BİRGÜN "Köşebaşı + Gündem" -5 Nisan 2025-

Bağışlar nerede?-İsmail Arı-

Kızılay İstanbul İl Merkezi Şubesi’nin hesaplarını inceleyen müfettişler, yurttaşların Gazze ve Suriye gibi ülkelere insani yardım yapılması için bağışladığı paraların genel merkeze gönderilmediğini belirledi.

Depremde çadır satması ile gündem olan ve uzun yıllardır yolsuzluk iddiaları ile anılan Kızılay’ın başmüfettişleri, Kızılay İstanbul İl Merkezi Şubesi’ni denetledi.

BirGün’ün ulaştığı teftiş raporunda yer alan bilgilere göre, yurttaşların Filistin-GazzeSuriye, Afganistan, Pakistan ve Ukrayna’ya insani yardım için yaptığı bağışlar ile fitre, zekat ve kurban bağışları Kızılay Genel Merkezi’ne gönderilmedi. Müfettişler gönderilmeyen paranın, 2 milyon 837 bin TL olduğunu belirledi.

Müfettiş raporunda, Bağış ve Bağışçı İşlemleri Yönetmeliği’ne atıf yapılarak, “Yönetmeliğin ilgili maddesinde ‘Genel Merkez tarafından gerçekleştirilen ulusal proje, kampanya ve faaliyetlerde bağışın Şubeler tarafından kabul edilmesi durumunda, bağış tutarı bağışçı bilgileri ile birlikte tahsilatı takip eden iş gününde Genel Merkez bağış hesaplarına gönderilir’ denilmektedir. Bu hüküm gereğince şartlı bağışların Genel Merkeze aktarılması gerekmektedir” ifadeleri yer aldı. Raporda, Endonezya Devleti’nin deprem felaketinde kullanılması için Kızılay İstanbul İl Merkezi Şubesi’ne yaptığı yaklaşık 1 milyon TL’lik bağışın da “şartlı bağış” olarak kaydedilmediği belirtildi.

Raporun bir başka dikkati çeken kısmı ise 6 Şubat 2023’teki deprem felaketinde yapılan döviz bağışlarıyla ilgili bölümü oldu. Raporda, Kızılay İstanbul İl Merkezi’nin döviz hesaplarında yer alan paranın TL’ye çevrildiği ve 2023 Ekim tarihli döviz kuruna göre toplam 25 milyon 800 bin TL’ye denk gelen “depremde kullanılması şartlı ile yapılan bağışlara” dair işlemlere için 5 Kasım 2024 tarihinde soruşturma başlatıldığı ifade edildi. 25,8 milyon TL’nin nerede olduğu ve soruşturmanın akıbeti ise açıklanmadı.

GENEL MERKEZ DOĞRULADI

Kızılay Genel Merkezi’nden BirGün’e yapılan açıklamada ise “Kızılay yönetmeliklerinde şartlı ve şartsız bağışların nasıl kullanılacağı net bir şekilde belirlenmiştir. Tarafımıza gönderdiğiniz inceleme raporunda da Kızılay Şubesi’nin şartlı bir bağış aldığı görülmektedir. İlgili şube hiçbir şekilde söz konusu bağışı şartı dışında kullanma imkanına sahip değildir. Ancak söz konusu belgede ilgili şubenin kendisine yapılan şartlı bir bağışı süresi içerisinde Genel Merkez hesaplarına aktarmadığı anlaşılmaktadır. Bu eksikliğin de yine Kızılay yönetmeliklerinde yaptırımı net olarak belirlenmiştir. Söz konusu bağışın kaybolması gibi bir durum asla söz konusu olamaz. İnceleme belgesinden de görüleceği gibi Kızılay iç denetim mekanizmalarıyla her türlü eksikliği tespit etmekte ve gerekli yaptırımı hayata geçirmektedir” denildi.

PARALEL ŞUBE OLARAK BİLİNİYOR

Kızılay’ın İstanbul’da iki merkezi şubesi bulunuyor. İmza attığı tüm skandallara rağmen uzun yıllar Kızılay Başkanlığı koltuğunda oturan önceki Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın kararı ile İstanbul’da kurulan ikinci şube "paralel şube" olarak isimlendiriliyor. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a en yakın isimlerden biri olan Binali Yıldırım’ın kardeşi İlhami Yıldırım, 2009 yılında Kızılay Çekmeköy Şube Başkanlığı ve 2013 ile 2019 yılları arasında da Kızılay İstanbul Şube Başkanlığı görevlerini yürüttü. Kerem Kınık ise 2019’da Kızılay’ın İstanbul Şubesi’ni yeniden İlhami Yıldırım’a ve ekibine teslim etmek istemedi. Ancak İlhami Yıldırım, 2019 yılında üçüncü defa Kızılay İstanbul Şube Başkanlığı görevine seçildi. Kerem Kınık ise bu gelişmenin ardından İstanbul’da bir şube daha kurdu. İstanbul İl Merkezi Şubesi ismi verilen Kızılay şubesinin başına da dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin AKP’li Meclis Üyesi Kadem Ekşi getirildi. Tüm ilçe şubeleri, İstanbul İl Merkezi Şubesi’ne bağlandı, Kızılay Genel Merkezi de tüm iş ve işlemleri bu şube üzerinden yürütmeye başladı.

                                                           ***

Tüketim boykotu başarılı olabilir mi?-Önder KULAK - Kurtul GÜLENÇ-

Bir ekonomik mücadele olarak tüketim boykotu, belirli bir sermayedara ait metaların tüketiminin topluca reddedilmesi ve böylece talebin düşürülmesiyle beraber sermayenin yeniden üretiminin sekteye uğratılmasıdır.Tüketim boykotu başarılı olabilir mi?                                                Görsel yapay zekâyla üretilmiştir

Tüketim boykotu, toplumsal hoşnutsuzluğun yüksek olduğu ülkelerde, bir süredir en sık tartışılan eylem biçimlerinden biri. Tartışmalarda ise hemen herkesin aklında, tüketim boykotunun başarılı olup olamayacağı sorusu var. Tarihsel örneklere bakıldığında, disiplinle uygulanıp başarı kazanan pek çok tüketim boykotundan bahsetmek mümkün. Hatta bunlardan kimileri, otoriter ve faşist iktidarlar karşısında yıkıcı birer araca dahi dönüşmüştür.

DOĞRUDAN BOYKOT

Başlı başına bir ekonomik mücadele fiili olarak tüketim boykotu, belirli bir sermayedara ait metaların tüketiminin halk tepkisi dolayısıyla topluca reddedilmesi ve böylece talebin düşürülmesiyle beraber sermayenin yeniden üretiminin sekteye uğratılmasıdır. Bu fiil karşısında sermayedarın boykota konu olan nedenleri ortadan kaldırması ve boykotu örgütleyen öznelerle sessiz de olsa bir anlaşmaya varması beklenir. Aksi takdirde ya boykot yıkıcı olur, azalan taleple üretim durur ve üretime koşulan sermaye zarara uğrar ya da sermayedar boykotu aşmayı sağlayan başka yollar bulur ve boykot başarısız olur.

Tarihte halkın sahiplendiği birçok başarılı boykot örneği sayılabilir. Bunlardan Apartheid sermayesine yönelik ANC ve SACP’ın çağırısıyla örgütlenen ve özellikle 1980’li yılların ikinci yarısında etkili olan tüketim boykotu, Güney Afrika ekonomisi üzerindeki görece yıkıcılığı düşünüldüğünde, son derece önemli bir örnektir.1 Boykot, halkın büyük kesiminin ırkçı burjuva kesimine ait metaları tüketmeyi reddetmesi ve ihtiyaçlarını küçük üreticiler, tüketim kooperatifleri ve dayanışma ağlarından karşılaması sayesinde dikkate değer bir başarı sağladı. Başarılı olan boykot, daha sonra yabancı sermayenin ülkeden çekilmesi konusunda dünya halklarının desteğini de pekiştirmiş ve bu destek GM, Ford ve IBM gibi onlarca markanın ülkeyi terk etmesinde etkili olmuştur.

GREV BAĞLANTILI BOYKOT

İşçiler grev ilan edip üretimi bıraktıklarında, ilgili ürün veya hizmet üretilmediğinden değişim sürecine de aktarılamaz. Böylece meta namevcut olduğu sürece, giderlerini karşılamayı sürdüren sermaye zarar etmeye başlar. Bu noktada sermayedarın işçilere karşı alacağı önlemler arasında, ekonomik açıdan lokavttan grev kırıcılığına ve siyasal açıdan grev erteleme kararından kolluk kuvvetleri saldırısına kadar pek çok koşul bulunur. Bunlardan hangilerine ne ölçüde başvurulabileceği mevcut ve potansiyel işçi sınıfı örgütlülüğü ve mücadelesinin ivmesine doğrudan bağlıdır. Harvey tam burada, sermayedara karşı bir hamle olarak tüketim boykotunun da dikkate alınabilecek bir eylem olduğunu anımsatır.2

Belirtildiği üzere, işçilerin greviyle birlikte üretimin konusu olan metanın arzı da kesilir. Ne var ki meta ürün formundaysa, marketlerden/mağazalardan üretim depolarına kadar belirli bir nicelik satıştaki varlığını korumayı sürdürür. Hatta ürün talebi yüksek bir ürünse, arzın düşmesinden ötürü fiyatlarda kısa süreli bir artış dahi yaşanabilir. Burada grev, eğer bir tüketim boykotuyla örtüşebilirse, karşılıklı olarak hem grevin hem de boykotun başarı şansı artar. Metaya ilişkin talebin durmasıyla, üretilse dahi tüketilmeyecek bir meta söz konusudur çünkü. Böylece sermayenin yeniden üretimi adeta felce uğrar. Sermayedar zamana karşı bir yarışa girmek zorunda kalır.

Güney Afrika’daki tüketim boykotu birçok grevle örtüşmüş ve böylece hem grevlerin hem de boykotların başarı oranı artmıştır. Ayrıca işçi sınıfı ve halkın diğer kesimlerinin ortak çıkarlar etrafında bir araya geldiği yeni olanaklar doğmuştur.

TÜKETİM KOOPERATİFLERİ

Boykotların uzun süreli olması halkın ihtiyaçlarını karşılamadaki alternatiflere de bağlıdır. Neticede meta üretiminin büyük kısmı “sermayedarlar” elindedir ve bir sermayedardan bir başkasına yönelmek nihai bir çözüm değildir. Bu nedenle özellikle büyük boykotlar sırasında başvurulan tüketim kooperatifleri burada daha kalıcı bir çözüm olarak ortaya çıkar. Böylesi kooperatifler siyasi parti ve sendikalar gibi emek merkezli kurumlarca kurulup yönetilerek, (varsa) işçilerin ortak mülkiyetindeki fabrikalardan ve üretim kooperatifleri ya da kırda ve kentte küçük üreticilerden doğrudan aldıkları ürünleri, kar amacı gütmeden halka ulaştırmayı amaçlarlar. Halka ihtiyaç duyduğu tüketim metalarını ucuz ve kaliteli biçimde ulaştırırken, işçi sınıfı ve alt ara sınıfları ortak çıkarlar etrafında bir araya getirirler.

Güney Afrika örneğinde, boykotla koşut olarak pek çok tüketim kooperatifinin kurulduğuna rastlanır. Bu kooperatifleri ANC ama daha çok da SACP ve etkisi altındaki sendika konfederasyonu COSATU örgütlemiştir.

Kaynaklara göre kooperatiflerin ilk işi, üyelerinden topladıkları küçük katkılarla ortak bir bütçe oluşturmaktı. Bu bütçeyle kırda ve kentte küçük üreticilerden doğrudan ürün tedariği gerçekleştirdiler. ANC, SACP ve COSATU, bu sırada arka planda kooperatiflerin lojistiğini destekliyordu. Kooperatiflerde un, şeker, meyve, sebze gibi temel gıdalardan giyecek ve yakacak gibi farklı ihtiyaçlara değin ürünler bulunuyordu. Kooperatiflerin işleyişten ürün seçimine kadar tüm yönetimi, üye ve çalışanlarının doğrudan katılımıyla gerçekleşiyordu. Bütün bütçe akışı şeffaf biçimde halka açık bir noktada paylaşılmaktaydı.

Güney Afrika örneğinin de gösterdiği üzere, bir boykotun doğru örgütlendiğinde ve yönetildiğinde, bırakalım başarılı olmayı, tüketim kooperatifleri gibi uzun süreli ve daha kalıcı çözümlere dahi kapı aralayabileceği aşikardır.

------

1 Bkz. J. N. Wilhelm de Jager, “Political Consumerism in the South African and British Anti-Apartheid Movements”, Political Consumerism içinde, OUP, 2019, ss. 58-63.

2 David Harvey, Marx, Capital, and the Madness of Economic Reason, OUP, 2018, s. 76.

                                                          ***

Kuzey Kıbrıs’ta da eğitim gericileştirilmek isteniyor -Berkay Sağol-

Kuzey Kıbrıs’ta Disiplin Tüzüğü’nde yapılan değişiklikle, 18 yaş altı öğrenci kız çocuklarının türbanla okula gelmelerinin yani çocuklar üzerinden din istismarının önünü açtı. Tepkilerden sonra ise ilgili madde kaldırıldı.

Kıbrıs Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı ile Bakanlar Kurulu, Disiplin Tüzüğü‘nde yaptıkları değişiklikle, 18 yaş altı öğrenci kız çocuklarının türbanla okula gelmelerinin önünü açtı. Çocuklar üzerindeki din istismarının önünü açan değişiklikte 18 yaş altı çocukların soyut kavramlar olan dini inanç seçimi için yeterli gelişimlerini tamamlamış olduğu ve kendi seçimlerini yapabileceği şeklinde bir fikir ortaya çıktı.

Ancak öğretmenlerden, siyasi partilerden ve milletvekillerinden gelen tepkilerden sonra ise tüzükte ilgili madde kaldırıldı. Maddenin kaldırılmasına rağmen, okullarda bu baskının ve dayatmanın devam ettiği belirtildi.

Disiplin Tüzüğüne eklenip çıkarılan maddede şu ifadeler yer aldı: “Öğrencilerin dini inançlarından dolayı başlarını örtmek istemeleri halinde, yalnızca bone üzerinde bandana yerleştirerek başlarını örtebilirler. Bone ve bandana üzerinde herhangi bir şekil, desen, yazı, sembol ve işaret bulunamaz. Bone ve bandana okul üniforması ile uyumlu renkte, düz ve sade olmalıdır.”

Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası (KTOEÖS) Başkanı Selma Eylem, tüzüğe eklenmek isteyen sonradan çıkarılan ve yaratılan baskı ortamına tepki gösterdi. Eylem, ilahiyat koleji, Kuran kursları, tarikat yapılanmaları, zikir evleri, kültür anlaşmaları adı altında yürütülen misyonerlik çalışmaları ve dini sembol takan öğretmen atamalarıyla eğitimin bilinçli bir şekilde dini muhafazakârlaştırılmaya çalışıldığını söyledi.

Eylem, “AKP’nin Türkiye’de olduğu gibi ülkemizde de yapmak istediği, eğitimde dinî muhafazakârlaştırma, dindar nesil yetiştirme, sorgulamayan, biat eden bir toplum modeli yaratmaktır; bu hedefle ortaya koyduğu ideolojik politikalardır. Tüm okullar imam hatipleştirilmeye çalışılmakta, Kıbrıs Türk toplumuna dayatılan ekonomik, siyasi, sosyal politikaların kalıcılaşması için Türkiye’de olduğu gibi burada da toplumsal farklılıkları ve hoşgörüyü yok etmeye, bölmeye, halkı birbirine düşman etmeye uğraşılmaktadır” dedi.

Eğitim sisteminin dini motiflerle dizayn edilmesinin bir özgürlük meselesi değil, toplumu kutuplaştırma çabası olduğunu belirten Eylem, “Bilimsel, laik eğitim sistemine sahip çıkmak için mücadeleye devam edeceğiz ve toplumun desteğini bekliyoruz. Koltuk uğruna boyun eğen, geleceğimize, çocuklarımıza ihanet eden kuklalara karşı da, talimatları veren ve organize edip dayatanlara karşı da öğretmenlerimiz ve sendikamız, boyun eğmeyecek, geleceğimiz, çocuklarımız, toplumumuz için her türlü mücadeleye devam edecektir” diye konuştu.

ÖĞRETMENLERE TEHDİT

Kıbrıs’ta Hak ve Özgürlük Platformu ile bir camii imamı öğretmenleri tehdit etti. Hak ve Özgürlük Platformu Başkanı Mustafa Tıngır, yaptığı açıklamada, “Öğretmen kimliği adı altında yapılan bu vandallıkları kabul etmiyoruz. Okul da bizim, cami de bizim, üniversiteler de bizim. Aidiyet hissetmeyen Rum tarafına gidebilir” dedi.

Hamitköy Camii imamı İbrahim Damar’ın da sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımda, “ Benim dinime hakaret eden, devleti bile okula sokmayan bu zihniyeti öldüğü vakit ben de camiye sokmayacağım. Selasını vermeyeceğim. Cenaze namazını kıldırmayacağım. Açık söylüyorum, başörtüsüne karşı gelen kafirdir. Kafirin cenaze namazı kılınmaz” ifadelerini kullandı.

                                                                  ***

Yangında önce arabaları kurtarmışlar

Bolu’daki 78 kişinin hayatını kaybettiği Grand Kartal Otel’deki yangın faciasına ilişkin bilirkişi raporu, yaşanan ihmaller ortaya koydu. Oksijen’de yer alan habere göre, oteldeki görevlilerin yangını haber aldıktan sonra otoparka koşarak arabaları kurtarmaya çalıştığı tespit edildi.Raporda 12 dakika boyunca kimsenin uyandırılmadığı, bu süre zarfında herkesin otelden çıkmasının mümkün olabileceği vurgulandı. Raporda ayrıca zorla açılan otopark kapısının yangının söndürülmesinin önüne geçtiği bildirildi.

                                                        ***

Binlerce tarla borca karşılık satışa çıktı

Bankalara borcunu ödeyemeyen çiftçiler, ellerindekini de ipotek altında kaybediyor. Ürettiğinden kazanamayan çiftçilerin tarlaları, borçları karşılığında bankalar tarafından birer birer satılıyor. Üreticinin bankalara borcu da artışta.


Çiftçilerin bankalara olan borçları, 2024 yılı sonunda 868 milyar 627 milyon 299 bin lira iken bu yılın ocak ayında 899 milyar 745 milyon 729 bin liraya çıktı. 2025 Şubat ayında ise 935 milyar 936 milyon 324 bin liraya yükseldi. Takipteki borçlar yüzde 37 arttı. Çiftçi borçları, yalnızca iki ayda 67 milyar lira yükseldi. CHP Niğde Milletvekili ve Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonu Üyesi Ömer Fethi Gürer, çiftçilerin borçlarını ödeyememesi nedeniyle tarlaların icra yoluyla satışa çıkarıldığına dikkati çekti, bu durumun tarım sektörü için ciddi bir tehdit oluşturduğunu ifade etti.Gürer’in paylaştığı verilere göre, sadece mart ayında toplam 2 bin 937 tarla, icra daireleri ve sulh hukuk mahkemeleri tarafından satışa çıkarıldı. Mart ayının ilk 24 gününde 1959 tarlanın satış ihalesi yapılırken, 24-31 Mart arasında 978 tarla daha satışa açılacak. Tarlaların ihale yoluyla en çok satışa çıkarıldığı kent Kayseri oldu. Kayseri’de 42, Balıkesir’de 41, Eskişehir’de 40, Kırklareli’de 33, Afyon’da 32, Ankara’da 30, Bursa’da 29 tarla satışa çıktı. Çiftçilerin bankalara olan borçlarını ödeyememesi nedeniyle takibe düşen borç tutarının hızla arttığını belirten Gürer, “2024 Aralık ayında 3 milyar 621 milyon 920 bin TL olan takipteki borç tutarı, 2025 Ocak ayında 4 milyar 480 milyon 112 bin TL’ye, Şubat 2025’te ise 4 milyar 969 milyon 351 bin TL’ye ulaştı. Bu artış, iki aylık süreçte takipteki borç tutarının 1 milyar 347 milyon 431 bin TL arttığını göstermektedir. 2 ayda çiftçilerin bankalara zamanında ödeyemediği için takibe alınan borçları yüzde 31 artış gösterdi. Takibe düşen borçlardaki bu artış, daha fazla çiftçinin artık borçlarını ödeyemediğini ve bankalar tarafından takibe alındığını gösteriyor” diye konuştu. Gürer, açıklamasında çiftçilerin borçlarının ilk taksitlerinin 2027 yılına ertelenmesi ve borç faizlerin silinmesi için verdiği kanun teklifinin Meclis’te görüşülmesi çağrısında bulundu.

                                                             ***

Marx’ın 11. Tezi -Önder KULAK - Kurtul GÜLENÇ-

Marx, on birinci tezde ilan ettiği düşünceyle eylem arasındaki sürekliliği materyalist tarih kavramsallaştırmasıyla somutlaştırmış olur. Düşünce ile eylem arasındaki diyalektik birliğin nihai amacı ise insanlığın özgürleşmesidir.


Karl Marx Feuerbach Üzerine Tezler’in on birincisinde felsefi literatüre damga vuracak o ünlü sözü söyler: “Filozoflar dünyayı yalnızca farklı şekillerde yorumlamışlardır, mesele onu değiştirmektir.”1 Bu tezin okuyucuya ilettiği iki argüman vardır. Bunlardan ilki Marx’ın düşünce ile eylem arasında tezat bir ilişki kurmadığı, başka bir ifadeyle ikili arasında bir sürekliliğe işaret ettiğidir. İkinci argüman ise filozofların daha en başından Varlığın en genel zeminini keşfetme çabası olarak felsefeyi bir yorumlama etkinliği formunda inşa etmiş olmalarıdır ve artık bunun değiştirilme zamanı gelmiştir.

Kuşku yok ki Marx bu konuda haklıdır. Felsefi düşünce daha en başından Varlığın en genel zeminini keşfetme çabası olarak parıldamıştır. Batı düşünce tarihi kitaplarında çoğunlukla ilk filozof olarak aktarılan Miletli Thales’in arkhe (ilk neden, başlangıç) problemini ele alması ve Thales sonrasında pre-Sokratik filozofların bu problemi derinlemesine işlemeye devam etmesi bu iddianın tarihsel kanıtlarından biri olarak gösterilebilir. Kozmolojiden ontolojiye geçişi tamamlayan en önemli unsurlardan biri ilk neden probleminin rasyonel bir söylem eşliğinde yanıtlanmaya çalışılmasıdır. Bu eksende, aklın, felsefi düşüncenin temel, hatta tek kategorisi olduğu ileri sürülebilir. Varlık zemininde söz konusu yorumlama çabasına eşlik eden ve onun merkezini işgal eden akıl kategorisi altında tüm önemli ikiliklerin (bilinç-varlık, özne-nesne, öz-görünüş, zorunluluk-özgürlük) uzlaştırılmaya çalışıldığı bir çerçeve yapılandırılmıştır. Felsefe tarihi akla dayalı bu yapılandırmanın tarihidir. Var olanın özünde rasyonel olmadığı ve akla doğru getirilmesi gerektiği iddiası bu çabadan kaynaklanır. Akıl ile var olan uyum içine sokulduğunda artık dünya akla karşıt bir konumda yer almayı bırakır, daha çok düşünce tarafından kavranır ve bir Kavram olarak tanımlanır.2 Böylece maddi nesnelliğin düşünce karşısındaki görece dışsal karakteri aşılmış ve dünya, düşüncenin mutlaklığına doğru çekilmiş olur.

Felsefe tarihinde açığa çıkan bu girişimin en üst noktasında Alman İdealist felsefesinin olduğu söylenebilir. Modern felsefede ortaya çıkan iki temel gelenek, rasyonalizm (akılcılık) ve empirizm (deneycilik), bilinç ile var olan arasındaki gerilimi incelemenin en önemli iki kaynağıdır. Empirizm bir yandan bilince dışsal bir dünyanın varlığını temellendirirken, diğer yandan bu dünyadaki farklı sosyal grupların çatışan çelişkilerini bize göstermiş, rasyonalizm ise bu çelişkilerin hangi ide (kavram) dolayımıyla aşılabileceğini, potansiyel düzlemde insanlar arasında inşa edilebilecek dayanışmanın ve olası yeni bir yaşamın imkanını rasyonel ilkelerle gerekçelendirmeye çabalamıştır. Sonrasında Kant bu iki geleneği eleştirel felsefe başlığı altında uzlaştırmaya niyetlenmiş, ama var olan çatallanmalar felsefesinde tam anlamıyla aşılamadığı için bu görevi tamamlamak Hegel’e düşmüştür. Hegel aklı ve özgürlüğü bir arada düşündüğünde modern Batı felsefesi geleneğinden önemli bir sonuç çıkarır: özgürlük rasyonalitenin öğesidir, aklın içinde bulunabileceği tek formdur.3 Felsefe düşünüre göre tinin (yani kendisinin bilincinde olan aklın) tek ve zorunlu hakikatinin özgürlük olduğu bilgisini bize verir. Başka bir ifadeyle, felsefi tarih tinin tüm özelliklerinin özgürlük dolayımıyla var olduğunu, her şeyin özgürlüğün dolayımı olduğunu bize anlatır. Tam da bu sebeple insani özgürleşmenin tarihi ile aklın tarihi aynıdır. Özgürlük olarak akıl kavrayışıyla felsefe de sınırına ulaşmış görünür. Hegel tam da bu aşamada felsefe tarihinin nihai sonunu ilan etmiştir.

BİLİNCİN EN GELİŞMİŞ FORMU OLARAK FELSEFE

Bu sebeple 19. yüzyılın otuzlar ve kırklarında Almanya’da felsefe, bilincin en gelişmiş formlarından birisi olarak değerlendirilmiştir ve ilginçtir ki o dönem Avrupa’sının pek çok bölgesindeki somut maddi koşullar bu bilincin çok gerisindedir. Başka bir ifadeyle, bilinç maddi koşulları öncelemiştir. Tam da bu sebeple yerleşik düzenin eleştirisi o bilincin eleştirisi olarak ortaya çıkmıştır. Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi çalışması bunun en nitelikli örneğidir. Eserin iki temel sorusu vardır. Kitap ilk olarak felsefenin temel problemine, yani varlık ile bilinç ilişkisi meselesine materyalist bir yanıt verme uğraşı içindedir. Bu bağlamda ekonomik ilişkilerin temelinde yatan unsurların neler olduğu gösterilmeye çalışılır. Böylelikle tarihsel gelişim sürecinin temeline daha derinlemesine girilmekte, bir toplum formundan diğerine geçişin arka planındaki maddi ilişkiler ve güçler açığa çıkarılmaktadır. Kitap ikinci olarak Alman felsefesinin (Alman ideolojisi) bir eleştirisi olarak formüle edilmiştir. Bu polemikteki başlıca problem mevcut gerçekliğin nasıl değiştirilebileceği sorusuyla alakalıdır.

Düşünürler bu çalışmayla birlikte iki yeni iddiayı düşünce tarihine taşımışlardır. Bunlardan ilki, felsefe, bilincin en gelişmiş formlarından biri olduğu için böyle bir bilinç formunun eleştirisinin yapılabilmesinin yeni bir teorik hattı gerektiriyor oluşudur. Marx’ın sosyal teorisinin ekonomik koşulların yerleşik düzendeki bütünlüğüne ve rolüne karşı eleştirel sorumluluğunu beyan etmesi bu yeni hatla ilgili bize ipucu vermektedir. Felsefe ekonomik-sosyal teoriye eklemlenmiştir. Ön plana çıkan ikinci iddia ise sınırına ulaşmış olarak görünen felsefenin artık yorumlayıcı etkinlik olmaktan çıkarak dünyayı değiştirme eylemine katılacak olmasıdır. Böylece Marx on birinci tezde ilan ettiği düşünceyle eylem arasındaki sürekliliği materyalist tarih kavramsallaştırmasıyla somutlaştırmış olur. Düşünce ile eylem arasındaki diyalektik birliğin nihai amacı ise insanlığın özgürleşmesidir.

-----

1 Hayalet Karl Marx: Seçme Yazılar, çev. Volkan Çıdam, ed. Güçlü Ateşoğlu, Ayrıntı Yay.,
s. 200.

2 Herbert Marcuse, Olumsuzlamalar, çev. Kurtul Gülenç, Ayrıntı Yay., 2020, s. 139.

3 Georg W. F. Hegel, Vorlesungen über die Philosophie der Geschichte, Werke, XIII, 1840-47, s. 34.

                                                              /././

(BİRGÜN)


SÖZCÜ "Gündem" -5 Nisan 2025-

Elektrik fiyatlarına dev zam

EPDK, maliyetlerdeki artış nedeniyle elektrik fiyatlarına konutta yüzde 25 zam yapıldığını duyurdu. Ayrıca doğal gaz için de bir artış yapıldığı bildirildi.

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK), elektrik ve doğal gaz fiyatlarına yapılan yeni zamları açıkladı. Açıklamada, "elektrik üretim ve dağıtım maliyetlerindeki artış" nedeniyle konut aboneleri için yüzde 25 oranında zam yapıldığı duyuruldu. Bunun yanında kamu ve özel hizmetler sektörü aboneleri için yüzde 15, sanayi abone grubu için yüzde 10 ve tarımsal faaliyetler abone grubu için ise yüzde 12,4 oranında zam yapıldı. Bu değişiklikle birlikte ayrıca 100 kilovat elektrik tüketimi olan bir mesken abonesi için ödeme tutarı 259,04 liraya yükseldi. DOĞAL GAZA DA ZAM;  Öte yandan, doğal gaz için de açıklama yapıldı. Açıklamada, "Ayrıca BOTAŞ’ın internet sitesinde ilan ettiği BOTAŞ doğal gaz toptan satış fiyatları ışığında: Nihai doğal gaz satış fiyatlarında sanayi tüketicileri için ortalama yüzde 20, elektrik üretim santralleri için ise ortalama yüzde 24,2 oranında artış söz konusudur" denildi. Yeni fiyat tarifeleri, 5 Nisan 2025 tarihi itibarıyla geçerli olacak. BAKAN 'BAKACAĞIZ' DEMİŞTİ; Geçen mart ayında elektrik dağıtım şirketlerinin artan maliyetlerini gerekçe göstererek, elektrik tarifelerinde bir artış talep ettiği iddia edilmişti. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, zam konusunda henüz kesin bir kararın verilmediğini belirterek "Bakacağız, değerlendireceğiz" ifadelerini kullanmıştı.

                                                      ***

Öğrenciler AKP’nin kitap listesini okuyacak!-Sultan Uçar-

CHP’nin bazı markaları boykotunu eleştiren AKP, İstanbul’daki ilk ve orta dereceli okullarda düzenlenecek kitap okuma yarışması için yüzde 90’ı iktidara yakın yayınevlerinden 71 milyon TL’lik kitap satın aldı. Yarışacak öğrencilere, AKP Grup Başkan Vekili Bahadır Yenişehirlioğlu dahil çok sayıda siyasal İslamcı yazarın kitabı okutulacak.

İstanbul Valiliği ve İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü, “Ben Okuyorum, İstanbul Okuyor” adlı proje başlattı. İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri, 28 Nisan günü kitapları okuyanları, çoktan seçmeli 50 soru sorup 90 dakikalık sınava alacak. İlk bakışta kitap okunmasını teşvik gibi görünen bu yarışmada, ilginç ayrıntılar ortaya çıktı.(YENİ ŞAFAK EKİBİ) İstanbul’daki tüm ilçelerde bulunan ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerinin katılacağı yarışma için Milli Eğitim’in yaptığı binlerce kitaptan oluşan, “Tavsiye Kitap” listesi yayıncılık sektörünü karıştırdı. “Yeni Şafak Grubu”, “Anadolu Mektebi Grubu” ve “Ötüken Neşriyat Grubu” gibi iktidara yakın yayınevleri grupları oluşturulduğu görüldü.(MİT BAŞKANI ÖNERİLDİ) Öğrencilerden okunması istenilen kitaplar arasında; AKP Grup Başkanvekili ve Manisa Milletvekili Bahadır Yenişehirlioğlu, MİT Başkanı İbrahim Kalın  gibi İslami kesimden önde gelen birçok ismin kitaplarına öncelik verildi. Dünya klasikleri arasında yer alan kitaplar tavsiye edilse de yayınevinin siyasi görüşüne göre kitap alımı yapıldı.(KÜÇÜK PRENS’İ KAPTILAR!) Yayıncılık sektöründe; Küçük Prens adlı kitabın en niteliklisi, Cemal Süreya ve Tomris Uyar’ın çevirisini yaptığı ve Can Yayınları’nın bastığı olmasına rağmen MEB, bu kitabı Ahmet Kabaklı’nın kurduğu Türk Edebiyatı Vakfı’ndan almayı seçti. Bu vakıftan 170 bin 975 adet kitap alındı.


(605 bin kitap denetlenmeden okul kütüphanelerine girdi) 71 milyon 133 bin TL’lik kitap ihalesini İstanbul Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı yaptı. Yarışma için satın alınan 605 bin kitap, Talim Terbiye Kurulu denetimi olmadan, okul kütüphanelerine gönderildi.(İşte tavsiye edilenler!) -(Hesaplı işler peşinde) Yeni Şafak Ekibi adı altında çok sayıda yazar ve kitabı listeye alındı. İHL kökenli Fatma Çağdaş Börekçi’nin, Nesil Yayıncılık’ın basılan ‘Hesaplı işler Peşinde’, ‘Çakma Öğrenci’ gibi eserlerinden binlerce satın alındı.(DÜNYA İMTİHAN YERİYMİŞ) Çocuk kitapları yazarı, pedagog Gülşen Ünüvar’ın kitapları da listede. Makalesinde, “Defalarca yenilsen, sayısız kere kaybetsen de üzülme. Dünya bir imtihan yeri…” diye tavsiye vermişti. Mustafa Kutlu’nun aşk ilişkileri ve kardeşliği anlattığı “Yıldız Tozu” kitabı ilkokul çocuklarına önerildi. Dergah Yayınları’ndan çıkan ‘Nur’ adlı kitabı da listede. Kitabın ana kahramanı Nur adlı genç kadının, tekkelerin kapatılmasının yarattığı boşlukla düştüğü iç sıkıntı anlatılıyor. Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Taha Kılınç’ın kitapları da listede. Erdoğan’la ilgili, “Askerin siyasete ve dini alana müdahalesinin önlenmesi ve Türkiye’nin sivilleşmesi bile, başlı başına bir hayranlık sebebi. Cumhurbaşkanımız Erdoğan şahsını fersah fersah aşan bir misyonla Müslümanların kendi serüvenlerini seyrettiği bir aynadır”demişti.(CENNET MÜJDECİSİ) Hilal Kara: İlahiyat mezunu. Dini kitapları var. “Peygamber Efendimiz, Hanım Sahabiler, Çocuk Sahabiler, Ashab-ı Suffe, Çocuklar İçin Cennetle Müjdelenen Sahabeler, Peygamberimizin Yiğit Arkadaşı Sa’d Bin Ebi Vakkas” kitapları önerildi.  Mevlana İdris: Diriliş, Dergah gibi dergilerde yazdı. İslamcı kimliğiyle tanınan VakVak Yayınları’ndan çıkan Korku Dükkanı, Sufi ve Pufi gibi kitapları satın alındı. Hayvanlar İş Başında adlı 12 kitaplık, Arapça harplerle basılı Osmanlıca masal serisinden de binlerce adet alındı. İdris ayrıca İslamcı Yazar Nuri Pakdil belgeselinde metin yazarı. Pakdil bir röportajında, “Türkiye’nin genel siyasi konjonktüründe sadece AK Parti’nin savunulması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de 1923’ten sonraki döneminin en iyi muhalif temsilciliğini Ak Parti yaptı” demişti. Nurettin Topçu: Nakşibendi tarikatından. 2017’de Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü aldı. İslam ve İnsan, Yarınki Türkiye, Ahlak Nizamı, Türkiye’nin Maarif Davası gibi kitapları önerildi. Türkiye’nin Maarif Davası kitabında, “Bizde vaktiyle medrese, milli mektepti” diyerek, cumhuriyetle birlikte milli bağların koptuğunu ve eğitimin enkaz haline geldiğini anlatıp, Kuran referanslı eğitim istedi.(“Kitap seçimi ve listeler tarafsız oluşturulmadı”) Türkiye Yayıncılar Birliği: “İstanbul Valiliği ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün ‘Ben Okuyorum, İstanbul Okuyor’ projesiyle ilgili 605 bin kitap aldı. Kitaplar seçilirken tarafsız, bilimsel ve siyasetten uzak hareket edilmedi. Listelerin oluşturulması ve kitap alım süreci sağlıklı yürütülmedi. Öğrencilerin yaşına uygun seçimler yapılmadı. Yayıncılar ve eğitimcilerle hareket edilmedi. Edebiyatımızın klasikleri kitaplarla çağdaş, yerli ve uluslararası edebiyat örnekleri de listelere dahil edilip, şeffaflıkla toplumla paylaşılmalıdır.” (Atatürkçü yazarlara veto) MEB’İN tavsiye ettiği kitaplar arasında Kuvayi Milliye Destanı’nı yazan Şair Nazım Hikmet başta olmak üzere, Türk Edebiyatı’nın çınarları Can Yücel, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Ahmet Arif, Kemal Tahir, Sabahattin Ali, Muzaffer İzgü gibi çok sayıda ismin tek bir kitabı dahi satın alınmadığı gibi okul kitaplıklarına da sokulmadı. (AKP GRUP BAŞKAN VEKİLİ’NİN KİTAPLARI DA OKUTULACAK) Bahadır Yenişehirlioğlu:  AKP Grup Başkan Vekili ve AKP Manisa Milletvekili. Son Hasad, Antikacı, Derviş, Aşk Çölü, Beyaz Usta, Siyah Çırak adlı eserleri Yeni Şafak kontenjanından, öğrencilere okutulmak üzere satın alınıp, okullara gönderildi. Sosyal medya hesabından Yenişehirlioğlu önceki gün boykotla ilgili, “CHP’nin asıl hedefi boykot değil milli zarar” diyerek esnafı gezdi.(ENSAR BAŞKANI ÖNERİLDİ) Kamil Çakır: Türk Dili ve Edebiyatı Derneği eski Başkanı. İHL ve ilahiyat mezunu. Ensar Vakfı Küçükçekmece İlçe Başkanı’ydı. Geçen yıl öldü. Şehir Şehir Yar, Adınla Başlar Her Şey, Kristal Kelebekler, Medeniyetimizin Mimarları kitapları Anadolu Mektebi Grubu kapsamında alındı. (MİT BAŞKANI DA LİSTEDE) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllarca baş danışmanlığını yapan MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın, Ben Öteki ve Ötesi, Barbar Modern Medeni, Akıl ve Erdem adlı kitapları da satın alınıp, okullara gönderildi.(NOT DEFTERİ) - Türkiye’de yaşayan her 10 bin kişiden sadece 1’i kitap okuyor. - MEB, öğrencilere ders dışında yılda 2 kitap okuma şartı getirdi. - Okuduğunu anlamada Türkler, 37 OECD ülkesi içinde 30. oldu.
Yarışma için 28 Nisan’da sınav yapılacak. Dereceye girenler, 5 Mayıs’ta İstanbul Valisi Davut Gül imzalı belge ve Cumhuriyet altını verilecek.

                                                                        ***

Milyar dolarlık filomuz Karadeniz’de bekliyor -Güney ÖZTÜRK-

ABD’nin başını çektiği Kıbrıs Rum Kesimi, Katar konsorsiyumu Türkiye’nin de hakkı olan parselde harıl harıl sondaj yaparken, Türkiye’nin sondaj gemileri Karadeniz’e çekildi.

1 MİLYAR DOLARLIK FİLO; Türkiye, enerji bağımsızlığı hedefi doğrultusunda modern bir sondaj filosu oluşturdu. Fatih, Yavuz, Kanuni ve Abdülhamid Han sondaj gemileri ile Barbaros Hayreddin Paşa ve MTA Oruç Reis sismik araştırma gemilerinden oluşan bu filo, toplamda 1 milyar dolarlık bir yatırımın ürünü. Her biri ileri teknolojiyle donatılmış bu gemiler, derin deniz sondajı ve sismik araştırmalar yapabilme kapasitesine sahip.​DÜNYANIN EN GÜÇLÜLERİ; Özellikle 2021’de satın alınan Abdülhamid Han sondaj gemisi, 238 metre uzunluğu, 42 metre genişliği ve 12 bin.200 metreye kadar (dünyanın en derin Mariana Çukuru 11 bin metre) sondaj yapabilme yeteneğiyle filonun en güçlüsü olarak öne çıkıyor. Fatih sondaj gemisi ise Karadeniz Sakarya havzasında gerçekleştirdiği 540 milyar metreküplük doğalgaz keşfiyle Türkiye’nin enerji tarihinde önemli bir yer edindi.​

RUMLAR 5’İNCİ PARSELDE; Ancak Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 5’inci parselde Amerikan ExxonMobil ve Katar Petroleum ile birlikte Türkiye’nin kıta sahanlığını ihlal eden sondaj faaliyetleri yürüttüğü bir dönemde, Türkiye’nin bu güçlü filosunun hareketsiz kalması dikkat çekti. Filomuzdaki sondaj gemilerinin tamamı Karadeniz’de beklerken, Oruç Reis gemisi ise Somali açıklarına gönderildi. 5’inci parsel Türkiye’nin kıta sahanlığı ile kesişen Mavi Vatan bölgesi.

AB İLE İLİŞKİLERİN ŞARTI; Ayrıca Rumların sondajı, KKTC’nin Ada üzerindeki eşit haklarını da yok sayıyor. İşin en ilginç yanı, AB ile Türkiye arasında Bakan Mehmet Şimşek’in katılımıyla önceki gün Brüksel’de başlayan Ekonomik Diyalog görüşmelerinin 2019’da kesilme nedeninin de, tam olarak Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yürüttüğü sondaj faaliyetleri olması... 6 yıl sonra görüşmeler yeniden başladı. Ancak Türk filosu, Doğu Akeniz’i tamamen terk etmişti.

HEPSİ SON TEKNOLOJİ

Fatih Sondaj Gemisi: 2017 yılında 154 milyon dolara satın alındı ve 87.5 milyon dolar reaktivasyonla toplam maliyeti 241.5 milyon dolara ulaştı. Yavuz Sondaj Gemisi: 2018’de 262.5 milyon dolara alındı. 38 milyon dolar reaktivasyon bedeliyle maliyeti 300.5 milyon doları buldu..

Kanuni Sondaj Gemisi: 2020’de açık artırmayla 37.5 milyon dolara alındı ve üzerine yapılan 165 milyon dolarlık masrafla toplam maliyeti 202.5 milyon dolara ulaştı.

Abdülhamid Han Sondaj Gemisi: Kasım 2021’de 180 milyon dolara satın alındı. Dünyanın en teknolojik 5 gemisinden biri.

Barbaros Hayreddin Paşa: 2013’te 130 milyon dolara satın alındı. Gemi, denizin 8 bin metre altındaki jeolojik yapıları inceleyebiliyor ve üç boyutlu sismik veri toplayabiliyor. MTA Oruç Reis: Türkiye’de 400 milyon liraya inşa edildi. Deniz tabanından itibaren 15 bin metre derinlikteki jeolojik yapıları ayrıntılı görüntüleyebiliyor.       

Yasak bölgedeki arsayı kıyak yapmak için almışlar -Deniz Ayhan-

Topbaş döneminde kışladaki bu arsayı İBB 13 milyon dolar ödemiş, arsa sahibinin avukatı ise kıyak yapılan kişi ya da kişinin ‘ismini veremem’ diyor.  İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik yolsuzluk iddiası çerçevesinde soruşturma sürerken, geçmiş döneme dair yolsuzluklar da ortaya çıkıyor. Bunlardan biri daha13 Şubat 2021’de vefat eden eski İBB Başkanı Kadir Topbaş dönemine ait. BELEDİYE ZARAR ETTİ; Topbaş döneminde 2016 yılında Başakşehir’de askeri alan niteliğinde olan özel mülkiyetli bir arazi satın alındı. 41 milyon 234 bin 45 TL, yani 13 milyon 396 bin 375 dolar ödendi. Ancak arsa Ahmet Öztürk Kışlası içinde yer aldığı için taşınmaza erişim ana yollardan sağlanamadı. İBB 2021’de müfettiş görevlendirdi. Arsanın değerinin ulaşılmaz olması nedeniyle 13 milyon 350 bin TL, yani 1 milyon 892 bin 784 dolara düştüğü saptandı. Belediyenin zararı güncel değerlerle 11 milyon 503 bin 591 dolar yani 437 milyon TL oldu. 2021 yılında İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun talimatıyla bu askeri araziye ilişkin de teftiş yapıldı. Ardından müfettiş görevlendirildi. 2016’da arazinin satışında arazi sahiplerinin vekili olan kişinin eski AKP’li İBB meclis üyesi ve AKP Maltepe eski ilçe başkanı Kamil Barkır olduğu bilgisine ulaşıldı. Arazi yıllarca atıl durumda kaldı. Alınan taşınmaz, Şehit Piyade Çavuş Ahmet Öztürk Kışlası içerisinde yer aldığı için taşınmaza erişim ana yollardan da sağlanamadı.Arazinin fonksiyonu 2023’te “Askeri alan”dan “Kentsel Gelişme Alanı” ve “Kentsel- Bölgesel Yeşil ve Spor Alanı”na dönüştürüldü. 

ÇIKAR İÇİN ZARARA UĞRATILDI; Müfettiş incelemesi sürerken İBB yetkilileri tarafından bir gayrimenkul değerleme şirketine arazi inceletildi. Gayrimenkul uzmanları incelemenin ardından araziyle ilgili rapor hazırladı. Raporda kışla içinde kalan bu taşınmazın değerinin 13 milyon 350 bin TL, yani 1 milyon 892 bin 784 dolara düştüğü görüldü. İBB müfettişleri raporlarında, “Birilerinin özel çıkarına Büyükşehir Belediyemizin zarara uğratılmış olduğu anlaşılmıştır” değerlendirmesine yer verdi. Arsanın değeri hesaplandığında belediyenin yalnızca bu askeri araziden zararı 11 milyon 503 bin 591 dolar olduğu ortaya çıktı. 2025 yılı güncel dolar kuruna göre hesaplandığında zararın 437 milyon liraya ulaştığı saptandı. Kur arttıkça da zarar büyüyor. İçişleri Bakanlığı bu dosyayı aldı ancak işlem yapmadı, sümen altına itti.(Çevre Bakanlığı, 10 Nisan 2023’te rezerv yapı alanı ilan etti)  12,4 milyon metrekarelik alanı kaplayan Şehit Piyade Uzman Çavuş Ahmet Öztürk Kışlası arazisi, 10 Nisan 2023’te “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun” uyarınca rezerv yapı alanı ilan edilmişti. 

                                                     ***

SÖZCÜ




BİRGÜN "Köşebaşı + Gündem" -4 Nisan 2025-

 Avukatı duyurdu: Mahir Polat hastaneye sevk edildi

Cezaevinde tutuklu bulunan İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat, hastaneye sevk edildi. Avukatı, yüksek tansiyon sorunu yaşayan Polat'ın "kalp krizi ve beyin kanaması riskinin bulunduğunu" ifade etmişti.(https://www.birgun.net/haber/avukati-duyurdu-mahir-polat-hastaneye-sevk-edildi-612574)

                                                         ***

AKP’li belediyeye 50 milyon TL’lik bağış -İsmail Arı-

Murat Kurum’un yönettiği Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Hazine arazilerinin satışından elde edilen geliri AKP’li Sincan Belediyesi’ne bağışlayacak. Bakanlık kasasından AKP’li ilçe belediyesine 50 milyon TL aktarılacak.

                          Sincan Belediye Başkanı AKP’li Murat Ercan ile Erdoğan (Fotoğraf: AA)

İktidar, muhalefetin yönettiği belediyeleri mali yaptırımlar, kayyumlar ve soruşturmalarla zora sokmak için adımlar atarken kendi belediyeleri için ise musluğu sonuna kadar açmaya devam ediyor.

Ankara’daki AKP’li Sincan Belediyesi’ne, Saray’ın 30 milyon TL’lik bağışının ardından şimdi de AKP’li Murat Kurum’un yönettiği Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bağış yapacak.Sincan Belediye Meclisi’nin Mart ayı oturumunda, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 40 milyon TL’lik şartlı bağışı kabul edildi. Kabul edilen teklifte, “Sincan’da Hazine arazilerinin satıldığı ve satışlardan elde edilen gelirinden 40 milyon TL’lik gelirin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından belediyemize şartlı bağış olarak verilmesinin kabul edilmesi…” ifadeleri yer alıyor.

KASAYA AKTARILDI

Ayrıca Belediye Meclisi’nde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlı Türkiye Çevre Ajansı Başkanlığı’nın da 10 milyon TL’lik bağışı kabul edildi.

Böylece Bakanlık kasasından Belediye’ye bağış adı altında toplam 50 milyon TL aktarılmasına onay verildi.

Sincan Belediye Meclisi’nin Şubat ayı oturumunda da yine bir “Bağış” teklifi oylamaya sunulmuştu. Teklifte, “Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından, devam eden yatırım projeleri ile sosyal yardımların desteklenmesi amacıyla belediyeye şartlı bağış yaptığı” ifade edildi.

Teklifte, Cumhurbaşkanlığı’nın 31 Aralık 2024 tarihinde belediyenin banka hesaplarına 30 milyon TL gönderildiği ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 18’inci Maddesine göre şartlı bağışın kabul edilmesi için Belediye Meclisi’nde oylama yapılması gerektiği açıklandı. 3 Şubat’ta yapılan oylamada, Cumhurbaşkanlığı’nın 30 milyon TL’lik şartlı bağışı oy birliğiyle kabul edildi.

MUHALEFETİ SİLKELİYOR!

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha önce yaptığı açıklamada muhalefet belediyelerine yönelik “Silkeleyin” diye talimat vermişti. Erdoğan, “Açık artırma usulüyle asgari ücret açıklayan muhalefeti de ülke ve millet hayrına bir iş yapacaklarsa SGK’ye olan birikmiş borçlarını ödemeye davet ediyorum. Sayın Bakan kendilerini çok daha kararlı şekilde silkelemende fayda var" demişti.

                                                   ***

Rant planı suya düştü -İsmail Arı-

BirGün’ün Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin vurgununu ortaya çıkarmasıyla belediye geri adım attı. İhalesiz işlettirilen otopark için ihale düzenleneceği açıklandı.(https://www.birgun.net/haber/rant-plani-suya-dustu-612252)

                                                     ***

TRT’den 30 milyar TL’lik vergi geliri -Mustafa Bildircin-

TRT’nin gelirinin büyük bölümü yurttaşın vergilerinden oluşuyor. AKP iktidarının propaganda aygıtı olmakla eleştirilen kurumun, 2021-2023 tarihleri arasındaki bandrol geliri 29,5 milyar TL’ye kadar ulaştı.(DRAMATİK ARTIŞ VAR) TRT’nin, yurttaşın cep telefonu, akıllı saat, tablet ve bilgisayar gibi satın aldığı ürünlerden elde ettiği bandrol vergisi, yıllara göre şöyle: • 2021: 3 milyar 362 milyon 642 bin TL, • 2022: 7 milyar 947 milyon 169 bin TL, • 2023: 18 milyar 235 milyon 898 bin TL(https://www.birgun.net/haber/trtden-30-milyar-tllik-vergi-geliri-612495)

                                                     ***

Boykot yüzleri ekşitti -Gözde Bedeloğlu-

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve çalışma arkadaşlarının gözaltına alınıp tutuklanmasıyla başlayan protestolar, 2 Nisan günü, ülke genelinde tüketimin durdurulması ile devam etti. Boykotiktidar ve medyası tarafından her ne kadar CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in çağrısıymış gibi yansıtılsa da meydanlardan yükselen bir talepti ve muhalefet dahil toplumun her kesiminden destek gördü. Dün, iktidar medyasının manşetlerine ve çalışanlarının yazdıklarına bakılırsa boykot etkili olmamıştı. Sabah’a göre, İBB’deki yolsuzluğun üzerini kapatmaya çalışan Özgür Özel’in ekonomiye sabotaj girişimi tutmamış, insanlar boykot çağrısına inat çarşı ve pazarlara akın etmiş, AVM ve marketlerde yoğunluk yaşanmıştı. Aksini gösteren görüntüler de vardı. Örneğin, müşteri olmadığı için tezgahlarını toplayan pazarcılar, insan trafiğinin gözle görülür oranda azaldığı meydan ve AVM’ler, kepengini tamamen indirmiş esnaf ve yeme-içme mekanları, sakin sokaklar… Boykot, eylemcilerin talebiyken, yine CHP’nin belediyelerdeki ‘yolsuzluğu’ örtme çabasının bir parçası olduğunu savunan Türkiye gazetesi de milletin asıl CHP’yi boykot ettiğini manşetine taşıdı.

***

İktidar, İmamoğlu ve ekibini hedef alan yolsuzluk suçlamalarında ısrarcı. Ancak bu iddialar halkın,  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en güçlü rakibini bir operasyonla hapse attırdığına dair algısını değiştirmekte yetersiz kalıyor. Savcılık sorgusunda, “öyle duydum, böyle tahmin ediyorum, şöyle inanıyorum”dan öteye gitmeyen gizli tanık ifadelerinin dikkate alındığı ortaya çıkmıştı. Dün, Birgün’ün ‘İçeriden Dışarıya Mektuplar’ köşesinde Doç. Dr. Buğra Gökçe’nin mektubu yayınlandı. “Bana ne mal varlığım, ne hesap hareketlerimle ilgili bir anomaliden bahsedilerek soru soruldu, ne bir MASAK raporunda bahsedildi, ne de bir ‘gizli tanık’ ifadesiyle 'şu konularda şunları yapmakla suçlanıyorsun’ ne de buna benzer tek bir soru yönetildi. Özetle, mali anlamda tek bir kusur ya da suistimalim bulunamamış ki soru sorulmadı” dedi. İstanbul Planlama Ajansı (İPA) başkanı Gökçe, suç örgütüne üye olmak ve rüşvet almakla suçlanıyor. İktidar medyası çalışanı Cem Küçük, Buğra Gökce için “Devletin verdiği rakamları baz almayıp kendi paralel açıklamalarınızı yaparsanız paketlenirsiniz” demişti. İPA, her ay “İstanbul’da Yaşam Maliyeti” raporu açıklıyor.

***

İktidara göre boykot tutmadı! İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Anadolu Ajans muhabirinin Bankalararası Kart Merkezi (BKM) verilerinden derlediğini söylediği bilgileri, milletin ‘yıkıcı’ boykot çağrılarına prim vermediğinin ispatı olarak sundu. Buna göre 2 Nisan’da kartlı alışverişin tutarı Mart ayı ortalamasını geçti. 1 Nisan’da 14 milyar TL olan alışveriş miktarı 2 Nisan günü 28 milyar TL’ye yükseldi. Özetle, insanlar boykot gününde deliler gibi alışveriş yapmış. TÜİK’in açıkladığı enflasyon verilerini basit bir mutfak hesabıyla artık rahatlıkla çürütülebilecek seviyede ekonomi bilgisine ulaşan yurttaşın bu veriyi doğru kabul etmeme olasılığını bir kenara bırakarak, ekonomist Yalçın Karatepe’ye kulak verdiğimizde akla yeni sorular ekleniyor. Karatepe, sosyal medya hesabından Altun’a sormuş; “kamuya açık olan BKM sitesinden bu verilerin bağlantısını paylaşabilir misiniz?” Cevap yok, çünkü girip bakıyorsunuz sitede böyle bir paylaşım yok. Ekonomi yazarı Alaattin Aktaş, BKM’nin kart harcamalarına ilişkin olarak günlük değil aylık veri açıkladığını, haftalık veri açıklayan Merkez Bankası’na göre ise Mart ayının ilk üç haftasındaki tutar 1 trilyon 52 milyar TL. Yani günlük ortalama 50 milyar TL. Fahrettin Altun’un 2 Nisan günü için açıkladığı rakam ise 28 milyar TL. Hesap ortada, boykot etkili olmuş.  AKP’nin millete en büyük armağanı, onca yıl içinde yurttaşın hukuk ve finans alanındaki okur yazarlığını kuvvetlendirmiş olması. Gerçi bedeli çok ağır oldu ama durumumuz budur. Hukuki haklarımızın ve paramızın her zaman peşinde olmak zorundayız.

***

Rakamlar dışında boykotun etkili olduğunu, bizzat iktidar mensupları ve yayın organlarının tepkisinden görebiliyoruz. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, elini yüksekten açarak, tüketim boykotunun emperyalist bir operasyon olduğunu iddia etti. Oysa ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, çok değil bundan üç ay önce “Pahalı ürün satanları dize getirecek etkili yöntemlerden biri boykottur. Fırsatçılık yapanlara karşı en büyük kozumuz, satın almama özgürlüğünü kullanmaktır” diyerek yurttaşa yol göstermişti. Türkiye’de ikili hukuk işliyor olmasaydı, Uçum açık açık Erdoğan’ı emperyalist operasyon yürütmekle suçlamış olacaktı. Ama neyse ki, memlekette kişilere ve gruplara göre ayrı kuralları olan bir yargı sistemi var da Uçum, Cumhurbaşkanı hakkında böyle nahoş bir imada bulunmaktan kurtuldu. Tüketim boykotu, Uçum’un iddia ettiği gibi ne yeni nesil bir protesto ne de hukuka aykırı. Tarihi 1900’lerin başına, Osmanlı dönemine kadar geriye gitmekle birlikte, Anayasa’ya göre de suç değil elbette. Diğer yandan Anayasa Mahkemesi’ne göre Can Atalay’ın şu an hapiste değil mecliste görevi başında olması gerekiyordu. Anayasal özgürlüklerimiz adım adım elimizden alınıp ‘suç’ haline getirildi. Bu yüzdendir ki dün, aralarında oyuncu Cem Yiğit Üzümoğlu’nun da bulunduğu 11 kişi boykota destek paylaşımları yaptığı için gözaltına alınıp sorgulandı. TRT, boykota destek olan oyuncu Aybüke Pusat’ı dizi kadrosundan çıkardı. Ama Uçum, işin ucunun küresel emperyalistlere dayandığı konusunda ısrarcı. Örnek olarak benzer bir eylemin yarın (5 Nisan) ABD Başkanı Trump ve yönetimine karşı organize edildiğini söyledi. Gazze’yi ‘devralma’ planları yapan ‘milli ve yerli’ Trump’a meğerse ‘küreselciler’ oyun oynayacakmış. Duy da inan istersen.

***

İçinde bolca emperyalizm, mandacılık, millilik, yerlilik ve küreselcilik geçen, birbirinin tekrarı upuzun açıklamalar yapınca; aslında çok kısa ve açık anlatabilecek bir gerçeği, yani “hak, hukuk, adalet” talebini perdeleyemiyorsunuz. Üstelik ‘eski nesil’ boykotçuluğun tadına varmış, tüketimden gelen gücünü keşfetmiş ve uzun anlatılar çağını kapatmış yeni nesil için durum epeyce farklı. Her anlamda ‘görülmek ve duyulmak’ arzusu taşıyan yeni kuşağın sadece Türkiye’de değil dünyada da temel ihtiyaçlar seviyesinde yaşadığı yoksulluk ve yoksunluk resmen çığlık attırmaya başladı. Boykot etkili oldu mu, sorusuna geri dönecek olursak; dün Birgün’ün manşetinde yazıldığı gibi yargısı, bakanı, yandaş sendikası, ticaret odası, TRT’si, RTÜK’ü… her bir koldan boykota karşı çıktı. Bunun elbette ekonomik bir sonucu var ancak daha da önemlisi, yurttaşın bilinçli bir tüketici davranışıyla, ülkede yaşanan hukuksuzluk ve ekonomik çöküşün öfkesini doğru yere yönlendirip, hesabını doğru yerden sorması. Üstelik de bunu örgütlü bir şekilde yapması. Ana muhalefetin de bu kez yalnız bırakmadığı milyonlarca insan, hem birlikte hareket ederek güçleniyor hem de muhalefeti daha cesur adımlar atmaya teşvik ediyor, CHP, sistem içine sıkışan bir muhalefet partisi olmaması yönünde harekete geçmeye zorlanıyor. İktidar medyası yazarları boşuna CHP’nin İmamoğlu-Özer ikilisi tarafından teslim alındığından yakınmıyor. Boykot ile esnafı bitirdiniz deseler, esnaf da kepenk kapattı. Çiftçinin zor duruma düştüğünü söyleseler, İmamoğlu protestolarına Yozgatlı çiftçiler traktörleriyle katıldı. Kısaca, ümüğü sıkıla sıkıla ödediği verginin, hakkın hukukun peşine düşen bir halk, sadece demokrasi karşıtlarının canını sıkar.

                                                               /././

Öne Çıkan Yayın

BİRGÜN "Köşebaşı + Gündem" -5 Nisan 2025-

Bağışlar nerede?-İsmail Arı- Kızılay İstanbul İl Merkezi Şubesi’nin hesaplarını inceleyen müfettişler, yurttaşların Gazze ve Suriye gibi ülk...