TARİHTE BUGÜN (27 HAZİRAN)

      


      OLAYLAR:

  • MÖ 209 - Büyük Hun İmparatorluğu Hükümdarı, Mete Han'ın tahta çıkışı.
  • 1565 - Sokullu Mehmed Paşa, Veziriazam oldu. Veziriazamlığı, üç Padişah döneminde sürdü. (Kanuni Sultan SüleymanII. Selim ve III. Murad).
  • 1693- İlk kadın dergisi “The Ladies’ Mercury” Londra’da yayımlandı.
  • 1878 - Gazeteci ve yazar Ahmet Mithat Efendi, "Tercüman-ı Hakikat" adlı günlük gazeteyi çıkarmaya başladı.
  • 1884 - İstanbul'da, Beyazıt Devlet Kütüphanesi kuruldu.
  • 1893 - New York Borsası çöktü.
  • 1905 - Kurtlu yemeğe karşı çıkan tayfaların kurşuna dizilmesini önlemek isteyen Rus Savaş gemisi Potemkin'in mürettebatı Karadeniz'de ayaklanıp, gemiyi Odessa'ya doğru yönlendirdi. Birinci Rus devrimin ilk ayaklanması Odessa'da başladı.
  • 1916 - Hicaz, bağımsızlığını ilan ederek Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrıldı.
  • 1917 - Yunanistan, İtilaf Devletleri'ne katıldı.
  • 1918 - Azerice, Azerbaycan'da resmi devlet dili ilan edildi.
  • 1920- Mustafa Kemal, kendi imzasıyla El Cezire Kumandanlığı’na gönderdiği talimatta kısaca “Kürtler’i İngiliz ve Fransızlar’ın propagandalarından korumak için, Kürt vilayetlerini, El Cezire Komutanlığı altında birleştiren ve direkt TBMM Başkanlığına karşı sorumlu ‘Otonom Kürdistan’ yönetimi şeklinde kurulsun” dedi.
  • 1923 - Çift kanatlı bir uçağa, ilk kez havada yakıt ikmali yapıldı.
  • 1938 - Helikopterin patenti Igor Sikorsky tarafından alındı.
  • 1945- İş Kazaları Sigortası, İş Hastalıkları ve Doğum Yardımı Kanunu kabul edildi.
  • 1946 - Müttefikler, On İki Ada'nın Yunanistan'a verilmesini kararlaştırdı.
  • 1949- Dünyanın ilk jet uçağı ‘De Havilland Comet’, yıllardır süren gizli ve yoğun çalışmalardan sonra ilk uçuşunda, Hatfield’daki denemelerin ardından pilot yüzbaşı John Cunnigham’ın yönetiminde havalandı.
  • 1950- Amerika Güney Kore’nin yanında savaşa müdahale etti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Birleşmiş Milletler üyelerine Güney Kore’ye yardım çağrısında bulundu.
  • 1951- Atatürk heykellerine saldıran Ticani tarikatının 100’den fazla üyesi ve liderleri Ankara’da tutuklandı
  • 1954 - Guatemala'da CIA'nın desteklediği darbeyle, halkın seçtiği Hükûmet devrildi.
  • (https://www.evrensel.net/haber/373009/1954-guatemala-darbesi-abd-eliyle-10-yillik-bahar-dan-ic-savasa)
  • 1954 - Dünyanın ilk nükleer enerji santrali, Moskova yakınlarında Obninsk'de açıldı.
  • 1957 - Louisiana ve Teksas'ta meydana gelen Audrey kasırgası, 500 kişinin ölümüne yol açtı.
  • 1964 - Emekli Süvari Binbaşı Fethi Gürcan, idam edildi. Gürcan, 22 Şubat 1962'de darbe girişimi nedeniyle emekli edilmişti. Benzer bir girişimi, Talat Aydemir ile 20 Mayıs 1963'te tekrarlayınca yargılanmış ve idama mahkûm olmuştu.
  • 1964 - Kıbrıs Cumhuriyeti Hükûmeti, 15 yaşından büyük Türklerin Ada'ya girişini yasakladı.
  • 1967 - Dünyanın ilk bankamatiği, Londra'nın Enfield semtinde hizmete girdi.
  • 1968- İstanbul Üniversitesi’nde Boykot ve İşgal Komitesi üyeleri sabah Senato ile toplantıya girdi. Ardından, 15 gündür süren işgal kaldırıldı, Üniversite binaları -Eczacılık Fakültesi dışında- öğretim üyelerine teslim edildi. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına İstanbul Üniversitesi Senatosu ve Rektör tarafından “Reform” adına vaadedilenlerden (“kurulacak komitelerde öğrencilerin önerilerinin alınması” vs.) hiç bir sonuç çıkmadı. Başı çeken isyancı öğrenci liderlerine bilahare soruşturma açıldı.
  • 1969- Kocamustafapaşa’da evinin balkonuna Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği bayrağı asan Hatice Göker gözaltına alındı. 67 yaşındaki Hatice Göker’in Amerika Birleşik Devletleri başkonsolosluğunda çamaşırcı olarak çalıştığı ve Sovyet bayrağını tanımadığı ortaya çıktı.
  • 1969 - Demokratik Devrim Derneği “gayesi dışında çalıştığı” gerekçesiyle kapatıldı. Rıfat Ilgaz, Şaban Ormanlar, “Şoför İdris” kurucuydu.
  • 1969 - Danıştay’ca göreve iade edilen Adana İlköğretim Müfettişi Mahmut Makal, bu kez İstanbul/Yıldız Sağır ve Dilsizler Okulu’na atandı.
  • 1970- DİSK Genel Başkan Vekili Rıza Kuas, Sıkıyönetim’in gözaltına aldığı DİSK yöneticilerini 11 gündür yargıç huzuruna çıkarmamasını kınadı. 
  • 1970 - Işık Mühendislik ve Mimarlık Yüksek Okulu’nda devrimci öğrenci Mehmet Cantekin’in kurşunlanarak öldürülmesinden sanık sağcı öğrencilerin duruşmasına devam edildi.
  • 1974- THKP-C Davası’nda 2.5 yıllık tutukluluktan sonra CHP-MSP Koalisyon hükümetinin çıkardığı Af Kanunu ile hapisten çıkan Yılmaz Güney: ”Türkiye, tarihinde en ilerici, en demokrat amaçları taşıyan bir iktidarla karşı karşıyadır. İktidarı sinema yoluyla destekleyeceğiz.”
  • 1974 - Richard Nixon, Sovyetler Birliği'ni ziyaret etti.
  • 1975- Söke’de Hilmi Fırat’ın 30 bin dönümlük arazisinde çalışan Toprak-İş üyesi 3 bin tarım işçisi gündeliklerine zam istemiyle çalışmadı.
  • 1976 - Fransız Hava Yolları'na ait bir yolcu uçağı, Tel Aviv-Atina-Paris seferini yapmakta iken FKÖ militanlarınca kaçırıldı ve Uganda'nın Entebbe şehrindeki Entebbe Uluslararası Havalimanı'na yönlendirildi.
  • 1976- Urfa/ Birecik’te “Halkın Gücü” adlı oyunu sahneleyen Devrimci Ankara Sanat Tiyatrosu‘nun (DAST) Erkan Yücel dahil 12 oyuncusu “komünizm propagandası, Kürtçülük ve bölücülük” suçlamasıyla Urfa’da tutuklandı.
  • 1977 - Cibuti Cumhuriyeti, Fransa'dan bağımsızlığını ilan etti.
  • 1978 - Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi'ne bomba atıldı; 
  • 1978 - Benzin yokluğu nedeniyle uzun kuyruklar oluştu.
  • 1978- Manisa-Alaşehir’de yüzlerce kişinin oturduğu 5 Eylül Parkı’na, ülkücülerin yaptıkları silahlı saldırıda Özer Üstüntaş’ı (1965- Alaşehir) öldürüldü, Paşa Yıldız yaralandı. Saldırıyı kınayan devrimciler üzerine jandarmanın ve polisin önünde AP binasından açılan ateşle Ahmet Göver ağır yaralandı. Karışık ortamdan yararlanan ÜLKÜ-BİR üyesi öğretmen Ali Karabostan’ın rasgele açtığı ateşle Devrimci-demokrat öğretmen İclal Akın (1953) katledildi.
  • 1978 - MİT Müsteşarlığına emekli Org. Adnan Ersöz getirildi.
  • 1979- MHP Manisa İl Bşk’nın cenazesi sonrası, CHP Kadın Kolları ve Eczacı Odası Y.K.üyesi Neşe Gülersoy işyerinde kurşunlanarak öldürüldü. “Eczacılar Üretim ve Tüketim Kooperatifi”nin kuruluşuna öncülük eden, 1975 sonrası “Demokrat İzmir”gazetesine yazılar yazan Neşe Gülersoy’un yazdığı 5 öykü, katlinden 3 yıl sonra Hayrettin Karademir’in Şubat 1982’de kendi öyküleriyle birlikte yayınladığı kitabında yer aldı.
  • 1979 -   Ağrı valisi iş verimini azalttığı gerekçesiyle resmi dairelerde çay içmeyi yasakladı. 
  • 1979 - Muhammet Ali, boksu bıraktığını açıkladı.
  • 1980- Halil Şahin ve Celal Demirtaş, “ülkücüler” İstanbul’da evleri basılarak katledildiler.
    Sefaköy’de “ülkücüler”, devrimci  Hasan Şerif Demir’i öldürdüler.
  • 1980 - Adana Cezaevi'nden bir grup tutuklu, tünel yoluyla firar etmeye çalıştı. Güvenlik kuvvetleri ateş açtı; 4 tutuklu öldü.
  • 1980 - İtalyan Hava Yolları'na ait DC-9 tipi bir yolcu uçağı, İtalya'nın Ustica adası yakınlarında düştü: 81 kişi öldü.
  • 1984- Askerlik süresi 20 aydan 18 aya indi.
  • 1985- Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, 133 bin 607 kitabın 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu’na dayanılarak değişik tarihlerde imha için SEKA’ya gönderildiğini, durumun yayınevi sahibi Süleyman Ege’ye 13 Haziran 1985 tarihli yazı ile bildirildiğini açıkladı.
  • 1985 - Yazar ve emekli öğretmen Hasan Kıyafet “Bizim Lise” adlı kitabından dolayı DGM’de yargılandı.
  • 1987 - Gaziantep Üniversitesi kuruldu.
  • 1988 - Fransa'nın başkenti Paris'te bulunan Lyon Garı'nda tren kazası: 56 ölü, 60 yaralı.
  • 1989- 5.5 yıldır yurtdışında yaşayan Ataol Behramoğlu Türkiye’ye dönüşünde gözaltına alındı. Behramoğlu 1983’de Türkiye Yazarlar Sendikası davasından beraat etmiş, Barış Derneği (2 yıl tutuklu kaldı) ve TKP davalarından yargılanıp tahliye edilmişti.
  • 1989 - Askeri Yargıtay’ca bozulup tekrar görülen TKP davasında, aralarında Ataol Behramoğlu’nun da bulunduğu 27 sanık hakkında beraat kararı verildi, 2 sanık çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.
  • 1990- 22 Haziran’da resmî kuruluşunu yapan İstanbul merkezli Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği‘nin Geçici Yönetim Kurulu üyeleri, İstanbul Tabip Odası’nda düzenledikleri basın toplantısında derneğin kuruluşunu ve amaçlarını kamuoyuna duyurdu.
  • 1991 - Yugoslav Halk Ordusu, Slovenya'ya karşı operasyon başlattı. İki gün önce bağımsızlığını ilan eden Slovenya, Yugoslav askerleri, tankları ve uçakları tarafından işgal edildi.
  • 1993- Kamu çalışanları İstanbul Abide-i Hürriyet Meydanı’nda grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı için miting yaptı.
  • 1993 - SHP G.O.Paşa İlçe Yönetimi, Küçükköy’de 2 Dev-Sol üyesinin öldürülmesi için “yargısız infaz” açıklaması yaptı.
  • 1994- Sümerbank Bakırköy Hazır Giyim işçileri Türk-İş yönetimine “uyarı” için işletme önünde gösteri yaptı.
  • 1994 - Deniz Gezmiş’i anma gecesine gönderdiği mesajda “bölücülük” yaptığı gerekçesiyle 20 ay hapse mahkum edilen gazeteci-yazar Haluk Gerger cezaevine konuldu.
  • 1995- Bilgesu Erenus “halkı askerlikten soğuttuğu”gerekçesiyle Askeri Mahkeme’ce 2 ay hapse mahkum edildi.
  • 1995 - 22 Haziran’da gözaltına alınan Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından A.Düzgün Yüksel: “Gözaltında işkence gördüm.”
  • 1995 - Birleşik Sosyalist Parti’nin “Kaybolursak devlet bizi kolay bulsun” kampanyasına katılanlar Adli Tıp’a parmak izi ve fotoğraf verdi.
  • 1996- Cezaevlerinde yürütülen açlık grevlerinin 40.gününde Adalet Bakanı Mehmet Ağar ilk kez bir grup mahpus yakınıyla görüştü.
  • 1997- Eğitim-Sen’li 200 öğretmen Üsküdar Belediyesi’nin tesis inşasına başladığı Validebağ Öğretmenevi arazisine çadır kurdu.
  • 1997 - RP’li Kültür Bakanı İsmail Kahraman’ın 1 yıllık görev süresi içinde Bakanlık yardımlarında aslan payını yandaş vakıf ve kuruluşlara ayırdığı anlaşıldı. Kahraman,kurucusu olduğu Birlik Vakfı’na 850 milyon TL,Türkiye Diyanet Vakfı’na 28 milyar TL yardım yaptı.
  • 1998- 1 Haziran’da turneye çıkan Ankara Birlik Tiyatrosu’nun Yılmaz Güney’e dair “Bir Güzel Çirkin Kral” adlı oyunu 13 ilde yasaklandı.
  • 1998 - Adana’da meydana gelen 6.3 büyüklüğündeki depremde 210 kişi öldü, binden fazla kişi yaralandı.
  • 1999- “Üniversiteler Emekçilerindir- Boğaziçi Üniversitesi Satılamaz” kampanyası Yürütme Komitesi Boğaziçi Üniversitesi önünde gösteri yaptı.
  • 1999 - Çeşme Açıkhava Tiyatrosu, otelden anfitiyatroya çevrilmiş olarak saat 21:00’da büyük bir törenle açıldı. 
  • 2000- Arkadaşlarının il dışına tayin edilmesini protesto eden SES üyeleri Okmeydanı Hastanesi’nde 1 saat iş bıraktı.
  • 2000 - Hücre tipi cezaevlerine karşı Bayramaşa Cezaevi önünde toplanan İHD, Halkevleri, ÖDP’liler ve tutuklu yakınları dövülerek gözaltına alındı.
  • 2001- Kürt Araştırmaları Merkezi’nin “Kürdistan Tarihi” adlı kitabı İstanbul 2 Nolu DGM tarafından toplatıldı. Kitap Avesta Yayınları’nca yayımlanmıştı
  • 2001 -  3 aydır ücretleri ödenmeyen Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası işçileri fabrikayı terk etmeme eylemi yaptı.
  • 2001 - Türkbank’lılar İstanbul’da, Ziraat, Hakbank ve Emlakbank çalışanları da İzmir’de kapatma kararlarını protesto etti.
  • 2002- Arjantin’de başkent Buenos Aires’de hükümeti protesto eden 2 bin gösterici köprü işgal etti. Polis plastik mermi atan silahla müdahale etti; 2 genç öldü, yüzlerce gösterici gözaltına alındı.
  • 2002 -İspanya’da iki ETA üyesi, iki yıl önce Sosyalist Parti liderlerinden Fernando Buesa ile Jorge Diez’in öldürüldüğü suikasttan suçlu bulunarak yüz yıldan fazla hapse mahkum edildiler.
  • 2002 - 30 Haziran’da kapatılacak TEKEL Alsancak Sigara Fabrikası’nda direnişte olan işçileri KESK’e bağlı sendikalar ziyaret etti.
  • 2003- Yunanistan’da Abdullah Öcalan’ın ülkeye yasadışı yollardan sokulmasından sanık 12 kişi hakkındaki dava sonuçlandı; tüm sanıklar beraat etti.  
  • 2004- İstanbul’da yapılacak NATO Zirvesi’ne 1 gün kala Kadıköy’de “İşgale, NATO’ya, Bush’a karşı İstanbul Buluşması”na onbinler katıldı.
  • 2004 - Boris Tadiç, Sırbistan-Karadağ Cumhurbaşkanı seçildi.
  • 2005- Irak’ın işgaline karşı dünyadaki 20 farklı kentte oturumlar düzenleyen Irak Dünya Mahkemesi (WTI), son karar toplantısını İstanbul’da yaptı. Kararını açıkladı: İşgale son verilsin, Irak halkına tazminat ödensin, savaşta kar eden şirketler boykot edilsin.
  • 2006- Şemdinli iddianamesi yüzünden meslekten atılan savcı Ferhat Sarıkaya’nın itirazı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda reddedildi. Sarıkaya’nın başka itiraz hakkı yok.
  • 2006 - Irak Kürdistan’ın Germiyan bölgesinde petrol arama çalışması yapan Kanadalı uzman bir ekip, bölgenin petrol denizi üzerinde yüzdüğünü bildirdi. Uzmanlar, ABD’li bir şirketle birlikte bu yıl bölgedeki petrolün çıkartılmaya başlanacağını söylediler.
  • 2007 - Birleşik Krallık Başbakanı Tony Blair, görevinden ayrıldı.
  • 2007- Kırgızistan Devlet Başkanı Kurmanbek Bakiyev idam cezasının kaldırılmasını öngören kanunu onayladı.
  • 2007 - Bosna’da 1992-1995 savaşında öldürülenlerin gömüldüğü bir toplu mezar daha ortaya çıkarıldı. 
  • 2010- Mersin Nükleer Karşıtı Platform Akkuyu Nükleer Santralı’na karşı miting yaptı.
  • 2011- Dersim/ Ovacık kırsalında devlet güçleriyle çıkan çatışmada MKP/ HKO mensupları Ozan Derman, İsmail Perktaş ve Abidin Demir öldürüldü.
  • 2011 - Kamboçya’da 1975-79 arasında iktidarı elinde bulunduran ve nüfusun dörtte birinin ölümüne neden olan Pol Pot liderliğindeki Kızıl Kmer’lerin hala hayatta olan dört yöneticisi 32 yıl sonra yargılanmaya başladı. 
  • 2011 - UNESCO, Selimiye Camii ve külliyesini, ”Dünya Mirası Listesi”ne dahil etti. 
  • 2012- Taksim Dayanışması üyeleri, ihaleye çıkacak olan “Taksim Yayalaştırma Projesi”ni protesto edip Meydan’da nöbet tuttu.
  • 2012 - İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş: ”Arap ve İslam aleminden, Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinden İstanbul’a yatırım hareketliliği var. Özellikle Kanal İstanbul projesi büyük cazibe oluşturuyor.”
  • 2012 - Ferhat Tunç 1 Mayıs 2011 İşçi Bayramı’nda Tunceli’deki konuşmasında “Maoist Komünist Parti’nin (MKP) propagandası yaptığı” gerekçesiyle 2 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 
  • 2012 - Suriye Devlet Başkanı Beşar El Esad iktidarına karşı ayaklanmaların başlamasından yaklaşık bir buçuk sene sonra ülkesinin “savaş halinde” olduğu açıklamasını yaptı.
  • 2012 - Nihat Sami Banarlı İlköğretim Okulu’nun öğrenci ve öğretmenleri imam-hatip’e dönüştürmeye karşı yürüdüler.
  • 2013- Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) Gezi Direnişi ile dayanışma için eylem çağrısı üzerine birçok ülkeden 20 binden fazla protesto mektubu Erdoğan’a gönderildi.
  • 2013 - Antalya Cumhuriyet Meydanı’ndaki koruluğa dikilen 8 ağaca Gezi Direnişi’nde hayatını kaybedenler ile Deniz-Yusuf-Hüseyin’in isimleri verildi.
  • 2013 - Ethem Sarısülük’ün Hakkari’de tabur komutanlığı inşaatında çalışırken çektirdiği hatıra fotoğrafı PKK kampındaymış gibi servis edildi, bir gösteride Türk bayrağını yakanlar arasında olduğu haberi yayıldı. Asılsız haberler ATV önünde protesto edildi.
  • 2016- Başbakan Binali Yıldırım, Türkiye-İsrail ikili ilişkilerinin normale dönmesi hakkındaki mutabakatın, taraflar arasında Roma’da sonuçlandırıldığını duyurdu.
  • 2017- AB, Google’a internet aramalarındaki hakim konumunu kötüye kullanmaktan dolayı 2,42 milyar avroluk rekor para cezası verdi.



      DOĞUMLAR-ÖLÜMLER

  • MÖ 1212 - II. Ramses, Antik Mısır'da, 19. Hanedan firavunlarından biri (d. MÖ 1302)
  • 1574 - Giorgio Vasari, İtalyan ressam, yazar, tarihçi ve mimar (d. 1511)



  • 1838 - Paul Von Mauserdoğdu. Alman silah tasarımcısı (ö. 1914)
  • Paul Von Mauser, (d. 27 Haziran 1838, Oberndorf am Neckar - ö. 29 Mayıs 1914, Obendorf), Alman sanayici ve balon tasarımcısı. 27 Haziran 1838 tarihinde Almanya'nın  Oberndorf am Neckar kentinde dünyaya geldi. Babası Alman bir demirci ustası, annesi İngiliz asıllı ev kadınıydı. Mauser, çocuk yaşlarda silah tamircisi dedesiyle beraber avcılık yapmayı çok seviyordu. O zamanlarda bile dedesinin barutla dolduruup çakmak taşıyla ateşlenen tüfeğinden çok korkuyordu, dedesine "bir gün bu tüfek kendi içinde patlayacak dede" demişti ve öyle oldu çok sevdiği dedesi 1845 kışında bir av sırasında hayatını kaybetti. Artık Mauser kendini dedesinin mesleği olan silah tamirciliğine verdi. Amacı barutla doldurulmadan mermiyi ateşleyen bir tüfek yapmaktı. 1874 yılında Almanya'da kendi adını taşıyan Mauser adında silah şirketini kurdu. Ve hızla çalışmalara devam ederek 7.9 mm çapında sivri uçlu mermi atabilen, tetik mekanizmalı, gövdesi ahşaptan, yarı otomatik ve 6 şarjörlü ilk tüfeğini yapmıştır. O sene Münih'te yapılan fuarda silahını tanıttı ve Prusya ordusuna 50.000 Alman Ordusuna ise 40.000 adet olmak üzere 90.000 adet sipariş almıştır. Ve daha sonraki senelerde de Mauser 30 Şarjör kapasiteli yarı otomatik silahları da tasarlamayı başarmıştır.(OSMANLI ORDUSU’NDA MAVZER (MAUSER) TÜFEĞİ)

    Sultan Abdülaziz döneminde Osmanlı Devleti, 1869-1873 arasında, kıçtan dolma, tek atımlık, Springfield ve Martini tüfeklerinden 800 bin adet satın alıp orduyu bunlarla donattı. 'At martini debreli Hasan’ ve ‘Aynalı martin yaptırdım da narinim’ türküleriyle popüler kültürümüze de giren Martini, o kadar tutulacaktı ki, revizyondan geçirildikten sonra İstiklal Savaşı’nda bile kullanılacaktı. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı ( 93 Harbi ), Osmanlı için askeri, coğrafi ve siyasi olduğu kadar, silah stokları açısından da bir felaket oldu. Ordunun belkemiği Martini'lerin büyük kısmı ya düşman eline geçti, ya da kullanılmaz hale geldi. Hem bu nedenden, hem de çok atımlı tüfeklerin ortaya çıkıp, Martini gibi tek atımlık tüfeklerin teknolojik ömrünü tamamlamasıyla 2. Abdülhamit yeni piyade tüfeği arayışına girdi.Araştırma ve incelemeler sonucunda mavzer tüfeklerinde karar kılındı. Fakat Abdülhamid aşırı şüpheci bir kişiliğe sahipti ve ikna edilemiyordu. Mavzer üreticisi Paul Mauser’in (Waffenfabrik Mauser) adından geliyordu ve zamanında üretilmiş bütün tüfeklerin tozunu atmış rakipsiz hale gelmişti. Paul Mauser kurma kolu (boltaction) sistemini geliştirdi ve şarjör ekleyip çok atımlı hale getirdi.  Osmanlı’nın 500,000 tüfek satın almak istediği duyulunca, uluslararası silah tüccarları hemen faaliyete geçtiler. Alman devleti diplomatik kanalları kullanarak ve Türk topraklarında bulunan askeri misyonu üzerinden yoğun bir kulis faaliyetine girişti. Alman devleti için bu ihale, Almanya’nın Osmanlı’yı askeri açıdan kendisine bağlaması için kaçırılmaz bir fırsattı. Osmanlı ordusunun yeniden yapılanmasında görevli Colmar Von Der Goltz’a (Goltz Paşa), Abdülhamid’i Mavzer tüfeğinin alınması konusunda ikna etmesi emri verildi. Aslında ihaleye katılan tüfekler içinde, Paul Mauser’in sunduğu 1887 model, çok atımlı, kara barutlu, kurma kollu tüfek, teknolojik olarak açık arayla birinciydi. Ama Abdülhamid mizacı gereği tedirgindi. 
    Ve sonuçta 500 bin tüfeklik 100 milyon mermilik  bu dev ihaleyi Almanlar kazandı. Osmanlı’nın yeni tüfeği Mauser Model 1887 olmuştu. Ama bir yeni gelişme daha olmuştu. Fransız Lebel firması dumansız barut ile çalışan tüfek icat etti. Bu olay, kara barut kullanan tüm tüfeklerin teknolojik ömrünün bitmesi demekti. Osmanlı devletine teknolojik ömrü bitmiş tüfekler sunulmuş, ve Osmanlı bunların içinden en iyisini seçmişti. Ama Abdülhamit kimseye güvenmediği için ihaleye iki önemli madde koydurmuştu.1) Tüfekler üretim sürecindeyken, Mauser firması yeni bir tüfek geliştirirse, Osmanlı verdiği siparişi bu tüfekle değiştirebilecekti.2) Almanya, ordusunu yeni bir tüfekle donatırsa, Osmanlı, Mauser firmasının kendisi için bu tüfeği üretmesini isteyebilecekti.   Almanya, Fransız’ların dumansız barutlu Lebel tüfeğine karşı bir tüfek arayışına girdi. Paul Mauser, masa başına oturdu ve Mauser 1890 model tüfeği geliştirdi. Osmanlı Devleti görür görmez bu modeli istedi. Mauser 1887 modellerin üretimi durdurulup bu modelin üretimine geçildi. Dünyada 1890 model Osmanlı Mavzeri olarak bilinen bu tüfek ve türevleri, 1940’lı yıllara kadar dünyanın tüm tüfekler için prototip kabul edildi. 1. Dünya Savaşı’nın efsanevi tüfeği Gewehr 98 ve 2. Dünya Savaşı’nın efsanevi tüfeği Kar 98 K, bu modelin geliştirilmiş türevleridir.Türk mavzeri, orduda büyük nam salan ve sıkça kullanılan bir tüfek haline gelmiş, askerlerimiz bu tüfekle Çanakkale Muharebeleri Kut’ül Amare gibi büyük zaferler kazanmışlardır. Yalnızca Çanakkale Muharebeleri’nde değil, Kafkaslardan Arap çöllerine kadar tüm Osmanlı cephelerinde bu tüfek; askerlere büyük bir avantaj sağlamıştır. Türk mavzeri; yaklaşık 1.23 m uzunluğunda, 4 kg ağırlığında bir tüfektir. Namlusunun uzunluğu 75 cm’dir. 5 mermi kapasitesi vardır. Tüfeğin azami menzili 2.000 metre olup, 7,65 mm’lik mermi kullanır.(Kenan Tez-Yeni Marmara Gazetesi)

  • 1869 - Emma Goldman, doğdu. Litvan anarko-komünist yazar (ö. 1940)

  • 1916 - Ștefan Luchian, Rumen ressam (d. 1868)

  • 1921 - Yusuf Atılgan,  doğdu. Türk roman ve öykü yazarı (ö. 1989)
  • 1921 yılında Manisa’da doğan Yusuf Atılgan, 1936 yılında Manisa Ortaokulu’nu, 1939 yılında ise Balıkesir Lisesi’ni ve ikinci sınıftan sonra askeri öğrenci olarak devam ettiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmiştir. Akşehir’de Maltepe Askeri Lisesinde bir yıl edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Yusuf Atılgan üniversite öğrenciliği sırasında Türkiye Komünist Partisine katılarak faaliyette bulunduğu iddiasıyla sıkıyönetim mahkemesince tutuklanarak hapse mahkûm edilmiş ve on ay hapis yatmıştır. Serbest kalmasına rağmen öğretmenlik mesleği elinden alınmıştır. 1946 yılında Manisa’nın Hacırahmanlı Köyü’ne yerleşerek çiftçilik yapan Yusuf Atılgan 1976’da İstanbul’a dönmüş; burada danışmanlık, çevirmenlik ve redaktörlük yapmıştır. 1989 yılında İstanbul’da kalp krizi nedeni ile hayatını kaybeden yazarın Canistan adlı romanını tamamlamasına ömrü yetmemiştir. *Romanlarında yalnızlık ve psikolojik yabancılaşma konularını işlemiştir. *Köyü anlatan öykülerinde, kırsal kesimin geleneksel yaşamından kesitler sunar; şehri anlatan öykülerinde ise hali hazırdan duyulan bıkkınlık ve düzene uyumsuzluk yer alır. *“Anayurt Oteli”nin kurgusu, aynı otelde kâtiplik yapan Zebercet adlı kahramanın ruhsal dünyasının açığa çıkarılması üzerine şekillenir. *“Aylak Adam” romanında C adlı kişinin ruhsal durumunu anlatır.
  • 1934 - Raik Alnıaçıkdoğdu. Türk tiyatro oyuncusu ve yönetmeni Tiyatro rejisörü, araştırmacı. 27 Haziran 1943, Bursa doğumlu. Tam adı Ahmet Raik Alnıaçık. Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Yüksek Bölümü (1957) mezunu. İstanbul Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü Anasanat Dalı başkanlığı (1980), İstanbul Devlet Tiyatrosu müdürlüğü (1981), Devlet Tiyatroları Genel müdürlüğü (1986-88), İstanbul Kültür ve Eğitim Vakfı Sanat danışmanlığı (1992-) görevlerini yürüttü. Devlet Tiyatroları Sanat Vakfı (1987), Sanat ve Sanatı Sevenler Vakfı başkanlığı (1997) yaptı. Halk Evleri Dergisi, Türk Dili, Devlet Tiyatroları dergilerinde yazdı. Çeşitli ulusal toplantılara katıldı. 
  • 1936 - Kutlu Payaslıdoğdu. Türk şarkıcı ve besteci
  • 1951 - Ahmet Güvençdoğdu. Türk bas gitarist
  • 1953 - Bilge Öngöre, doğdu. Türk yazar ve şair

  • 1955 - Isabelle Adjanidoğdu.  Fransız sinema oyuncusu

  • 1959 - Janusz Kamińskidoğdu. Polonyalı görüntü yönetmeni ve film yönetmeni
  • Janusz Zygmunt Kamiński, (d. 27 Haziran 1959) Polonyalı görüntü yönetmeni ve film yönetmeni.  Steven Spielberg'in 1993 yılı yapımlı Schindler'in Listesi filminin fotoğrafçılığında görev aldı. 2008 yılında Dalgıç ve Kelebek filmiyle En İyi Görüntü Yönetmeni Bağımsız Ruh Ödülü ödülünü kazandı. Ziębice, Polonya'da doğdu. Annesi Jadwiga Celner, babası Marian Kamiński'dir.  21 yaşında Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etti. Amerikan Film Enstitüsü Konservatuvarı, Güzel Sanatlar bölümünden mezun olmadan önce 1982'den 1987'ye kadar Chicago'daki Columbia College'da film yapımı eğitimi aldı.



  • 1965 - Ali Gültiken, doğdu.  Türk eski milli futbolcu
  • 1969 - Alessandro Essenodoğdu.  İtalyan besteci
  • 1975 - Tobey Maguiredoğdu.  Amerikalı sinema oyuncusu
  • 1976 - Wagner Mouradoğdu. Brezilyalı sinema ve dizi oyuncusu
  • 1984 - Gökhan İnlerdoğdu.  Türk asıllı İsviçreli millî futbolcu
  • 1985 - Svetlana Kuznetsova,  doğdu.  Rus tenis oyuncusu
  • 1989 - Matthew Lewisdoğdu.  İngiliz oyuncu
  • 1992 - Mihails Tāls, Leton satranç büyükustası (d. 1936)
  • 1993 - Gamze Alikayadoğdu. Türk voleybolcu
  • 1998 - Kerim Tekin, Türk şarkıcı, söz yazarı ve oyuncu (d. 1975)
  • 1999 - Chandler Riggsdoğdu. Amerikalı çocuk oyuncu
  • 1999 - Yorgo Papadopulos, Yunan asker ve cunta lideri (d. 1919)
  • 2000 - Pierre Pflimlin, Fransız siyasetçi (d. 1907)
  • 2001 - Jack Lemmon, Amerikalı sinema oyuncusu ve yönetmen (d. 1925)

  • 2001 - Tove Jansson, Fin romancı, ressam, çizgi karikatür bant yazarı ve çizeri (d. 1914)
  • 2011 - Elaine Stewart, Amerikalı oyuncu ve model (d. 1930)
  • 2015 - Chris Squire, İngiliz müzisyen, şarkıcı ve söz yazarı (d. 1948)
  • 2016 - Bud Spencer, İtalyan yazar, oyuncu, eski yüzücü (d. 1929)
  • 2016 - Alvin Toffler, Amerikalı yazar ve gelecekçi (d. 1928)
  • Alvin Toffler (3 Ekim 1928 - 27 Haziran 2016); sayısal devrimiletişim devrimişirket devrimi ve teknolojik tekilliği tartışan çalışmalarıyla bilinen Amerikalı yazar ve gelecekçi.  Fortune dergisinin eski bir editörü olarak önceki çalışmaları teknoloji ve (bilgi bombardımanı gibi) onun etkileri üzerineydi. Sonra toplumdaki değişimleri ve tepkileri incelemeye başladı. Daha sonraki çalışmalarının odağını 21. yüzyılda askeri donanımın artan gücü, silah ve teknolojinin yayılımı ve kapitalizm oluşturdu. Kendisi de yazar ve gelecekçi olan Heidi Toffler ile evliydi. Yönetim danışmanlığı şirketi Accenture, Bill Gates ve Peter Drucker'dan sonra onu iş liderleri arasında üçüncü en etkili ses olarak nitelendirdi. Financial Times tarafından "dünyanın en ünlü gelecekçisi" olarak da tanımlandı. People's Daily, onu, modern Çin'i şekillendiren 50 yabancı arasında gösterdi.Toffler diyor ki, "Toplum, yaşlıları gözeten ve nasıl şefkatli ve dürüst olunacağını bilen insanlara ihtiyaç duyar. Toplumun hastanelerde çalışacak insanlara ihtiyacı vardır. Toplum yalnızca bilişsel değil, fakat duygusal ve harekete geçiren becerilere de ihtiyaç duyar. Toplumu sadece veriler ve bilgisayarlarla yürütemezsiniz." Toffler aynı zamanda Rethinking the Future adlı kitabında der ki "21. yüzyılın cahili okuyup yazamayanlar değil, aynı zamanda öğrenemeyen, unutamayan ve yeniden öğrenemeyenler olacaktır." Üçüncü Dalga () adlı kitabında Toffler, 'dalgalar' - her dalga eski toplumları ve kültürleri kenara iter - kavramına dayalı olarak üç tip toplum tanımlar.

  • 2017 - Michael Bond, İngiliz yazar (d. 1927)
  • 2017 - Michael Nyqvist, İsveçli aktör (d. 1960)
  • 2017 - Mustafa Talas, Suriyeli asker ve siyasetçi (d. 1932)
  • Mustafa Abdül Kadir Talas (11 Mayıs 1932 – 19 Haziran 2017), Suriyeli asker ve siyasetçi. 1972-2004 yılları arasında Suriye Savunma Bakanı olarak görev yaptı. Hafız Esad döneminde dört üyeli Bölge Komutanlığı'nın üyesi olarak görev yapmıştır. Humus kenti yakınlarındaki Rastan'da, 11 Mayıs 1932 tarihinde tanınmış bir yerel Sünni Müslüman aileye doğdu. Babası Abdül Kadir Tlass, Osmanlı döneminde Türk garnizonlarına mühimmat satarak geçimini sağlayan küçük bir Sünni idi. Öte yandan, ailesinin üyeleri de Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Fransız işgalciler için çalıştı. Babasının büyükannesi Çerkes kökenli ve annesi Türk kökenliydi. Tlass'ın ayrıca annesi aracılığıyla bazı Alevi aile bağlantılarına sahip olduğu söylenir. İlk ve orta öğrenimi Humus'ta aldı. 1952'de Humus Askeri Akademisi'ne girdi. 15 yaşında Baas Partisi'ne katıldı ve Humus'taki askeri akademide okurken Hafız Esad ile tanıştı. İki subay, 1958-1961 döneminde Birleşik Arap Cumhuriyeti'nin Suriye ile Mısır arasında birleşmesi sırasında Kahire'ye yerleştirildiklerinde arkadaş oldular: ateşli Pan-Arap milliyetçileri, her ikisi de Mısır'ın lehine haksız denge olarak gördükleri birliği koparmak için çalıştılar. 1960'larda Hafız Esad, Baas Partisi tarafından desteklenen 1963 darbesi ile Suriye hükümetinde ön plana çıktı. Daha sonra Tlass'ı üst düzey askeri ve parti makamlarına terfi ettirdi. 1965 yılında Humus'un Baas ordusu komutanıyken hükümet yanlısı arkadaşlarını tutukladı. Nusayrilerin egemen olduğu bir Baas fraksiyonunun yaptığı 1966 darbesi Esad'ı ve Tlass daha da güçlendirdi. Hükümet içindeki gerilimler kısa süre sonra ortaya çıktı, Esad bir pragmatistliği ana savunucusu olarak ortaya çıktı, askeri tabanlı hizip egemen aşırı solcuların ideolojik radikalizmine karşıydı. 1967 Altı Gün Savaşı'ndaki Suriye yenilgisi hükümeti utandırdı ve 1968'de Esad Tlass'ı yeni Genelkurmay Başkanı olarak atamayı başardı. Kara Eylül ihtilafına Suriye müdahalesi girişimi yüzünden, güç mücadelesi açık çatışmalara dönüştü. 1969'da Pekin'e askeri bir görevle giderek Çin hükümeti ile silah anlaşması yaptı. Sovyetler Birliği'ni, Suriye'de devam eden ardıllık anlaşmazlığından uzak durmak için kasten hesaplanan bir hareketle, Çin ve Sovyet orduları arasındaki Ussuri nehrindeki kanlı çatışmalardan sadece iki ay sonra Mao Zedong'un  Küçük Kırmızı Kitabı'nı sallayarak fotoğraflanmasına izin verdi. Sovyetler Birliği daha sonra Suriye'yi desteklemeyi ve silah satmayı kabul etti. 1970 "Düzeltici Devrim" kapsamında Hafız el-Esad iktidarı ele geçirdi ve kendini Diktatörlük sistemini kurdu. 1972 yılında savunma bakanlığına terfi etti ve Suriye'deki 30 yıllık tek kişilik iktidarın ardından Esad'ın en güvenilir sadakatçilerinden biri oldu. As'ad Abu Khalil'e göre, Mustafa Tlass'ın Hafez Esad'ın savunma bakanı olması için "güç temeli yoktu, vasattı ve siyasi yeteneği yoktu ve patronuna sadakati tamamlanmıştı." şeklinde ifade etmiştir. Savunma bakanı olarak görev yaptığı sırada, İslamcı veya demokrat olmasına bakılmaksızın tüm muhalifleri bastırdı. 2000'li yılların başında, savunma bakanlığı görevine ek olarak başbakan yardımcısıydı. Ayrıca Baas Partisi merkez komitesinin bir üyesiydi. Diğer parti rolleri arasında parti askeri bürosu başkanlığı ve parti askeri komitesi başkanlığı da vardı. Hafız'ın oğlu Beşar Esad'ın devlet başkanlığı, Tlass da dahil olmak üzere bir grup üst düzey yetkili tarafından güvence altına alındı. Esad'ın 2000 yılında ölümünden sonra geçiş dönemini denetlemek için 9 üyeli bir komite kuruldu ve üyeleri arasında yer aldı. Tlass ve taraftarları birçok kişi tarafından genç Esad'ın izlediği gizli liberalleşmenin muhalifleri olarak ve Suriye'nin sert dış politika duruşlarını korumak aynı zamanda, hükümetin yolsuzluğuna yoğun bir şekilde dahil olmuş, yerleşik ayrıcalıklar için mücadele etmek için görüldü. Şubat 2002'de Ürdün gazetesinde El Düstur, Tlass'ın istifa mektubunu Beşar Esad'a gönderdiğini ve Temmuz 2002'de istifa etmeyi başardığını belirtti. [29] Ancak 2004 yılında Tlass'ın yerine savunma bakanı olarak Hasan Türkmani geldi. Asıf Şevket'in Mustafa Tlass'ın görevden alınması için bastırdığı da iddia edilmektedir. 2005 yılında bölgesel komutadan da çıktı. Mustafa Tlass ve oğlu Firas, 2011'de Esad'a isyan başladıktan sonra Suriye'den ayrıldı. Tedavi için Fransa'ya gitti. Bir iş adamı olan Firas, 2011'de Suriye'den ayrılarak Mısır'a geçti. Diğer oğlu Menaf, Temmuz 2012'de, Esad hükümetinden kaçarak önce Türkiye'ye ardından Fransa'ya kaçtı. 19 Haziran 2017 tarihinde 85 yaşında Paris'te öldü.

  • 2018 - Steve Ditko, Amerikalı yazar (d. 1927)
  • 2018 - Joseph Jackson, Amerikalı müzisyen (d. 1928)
  • 2018 - Vladimir Andreyeviç Uspenski, Rus matematikçi, dilbilimci, yazar, fizik ve matematik doktoru (d. 1930)
  • 2019 - Justin Raimondo, Amerikalı yazar, siyasetçi ve yayın yönetmeni (d. 1951)
  • 2020 - Freddy Cole, Amerikalı siyahi caz şarkıcısı ve piyanist (d. 1931)
  • 2021 - Uğurtan Sayıner Türk oyuncu (d.1944)


Yeşilçam’ın azınlık “öteki”leri (IX) - Mesut Kara / EVRENSEL


Yavuz Turgul’un 1990 yapımı “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni” filminde cemaatin azlığının rahmetliye saygısızlık olacağını düşünerek Müslümanlarla birlikte cenaze namazında saf tutacak kadar güzel bir insanı canlandıran Nubar Terziyan’ın, Şener Şen’in canlandırdığı Haşmet’le aralarında şu diyalog yaşanır:

Haşmet: Nubar!
Nubar: Ne?
Haşmet: Sen Ermeni değil misin?
Nubar: Ermeni’yim.
Haşmet: Namazda ne işin var?
Nubar: Napayım, cemaat o kadar az ki. Adama ayıp olacak…

Hayatımızda, belleğimizde özel bir yer edinen filmlerde hep “iyi insan”ı oynayan Yeşilçam’ın iyi kalpli tonton amcası Nubar Terziyan “Çılgın Kız ve Üç Süper Adam”da istisna olarak dünyayı ele geçirmeye çalışan kötü mü kötü bir kötü adam olan Alpanu’yu oynar. Ölümünden kısa bir süre önce bir televizyon programında izlediğim Terziyan, “Benim adım Nubar, hiç kötüyü oynamadım, seyircimin beni filmlerde kötü adam olarak görmesini, öyle hatırlamasını istemedim” diyordu.

Gerçek adını ve Ermeni kimliğini gizlemeyen Nubar Terziyan, 16 Mart 1909’da İstanbul Yenikapı’da doğar, soyadı Alyanak’tır. Esnaf olan babası Kirkor oğluna “şükür” anlamına gelen Nubar adını koyar. İlkokulu Kumkapı Bezciyan Ermeni Okulunda, orta eğitimini Bakırköy Dadyan Ermeni Okulunda tamamlar. 2 yıl Fransız Freres Marist Okulunda okuyan Nubar Terziyan, Bezezyan Ermeni Lisesinden mezun olur.

10 yaşındayken annesini kaybeder, sonra üvey anneli Bakırköy yılları başlar. Üvey anne koruyucudur, sevecendir.

Nubar lise yıllarında okulun tiyatrosunda oyunculuğa başlar, okul temsillerinin vazgeçilmez isimlerinden olur. Bir yandan da babasının yanında manifaturacılık yapar.

Samatya’da Hilâl Musikisi’nin bir gecesi için arkadaşları ile birlikte “Çifte Keramet” oyununun temsilini gerçekleştirmesi istenir. İlk oyununda “Hayati” isimli bir kişiyi canlandırır. Böylelikle yarı amatör olan “Gençler Temaşa Heyeti”nin ilk tohumları atılmış olur.(1)

Nubar Terziyan, gençliğinde polis olmayı düşlerken, kendisini önce tiyatro sahnesinde sonra da film setlerinde bulur. Polis olamadığı için üzülürken, bu hayalini sinemada oynadığı polis, komiser rolleriyle gerçekleştirir.

İlk baskısı 1995 yılında yapılan “Ne İdim Ne Oldum”* adlı otobiyografik kitabında yaşam öyküsünü, tiyatro anılarını, eşi Katrin’le yaşadıkları uyumlu, mutlu birlikteliklerini okuruz. Nubar Terziyan da 6-7 Eylül olaylarının, ilk kontrgerilla provokasyonunun, gayrimüslimlere yapılan talan ve saldırının acılı mağdurlarındadır.

1936 yılında evlendiği ve çok sevdiği eşi Katrin’i 1972 yılında kaybeder. Her hafta mezarını ziyarete gidiyordur Nubar Terziyan. Aksattığı bir haftanın sonrasında, tekrar gittiğinde eşine şöyle seslenir:

“Kusura bakma, fire verdim, ama nasılsa toptan geleceğim, yerim senin yanın.”

Kitapta şu cümlelere de yer verir:

“Ben şimdi Allah’tan tek bir şey istiyorum. Torunlarımı yerlerine yerleştirdikten sonra beni eşimin yanına almasını.”













Sinema hayatında “Taçsız Kral” Ayhan Işık’ı da “Çirkin Kral” Yılmaz Güney’i de “oğlum” diyecek kadar çok sever.

Ayhan Işık, Yıldız dergisinin açtığı yarışmayı kazanıp birinci seçildikten sonra, Ermeni olduğu çağrışımı yapması ve “Ermeni sanılmasından duyulan endişeyle”, oyunculuğa başladığında, Işıyan olan soyadının Işık olarak değiştirir.

Nubar Terziyan, Ayhan Işık’ın ölümü üzerine bir gazeteye, “Oğlum Ayhan, dünya fanidir ölüm herkese nasip ama sen ölmedin zira geride bıraktığın bizlerin ve milyonların kalbinde yaşıyorsun. Ne mutlu sana (...) Amcan: Nubar Terziyan.” yazan bir ilan verir.

Bu ilanın yayımlanmasının ardından Ayhan Işık’ın Ermeni olarak algılanmasından “endişe duyan!” ailesi ise şöyle bir ilan verir:

“Önemli bir düzeltme. ‘Amcan Nubar Terziyan’ imzasıyla çıkan ilanla sevgili varlığımız Ayhan Işık’ın hiçbir ilişkisi yoktur. (...) Görülen lüzum üzerine üzüntüyle duyururuz. Ailesi.”

Nubar Terziyan’ın, sinema hayatı arkadaşı Mike Rafaelyan’ın önerisi ve teşvikiyle 1948 yılında Atlas Film Stüdyosunda başlar. İlk filmi, Aydın Arakon’un yönettiği, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın aynı adlı romanından uyarlanan, 1949 yapımı “Efsuncu Baba”dır. Son filmi ise, 1990 yılındaki Yavuz Turgul’un yönettiği, Şener Şen’in başrolde oynadığı “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni” filmi olur.

Nubar Terziyan 1948-1952 yılları arasında Atlas Film yapımcılığında filmlerde yer aldıktan sonra Kemal Film kadrosuna geçer. Nubar Terziyan için 1952 yılında Lütfi Ö. Akad’ın yönettiği, birçok açıdan “ilkleri” içeren “Kanun Namına” filmiyle başlayan bu süreç aralıksız olarak 1960 yılına kadar sürer. Bu süreçte prodüksiyon amirliği, reji asistanlığı gibi işler de yapar Kemal Film’de.

Gülen yüzüyle iyilik timsali sevecen rolleriyle 500’e yakın sinema filminde, birçok televizyon dizisinde rol alan Nubar Terziyan’ın ilk ve son ödülü 1993’te 5. Ankara Film Şenliği’nde verilen “Emek Ödülü” olur.

Nubar Terziyan, kitabında Florya bahsinde, Atatürk’ü gördüğü anları o günleri yeniden yaşıyormuş heyecanıyla anlatır. Son yıllarında yaptığı söyleşilerde izleyicilerinden son beklentisini de şu cümlelerle dile getirir:

“Aziz okuyucularım, mesleğimiz nankör meslektir, hayattayken bizleri alkışlarsınız ama öldükten sonra bizleri unutup mezarımızın yanından geçerken bir dua, bir Fatiha okumazsınız, bunları yazmaktaki maksadım şu: Kabristana her gidişimde, bizden evvel orada yerleşen arkadaşların otlarla kaplanmış, kime ait olmayan mezarları görünce içim burkuluyor…Bugün gidiş sırası biz yaşlılarınsa, yarın öbür gün sıra hepimizin. Zira bu dünya fanidir.”

14 Ocak 1994 günü ise aramızdan ayrılır Nubar Terziyan.

ŞEHPER KARAGÖZOĞLU (ZABEL GAYDZ)

1890 yılında İstanbul’da doğan, Sinema ve Tiyatro Oyuncusu Şadi Fikret Karagözoğlu’nun eşi olan Zabel Gaydz, Şehper Karagözoğlu adıyla eşiyle birlikte birçok tiyatro oyununda yer aldıktan sonra “Bican Efendi” adıyla başlayan komedi film serilerinde yer alır, eşiyle birlikte başrolü paylaşır. Uzun süre Darülbedayi’de sahneye çıkan oyuncu 5 Haziran 1957’de aramızdan ayrılır.

Mesut Kara / EVRENSEL

(1)“Yeşilçam’ın Tonton Dedesi Nubar Terziyan” (https://buradabiliyorum.com/yesilcamin-tonton-dedesi-nubar-terziyan-izle-elestirisi-fragmani-ve-yorumlar/)
(*) Nubar Terziyan, Ne İdim Ne Oldum, İletişim Yayınları.
- Vikipedi

Hâkim indirimi yetmedi şimdi de ‘haksız tahrik’ - Işıl Özgentürk / Cumhuriyet

 

Defalarca yazdım, yazmaya da devam edeceğim. 

Küçücük kızlara, anası yaşındaki kadınlara tecavüz eden, canı sıkıldığı için yoldan geçen genç kadını palayla öldüren, boşanmak isteyen eşini çocuklarının önünde naralar eşliğinde öldüren, gözüne kestirdiği kadını-kızı kaçıran, günlerce işkence eden ve sonunda öldüren katiller için dünyanın hiçbir yerinde olmayan ama bizde çok sık rastlanan bir hâkim indirimi var. Bu hâkim indirimi örneğin, tecavüze uğrayan bağırmadığı için rızası var denilerek, tecavüz tam gerçekleşmemiş denilerek hâkimlerin sıklıkla uyguladıkları bir tuhaf indirim. Bu arada özellikle kadın katilleri, avukatlarının öğrettiklerini mahkemede bir güzel kullanıyorlar, “Efendim, beni tahrik etti”, “Bana kötü bir mesaj attı” ya da “Benden para koparmaya kalktı”. Bu da ağır tahrik oluyor.

Ancak işin püf noktası insan öldürme söz konusu olduğunda yasalar ağır tahrik indirimi kullanılmasına izin vermiyor. “Sen katilsin ve müebbet alacaksın!” Kanun böyle. Ne yazık ki hâkimler şimdilerde artık suyu çıkmış hâkim indirimi yerine bu haksız tahrik indirimine başvuruyorlar ve katili müebbetten kurtarıyorlar.

Öldürülen Pınar Gültekin’in katilinin “haksız tahrik” var denilerek müebbet hapis cezası 23 yıla indirildi ve olaya yardım edenler beraat etti. Bitmedi bu kez Yargıtay, kocası tarafından öldürülen Sedef Berberoğlu’nun katil kocasına da yapılan “haksız tahrik” indirimini az buldu. Daha çok indirim istedi. O kadar çok örnek var ki kısaca katiller için haksız tahrik uygulaması hâkimler tarafından gündeme oturtturuldu. Ve epey katil, bir el atılmazsa müebbetten yırtacak, öyle görünüyor.

Neyse ki gözü kara kadın avukatlarımız gene her davanın bekçileri kadın örgütlerimiz var. Açıkça söylüyorum, ülkemdeki muhalefetin başını kadınlar çekiyor. Egoları tavan yapmış, her şeyi bilen ama sokağa çıkmaya gücü yetmeyen erkek milletinden sıkıldım! Onları televizyonlarda görmekten sıkıldım! Kadınlardan nefret eden bir tarikat şeyhinin cenazesine gidip boy gösterenlerden sıkıldım! 

Bu ara sıkıldığım çok şey var. Örneğin maliye bakanımız konuşuyor, “Her türlü pozisyona hazırım!” Yahu söylediğiniz sözü hiç mi kulağınız duymuyor? Türkçenin son derece katmanlı bir dil olduğunu hiç mi bilmiyorsunuz? Ben mi öğreteceğim, şöyle denir “Para politikalarımız her türlü alternatifi kaldırmaya hazırdır”. Öyle “Ben her pozisyona hazırım” dersen, tabii milletin diline düşersin. Yani birilerinin ülkeyi yönettiğini sanan çok önemli adamlara Türkçe dersi vermesi iyi olur.

     Orman yangınlarında kadınlarımız.
Evet, şimdi gelelim her yıl olduğu gibi hiç vakit kaybetmeden başlayan orman yangınlarına. Bu yıl otel yapmak için çıkarılan orman yangınları çok erken başladı, henüz tam sıcaklar gelmeden, bir telaş bir telaş aman otelimizin yerini başkaları kapmasın! Artık öyle çok yalan söylüyorsunuz ki altı yaşındaki çocuklar bile orman yangınlarının otel yeri açmak için çıkarıldığını biliyorlar. Orman bölgelerine gözcüler koymak, bölgeyi internet üzerinden izlemek çok mu zor? Yüzlerce bekçi mahallelerde dolanıp duruyor, onları bu işle neden görevlendirmiyorsunuz? Yahu neden bu kadar büyük otel yapmaya heveslisiniz, tamam anladık kara paranızı harcamak için can atıyorsunuz? Doymuyorsunuz? Evet, doymuyorsunuz, tıpkı madde bağımlıları gibi siz de hep kazanmak, hep kazanmak istiyorsunuz!

Sevgili okurlarım, henüz tam sıcaklar başlamadı, şimdiden hep birlikte ormanlarımız için bazı yangın önleyici önlemler alabiliriz. Örneğin, yaşlı genç ormanların içine dalıp özellikle cam kırıklarını toplayabiliriz, orman içlerinde mangal yakılmaması için binlerce imza atabiliriz, her iki yüz kilometrede bir geceleri nöbet tutma işini organize edebiliriz. Yangında alev topuna dönen çam kozalaklarını şimdiden toplayabiliriz. Biliyoruz ki paraya doymayanlar, hep kazanmak isteyenler, kara para aklayanlar her zaman ormanları yakacaklar, bekçiler biz olmalıyız. Başka çare yok, çünkü çoktan başlayan bir kurtuluş savaşı içindeyiz. Kuşatıldık, bu kuşatılmayı yarmak zorundayız!

Işıl Özgentürk / Cumhuriyet

Önderleri laiklik ve kadın düşmanı şeyh - Zülal Kalkandelen / Cumhuriyet

 

“Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamı ile medeniyetin ışığı karşısında filan veya falan şeyhin uyarmasıyla maddi ve manevi mutluluğu arayacak kadar ilkel insanların Türkiye medeni toplumunda varlığını asla kabul etmiyorum.Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.” - Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 30 Ağustos 1925, Kastamonu. 

Yazıma bu alıntıyla başlamamın nedeni, İsmailağa Cemaati’nin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun vefatından sonra siyasetçilerin ardı ardına yayımladıkları baş sağlığı mesajları.

Ahmet Davutoğlu, “ülkemizin kanaat önderlerinden kıymetli Hocaefendi” diye anmış. 

Ali Babacan, “değerli alim, mutasavvıf” demiş.

Temel Karamollaoğlu, “ülkemizin manevi önderlerinden” olduğunu söylemiş.

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, “ömrünü İslama vakfeden, ülkemizin manevi rehberlerinden” diye tanımlamış.

Süleyman Soylu, örnek yaşayışıyla, İslamın büyük hizmetkârı” demiş.

Fatih Erbakan, “Anadolu’da binlerce talebe yetiştiren alim” diye nitelemiş.

FETÖ lideri Fethullah Gülen ise “irfan dünyasının güneşlerinden, kutlular ufkundan ender insan” diyerek coşkuyla anmış.

Devlet erkânının akın ettiği cenaze törenine CHP Milletvekili İlhan Kesici de katılmış...

Siyasal İslamın temsilcileri, dini siyasette araç olarak kullandığından, bir cemaat şeyhinin ardından övgüleri şaşırtmadı. Ancak tarikatların ve cemaatlerin Türkiye’de  1925 yılında devrim kanunu ile kaldırıldığını düşünecek olursanız, durum vahim.

KADIN DÜŞMANINA ‘ALİM’ DİYENLER

Ölenin ardından kötü konuşulmaz denir ama ben bu şeyh hakkında gerçekleri söyleyeceğim.Çünkü “kanaat önderimiz” dedikleri Ustaosmanoğlu’nun kadınların araba kullanmasına “şehevata girer” diyerek karşı çıkan bir gerici olduğu bilinmeli. 

Ömrünü kadınların okumamasına adadığı, cenazesine bile kadınların gelmemesini istediği duyulmalı.

Türkiye’nin görev başında katledilen ilk müftüsü Hasan Ali Ünal’ı öldürmekten yargılanan Turgay Taş’ın cinayete dair “fetvayı Ustaosmanoğlu ve merkez vaizi Ahmet Vanlıoğlu’ndan aldıklarını” söylediği bilinmeli.

Ustaosmanoğlu’nun “Mahmud Efendi Hazretleri’nden Duyulan Hikmetli Sözler” isimli kitaptaki ifadeleri kayda geçmeli:

“Kadınların dükkân açmasını asla helal görmüyorum.”

“Kadından memur olmaz. Kadınlar mektebe gitmez!”

“Kadın sokakta gezecek bir şey değildir, erkeğe gözükecek bir şey değildir.”

“Bu düzen içinde kızınızı doktor yapmak Allah’a harp açmaktır. Yazık değil mi bir kız erkekleri muayene edecek, ovuşturacak.”

“Kadınlar okullardan, dairelerden çekilmelidir. Kız çocuğunun orta mektepte, lisede işi yoktur. Kadınların vazifesi; ev işleri yapmak, efendisine itaat etmek ve millete, memlekete hayırlı evlat, asker yetiştirmek. Budur kadının vazifesi, başka yok!”

SİYASAL İSLAMCILAR BİNLERCE YIL GERİDE

Kadınları aşağılayan, Cumhuriyetin tüm değerlerinin karşısında olan gerici bir zihniyetin sahibini “manevi önder”“alim” olarak görenlerin kadınlara ve topluma vaat edebileceği hiçbir şey yoktur.

Oy için tarikatları siyasete bulaştıranların Türkiye’ye katabileceği hiçbir değer yoktur.

Atatürk’ün Kastamonu’da yaptığı konuşmanın üzerinden 97 yıl geçti ama siyasal İslamcılar ondan hâlâ binlerce yıl geridedir. 

Bu ülkenin üzerine çöken karanlığı dağıtacak olanlar, hiç kıvırmadan, eğmeden bükmeden, başına birtakım sıfatlar getirip içini boşaltmadan laikliğe ve Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkanlardır.

Zülal Kalkandelen / Cumhuriyet

'Barış ve halkların dostluğu ile birlikte adil bir dünya ancak emperyalizm yenildiğinde kurulabilir' - SOL / Söyleşi

 Dünya Barış Konseyi Yürütme Sekreteri İraklis Çavdaridis'le İsveç, Finlandiya ve Ukrayna gündemlerinin konuşulacağı NATO'nun Madrid zirvesi öncesinde barış mücadelesini tartıştık.

Önümüzdeki hafta NATO'nun zirvesi gerçekleşecek. NATO yayılmacılık politikasını şiddetlendirirken Dünya Barış Konseyi Yürütme Sekreteri İraklis Çavdaridis'le barış mücadelesi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
29-30 Haziran'da bir başka NATO Zirvesi yaklaşıyor. 
Bu oldukça önemli çünkü Ukrayna'da savaşın başlamasından sonraki ilk zirve. Elbette NATO'nun bu savaştaki duruşu ana konu olacak. Bu savaşla yakından ilgili bir diğer konu da NATO'nun İskandinavya'ya, yani İsveç ve Finlandiya'ya genişlemesidir. Sizce bu konular nasıl değerlendirilecek?

NATO her zaman emperyalizmin silahlı kanadı olmuştur ve öyledir, hiçbir zaman savunmacı bir örgüt olmamıştır ve tarihi suçlar, savaşlar, darbeler ve işgallerle doludur. NATO, 1991'den beri istikrarlı bir şekilde Doğu Avrupa'ya doğru genişliyor ve ana rakiplerinden biri olan Rusya Federasyonu'nu askeri olarak daha da kuşatmak için Ukrayna'daki savaştan yararlanıyor. NATO saflarında genişlemesi ve güçlendirilmesi konusunda genel ve oybirliğiyle bir anlaşma var. Bazı ülkeler, NATO'nun ana akım stratejisine meydan okumadan NATO ile müzakere veya pazarlık yapma fırsatı görebilir. NATO, kimin başlattığına bakmaksızın Ukrayna'daki savaşı uzatmaya kararlı. NATO'nun Avrupa Birliği ile ortak stratejisi olan Avrupa-Atlantik ittifakı Madrid'de bir kez daha onaylanacak. Yukarıdakilerin tümü, Avrupa'daki halklar ve barışsever güçler için büyük endişe uyandıran konular.

Zirvenin gündemindeki tek konu Avrupa'daki durum değil. NATO'nun internet sitesine göre Çin de tartışılacak. Bu zirveden nasıl sonuçlar çıkabilir?

NATO, çıkarları ve hedefleri daha fazla pazar, daha fazla hammadde, etki alanı ve özellikle bu günlerde enerji ulaşım yollarını fethetmek olan büyük tekellerin ve çok uluslu şirketlerin çıkarlarına hizmet eden güçlü devletlerin gündemiyle uğraşıyor. Bir yanda ABD ile müttefikleri, diğer yanda müttefikleri ile Çin arasında şiddetli rekabet ve çelişkilere tanık oluyoruz. Aynı şekilde her kampın kendi içinde de çelişkiler vardır. Yükselen bir ekonomik güç olarak Çin, birçok kıtada varlığını artırıyor ve dünyanın en büyük ekonomisi olarak ABD'nin yerini alma arzusunu gizlemiyor. Dünya Barış Konseyi olarak kimi bahanelere dayanarak Çin Halk Cumhuriyet'ine yaptırım uygulanmasına, iç işlerine karışılmasına karşı çıkıyor, halkların çıkarını ve haklı mücadelelerini temel alarak dünyanın durumunu, Uluslararası Hukuk ve BM Yönetmeliğinin kurucu ilkeleri uyarınca yöntemsel biçimde inceliyoruz. Bize göre, halklar ve onların mücadeleleri yoksulluk, savaşlar ve sömürünün temel nedenlerine karşı mücadele etmek  için uluslararası bir tahakküm sistemi olan emperyalizmi hedeflemelidir. Barış ve halkların dostluğu ile birlikte adil bir dünya ancak emperyalizm yenildiğinde kurulabilir.

Zirve, gelecek dönem için ittifakın stratejik planını da şekillendirecek. Bu stratejik plandan ne beklenebilir?

NATO, 2030 ajandasını birkaç yıldan beri açıklıyor, “Dünya Şerifi” olma “hırslarını” gizlemiyor. NATO dünyanın her köşesinde ortaklıklar kurmuştur ve planları için dünyadaki yüzlerce yabancı askeri üs ağını kullanmaktadır. Ortadoğu, Latin Amerika, Asya ve Pasifik, Doğu Avrupa ve Afrika, ABD ve AB emperyalistlerinin operasyon sahnesidir. NATO, kendisini gezegenin herhangi bir köşesine kısa sürede askeri olarak müdahale edebilmek için hazırlıyor. Geçen yılki askeri harcama, dünyadaki açlık ve tedavi edilebilir hastalıklarla yüzleşmek ve ortadan kaldırmak için bu miktarın sadece yüzde 5'inin yeterli olacağı halde, dünya çapında 2 trilyon doları aştı. Tüm NATO üye devletlerinin hükümetleri, saldırgan NATO politikaları ve stratejisinden suçlu ve sorumludur. Dünya halkları NATO'dan ve Madrid'deki zirvesinden olumlu bir şey bekleyemez. Bu nedenle, tüm anti-emperyalist barışsever güçleri ve NATO ülkelerindeki insanları, ülkelerinin NATO'dan ayrılması ve ittifakın küresel ölçekte dağılması için mücadele etmeye çağırıyoruz.

Dünya Barış Konseyi son yıllarda NATO zirveleri konusunda daima etkin rol oynadı. Konsey Madrid zirvesine ilişkin bu kez ne yapacak?

Dünya Barış Konseyi (DBK) kuruluş günlerinden bu yana NATO'ya güçlü bir biçimde karşı çıktı. Geçtiğimiz 12 yıl içerisinde, pek çok yerdeki çeşitli NATO karşıtı gösterilerdeki ayırt edici ve görünür mevcudiyetinin yanı sıra Barışa-EVET, NATO'ya-HAYIR kampanyasını başlattı.

Madrid'de bu yılki varlığımız ve 26 Haziran'daki gösteri NATO'nun suçlarını ifşa etmeyi amaçlıyor. Ukrayna'da sürmekte olan savaş ile bağlantı içindeki NATO, ABD, AB küresel boyutları açısından daha genelleşmiş bir savasın devasa tehlikesini yaratıyor. Bizim açımızdan barış hareketi içerisindeki kimi güçlerin Avrupa Birliği'nin işbirlikçiliği ve silahlanması karşısında sesiz kalan, emperyalizm ile mekanizmalarını özdeşleştirmeyen, çağrılarında yalnızca ABD'yi hedef gösteren yaklaşımlarını gün yüzüne çıkarmak da bir o kadar önemli. Sonuç olarak DBK pazar günü Madrid'de, biricik “süper gücün” dünya halkları olduğu ve emperyalizmin yenilmez olmadığı iyimserliği içinde kaderciliği ve işbirlikçiliği alt ederek tutarlı anti-emperyalist ve barış sever güçleri kortej ve flamalarının ardında bir araya getirecek.

SOL / Söyleşi


Topal Osman ve Ali Şükrü ve Yahya ve Mustafa Suphi - Mehmet Bozkurt / SOL



Şunun şurasında kaç yıl geçmiş, 1927 yılında okunacak olan Nutuk’ta hiç yaşamamış gibiler.

Nutuk’un yeni baskılarında “Kişi adları dizini” ilave ederek iyi bir iş yapmışlar. Bir yandan aradığını kolaylıkla bulabiliyorsun öte yandan olması gerekir diye düşündüklerinin olmadığını görüp arama zahmetinden kurtuluyorsun.

Temsil; Osmanlara bakıyorsun Osman Şemseddin diye biri var ama olması gerekir diye düşündüğün Topal Osman yok. İki Yahya ve çok sayıda Mustafa var ama Kayıkçı Kâhyası Yahya ve Mustafa Suphi yok.

1920-1923 döneminde, bu Birinci Meclis demektir, Meclis’i ve Mustafa Kemal’i fazlasıyla meşgul eden ve her biri birbiriyle ilintili cinayetlere konu olan bu tarihsel figürler, Topal Osman, Kayıkçı Kâhyası Yahya ve Mustafa Suphi Nutuk’ta yoklar. Bunda bir tuhaflık olmalı zira gizli/açık Meclis görüşmelerinde ve döneme tanıklık eden hatıratlarda benim başlığa aldığım bu üç isme de ihmal edilemeyecek çoklukta yer ayrılmış olduğunu görüyoruz ama şunun şurasında kaç yıl geçmiş, 1927 yılında okunacak olan Nutuk’ta hiç yaşamamış gibiler.

***

Ali Şükrü Bey’de olmayanlardan. Nutuk’ta diyorum. Alilere bakıyorsun, 600’lü yıllardan gelip 1920’ye nasıl sızdıysa artık, Hazreti Ali var mesela, ya da gayet ilgisiz bir Ali Ağuş Efendi’ye rast geliyorsunuz ama Ali Şükrü Bey yok. Oysa Ali Şükrü Bey hem Birinci Meclis’teki muhalefetin sözcülerinden, hem de yukarıda saydığım üç isimle bağlantılı cinayetler zincirinin halkalarından biri. Özetle hoşlansak da hoşlanmasak da önemli tarihsel bir figür. Başına gelenleri düşündüğümüzde insanın aklına “kötü şeyler” geliyor ister istemez…

***

1884 Trabzon doğumlu. Bahriye Mektebi’ni bitirmiş bir deniz subayı. 1909’da kurulan Donanma Cemiyeti’nin kurucularından biri aynı zamanda Cemiyetin ikinci reisi. Gençliğinden beri siyasete meraklı olduğu ilk dönemlerde İttihatçılara yakın durduğu ama kısa bir süre sonra onlardan kopup askerlikten de binbaşı iken istifa ettiği bilgilerimiz arasında. Ali Şükrü Bey’in İttihatçılardan soğumasını ve askerlikten istifa nedenini Kadir Mısıroğlu İttihatçıların Siyonizme olan “aşklarına” yoruyor.

Atlayarak yazıyorum, Ali Şükrü Bey’i son Osmanlı Meclisi’nde Trabzon Milletvekilidir. Uzun sürmüyor. Mart 1920 İstanbul’un işgali ve Osmanlı Meclisi’nin dağıtılması sonrasında Mustafa Kemal’in çağrısıyla Ankara’ya Büyük Millet Meclis’ine katılıyor. Meclis’te kimi konularda Hükümete ve Mustafa Kemal’e karşı oluşan ve İkinci Grup olarak anılan muhalefetin Hüseyin Avni Bey’le birlikte sözcülerinden biri oluyor. Hakkında yazılanlardan gayet konuşkan, sözünü esirgemeden söyleyen, bildiğinden şaşmayan ve kesinlikle radikal dinci ve halifeci biri olduğu anlaşılıyor. İkinci Grup içinde yer alan “dinci hizip”in sözcüsü diyebiliriz.

Şimdi bunu bir dinciden daha açık kim anlatabilir. Ben Kadir Mısıroğlu diyorum. Artık bu dünyada olmayan, öbür dünyada Peygamber’e komşu olduğu varsayılan Kadir Mısıroğlu, Hüseyin Avni’nin Ali Şükrü’nün katlinden sonra kürsüden yaptığı heyecanlı ve kınayıcı konuşmada Meclisi “Kâbe” ye benzetmesine fena halde içerliyor ve şöyle değerlendiriyor:

“… Hüseyin Avni Bey öteden beri İkinci Grup’un lideri ve bu sebeple muhafazakar bir kimse olarak takdim edilegelmiştir. (…) Gerçekten mümin bir kimsenin bir millet meclisini Kâbe’ye teşbih etmesinin dinen mubalatsızlık (dikkatsizlik) teşkil ettiği ve bu haliyle imanlı bir kimsenin irtikap (kötülük) etmesine imkan olmayan bir cürüm eylediği aşikardır (…) Hüseyin Avni Bey muhalefetinin Mustafa Kemal Paşa’nın diktatörce davranışlarına münhasır (özgü) bulunduğu, yoksa ortada temel bir fikir ayrılığı olmadığı(…) sarihtir.”

Mısıroğlu Ali Şükrü Bey’in muhalifliğini İkinci Grup’un muhalifliğinden daha yükseklerde tutuyor ve onu ayrı bir yere koyuyor. Özelikle saltanatın kaldırılması, İstiklal Mahkemeleri, Halifelik ile başkomutanlık meselesinde ve Mustafa Kemal Paşa’ya verilen yetkilerin tartışıldığı Meclis oturumlarında Başbakan Rauf Bey’i (Orbay) artık ne kadar bunaltmışsa, “Allah aşkına yeter artık Ali Şükrü” dedirtecek kadar kürsüye inip çıkan ve her defasında “ben bu işin fedaisiyim” diye söze giren biri Ali Şükrü var. Ama onun ününü günümüze kadar taşıyan henüz gruplar oluşmadan önce Meclis’e sunduğu ve bir oy farkıyla kabul edilen bir kanun teklifidir: Men-i Müskirat Kanunu. Türkçesiyle İçki Yasağı Kanunu…

Falih Rıfkı Atay’ın yazdıklarına göre kanun tartışılırken Maliye Bakanı Ferit Tek paranın en çok gerektiği bir dönemde hazinenin vergi kaybına uğrayacağını ileri sürerek teklifin reddi için çok çırpınmış, “yasaklamayalım içene Hadd-i Şeri uygulayıp her kadeh için 80 değnek vuralım”, “aman efendim dört kadeh içene dört kere seksen sopa, nasıl dayanır yazıktır” bağırtıları arasında bir oy farkıyla da olsa teklif kabul ediliyor. Ali Şükrü Bey’in ününe ün katan budur!

Falih Rıfkı’nın Ali Şükrü’ye yönelik bir değerlendirmesi de şöyle:

“Muhafazakâr, hatta mutaassıptı. Cemiyet hayatımızda değişikliğe mütehammil olmayıp kadınlarımızın cemiyet içinde vazife almalarına taraftar değildi” Güzel. Benim bundan anladığı Falih Rıfkı’nın “dinci gerici” diyesi olduğu ama diyemediğidir!

***

Yıl 1923’dür. Mustafa Kemal’in Samsun’dan itibaren yol arkadaşlarından Ali Fuat (Cebesoy) Meclis Başkanı, Rauf Bey(Orbay) ise Başbakandır. Ali Fuat Paşa hatıratlarının “Ali Şükrü Bey’in Şehadeti” bölümüne; Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey’in 29 Martta kürsüye çıkarak, Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in 27 Marttan beri ortalıkta görülmediğini ve bir cinayete kurban gittiği ihtimalini umumi heyete arz ettiğini söyleyerek başlar ve ardından Meclis ayağa kalkar. Neyse ki Başbakan Rauf Bey Hükümetin olayı çözmek için ciddiyetle uğraştığını söyleyerek ortalığı güçlükle de olsa yatıştırır.

***

Devamında Kılıç Ali’nin yazdıkları var.

“Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları”nı Hulusi Turgut derlemiş. Ali Şükrü Bey’in katlini “Meclis’i Sarsan Olay” ara başlığıyla 13 sayfa anlatıyor ve şöyle başlıyor:

Ankara’da 29 Mart 1923 Perşembe günü kulaktan kulağa fısıldanan ve türlü yorumlara yol açan bir olay Meclis’i de, Türkiye’yi de sarsmıştı. Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey, Salı akşamından beri kayıptı…”

Kılıç Ali Meclis’e geldiğinde genel kurul salonunda büyük bir kargaşa olduğunu ve hükümetin ağır dille suçlandığını, Başbakan Rauf Bey’in (Orbay) Millet Vekillerini sakinleştirmek için çırpındığını gördüğünü yazıyor. Sonra gözü dinleyici locasındaki Topal Osman’a ilişiyor. Mustafa Kemal’in özel muhafızı olan Topal Osman’ın “her zamanınkinin aksine biraz heyecanlı olduğunu” yazan Kılıç Ali “ Bu heyecanın nedenini iş ortaya çıktıktan sonra Topal Osman tahlili yapıyor:

“Osman Ağa okur yazar değildi. Milli uygularla dolu, halim selim görünen fakat ruhen şiddetli bir adamdı. Duygularını hiç belli etmez, aklına her geleni yapar ve yapabilir karakterdeydi.”

2 Nisan’da Başbakan Rauf Bey kürüsye çıkarak izahatta bulunur. Ali Şükrü Bey bir cinayete kurban gitmiş ve cesedi Mühye köyünde bulunmuştur. Bütün deliller ve tanıklar Mustafa Kemal’in Muhafız Alayı Komutanı Topal Osman’ı işaret etmektedir. Topal Osman komutası altındaki silahlı adamlarıyla Çankaya Köşkü’nün hemen ne yakınında Papazın Bağı denilen yerdeki karargâhına çekilir. Karargâh askerler tarafından çembere alınır. Teslim ol çağrılarına silahla karşılık veren Topal Osman çatışmada 15’e yakın adamıyla birlikte öldürülür. Topal Osman’ın cesedi önce gömülür sonra “genel istek üzerine” ayaklarından asılarak üç gün boyunca Meclis’in önünde sergilenir!

***

Sonrası karışık. Ali Fuat Paşa hatıralarında Mustafa Kemal ve “refikası Lâtife Hanımefendi ile birlikte akşam yemeğini Çankaya Köşkü’nde yedikten sonra gizlice istasyona indiğini ve Osman Ağa’yı “tenkil” hareketinin başladığını yazıyor.

Rauf Orbay da yazdı hatıralarını ve biraz farklı anlatıyor. Yazdıklarına göre Topal Osman’ın Mustafa Suphilerin katili Kayıkçı Kâhyası Yahya’yı öldürdüğünü söyleyen Ali Şükrü’ye kızgındır. Öldürme nedeninin bu olabileceğini yazıyor Rauf Orbay. Ancak bununla yetinmiyor devamında Mustafa Kemal’in Topal Osman ve adamlarına yapılacak saldırının planlarını çizerek yeni Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı Bey’e verdiğini yazıyor. İlginç olmalı, Rauf Bey istasyonda bir aşağı bir yukarı gidip gelirken, kendi demesidir, Köşk’ten haber geliyor. Topal Osman Çankaya Köşkünü basmış ortalığı kırıp dökmüştür. Arayıp bulamadığı Mustafa Kemal’dir.

Kimilerine göre de Topal Osman yaralı olarak ele geçirilmiş ancak sedyede iken Mustafa Kemal Paşa’ya küfrettiği için Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı Bey tarafından tabancayla vurularak öldürülmüştür. Yalnız şu var ki kimileri bu ölümü Topal Osman’ın çok şey bilmesine yormaktadır.

***

Kılıç Ali hatıralarından söz etmiştim. Şimdi durup dururken, hani dedikodu gibi, ne demeye sıkıştırmış olabilir ki şu aktaracaklarımı hatıralarına. Mustafa Kemal, Kılıç Ali’nin Keçiören’de ki evindedir. Akşam sofrası kuruluyor. Kılıç Ali o gün Mecliste olanları hikâye ederken Mebuslardan İhsan Bey’le Ali Şükrü arasında geçen tartışmayı naklediyor. Mustafa Kemal dinliyor.
. “… Böyle konuşan insanlar gerçekten dövülmeye layıktırlar!”

Burada dövülmeye lâyık görülen Ali Şükrü Bey’dir. Lâyık gören de Mustafa Kemal. Kılıç Ali devam ediyor:

“Bütün bu konuşmalar, Gazi’yi görmek için çevrede toplanan konu komşunun, sofradaki arkadaşların önünde yapılıyordu. İşte bazı muhalif milletvekillerinin dilleri altında sakladıkları bakla buydu. Güya Gazi’nin, ‘Gerçekten dövülmeye layıktırlar’ sözü Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi için verilen bir emirmiş… Bunları kulaklara fısıldıyor, durmadan dedikodu yapıyorlardı. Bu dedikodular yargı üzerinde de etki yapmış olmalı ki, soruşturmayı Gazi’ye kadar götürmüşler (…) köşke giderek bu konuda Gazi’nin ifadesini almışlardı.”

Kılıç Ali Bunları yazıyor. Biz yönümüzü tekrar Falih Rıfkı’ya çeviriyoruz. Falih Rıfkı, üstelik Çankaya yaranı, Mustafa Kemal’in başyazarı, 1923-1950 arasında kesintisiz milletvekili, adeta “beşik Mebusu”, üstelik Mustafa Kemal’e bu kadar yakın birinin yazacağı şeyler mi şu satırlar Allah aşkına! Buyurun bakalım:

“… Karadeniz kıyılarının bu destan kahramanı, sonuna kadar Mustafa Kemal’e bağlı kalan, çetesinin adamlarına Çankaya’da ve köşkle şehir arasındaki yolda nöbet bekleten Topal Osman da, en sonunda, nizamlı ordunun kıta komutanlarından İsmail Hakkı Tekçe tarafından ve Mustafa Kemal’in emriyle Çankaya sırtlarında vurulmuştur.”

Bu aktardıklarım elbette Falih Rıfkı’nın “resmi” olmayan kişisel fikridir. Gene de bir yerlere not edilmelidir. Ama benim esas merak ettiğim başta belirttiğim gibi şu:

Nutuk’ ta Osmanlara bakıyorsun Osman Şemseddin var ama olması gerekir diye düşündüğün Topal Osman yok. Alilere bakıyorsun, Hazreti Ali var, Ali Ağuş Efendi bile var ama olması gerekir diye düşündüğün Ali Şükrü yok. İki Yahya ve çok sayıda Mustafa var ama Kayıkçı Kâhyası Yahya ve Mustafa Suphi yok… İşte benim merakım budur. Neden yoklar?

***

Meraklısına not: Topal Osman için bir önceki yazım olan “Topal Osman” yazısının okunmasını önerebilirim.(https://haber.sol.org.tr/yazar/topal-osmani-mirliva-yapalim-339126)

Mehmet Bozkurt / SOL

Bu yazıda kullanılan kaynaklar:

Nutuk, Hazırlayan, Kemal Bek, Bordo-Siyah Yayınları, ist.2005
Ahmet Kekeç, Ali Şükrü Bey Cinayeti, İşaret Yayınları, İst.1994
Kadir Mısıroğlu, Trabzon Mebusu Şehid-i Muazzez Ali Şükrü Bey, Sebil Yayınları, İst. 2012
Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Bateş Yayınları, İst. 1984
Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, Temel yayınevi, İst.2002
Rauf Orbay, Siyasi Hatıralar, Örgün yayınevi, İst. 2003

Kılıç Ali’nin Anıları, derleyen Hulusi Turgut, İş Bankası yayınları İst. 2006 

Öne Çıkan Yayın

Çok şey söyleyip bir şey anlatmama sanatı! -Mehmet Y. Yılmaz /T24-

Cumhurbaşkanı “altı doldurulmamış sözlerle sürece sahip çıkıyormuş gibi görünme” konuşmalarını hep yapıyor. Ama esasen hiçbir şey söylemiyor...