalleliler Taksim’e müdahaleyi protesto için 21:00’de yürümek istedi, polis çok sert müdahale etti. Taksim Meydanı civarındaki çatışmalar gece geç saatlere kadar devam etti.
    ÇHD’li 49 avukat Çağlayan Adliyesi’nde Taksim’e müdahaleyi protesto etmek isterken sürüklenerek gözaltına alındı.
    Taksim’deki müdahale ve avukatlara gözaltı Ankara/Yüksel Caddesi’nde ÇHD üyeleri tarafından protesto edildi.
    Taksim’e polis müdahalesi ve uygulanan şiddet İzmir’de Baro ve sendikaları Gündoğdu Meydanı’nda buluşturdu.
  • 2017 - Porto Riko Eyalet Referandumu yapıldı.

      

      DOĞUMLAR -ÖLÜMLER:

  • 1815 - Julia Margaret Cameron, doğdu.İngiliz fotoğrafçı (ö. 1879)
  • 1852 - Karl Briullov, Rus ressam (d. 1799)
  • 1864 - Richard Strauss, doğdu.Alman besteci (ö. 1949)
  • 1903 - Nikolai Vasilieviç Bugaev, Rus matematikçi (d. 1837)
  • 1910 - Jacques-Yves Cousteau, doğdu. Fransız kaşif, bilim adamı ve film yapımcısı (ö. 1997)
  • 1923 - Özdemir Asaf, doğdu.Türk şair (ö. 1981) asıl adı, Halit Özdemir Arun
  • 1929 - Ayhan Şahenk, doğdu. Türk iş adamı (ö. 2001)
  • 1933 - Erol Pekcan, doğdu.Türk cazcı ve baterist (ö. 1994)
  • 1939 - Jackie Stewart, doğdu.İskoç Formula 1 pilotu


  • 1942 - Selahattin Enis Atabeyoğlu, Türk roman ve hikâye yazarı (d. 1892)Roman ve öykülerinde toplumsal hayatımızda yaşanan çirkinlikleri pervasızca anlatan, bu nedenle sonunda eserlerini yayınlayacak yayınevi bile bulamayan Selahattin Enis [Atabeyoğlu] (1892-1942) Antalya’da doğar. Jandarma subayı olan babasının görevi nedeniyle orta eğitimini değişik yerlerde tamamladıktan sonra İstanbul’a gelip Hukuk Fakültesi’nde eğitimini sürdürür. İlk eserlerini bu dönemde yayımlamaya başlayan yazar, I. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine yedek subay olarak askere alınır. İhtiyat zabiti olarak İstanbul’da kaldığı için halkın nasıl yoksullaştığını, nasıl yaşadığını, cepheden dönenlerin hallerini yakından görür. Ama şahit olduğu bir başka hayat daha vardır. Şişli, Taksim-Beyoğlu, Moda ve Adalar’da, sosyetenin, vurguncuların, üst düzey bürokratların, edebiyatçıların, gazetecilerin sefahat içindeki hayatları… Savaşın tüm şiddetiyle sürdüğü bu yıllarda soysuzlaşmış yüksek sınıfların sürdürdüğü bu hayatları yazar. İnsanları olduğu gibi yansıtır. Savaştan sonra yarım bıraktığı eğitimini sürdürmeyen yazar edebi yaşama döner. Ancak yazdıklarıyla geçinmesi mümkün olmadığı için Seyr-i Sefain (Denizyolları) idaresinde çalışmaya başlar. Ayrıca çeşitli gazetelerde düzeltmenlik ve muharrirlik yapar. 1923 yılında en tanınmış romanı Zaniyeler kitap olarak piyasaya çıkar, roman daha önce İleri gazetesinde tefrika edilmiştir. Gerek tefrika edilirken gerekse kitap halinde yayınlandıktan sonra hayli ilgi gören eser büyük bir kitle tarafından merakla okunur ve yazarın yaşamı boyunca yeni baskıları yapılan yegâne kitabı olur.Bununla beraber Selahattin Enis, 1925 yılından sonra tefrika edilen romanlarını bastıracak yayınevi bulamaz. Yayınevleri bu pervasız yazarın yazdıklarından dolayı başlarını belaya sokmak istemezler. Zaten kitapları gayri ahlaki bulunduğu için genel kütüphanelere bile sokulmamaktadır. Kitaplarını bastıramadığı için kaleme aldığı son dört romanı gazetelerde tefrika olarak kalır. 1968 yılından sonra kalemini eline almayacak olan yazar, vefatına kadar geçimini idame etmek için başka işlerde çalışmak zorunda kalır. Selahattin Enis’in başyapıtı Zaniyeler, I. Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’da bir zaniyenin (hayat kadınının) hayat hikâyesini konu edinir. Enis, romanda yoksulların daha da yoksullaştığı, zenginlerin ise savaşı fırsata çevirip çok daha zenginleştiği o yılları bizi İstanbul sokaklarında, sosyete salonlarında dolaşmaya çıkararak anlatır. “Sefalet” ve “safahat”ın birlikte yaşandığı savaş yıllarını, “üstün ahlak” savunucularının, zaniyelerin katıldığı uyuşturucu partilerinde, kumarhanelerde geçen yaşamlarını sert bir dille kaleme alır.

    Selahattin Enis, Zaniyeler’in girişinde romanıyla ilgili olarak şu satırları yazar:Aşağıda kaydettiğim satırları büyük ve meşhur Fitnat Hanım’ın günlüğünden alıntıladım. (…) Fitnat bir kadından ziyade Allah’ın İstanbul’a musallat ettiği bir afettir. (…) geçtiği ve yürüdüğü yollarda ölümler ve harabeler bırakmıştır.

  • 1956 - Corrado Alvaro, İtalyan romancı ve şair (d. 1895)
  • 1960 - Mehmet Öz, doğdu. Türk kalp damar cerrahı
  • 1964 - Jean Alesi, doğdu. İtalyan asıllı Fransız Formula 1 yarışçısı
  • 1970 - Aleksandr Kerenski, Rus siyasetçi (d. 1881)
  • 1971 - Roland Rohn, Alman mimar (d. 1905)
  • 1974 - Baron Giulio Cesare Andrea Evola (d. 19 Mayıs 1898 - ö. 11 Mayıs 1974), politika, felsefe, tarih ve tradisyonalist bakış açısından dini konularda yazıları olan bir yazardır. Nazi Almanyası'nın "Ari kökenlere dönüş" fikirlerini desteklemesiyle tanınmıştır. Mito del sangue ("Kanın Mitolojisi") yazısı ile beden ırkçılığına karşı ruhsal ırkçılığı önemsedi.
  • 1979 - John Wayne, Amerikalı oyuncu (d. 1907)
  • 1984- İtalyan Komünist Partisi lideri Avrupa Komünizmi’nin fikir babası Enrico Berlinguer öldü.
  • 1988 - Giuseppe Saragat, İtalyan sosyalist politikacı (d. 1898)
  • 1993 - Friedrich Thielen, Alman siyasetçi (d. 1916)
  • 1999 - DeForest Kelley, Amerikalı oyuncu
  • 2004 - Jorge Martínez Boero, Arjantinli otomobil yarışçısı (d. 1937)
  • 2007 - Mala Powers, Amerikalı aktris (d. 1931)
  • 2012 - Ann Rutherford, Kanada asıllı Amerikalı oyuncu (d. 1917)
  • 2012 - Teófilo Stevenson, Kübalı amatör boksör (d. 1952)
  • 2013 - Robert Fogel, Amerikalı ekonomist (d. 1926)
  • 2014 - Ruby Dee, Amerikalı oyuncu, yazar ve İnsan Hakları savunucusu (d. 1922)
  • 2015 - Ornette Coleman, Amerikalı caz müzisyeni (d. 1930)
  • 2015 - Ron Moody, İngiliz oyuncu (d. 1924)
  • 2017 - Jim Graham, İskoçya doğumlu Amerikalı politikacı (d. 1945)
  • 2018 - Yvette Horner, Fransız akordeon sanatçısı (d. 1922)
  • 2019 - Gabriele Grunewald, Amerikalı orta mesafe koşucusu kadın atlet (d. 1986)
  • 2019 - Valeria Valeri, İtalyan kadın dublaj sanatçısı, tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu (d. 1921)
  • 2020 - Rosa Maria Sardà, İspanyol aktris, komedyen ve politik aktivist (d. 1941)




Sömürü, saygısızlık, sopa - Zafer Arapkirli / BİRGÜN

 


Ekonomik buhranı, adeta bu konuda bir yemin etmişcesine daha da koyulaştıran ve kontrolü tamamen elinden kaçırmış görünen rejim, öylesine "ne yaptığını bilmez" bir ruh hali içine düştü ki, ekonominin dümenindeki "pırıltılı - ışıltılı" şahıs, "Tercihimizi bir avuç azınlıktan yana, ezilen-sömürülen-yoksullaştırılan çoğunluğun aleyhine kullandık" diyecek kadar terbiyesizleşebiliyor.

Kapitalist sistemin nasıl çalıştığı ve devletin baskıcı gücünü kullanarak, hakim sınıflar üzerinden sömürüyü nasıl hayata geçirdiklerini adeta "paşa paşa" itiraf anlamına gelen bu sözler, çaresizliğin en sade biçimde itirafıydı. Bir yandan da asla "utanmadıklarının" somut bir tezahürüydü, tabii.

Geniş halk kitlelerini yoksullaştırıp, bir lokma ekmeğe muhtaç edip, ulusal para birimini "pula" çevirip, belki de kendileri gittikten sonra bile ekonomiyi uzun süre rayına sokulamayacak hale getirdikleri yetmiyormuş gibi, bir yandan da halka tepeden bakmayı "hakaret ve küfür" boyutuna taşımaktan da çekinmiyorlar. Hani o İngilizce'nin bu durumlara cuk diye oturan "Adding insult to injury" (yaraladığı birine, bir de hakaret etmek) deyimi vardır ya... İşte, tam da onu yapıyorlar.

Bu ülke insanlarının vergileri ile maaş alan, üstelik "namus ve şeref üzerine hizmet yemini" etmiş bir şahıs, üstelik sık sık "Ben sizin efendiniz değil, hizmetkârınızım" diyen bir şahıs, kendisini ve icraatını beğenmediği için protesto etmiş milyonlarca kadına ve erkeğe "Çürükler!.. Sürtükler!.." diye bağırabiliyor. Tekrarlamaktan utanmadıkları yalanlara (Kabataş yalanı, camide içki yalanı, teröristler yakıp yıktı yalanı) bir yenisini daha ekleyerek, "Camilerimizi yaktılar" yalanına başvurmaktan da çekinmiyor. Hattâ, hemen akabinde yandaşları, "Gezi'de ağaçları da yaktılar" yalanı ile şakşakçılık ve yardakçılık ederek "tüy" dikiyor.

Hak arayan herkese, anayasal hakkını kullanarak itirazını dile getirmeye çalışan herkese, faşist rejimlerin tipik refleksi olarak şiddet kullanmaktan, her gördükleri yerde "devletin sopasını" kullanmaktan da asla çekinmiyorlar. Anayasa'nın 34'ncü maddesi ve 2911 sayılı yasadan kaynaklanan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı "her görüldüğü yerde kafası ezilmeli" mantığı ile engelleniyor.

Sadece geçen 3 gündür;

İstanbul Okmeydanı Fetihtepe'de kentsel dönüşüm gerekçesi ile evlerinden atılıp elektriği - suyu - gazı kesilen yoksullar,

İstanbul Çekmeköy'de zaten 3-5 metrekare bırakılmış yeşil parklarına sahip çıkmak isteyen mahalle halkı,

Arkadaşlarının işten atılmasını protesto eden Enerji-Sa emekçileri,

TÜİK'in önüne giderek "halkın kandırılmasına alet olmayın" diye seslenmek isteyen Birleşik Kamu İş sendikası mensupları,

Diyarbakır'da gazetecilere toplu gözaltını kınayan basın emekçileri copla, gazla, gözyaşartıcı bomba ile, dayakla, küfür ve hakaretle karşılık buluyor.

Bütün bu demokrasi ayıplarını, insanlık cinayetlerini görüntüleyip kamuoyuna aktarmak isteyen basın emekçileri itilip kakılıyor, tekme tokat yerlerde sürükleniyor. Medyanın haber alma ve kamuoyuna verme hakkı ihlal ediliyor.

Hani, bizim nesil yurtsever ve sosyalistlerinin 1970'lerde sıkça kullandığı bir slogan vardı:

"Zam, Zulüm, İşkence, İşte Faşizm!.."

Bugünlerde, adeta bunun 2022 versiyonu üretiliyor:

"Sömürü, Saygısızlık, Sopa, İşte Faşizm!.."

Ağzını açana, hak arayana, itiraz edene, zulmü karşı çıkana, devlet tüm gücü ile "kafa ezme" harekatına başvuruyor. Basın kuruluşlarına BİK (Basın İlan Kurumu) ambargosu, RTÜK (Radyo Televizyon Üst Kurulu) sansürü ve cezaları, sosyal medyaya getirilmek istenen yasaklar, mesela TELE1'e borç bahanesi ile lisans iptali tehdidi de bunların "mütemmim cüzü" olarak devrede.

Bunların hepsini alt alta toplayınca, "gidici zihniyeti"nin iyice sırıttığına tanık olmaktayız.

Tarihi azıcık okuyup araştırsalar, bunların nafile çabalar olduğunu görecekler de...

Buna tenezzül edecek halleri bile yok artık.

Nafile!

Yenilecek ve gideceksiniz.

O yüzden sandığı geciktiriyor, sandığı halktan kaçırıyorsunuz.

O sandık, er ya da geç gelecek.

Mukadder sonunuzdan kaçış olmadığını, o gün anlayacaksınız.

Ertuğrul Karakaya (1955-1977)

Çarşamba günü, bir yiğit yoldaşımızı, kısacık 

ömrünü faşizme karşı mücadeleye adayıp 

toprağa düşen bir devrimciyi andık. Darüşşafaka 

yıllarından sevgili arkadaşım, ODTÜ’de 1977 

"Rektör Hasan Tan’a karşı direnişin" bayraktarı 

Ertuğrul Karakaya kardeşimiz, aynı bugünleri 

yansıtan koşullarda mücadele sırasında hayatını kaybetti. Ufacık cüssenin içinde kocaman ve devrime adanmış bir yürek çarpıyordu. Onu sırtından vuran devlet gücü, ambulansın gelişini bile engellemeye, cenazesine bile engel olmaya kalkmıştı. Ertuğrul’a ve anti faşist mücadele ile devrim yolunda gözünü kırpmayan tüm yoldaşlarımıza selam olsun.

Zafer Arapkirli / BİRGÜN




Kavganın izi o notlarda saklı - Barış Pehlivan / Cumhuriyet



Her yerde operasyon, her yerde kirli çamaşırlar... Sürekli yeni şeyler duyuyoruz. Oysa bazı soruşturmalarda hiç gündeme gelmeyenler var. Heyhat, birilerini kızdırır diye iddianamelere de konmuyorlar. Ancak binlerce sayfalık ek klasörleri karıştırınca onlara ulaşıyorsunuz. 

Adnan Oktar grubuna yapılan operasyonu biliyorsunuz. Malum, grup içeri düşene kadar iktidardan birçok isimle derin muhabbet halindeydi. Oktarcılar güç sahipleriyle hem yakın duruyor hem de onlar hakkında kullanılacak malzeme topluyordu. 

Bunlardan birinden bahsedeyim.

Yıl 2017. 

Grubun Ankara’da lobi faaliyetini yürüten ekibi, kritik bir isimle görüşmüş. Konuşulanları da Adnan Oktar’a not etmiş. Polisin bulduğu işte bu notlar şimdi davanın ek klasör dehlizinde “suç delili” diye duruyor. 

Notlardan anlıyoruz ki Oktarcılara konuşan kişi güvenlik bürokrasisinden biri. Ne garip, onlara “Sizinle aynı görüşü paylaşıyorum. Birkaç kez onun için sizinle bir araya geliyorum” diyebiliyor. 

Kendisini tanımlarken de “Sosyal demokratım ama Tayyip Bey’e hayranlığım var” ifadelerini kullanıyor. 

Sonra, kimlere dair neler anlatmıyor ki... MHP’den Melih Gökçek’e kadar birçok kuruma ve kişiye dair ağır sözler havada uçuşuyor. Tabii bu iddialar da kelime kelime Adnan Oktar’a iletiliyor. 

YİNE BİR ‘KANDIRILMA’ ÖYKÜSÜ

Sonra, söz dönüyor dolaşıyor Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum’a geliyor. Onun eskiden bir terör örgütüyle ilişkili olduğunu iddia ettikten sonra şunu diyor: 

“Saray’da danışman olmasının sebebi Berat’ın avukatı olması. Berat’ın kardeşi Serhat’ın Turkuvaz’dan avukatı. Bu vesileyle danışman oldu.”

Anlıyoruz ki güvenlik bürokratıyla Oktarcıların buluşması 2017 yılındaki referandumdan hemen sonraya denk geliyor. Notlara bakılırsa, konuşan kişi o döneme dair şöyle diyor: 

Tayyip Bey Türkiye için çok gerekli birisi ama etrafı kurt dolu. Referandumda danışmanlar, Uçum’lar vs. onu çok yanlış bilgilendirdi. ‘Efendim yüzde 70-80 gösteriyor araştırmalar, siz Avrupa-İsrail vs. ile çatışın, gerisini bize bırakın’ dediler, kandırdılar.”

Nasıl da unutuyoruz, referandum sonrası eyalet sistemine geçileceğini söyleyen cumhurbaşkanı danışmanları olmuştu. İşte Adnan Oktar’ın lobi ekibine konuşan kişinin buna dair de iddiaları varmış. Notlara göre, Devlet Bahçeli’nin de tepkisini çeken eyalet çıkışlarına Erdoğan’ın izin vermesinin nedeni “danışmanları tarafından kandırılmasıymış”

Önce Emniyet, sonra savcılık, en son mahkeme dosyasına giren notlardan bir bölüm böyle.

Şimdi, Mehmet Uçum’un katıldığı televizyon programının ardından AKP’den hatta Saray’dan ardı ardına tepki verildi ya... Görünce aklıma nedense bu notlar geldi. Sanki kavga aslında çok eski.

Barış Pehlivan / Cumhuriyet


 

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı +Gündem" -20 Haziran 2025-

  Belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı! Meclis’te kabul edilen yasa ile belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı. ...