'Partiler üstü' bir örgütlenme ağı: NATO’cu gençlik kuluçkada -Ercan Küçük-
"Uluslararası vizyon" vaat edilen bu gençler çekirdekten mandacı düşünce ile yetişiyor. Beyinleri halkımızın çıkarlarından ziyade, Transatlantik ittifakının önceliklerine göre formatlanıyor. Aldıkları eğitimlerle, edindikleri ilişkilerle, ballı bir kariyer planlamasıyla NATO’nun siyasi geleceğe yaptığı yatırım sonuçlarını veriyor.
Türkiye’de milliyetçi, liberal, muhafazakâr veya sosyal demokrat fark etmeksizin düzen siyaseti her meşrepten Amerikancı ve NATO’cu üretmeye devam ediyor. Her geçen yıl etkisi artan ve giderek dizginsiz hale gelen bu işbirlikçi anlayış, düzen siyaseti içinde sık kullanılan deyimle adeta “siyasetler üstü” bir niteliğe sahip. Bu politik atmosferin oluşmasında tarihsel olarak elbette çok köklü iktisadi, siyasi, askeri bağımlılık ilişkileri uzanıyor. Fakat bunlara eşlik eden, nesilden nesile yürütülen, her yeni dönemde ve tüm olası iktidar bileşimleri için Amerikancılığı garantiye almayı amaçlayan ince işlenmiş bir gençlik yapılanması da dikkat çekiyor.
Transatlantik merkezli bu tür gençlik ağlarında ilk bakışta öne çıkan figürler İYİ Parti, Zafer Partisi gibi partilerle bağlantılı görünse de elbette bunlarla sınırlı kalmıyor. Daha derinde, düzen içi partiler ve ideolojiler arasında kesin çizgiler gözetmeyen, Türkiye siyasetinin geleceğini ipotek altına almak üzere oldukça geniş bir alanda yatırımlar yapan, çok boyutlu bir NATO operasyonu bulunuyor.
Milliyetçi Kongre Derneği’nden Hariciye.org’a, Türk Atlantik Konseyi’nden Toplum Çalışmaları Enstitüsü’ne ve üniversiteli gençliği hedefleyen daha küçük ölçekli topluluklara kadar pek çok platformda farklı çevrelerden gençler aynı eksende buluşturulmak isteniyor. Transatlantik politik aklın kavramlarıyla eğitilen genç kadroların uzun vadede etkili siyasi-entelektüel figürlere dönüştürülmesi hedefleniyor.
Bir kanalın merkezinde Milliyetçi Kongre
1 Eylül 2023’te kurulan Milliyetçi Kongre Derneği bu geniş NATO’cu gençlik ağı içerisinde önemli bir kanal yaratmış görünüyor. Dernekle yolları kesişen kadrolar başka yapılarda aldıkları görevler ve kurdukları bağlantılarla bu kanalı genişletiyorlar.
İYİ Parti’nin genç yıldızı, YATA Türk'ün eski başkanı, foncu Bahadırhan Dinçaslan’dan görevi devralan yeni Başkan T. Aykutalp Arıcı ve ekibinin profili incelendiğinde, "Türk Milliyetçiliği" etiketinin altında, küresel Transatlantik ağlarıyla entegre bir yapı dikkat çekiyor. Zira Arıcı, sadece bir milliyetçi dernek başkanı değil; aynı zamanda Toplum Çalışmaları Enstitüsü Yönetim Kurulu Üyesi.
Peki bu Enstitüde kimlerle beraber? Örneğin Mustafa Veysel Güldoğan ile. Güldoğan kim? Türk Atlantik Konseyi (ATA Türkiye) Başkanı. Yani NATO’nun Türkiye’deki sivil uzantısının bir numaralı ismi. "Milliyetçi" gençliğin "Atlantikçi" bir mutfakta nasıl pişirildiğinin çok somut ve çarpıcı örneklerini görüyoruz. NATO tüm olası ideolojik bariyerleri "sivil toplum" şemsiyesi altında eriterek, en erken yaşlardan itibaren Türkçü bir gencin ufkunu Batı güvenlik mimarisine entegre ediyor.
Derneğin kurucuları ve yöneticileri arasında yer alan pek çok başka isim de doğrudan transatlantik bağlantılı kişi ve kurumlarla çalışıyorlar. Türk Atlantik Konseyi Genel Sekreteri Emir Abbas Gürbüz’ün çalışma arkadaşları, Hür Dergi vb. liberal neşriyatın eski-yeni kadroları MKD içinde faaliyet yürütüyor.
Hariciye.org ve YATA
NATO'nun sivil yapılanmasında kullandığı önemli araçlardan biri daima düşünce kuruluşları(Think-Tank) oldu. Hariciye Dış Politika ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi bu bağlamda “genç” ve oldukça önemli bir girişim. Misyonunu açıkça "Transatlantik bağları güçlendirmek" olarak ilan eden bu yapı, farklı partilerden oldukça geniş bir siyasi ideolojik yelpazeden gençleri bünyesinde topluyor ve NATO tedrisatından geçiriyor. DEVA Partisi kurucusu Deniz Karakullukçu, İyi Parti kökenli pek çok isim, milliyetçi dernek yöneticileri, liberal ve sosyal demokrat eğilimli gençler Hariciye.org ekibinde. Kurucu Direktör Emir Abbas Gürbüz Türk Atlantik Konseyi’nin de Genel Sekreteri. Böylece iki kurum arasında neredeyse organik bir köprü kurulmuş durumda. Yayın kurulunda yer alan diğer isimler ve editörler de YATA (Türk Atlantik Gençlik Konseyi) çevresiyle yakın.
YATA Türkiye, NATO’nun Türkiye’deki konumunun güçlendirilmesi hedefiyle çalışan Türk Atlantik Konseyi’nin gençlik yapılanması. Bugün Türkiye’de farklı partilere mensup onlarca genç ismin ortak durağı. YATA’nın son başkanları olan Selin Yılmaz ve Mustafa Eracar ise yalnızca NATO’culukta değil, mesleki alanda da Gürbüz’le aynı yoldan yürüyor, Gürbüz'ün hukuk bürosunda staj yaptıkları biliniyor.
NATO Türkiye’de İyi Partili, DEVA’lı, AKP’li veya CHP’li aramıyor. NATO, kendi stratejik çıkarlarını içselleştirmiş, partisi ne olursa olsun "Atlantik eksenli" düşünen bir elit kadro yaratıyor.
Bir Başka Think-Thank TÇE
Toplum Çalışmaları Enstitüsü bu transatlantik sivil örümcek ağı içerisinde saydığımız ve sayamadığımız pek çok yapının yoğun şekilde beslendiği ve ilişkide olduğu bir merkez olma özelliğinde. Yönetim kadrosu da adeta bir Atlantik Koalisyonu: Enstitü Başkanı İyi Parti Gençlik Kolları eski Başkanı Osman Ertürk Özel, TAK Başkanı Mustafa Veysel Güldoğan, TEPAV’cı Hüseyin Raşit Yılmaz ve MKD yeni Başkanı Aykutalp Arıcı…
NATO'nun “Kamu Diplomasisi" şemsiyesi altında siyasi kimliklerden bağımsız, uzun vadeli bir eğitim ve ortaklık platformu!
Genç NATO’cular Yetişiyor
Türkiye’deki NATO’cu ekosistem içinde gençler yalnızca “fikir” değil, iş-güç, uluslararası çevre, güçlü bağlantılar da edinmiş oluyor. Genç hukukçular, siyaset bilimciler; Brüksel’deki NATO koridorlarında veya Türkiye’deki gösterişli ofislerde, “prezantabl” düşünce kuruluşlarında “ağ”a dahil oluyorlar. Bu klasik bir siyasi örgütlenmeden çok daha güçlü bir "bağımlılık ve aidiyet" ilişkisi yaratıyor olsa gerek.
Farklı partilerden gelen genç isimler, aynı bürolarda, aynı analiz merkezlerinde, aynı programlarda yetişiyor. NATO zirvelerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan veya Dışişleri Bakanı Fidan ile aynı kareye giren YATA Int. Eski Başkanı ve ATA Int. Yönetim Kurulu üyesi Selin Yılmaz ve Mustafa Eracar gibi gençler, bugünün "genç katılımcıları" ama yarının potansiyel milletvekilleri, bakanları veya diplomatları olarak hazırlanıyorlar.
“Uluslararası vizyon" vaat edilen bu gençler çekirdekten mandacı düşünce ile yetişiyor. Beyinleri halkımızın çıkarlarından ziyade, Transatlantik ittifakının önceliklerine göre formatlanıyor. Aldıkları eğitimlerle, edindikleri ilişkilerle, ballı bir kariyer planlamasıyla NATO’nun siyasi geleceğe yaptığı yatırım sonuçlarını veriyor. NATO vesayetinin daima güçlü kalması için Partilerin dış politika birimleri, danışman kadroları, politika komisyonları, düşünce kuruluşları hep bu gençlerle istihdam ediliyor.
Sonuç, bir haberin içeriğine sığdırılamayacak boyutlarda, “sivil toplum” maskesi altına gizlenmiş bir 5. kol faaliyeti! Siyaset değişiyor, partiler gelip geçiyor fakat Türkiye’nin "derin aklını" batıya zincirlemeyi hedefleyen “siyaset üstü” operasyonlar da NATO eliyle yürümeye devam ediyor. Farklı düzen içi ideolojilerin maskesi altında, özünde aynı düşünce kalıplarına dayanan, aynı öncelikleri benimseyen, aklını, yüreğini, haysiyetini kiraya vermiş bir gençlik yetiştiriliyor.
/././
Mücadeleci bir akademisyen Necdet Bulut: Sosyalizm kavgasına verdi kendisini...
1980 darbesine giden süreçte faşistler tarafından katledilen Necdet Bulut, Türkiye’nin bilgisayar alanında doktora yapan ilk bilim insanıydı. Başarılı bir akademisyen olan Bulut aynı zamanda TİP üyesiydi ve son anına kadar sosyalizm mücadelesini sürdürdü.
Bundan 47 yıl önce, 26 Kasım 1978 gecesi faşist tetikçilerce çapraz ateşe tutarak yaralanan ve 8 Aralık 1978’de yaşam mücadelesini kaybeden Necdet Bulut, aydın bilim insanlarından biriydi. ODTÜ öğretim üyesi olan Necdet Bulut’u katletme girişiminin ve “doktor hatası” sonucu ölümünün arkasında kimlerin yer aldığı sorusu ise halen cevapsız.
İlk bilgisayar doktoru
Necdet Bulut, Türkiye’nin bilgisayar alanında doktora yapan ilk bilim insanıydı. İstanbul Üniversitesi Jeofizik Bölümü’nü 1960 yılında tamamlamış, bir süre endüstride çalıştıktan sonra ODTÜ Elektronik Hesap Bilimleri Bölümü’ne programcı olarak girmişti. 1970 yılında ABD’de doktora çalışmasına başlayan Bulut, doktora derecesini aldıktan sonra ODTÜ’ye dönerek, yardımcı profesör olmuştu.
Necdet Bulut’un ODTÜ’lü dönemi, bu aydın bilim insanının akademik hayatını siyasi mücadeleyle birleştirdiği zamanları yansıtıyor. TÜTED (Tüm Teknik Elemanlar Derneği) ve TÜMÖD’ün (Tüm Öğretim Üyeleri Derneği) kurucuları arasında olan Bulut, Türkiye Bilişim Derneği’nin de başkanlığını yaptı.
14 Şubat 1977’de Hasan Tan’ın ODTÜ rektörlüğüne getirilmesiyle başlayan dönem, solcu öğrencilerin ve işçilerin öldürüldüğü, öğretim üyelerinin yoğun tehditler ve baskılar altında eğitim yapmaya çalıştığı bir ODTÜ yaratmıştı. ODTÜ Bilgisayar Merkezi’nin başına ülkücü bir ambar memurunun atanmasıyla merkez çalışanlarının işlerine son verildiği ve yerlerine yaklaşık 700 militan ülkücünün işçi statüsüyle işe alındığı bu dönemde, ilerici mücadelenin ön saflarında yer alan Necdet Bulut, o zamanlar Üniversite Konseyi’nde yardımcı profesörlerin temsilci üyeliğini yapmıştı. 1977 genel seçimlerinde, Türkiye İşçi Partisi’nin İzmir milletvekili adayı olmuştu.
Siyasi mücadelelerinin yanı sıra akademik alandaki çalışmalarını sürdürmeye çalışan Necdet Bulut, 1978 yılında ODTÜ’den izinli olarak Karadeniz Teknik Üniversitesi Hesap Bölümleri Başkanlığı’na getirildi ve bu üniversitenin bilgisayar merkezinin kurulması için çalışmalarına başladı. Aynı zamanda TİP’in Trabzon il örgütünün de kuruculuğunu yaptı.
Düzen, tetikçilerini sakladı
26 Kasım gecesi Trabzon’daki lojmanının girişinde, eşi ve oğlunun da içinde bulunduğu arabası çapraz ateşe alındı. Eşi ve oğlu hafif yaralanırken, kendisi ağır yaralanmıştı. Özel uçakla Ankara’ya getirilen Necdet Bulut, 8 Aralık’ta Hacettepe Hastanesi’nde yaşamını yitirdi.
Necdet Bulut’un ağır yaralanmasıyla ölümü arasında geçen zamanda, kapatılmaya çalışılan bir suikast ile ortadan kaldırılmaya çalışılan bir aydının halen açığa çıkmamış hikayesi var.
İlk mahkeme kararına göre, Necdet Bulut’a ateş eden ve mahkeme dosyasına göre MHP’nin gençlik örgütü Ülkü Ocakları yöneticileri ve üyeleri olan üç tetikçi 15’er yıl, onları azmettiren üç Ülkü Ocakları üyesi ise müebbet hapse mahkum oldular. Ancak Askeri Yargıtay, Bulut’un ölümünde “tıbbi hata” saptadığından bu kararlar bozuldu ve yargılama, yeterli kanıt bulunamadığından dolayı, 1985’te beraatla sonuçlandı. Sonuç olarak, Necdet Bulut’u ülkücü tetikçilerin ve onların azmettiricisi olan örgütlü faşizmin öldürdüğüne değil doktor hatasının öldürdüğüne karar verilince, Bulut’u öldürmeye çalışanlar yaralama suçundan birkaç yıl yatıp, ellerini kollarını sallayarak çıkmış oldular.
Necdet Bulut’un vurulmasından bir hafta sonra ise Pol-Der Trabzon Şubesi Başkanı, TİP İl Başkanı Işıtan Gündüz’ü arayarak, Necdet Bulut saldırısına dair açıklama yapacağını söylemiş ve bir buluşma ayarlanmıştı. Ancak Pol-Der Başkanı bu buluşmadan önce vurularak yaralandı, daha sonra da görev yeri değiştirildi. Pol-Der’li polisi vuranların kim olduğu da halen şüpheli. Bu sırada, Necdet Bulut’un vurulmasından sonra olay yerine giden polislerin bulduğu boş kovanlar, nasıl olduysa kaybedildi.
Bu arada Necdet Bulut’un Ankara’ya getirilmesinden sonra hastanede geçen iki haftasına dair büyük kuşkularını daha önce anlatmış olan eşi Neşe Erdilek şunları söylemişti: “8 Aralık 1978 tarihinde vefatına kadar eşim, bilinci yerinde olarak ancak gün gün midesi, ciğerleri, böbrekleri iflas ederek, makinelere bağlı acı çekerek tükendi”.
Neşe Erdilek, Necdet Bulut’a özel uçakla Ankara’ya getirilirken “bir şey olmaz” denilerek sütlü kahve içirildiğini, ancak karın operasyonlarında ağızdan bile hiçbir sıvı alınmaması gerektiğini Bulut’u ameliyat edecek iki cerrahın bilmemesinin mümkün olmadığını söylüyor. Erdilek, Necdet Bulut’a yapılacak cerrahi müdahalenin bilerek geciktirildiği konusunda ciddi kuşkulara sahip. O sırada Mehmet Haberal’ın Hacettepe Hastanesi’ndeki sekreterinin Mehmet Ali Ağca’nın kız kardeşi olduğunu öğrenmesi bu kuşkularını pekiştirmiş.
Necdet Bulut’un katledilişinin ardından KTÜ senatosu, üniversitenin bilgisayar merkezini “Dr. Necdet Bulut Bilgisayar Merkezi” olarak adlandırmıştı. ODTÜ’de ise üçlü amfi olarak bilinen binaya “Dr. Necdet Bulut Amfisi” adı verilerek, binanın giriş kapısına bu ismi belirten bir mermer levha konulmuştu. Ancak 1980’le tescillenen örgütlü faşizm, bu isimlerden de rahatsız olunca, KTÜ’de merkezden Necdet Bulut adı silindi ve ODTÜ’deki levha Rektör Mehmet Gönlübol tarafından herhangi bir gerekçe gösterilmeden söktürüldü. ODTÜ Öğretim Üyeleri Derneği’nin ısrarcı girişimleri ile 2005 yılında Necdet Bulut ismi yeniden U3 amfisindeki yerini buldu.
Faşist saldırıyla katledilen başka bir aydının, Uğur Mumcu’nun, Necdet Bulut’un ardından 10 Aralık 1978’de Cumhuriyet gazetesine yazdığı yazıdan birkaç cümleyle bitirelim: “Bir kanlı tabut daha... Dr. Necdet Bulut! Yürekli, namuslu, yiğit bir aydın, sosyalizme inanmış bir bilim adamı... O da gitti. Faşist kurşunlarla yaptığı yaşam kavgasında yenik düşüp kırk yaşında bir kanlı tabuta girerek ayrıldı aramızdan. Bilgisayar uzmanıydı. İsteseydi, çokuluslu şirketlerde her ay yüzbinler kazanacak bordrolara imzasını atabilirdi. Bunları, bu gibi kazanç kapılarını eliyle kilitleyerek, demokrasi ve sosyalizm kavgasına verdi kendisini. (...) Rahat uyu Necdet! Bir gün gelecek, faşist katillerin ağa babaları, akan ve akıtılan kanlarda boğulacaklardır. Er ya da geç, ama bir gün mutlaka...”
Necdet Bulut’un hayatı, mücadelesi ve katledilişine dair bilgiler Orhan Tüleylioğlu’nun “Neden Öldürüldüler?” başlığı altında, aydın cinayetlerine dair derlediği kitaptan alınmış; kapsamlı bir çalışma Yazılama Yayınevi tarafından yayımlanan "Karanlığın Katlettiği Bir Bilim İnsanı: Necdet Bulut" kitabında yer almıştır.
/././
Adıyaman'da deprem konutlarını su bastı: 'Bardağı taşıran son damla' -Özkan Öztaş-
Adıyaman Gölbaşı'nda "güvenli" denilen TOKİ konutlarını ilk yağmurda su bastı. Şehirden uzak, ulaşımın zor olduğu konutlarda altyapı yok. Yurttaşlar, "Sorumluluk alan yok ama aidat isteyen çok" diyerek yetki karmaşasına ve ihmale isyan etti.
Adıyaman'ın Gölbaşı ilçesinde 6 Şubat depremlerinin ardından inşa edilen ve "güvenli" denilerek teslim edilen TOKİ konutları, ilk ciddi yağışta sınıfta kaldı. Şiddetli yağmurun ardından zemin katları su basarken, üst katlarda da tavan ve duvarlardan sızan sular yurttaşları çileden çıkardı. Depremzedeler, yaşadıkları mağduriyeti ve konutlardaki yapısal sorunları soL'a anlattı.
Depremin üzerinden geçen yaklaşık üç yıla rağmen barınma sorunu nitelik değiştirerek devam ediyor. Gölbaşı'ndaki TOKİ konutlarına yerleşen aileler, altyapı yetersizliği ve baştan savma işçilik nedeniyle kendilerini yeni bir "afet" ortamında buldu.
İhale zinciri ve kötü malzeme
Konutlardaki sorunların temelinde, inşaat sürecindeki denetimsizlik ve kâr hırsı yatıyor. Depremzedelerin aktardığı bilgilere göre, inşaatı hızlandırmak adına ince işçilikten büyük ölçüde taviz verildi. İhaleyi alan ana firmaların işi daha ucuza mal etmek için alt taşeronlara devretmesi, kullanılan malzemenin kalitesini düşürürken işçiliğin de özensiz yapılmasına neden oldu.
Son üç-dört gündür Adıyaman genelinde etkili olan yağışlar, bu özensizliği gözler önüne serdi. Birçok binanın zemin katını su basarken, üst katlarda oturanlar da tavan akması ve duvar sızıntılarıyla mücadele ediyor. Depremzedelerin paylaştığı görüntülerde, sorunun münferit bir olay olmadığı, hemen hemen her blokta benzer manzaraların yaşandığı görülüyor.
Şehirden uzak, sorunlara yakın
soL'a konuşan bir depremzede, konutların konumuna ve yaşattığı hayal kırıklığına dikkat çekerek şunları söyledi:
"TOKİ konutlarını zemini daha sağlam diye şehrin 7-8 kilometre dışına yaptılar. Tek tesellimiz 'evler iyi yere yapıldı, artık sağlam olacak' düşüncesiydi. Ancak daha yağan ilk yağmurda evleri su basınca şaşkına döndük. Sadece su basması da değil; kimisinin ısınmada, kimisinin elektrik tesisatında bir sürü sorunu var. Biz evlerin içinde yaşarken sanki bir yandan da şantiye hali devam ediyor."
Konutların şehir merkezine uzaklığı, aracı olmayan aileler için işe gitmeyi ve temel ihtiyaçları karşılamayı bir eziyete dönüştürmüş durumda. Ulaşım imkanlarının yetersizliği, bölgedeki yaşamı daha da zorlaştırıyor.
Yağan yağmurun ardından Adıyaman Gölbaşı ilçesinde inşa edilen TOKİ konutlarının zemin katı.'Kimse sorumluluk almıyor ama aidatlarımızı tıkır tıkır alıyor'
Depremzedelerin en büyük şikayetlerinden biri de karşılarında bir muhatap bulamamak. TOKİ bölgesinin Gölbaşı ilçe sınırlarının hemen bitiminde yer alması, yetki karmaşasına ve bürokratik bahanelere kapı aralıyor.
Yurttaşlar, yaşadıkları yetki krizini şu sözlerle anlatıyor:
"Bazen bir konu oluyor, altyapı sorunu ya da durak talebi gibi. İlçe belediyesine gidiyoruz, 'Orası bizim yetki sınırımız dışında, köy statüsünde' diyorlar. İl belediyesine soruyoruz, onlar da topu ilçeye atıyor. Kimse sorumluluk almıyor. Buranın muhatabı kimdir belli değil. Ama iş aidata zam yapmaya veya parayı toplamaya gelince tıkır tıkır almasını biliyorlar."
Aidatlar 890 liradan 1200 liraya çıktı. Ama depremzedelerin verdiği aidatlar dışında düzenli ilerleyen bir şey yok.
Kışın sıcak ve yaşanabilir bir ev hayali kuran depremzedeler, depremin yaralarını sarmaya çalışırken hala en temel barınma sorunlarıyla boğuşmaktan yorulduklarını ifade ediyor. Yetkililerden bahaneler değil, acil ve kalıcı çözümler bekliyorlar.
/././









