Eğitimde kayıt borsası - Vural Nasuhbeyoğlu / Evrensel -26/Ağustos/2025-

Kamu bütçesinden eğitime yeterli bütçe ayrılmayınca devlet okulları ellerini velilerin cebine daha fazla atıyor. Artık herkesin bildiği kayıt parası astronomik rakamlara ulaşmış.


Her eğitim öğretim yılının başında Milli Eğitim Bakanlarının “Kayıt parası alınması mümkün değildir” açıklamaları ile velilerinin kendilerinden istendiğini dile getirdikleri ‘kayıt, bağış parası’ tartışmaları bu yıl da devam ediyor.

Google’da şikayetvar’a okul kayıt parası yazdığınızda bile birçok ilden velilerin isyanları, istenen paralar, okul isimleri alt alta diziliyor.

Türkiye’de zaten devlet okullarında okul öncesi eğitim ücretli. Anayasa’nın 42. maddesinde ücretsiz olduğu belirtilse de ilköğretim ve ortaöğretimde özellikle 1. ve 5. sınıflara kayıtlarda velilerden ‘kayıt veya bağış’ adı altında talep edilen paralar dudak uçuklatıyor. İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyükşehirlerde talep edilen miktarlar 30 bin TL’den başlayıp 300 bin TL’ye kadar çıkıyor.

İktidarın her yıl dile getirdiği “Bütçeden aslan payını eğitime ayırdık” iddialarına rağmen eğitime ayrılan pay devede kulak kalıyor. 2016’da MEB’e genel bütçeden ayrılan pay yüzde 13.6 iken 2025’teki bu pay yüzde 10’a bile ulaşamamış durumda. Üstelik ayrılan bütçenin yüzde 80’inden fazlası da personel (daha çok da öğretmen) maaşlarına gidiyor.

Hal böyle olunca geçtiğimiz yıl binasında temizlik, kapısında güvenlik personeli, temizlik malzemesi olmayan okullarda yaşanan hijyen ve güvenlik sorununu arşa çıktı. Birçok okul eğitim öğretim yılına veliler tarafından temizlenerek hazırlandı. Okullarda pislik içindeki lavaboların, tuvaletlerin fotoğrafları ortaya saçıldıktan sonra MEB geçici çözümler arasa da sorunlar büyüyerek yeni döneme taşındı.

Kamuya yetersiz ödenek, özel okula teşvik
Tüm bu yaşananların temel nedenini kayıtlar sırasında okul müdürleri velilere anlatarak neden ‘bağış, kayıt parası’ vermeleri gerektiğine ikna etmeye çalışıyor. Denklem de çok basit “MEB vermiyor, veliler versin.” Bir veli bu yıl İstanbul’da ortaokula kaydetmek istediği çocuğu için kendisinden 30 bin TL kayıt parası isteyen okul müdürünün gerekçelerini sıralıyor. Müdür, 900’ü aşkın öğrencisi, 63 öğretmeni olan ortaokula bu yıl MEB tarafından temizlik ödeneği olarak sadece 76 bin TL gönderildiğini söylüyor.  İdareci, öğretmen ve öğrencisiyle bin kişilik bir okula MEB tarafından verilen temizlik ödeneği bu ay açıklanan özel meslek lisesi patronlarına öğrenci başına verilen 77 bin 626 TL’den daha az.

Müdür mü şirket yetkilisi mi?
Veli, müdürün yıl sonuna kadar okulun temizlik personeli ücreti, elektrik, su, internet, kırtasiye vb. masrafları için en az 4 milyon TL gerektiğini aktardığını ve adeta bir şirket yetkilisi gibi bilanço çıkardığını aktarıyor. “Bu yüzden kaydı düşenden de kayıt dışlı olanlardan da para talep etmek zorundayız. Gönül ister ki bir eğitimci olarak parayı değil, eğitime dair konuşalım ama mecburuz. Siz de çocuğunuz için bu parayı vermelisiniz” ifadelerini kullanan müdür çekmecesinden çıkardığı okul aile birliğinin IBAN’ının olduğu küçük kağıdı velinin eline uzatıyor. Bu ihtiyaçlar için veliden 30 bin TL talep eden okul müdürü, bu ihtiyaçların zaruri olduğuna vurgu yapıp, pazarlık yapmayı da ihmal etmiyor. Okul müdürü okulları mahkum ettikleri durumu en iyi bilen MEB yetkililerinin de eskisi kadar okul müdürlerine ‘kayıt parası almayın’ baskısı yapamadığını ekliyor.

Öte yandan kamu okulları arasındaki imkan farkları (spor salonu, laboratuvar vb.) velilerin adresleri dışında ama imkanları daha iyi olan okullara yönelmesine yol açıyor. Her ne kadar adrese kayıt sistemiyle öğrencilerin kayıtları otomatik olarak en yakın adresteki okula düşse de çocuğunu daha iyi bir okula kaydettirmek için ikametini taşıyanlar, başkasının yanına taşınanlar, araya hatırlı kişiler sokanlar hatta kayıt için yöneticileri hediye ile ziyaret eden veliler de az değil. Yani daha iyi okul ve eğitim için daha çok para verilmesi şart.

‘100 bin ne ki 300 bin TL isteyenler var’
Semte göre okulların öğrencilere sunduğu imkanlar, başarı düzeyi değişince veliler de çocukları için en iyi okulu seçmek için çeşitli yöntemler denemek zorunda kalıyor. Bu yüzden de birçok okulda ‘Kayıt Bölgesi’ ve ‘Kayıt Bölgesinde Olmayanlar’ için istenen belgeler için notlar asılmış. Yani adres dışından öğrenci kabul ediliyor. Spor salonu, geniş bahçesi olan, başarı yüzdesi yüksek, çok dilli eğitim veren okullara doğal olarak her ilde talep yüksek. Bu okulların idarecileri adeta kral gibi. Birçok yerde il, ilçe milli eğitim müdürlerinin bile sözü geçmiyor buralarda. Bu okullarda kayıt dışından gelen velilerden 300 bine kadar para istendiği rivayet ediliyor. Bir veli bunun rivayet olmadığını kayıt için kendisinden 100 bin TL isteyen okul müdürünün çevredeki başka okulları örnek göstererek “100 bin size çok geldi ama 300 bin isteyen okullar var” diyerek veliyi razı etmeye çalıştığını anlatıyor. Bir anlamda sıtmayı gösterip ölüme razı etme durumu…

Özel okullarla yarışıyor
Devlet okullarında kayıt ücretleri 300 bin liraya çıkarken özel okul ücretleri de 300 bin liradan başlayarak şehrine ve okuluna göre 1 milyon liraya kadar çıkıyor. Bu okullarda yemek ücretleri de fahiş. 150 bin lirayı bulan yemek ücretleri var.

Aynı okul içinde özel sınıf
81 ilde hatta deprem bölgesinde bile velilerin kayıt, bağış adı altında para ödenmeye zorlandığı biliniyor. Kimi yerde fazla kimi yerde az ama illa ki bu paralar alınıyor. Hatta bazı yerlerde velilerle okul yöneticileri arasında bu yüzden fiziksel şiddete varan, para vermeyenin çocuğunun okula kaydedilmeyeceği tehditleri haberlere yansıyor.

Kamusal ve ücretsiz olması gereken eğitimin artık her aşaması paralı hale getirilmiş durumda. Sadece kayıt parası değil kamu okulu içinde özel sınıflar, çok dilli eğitim adı altında (İngilizce-Almanca) eğitim veren sınıflar açılıyor. Bunlar için de ekstra paralar talep ediliyor. Eğitim yılı boyunca etüt adı altında da yine ekstra paralar isteniyor. MEB ve okul yöneticileri velilere karşı çok net: “İyi bir eğitim istiyorsanız, bedelini siz ödeyeceksiniz.” Yani varsa paran çocuğuna iyi bir eğitim ve gelecek sağlayabilirsin ancak…

Yetkililer ne derse desin hemen her il, ilçe ve kasabadaki devlet okulunda kayıt ücreti artık mecburi. Özetle, Leonard Cohen’in sözleriyle “Herkse biliyor, zarların hileli olduğunu…”

İstanbul’daki bir ortaokulun Okul Aile Birliği’nin 2024-2025 tahmini bütçesi… Veriler okulun 11 milyon TL’lik gelirinin zaten 9.5 milyonunun bağış adı altında velilerden toplanan para olduğunu çok net gösteriyor. Bu okulun adını özellikle vermedim siz internete herhangi bir okulu yazıp bu tabloya benzer bir tabloyu görebilirisiniz.

“Herkes biliyor, eğitime yeterli bütçenin ayrılmadığını
Herkes biliyor, yetkililerin yalan söylediğini
Ve herkes biliyor, kayıt parası alındığını…”

Okul Aile Birliği A.Ş.
Kayıt ya da bağış adı altında istenen paraların yatırılacağı adres de belli. Kimi yerlerde velilerden okulu boyayan şirkete vs. para yatırmaları istense de asıl adres velilerden oluşturulan Okul Aile Birlikleri. Bu birliğin en önemli işlevi de velilerden MEB’in karşılamadığı ihtiyaçlar için paraların toplandığı adres olmaları. Bu gizli saklı da değil.

Hemen her okulun internet sitesinde bu birliğin özel sekmesi, faaliyetleri, genel kurulları ve mali tabloları da var.

Şikayet çok!
Şikayetvar’da hemen her il ve ilçeden çok sayıda veri var görmek isteyene:

6 yaşındaki kızımı Ümraniye M***** A** Y***** İlköğretim Okulu'nda anaokuluna yazdırdım. Benden kayıt parası istiyorlar. Vermedim, durmadan arıyorlar ve yasal takibe vereceklerini söylüyorlar. Şimdi başka bir okula, Z****** H***** İlkokulu'na yazdıracağım bugün ve benden yine para talep edecekler. Vermeyince kayıt etmiyorlar.
***
Ankara M***** R**** B****** Okulu anasınıfı kayıt parası olarak 10 bin TL istediler. Asgari ücret alıyoruz. Eşimle birlikte evimiz kira, bu parayı nasıl vereceğiz? Kayıt yaptırmadan geri geldim. Çok yazık bu sisteme, biri dur demeli. Sesimizi nereye duyurmamız gerek? Yeter artık, devletin okulunda böyle yaparlarsa...
***
Bugün çocuğumu B***** G**** Z**** Ü***** Ortaokulu 5. Sınıf kaydı için götürdüm. Görevli benden 10.000 TL ve temizlik ürünleri getirmem istedi. Param olmadığını ve eşimden de ayrı olduğumu, maddi durumumun bu ödemeleri karşılamaya yetmediğini belirttim. Buna rağmen, "Bunları yapmanız gerekiyor, bunları yaparsanız kaydınızı oluştururuz" şeklinde yanıt verdiler.
Eğitim ateş pahası: Yemek, servis, alışveriş…
Okulların açılmasına günler kala veliler kara kara düşünüyor. Eğitim masrafları milyonlarca ailenin bütçesini zorluyor. Eğitim giderlerinin en temel kalemlerine bile güç yetmiyor. Servis ücretleri belediyeler tarafından belirleniyor. Ancak pek çok okulda bu fiyatlar asgari ücret olarak uygulanıyor.

İzmir'de en yakın mesafe ücreti devlet okullarında 2 bin 762 TL, anaokulu ve özel okullarda 3 bin 313 TL yapıldı. İstanbul'da servis ücretleri henüz kesinleşmedi ancak İstanbul Servis İşletmecileri yüzde 50 zam talebinde bulunuyor. Yüzde elli zam taleplerinin kabul edilmesi durumunda en kısa mesafe ücreti 3 bin 800 TL olacak. En uzak mesafe ise 9 bin lirayı aşacak.

Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonunun yaptığı hesaplamaya göre ise okula yeni başlayan bir öğrenci için yapılan başlangıç alışverişi 12 bin lirayı aşıyor.

Bir öğrencinin sağlıklı beslenmesi için yapılması gereken aylık harcama minimum 8 bin 700 TL. Geçtiğimiz yıl devlet okulundaki bir kantinde satılan en ucuz tostun fiyatı ortalama 70 TL, ayranın fiyatı ise 20 TL’ydi.

Vural Nasuhbeyoğlu / Evrensel

 

Ergin Yıldızoğlu + Mehmet Ali Güller (Cumhuriyet)

 

Buradan nereye?-Ergin Yıldızoğlu-

Rejim, seçimlerde kaybettiği belediyeleri geri alıyor, CHP’li belediyelerin liderliklerini tutukluyor, CHP’de Özgür Özel liderliğini tasfiye etmeye çalışıyor. Medya, yargı alanında şantaj, rüşvet skandallarıyla, kadınların haklarına, özgürlüklerine yönelik simgesel (hutbeler) hatta fiziki şiddet olaylarıyla sarsılıyor. “Geçim sıkıntısı” krizi derinleşiyor. Yasal bir dayanak oluşturulmadan (amaçları ve çalışma programı belirlenmeden) kurulan “komisyon” ve Devlet Bahçeli’nin çıkışları,  “Trasformismo”  (Gramsci) (Muhalefeti rejimin projelerine ortak etmek, kararsızları merkeze merkezdekileri de rejime doğru çekmek) operasyonlarına benziyor. Bu süreçte Aydın mitingi, 19 Mart’tan bu yana süren mitingler zincirinin son halkasıydı. CHP’nin bu mitinglere dayanan muhalefet tarzını sürdürmesi bekleniyor. Üzerinde düşünmeye değer!

BİZİ KİM İZLİYOR?

Her kitlesel gösteri, aynı zamanda bir sahnedir. Kalabalıklar slogan atar, pankartlar yükselir. Bütün bu görüntünün arkasında çok önemli bir soru vardır: Bizi kim izliyor?

Jacques Lacan’ın söylediği gibi arzu, hiçbir zaman tamamen bize ait değildir; her zaman “ötekinin bakışı” tarafından şekillenir. Siyaset de böyledir. Bir hareket yalnızca kendisi için değil, aynı zamanda hayali (baktığı var sayılan) bir izleyici için eyleme geçer; onun bakışı, mücadelenin anlamını belirler.

Bugün CHP’nin, Özel liderliğinde düzenlediği mitingler, partililerin tutuklanması, gazetecilerin susturulması, düzmece delillerle yürütülen göstermelik davalara, yoğunlaşan baskıya karşı “Yılmıyoruz” diyen bir meydan okuma mesajıdır. Peki bu “mesajı” kimin bakışının algılaması arzulanıyor?

Eğer hedeflenen bakış iktidarınki ise (gör ve erken seçime git); bu direniş eylemleri, yine de iktidarın merkeziliği etrafında kalma, muhalefetin, anlamını sadece “iktidarın karşıtı” olmaktan ibaret kılma riski taşır. Eğer mesaj esas olarak “uluslararası topluma” gönderiliyorsa, mitingler Brüksel’in, Washington’un ya da Strasbourg’un izleyicisine sahnelenmiş sembolik performanslara dönüşür. Bu da diplomatik alanda etkili olabilir ama ülke içindeki yurttaşların günlük kaygılarına uzaktır.

Asıl zor ama belirleyici olacak olan ise kitlelerin kendi bakışını hedef almaktır. Mitingler, “İktidara gösterelim” ya da “Dışarıya duyuralım” mantığının ötesine geçip, sessiz çoğunluğa “Bakın, biz siziz, siz de bizsiniz” diyebilirse, o zaman gösteri, rejimin gerçekliği tek başına tanımlama gücünü kırmaya başlıyor demektir.

Peki, CHP, üç bakıştan halkınkini seçtiğinde, bu, diğer iki bakışın altında olmaktan nasıl farklı olacaktır? Eğer halkın bakışı temel alınırsa, iktidarın bakışıyla olan ilişki tali hale gelecek; muhalefet iktidarın çizdiği sınırların değil, halkın kendi ihtiyaçlarının tanımladığı zeminde hareket etmeyi düşünebilecektir.

Uluslararası gözler ise “asıl bakış” olmaktan çıkararak yalnızca bir destek olasılığına dönüşecektir. Bu durumda dışarıya ulaşacak mesaj, içeride halkla kurulan bağın gücünün dolaylı bir simgesi olacaktır.

Ancak halkın bakışını merkeze almak, yalnızca kitlelerin kendini seyretmesini sağlamak değildir. Bu, aynı zamanda halkı, salt “bireylerden” oluşan dağınık ve kaotik bir yapıdan, sınıflardan oluşan örgütlü bir birlik haline doğru yönlendirmek demektir. Başka bir deyişle, bu bakışın örgütlenmesi, bireylerin “seyirci” olmaktan çıkıp “özne” olmalarına giden yolu açar. Kitle, kendisini yalnızca bir “toplama kalabalık” değil, bir halk hareketi olarak görmeye başlar.

Bu dönüşümün sonuçları derindir: 

(1) Toplumsal enerji, anlık tepkiden kalıcı örgütlenmeye kayar. 

(2) “Halk” kategorisi, soyut bir kimlikten, sınıfsal konumların ve ortak çıkarların bilincine dayalı somut bir politik özneye evrilir. 

(3) Ve en önemlisi, muhalefet kendi meşruiyetini artık iktidarın gözünden ya da dış dünyanın merceğinden değil, halkın örgütlü bakışından alır.

Evet bugün CHP’nin asıl sorusu şudur: Gerçekten kimin bakışı altında görünmek istiyoruz? Bizi hapsedenlerin mi, dışarıdan bakanların mı, yoksa kendi yurttaşlarımızın mı?

Çünkü siyaset yalnızca oyların ya da yasaların mücadelesi değil, aynı zamanda bir bakış mücadelesidir. Ve yanlış bakışa hitap eden bir hareket, tüm cesaretine rağmen “boş bir tiyatronun sahnesinde bağırıyor olan bir aktör” durumuna düşebilir.

‘Yıllık yüzde 20 büyüme hızı’ ve diğer fanteziler -Ergin Yıldızoğlu-

Son yıllarda, medyada, “uygarlığın geleceği” ile ilgili en çok tartışılan on konu içinde ağırlık teknolojide. Yapay zekâ (YZ) platformlarına sorunca “en çok ilgi çeken konular” listesinde, YZ’nin uygarlık üzerindeki olası etkileri birinci sırada. Geri kalan dokuz konu içinde, sıralama değişse bile teknolojik tekillik, biyoteknoloji, gelişmiş hesaplama, beyin-bilgisayar bağlantısı, veri gizliliği ve düzenleme,  kuantum bilgisayarı, uzaya gitme konuları önde geliyor. Küresel ısınma ve iklim krizi, ekonomik toplumsal eşitsizlik, toplumsal parçalanma, küresel sağlık güvenliği gibi konular hep listenin ikinci yarısında, toplumsal konular da en sonda yer alıyor. En hızlı teknolojik gelişme, baş döndüren bir sermaye birikimi, tarihte görülmemiş bir yoğunlaşma (7 büyükler, S&P 500’ün değerinin 1/3’ini oluşturuyor), giderek egemen sermaye konumuna yükselmeye başlayan YZ alanında.

BÜYÜME PATLAMASI

Bu yeni egemen sermayenin, Altman, Zückerberg, Musk gibi liderlerinin egemenlik ideolojisi de “YZ ekonomik büyümede patlama yaratacak” fantezisi üzerinde yükseliyor.

Bu fanteziye göre, küresel ekonomik büyüme, Sanayi Devrimi öncesi yılda yüzde 0.1 düzeyindeymiş; 20. yüzyılda ortalama yüzde 2.8’e çıkarak önemli ölçüde hızlanmış. Şimdi yapay zekâ sayesinde, yıllık yüzde 20-30 gibi oranlarda patlayıcı bir büyüme dönemi başlayacakmış.

Bu büyüme, nüfus artışına dayalı tarihi büyüme yerine, YZ “ajanlarının” hızla birikmesinden kaynaklanacakmış. Bu da üretkenliği artıracak, daha fazla YZ’nin daha fazla çıktıya yol açtığı ve bunun da daha fazla YZ üreten bir geri bildirim döngüsü yaratacakmış. Bu senaryoda, YZ şirketlerinde veya tamamlayıcı varlıklarda hisse sahibi olmak (sermaye sahibi olmak), işgücünden daha değerli hale gelecekmiş.

Benzer bir “büyüme patlaması” iddiası internet yaygınlaşırken de gündeme gelmişti. İnternet, ekonomik büyümeyi önemli ölçüde artırmadı ama internet üzerinden, sosyal medya, arama araçları, finansallaşma, ticaret, cep telefonları vb. gibi gelişmeler, servet transferinde, sermaye yoğunlaşmasında (tekelleşmede) bir sıçrama yarattı. Dahası, Nasdaq indeksi yüzde 80 arttı sonra köpük patlayınca yüzde 80 geriledi, buraya yatırılan emeklilik fonları, verilen borçlar, yıkım içinde yok oldu gitti.

Yapay zekâ da daha toplumu değiştirmeye başlamadan yeni dev şirketler (sermaye birikim noktaları), akıl almaz servetler, siyaset, güvenlik alanlarında etkili Musk, Thiel, Altman gibi kapitalistler üretmeye başladı. Bu alanda da bir köpük hızla gelişiyor.

MADALYONUN ÖBÜR YÜZÜ

Peki bu “ekonomik patlama” yaşanırken, insanların yerini YZ ajanları alırken, artan çıktıyı karşılayacak, kârların gerçekleşmesine, alınacak yatırım kararlarına kaynak olacak tüketici talebi nereden gelecek?

Yeni egemen sermayenin sözcüleri, YZ güdümlü patlayıcı bir ekonomik büyüme fantezisini satıyor ama çok tatsız bir gerçeği de dikkatlerden uzak tutmaya çalışıyor: Bu tür bir patlayıcı büyüme, bataryalar için lityum, çipler için silikon ve elektronikler için nadir toprak elementleri gibi teknoloji açısından kritik, çıkarılması çevre kirlenmesi açısından çok zehirli, minerallere olan talebi de patlatacak.

Patlayıcı ekonomik büyüme, (hele YZ’yi, “Bulut sermayesini” besleyen veri bankalarını düşününce), çok daha fazla su, elektrik, metal, mineral tüketimi; daha çok toprağın, ormanın, ekosistemin bu gereksinimleri karşılamak için tahrip olması anlamına gelecek. Bu konudan, küresel ısınmanın hızlanmasına, kuraklığın artması, gıda kaynaklarını etkilenmesi konularına da geçebiliriz. Patlayıcı bir büyüme modeli, bu kaynakları hızla tüketirken ciddi kıtlıklara, gıda fiyatlarında artışlara yol açacak, ekonomik-ekolojik-doğal darboğazlar yaratacak. Bu darboğazlar nedeniyle kaynak kullanımı, kontrolü ve paylaşım alanında jeopolitik rekabet daha da keskinleşecek.

Bu fantezisinin örtemediği bir çatlak daha var: Kapitalizmin varlığı, “artık değer” üretimine dayanır. “Artık değer” üretimi emek sömürüsünü zorunlu kılar. YZ güdümlü “büyüme patlaması” fantezisi, aslında işçilerinden kurtulmuş bir kapitalizm fantezi üzerinden YZ alanına sermaye ve yatırım çekme, diğer bir deyişle son derecede tehlikeli bir sektörü meşrulaştırma projesidir!

Ukrayna için en sağlam güvenlik garantisi -Mehmet Ali Güller-

ABD Başkanı Donald Trump, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı Alaska Zirvesi’nin ardından, Ukrayna Devlet Başkanı Vlodimir Zelenski ve Avrupalı liderler ile NATO ve AB şeflerini Beyaz Saray’da topladı.

Fotoğraflara bakınca “topladı” kelimesi hafif kalıyor. Çünkü görüşmeler daha çok Atlantik şefinin, vasal muamelesi yaptığı müttefiklerine “neler yapılacağını dikte etmesi” havasında geçti.

Rusya’nın Ukrayna’nın ne kadarını işgal ettiğini gösteren haritanın Oval Ofis’te sergilenmesi bile tek başına olanları ve olacakları anlatmaya yetiyor aslında.

BARIŞIN ÜÇ BAŞLIĞI

Trump ve Putin’in üzerinde uzlaştığı ve Trump’ın şimdi Avrupalılara dayattığı “barış anlaşması” temelde üç başlıktan oluşuyor.

Bu başlıklar 1) toprak tavizi, 2) savaşın ana nedeninin ortadan kaldırılması ve 3) güvenlik garantileri şeklinde...

1) Toprak tavizi:

a) Ukrayna Kırım iddiasından vazgeçecek. Avrupa da bunu kabullenecek.

b) Ukrayna, büyük kısmı Rusların egemenliğine geçen Donbas’ı bırakacak.

2) Savaşın ana nedeninin ortadan kaldırılması:

a) Ukrayna NATO’ya girmeyecek. (Trump’ın, ABD, NATO ve SSCB anlaşmalarına atıfla bunu ifade etmesi kritik önemde.)

b) Ukrayna zamanla AB’ye girebilir. (Rusya başından beri Ukrayna’nın AB üyeliğine değil NATO üyeliğine karşı çıkıyordu zaten.)

GÜVENLİK GARANTİLERİ MESELESİ

3) Güvenlik garantileri:

a) ABD Ukrayna’ya güvenlik garantisi olarak uçak ve hava savunma sistemi ağırlıklı 90 milyar dolarlık silah satacak.

b) Ukrayna’nın güvenlik garantisi olarak alacağı bu silahların finansmanını Avrupalılar karşılayacak.

c) İngiltere, Almanya ve Fransa güvenlik garantisi kapsamında Ukrayna’ya asker gönderecek. (ABD Ukrayna’ya kesinlikle asker göndermeyecek.)

AVRUPA’NIN ABD’SİZ YAPABİLECEĞİ BİR ŞEY YOK

Avrupalılar açısından gerçek şu ki ABD’nin olmadığı bir Ukrayna savaşını sürdürebilmeleri mümkün değil. Dolayısıyla ABD askerlerinin olmadığı şartlarda İngiltere, Almanya ve Fransa askerlerinin varlığı, Rusya açısından büyük sorun anlamına gelmiyor. Kuşkusuz Rusya onların da varlığını kolay kolay kabul etmeyecektir.

Avrupalı liderler de bunun farkında ve o nedenle NATO’nun 5. maddesine benzer, ABD’nin de desteğini alacak bir güvenlik garantisi peşindeler. Bu nedenle İngiltere’nin öncülüğünde kurulan Gönüllüler Koalisyonunu sürece aktif katmak istiyorlar. (Bu Türkiye’nin de kısmen sorumluluk alması anlamına geliyor.)

UKRAYNA’NIN VASALLIĞI SORUNU

Ukrayna için en sağlam güvenlik garantisi, Ukrayna’nın NATO üyesi olmayacağının garanti edilmesidir. Savaşın ana nedeninin ortadan kalkması, Ukrayna için en büyük güvenlik garantisidir.

Avrupalıların Ukrayna’daki askeri varlığı, Ukrayna için güvenlik garantisi anlamına gelmeyecektir, tersine Ukrayna’yı Avrupa’nın sömürgesi haline getirecektir.

ABD iki yıl boyunca Ukrayna’ya verdiği yardımların karşılığında nasıl “nadir element” anlaşması yaparak bu ülkenin madenlerine kısmen el koyduysa, Avrupalı ülkeler de zamanla finansmanını sağladıkları silahların karşılığını Ukrayna’dan çıkaracaktır.

Avrupa Ukrayna’yı tampon olarak görüyor, AB liderleri açık açık “Ukrayna ordusu Avrupa’nın ilk savunma hattıdır” diyor. Bu anlayış Ukrayna’nın güvenliğini garanti etmez, tersine Ukrayna’yı vasallaştırır.

İngiliz anahtarı -Mehmet Ali Güller-

Macaristan Başbakanı Viktor Orban mektubunda şöyle diyordu: “Beş gün önce, Alaska’da Trump ve Putin arasındaki tarihi görüşmeden hemen önce, Ukrayna, Rusya’daki Drujba petrol boru hattına İHA saldırıları düzenledi. Bu boru hattı, ham petrol ithal etmek için başka bir yolu bulunmayan Macaristan ve Slovakya’ya petrol tedarik ediyor.”Trump’ın Orban’a yanıtı şöyle oldu: “Viktor, bunu duymak hoşuma gitmedi. Bundan dolayı çok kızgınım. Slovakya’ya da söyle. Sen benim büyük dostumsun.” (Sputnik, 22.8.2025)

UKRAYNA’YA ASKER GÖNDERME ÇATIŞMASI

Trump’ın Putin’le görüşmesinden hemen önce, Zelenski’nin bir nevi son çırpınışıydı bu sabotaj. Ukrayna’nın İHA’lar ile Drujba petrol boru hattına düzenlediği saldırı, kuşkusuz, ne sürecin gidişatını değiştirebilir ne de adı geçen ülkelerin tutumunu...

Macaristan da Slovakya da başından beri bu meselede AB içinde daha dengeli tutum izleyen ülkelerdi. O nedenle bu sabotaj, Ukrayna’nın iki ülkeyi kızdırmasından öteye gitmeyecektir.

Peki o zaman neden yapıldı? Bu soruya doğru yanıtı bulabilmek, sabotajın arkasındaki asıl kuvveti çözümlemeye bağlı.

Daha önceki sabotajlarda, Kuzey Akım’a saldırılarda asıl fail ABD’ydi. Bu kez İngiltere görünüyor. Zira “Rusya’ya karşı Ukrayna savaşını sürdürebilme” çizgisinin sahibi Londra. Londra’nın bu sabotajla maksadı ise daha çok AB içindeki “Ukrayna’ya asker gönderme” tartışmasıyla ilgili.

LONDRA’NIN GÖNÜLLÜLER KOALİSYONU

Anımsayacaksınız, Trump’ın başkan seçilmesinin ve Ukrayna-Rusya savaşında farklı pozisyon alacağını ilan etmesinin hemen ardından İngiltere öne çıkmış ve ABD’nin yeni tutumuna karşı, “Geniş Avrupa’dan” Gönüllüler Koalisyonu oluşturmuştu. Ve Londra, Ankara’yı da bu koalisyona dahil etmişti.

Ankara’nın önüne konan havuç ise Türkiye’nin Avrupa güvenlik mimarisinin bir parçası olmasıydı. İktidar buna dünden hazırdı ve Erdoğan, “Türkiye olmadan Avrupa’nın güvenliği sağlanamaz” iddiasını savunuyordu.

Oysa bu Türkiye’ye tuzaktı ve tuzağa düşüldüğünde, AB’ye jandarmalık anlamına gelecekti. Çünkü Türkiye AB üyesi olmayacaktı ama Avrupa’nın güvenliğini sağlayacaktı!

MACRON-ERDOĞAN GÖRÜŞMESİ

Tuzak sürüyor. Şimdi Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron  üzerinden çağrı geldi, Türkiye’den “Ukrayna’ya asker göndermesi” istendi.

İngiltere ve AB, Ukrayna’yı Rusya’ya karşı savunma hattı ilan ediyor, AB’nin bazı ülkeleri asker göndermiyor ama AB üyesi olmayan Türkiye, Ukrayna’ya asker göndermek istiyor!

Evet, istiyor ne yazık ki... Milli Savunma Bakanlığı, bu tartışmalar ilk başladığında, yaptığı “Önce kapsamı bir belli olsun” özetli açıklamasıyla, Ukrayna’ya asker göndermeye yeşil ışık yakmıştı zaten.

Işık hakikaten de yeşildi. Karşılığında Türkiye’ye uçak satışına izin verilmesi türünden ön anlaşmalar vardı. Türkiye’nin gayri resmi AB toplantılarına davet edilmesi türünden “ıslak diplomasi” vardı.

İNGİLTERE’NİN SABOTAJCISI

Yeniden sabotaja dönersek Zelenski, Alaska Zirvesi’nden hemen önce Macaristan ve Slovakya boru hatlarını vurarak Ukrayna’ya güvenlik garantisinin nasıl sağlanacağı konusunda çatışmaya “İngiliz anahtarı” sokmuş oluyor.

Konu bazı AB ülkelerinin Ukrayna’ya kesinlikle asker göndermeyeceğini söylemesiyle sınırlı değil sadece. İngiliz basınının yazdığına göre masada dört ayrı seçenek var. Dört seçenek de İngiltere’nin asli rolüne işaret ediyor öncelikle. Ama aynı zamanda bu türden sabotajlara başvurmaları, dört seçenekle de bir sonuç alamayacaklarını gösteriyor.

ABD olmadan İngiltere ve AB’li ortaklarının Ukrayna’da savaşı sürdürebilme şansı yok. Zelenski boynundaki ipin ucunu Washington’dan Londra’ya vererek ne kaybettiklerini geri alabilir artık ne de kendisine sağlam bir siyasi gelecek çizebilir.

İstanbul Kürt’ü ne istiyor?-Mehmet Ali Güller-

Yeni açılım başladığında, DEM’in kıdemli İmralı heyeti üyesi Ahmet Türk şöyle demişti: “Irak ve Suriye Kürtleriyle görüştüm. Irak Kürtleri de Suriye Kürtleri de tıpkı Osmanlı’daki gibi, Türklerle birlikte yaşamak istiyor.”

O zaman TV yayınında sormuştum: Peki İstanbul Kürtleri ne istiyor? Acaba İstanbul Kürtleri, aşiret ilişkilerinin belirleyici olduğu Barzani ve Talabani Kürtleriyle, daha önemlisi Osmanlı’daki gibi, birlikte yaşamak istiyor mu?

Mesele Kürt sayısı ise İstanbul dünyanın en büyük Kürt şehridir ve biz İstanbul Kürtlerinin görüşü Irak ve Suriye Kürtlerinin görüşünden daha önemsiz değildir!

SİYASİ PARTİ DEĞİL AŞİRET ÖRGÜTÜ

Irak Kürtleri, ağırlıkla Erbil merkezli KDP ve Süleymaniye merkezli KYB partilerinin etrafında örgütleniyor. Bu iki örgüt, uzun yıllar çatıştı. ABD iki örgütü zorla barıştırıp Irak’ın kuzeyinde bu iki örgütün birlikte yöneteceği bir özerk devlet kurdu. Örgüt ya da parti diyoruz ama aslında KDP ve KYB bir siyasi partiden çok bir aile partisi ve aşiret örgütlenmesidir. KDP Barzanilerin, KYB de Talabanilerin örgütüdür.

KYB’nin lideri Bafel Talabani, partinin eski eşbaşkanı olan kuzeni Lahur Talabani ve kardeşlerini bir çatışmanın ardından tutukladı. Olay KYB içinde bir kuzen kavgası, aile içi güç mücadelesi, hatta darbe içinde darbe olarak nitelenebilir. Çünkü: KYB lideri Celal Talabani ölünce, karısı Hero Talabani partinin geleceği için bir düzenleme yapmıştı. Hero Talabani,  KYB’nin kurucu lideri İbrahim Ahmed’in kızıydı ve bu nedenle etkili bir isimdi. Partiyi babası kurmuştu, kocası da uzun yıllar yönetmişti. Hatta en sonunda Celal Talabani, Irak cumhurbaşkanı da olmuştu. Çünkü ABD’nin Lübnanlaştırdığı Irak’ta cumhurbaşkanı Kürt, başbakan Şii, meclis başkanı da Sünni olacaktı. (Bahçeli’nin önerisini anımsayınız.)

BACANAK CUMHURBAŞKANLARI

Celal Talabani ölünce, Hero Talabani, şartları gözeterek KYB’ye eşbaşkanlık sistemi getirdi. Celal ve Hero Talabani’nin oğlu olarak Bafel Talabani ile kuzeni Lahur Talabani KYB’nin eşbaşkanları oldular. Ancak Bafel Talabani eşbaşkanlar içinde daha güçlü durumdaydı. Çünkü Bafel’in karısı hem teyzesinin kızı hem de Irak Cumhurbaşkanı Abdüllatif Reşid’in kızıydı.

Somutlayayım: İbrahim Ahmed, Barzanilerden kopup KYB’yi kurduktan sonra, kızlarından Hero’yu Celal Talabani ile, kızlarından Şanaz’ı da Abdüllatif Reşid’le evlendirdi. Böylece Celal Talabani ve Abdüllatif Reşid bacanak oldu. Celal Talabani ölünce, sırasıyla Fuad Masum ve Behram Salih cumhurbaşkanı oldular, onları bacanağı Abdüllatif Reşid izledi. Bacanak cumhurbaşkanlarından birinin oğlu ile diğerinin kızını evlendirdiler. 

İşte Bafel Talabani bu iki gücü birden kullanarak, kuzeni olan eşbaşkanı Lahur Talabani’yi tasfiye ettiLahur Talabani de KYB içindeki muhalifleri toplayarak Halk Cephesi kurdu. Bu güç mücadelesi en sonunda silahlı bir çatışmaya dönüşmüş oldu.

KDP-KYB-PKK GÜÇ MÜCADELESİ

KYB’nin Irak Kürdistanı Yönetimindeki (IKY) ortağı ama aynı zamanda rakibi olan KDP ise Bafel ile Lahur Talabaniler arasında dört yıldır süren bu “aile içi güç mücadelesini” kendi hâkimiyetini artırmanın fırsatı olarak görüyor.

Öte yandan Barzaniler, ağırlıkla KYB bölgesinde bulunan PKK’den de rahatsızlar. Çünkü Barzani aşireti, Irak Kürdistanı’nın tek hâkimi olabilmek için fırsat buldukça PKK’yi sıkıştırmaya çalışıyordu. KDP karşısında geçen yıllar içinde gücü azalan KYB ise PKK’yi destekleyerek denge kurmaya çalışıyordu. İşte Öcalan’ın “düzenlenmeden” sızdırılmış 21 Nisan ve 30 Mayıs tarihli İmralı notlarında Barzani için kullandığı çok ağır sözler de bu güç mücadelesi nedeniyleydi.

NASIL YAŞAMALI?

Görüleceği üzere aileler, aşiretler arası güç mücadelesi yaşanıyor Irak’ın kuzeyinde. Barzaniler ile PKK’nin güç mücadelesi Suriye’de de sürüyor, şimdilik uzlaştılar.

Peki 100 yıldır iyi kötü demokrasi yaşayan Türkiye Kürt’ü, Barzani ve Talabanilerin bu aşiret ilişkileriyle birlikte yaşamak ister mi? 

Tamam, ne yazık ki Mustafa Kemal’in devrimci cumhuriyeti ilerletilemedi, toprak ağalarıyla uzlaşan yeni egemen sınıf yoksul Kürt köylüsünü Kürt ağaların siyasi desteğine karşılık sattı, tamam Türkiye’nin Atlantik sürecinde demokrasisi ağır yara aldı, tamam bu süreçte iş Kürtleri inkâr etmeye kadar vardı, tamam Türkiye siyasal İslamcılığın baskısı altında ama her şeye rağmen Türkiye güneyindeki aşiret ilişkilerinin 100 yıl ilerisinde.

O nedenle Osmanlı’daki gibi yaşamayı değil, devrimci Cumhuriyetin işaret ettiği çağdaş uygarlığı hedefliyoruz biz; İstanbul Kürt’ü olarak, Kürt kökenli Türkler olarak, etnik kimliği Türk, Kürt, Laz, Çerkez olup da ulusal kimliği Türk olanlar olarak...

Cumhuriyet


Öne Çıkan Yayın

Makullük, Anketler ve Bilal Erdoğan + Erdoğan sonrası mı? Yeni rejim hazırlığı mı? + Suriyeli sahte avukat enselendi + Şili’de "demokrasi" açık verdi: Aşırı sağ seçimleri kazandı -halkTV-

Makullük, Anketler ve Bilal Erdoğan -Serra Karaçam-  Bugün gündemde önemli konular var. Biri, S usie Wiles’in Vanity Fair röportajı, Venezue...