Yeğen için devleti oyuncak ettiler + Rektörden kardeşine özel kadro ilanı -Timur Soykan /BİRGÜN -


Yeğen için devleti oyuncak ettiler

Aile Bakanlığı bir torpil ve cinsel istismar skandalı ile çalkalanıyor. İddiaya göre, Bakan Yardımcısı Zafer Tarıkdaroğlu’nun yeğeni KPSS’siz devlet memuru yapıldı. Torpilli yeğen cinsel saldırı suçundan tutuklandı.

    Aile Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş (sağda) ve yardımcısı Zafer TarıkDaroğlu (solda) (Fotoğraf: AA)

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, uzun yıllardır ek ders karşılığı personel istihdam ediyordu. Bu personel, eğitim-öğretim, yardım ve sağlık hizmetlerinde çalışıyordu. Kadrolu meslek elemanları ile aynı işi yapan bu personelin ücretleri asgari ücretin bile altında kaldı. Aynı odada aynı işi yapan ama ücretleri arasında büyük fark olan çalışanlar kamuda sorunlar doğurdu. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, 2018 yılından itibaren ek dersli personel alımını durdurdu. İstifa edenlerin yerine bile yeni alım yapılmadı.

TORPİLLE MEMURİYET

Ancak Şubat 2025’te Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı 7 yıl sonra aniden yaklaşık 100 ek ders karşılığı çalışan personel aldı. Bakanlığın bu işe alımı büyük şaşkınlık yaratmıştı. Ama işin sırrı kısa sürede çözüldü.

27 Şubat 2025’te Resmi Gazete’de yayınlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile ek ders karşılığı çalışan personelin ‘sosyal hizmet personeli’ adı altında 657 sayılı kanun kapsamında memur yapılmasının önü açıldı. Üstelik KPSS şartı aranmadı. 3 bine yakın personel memur olmaya hak kazanırken bir hafta önce ek dersli olarak iş başı yaptırılan 100 kişi de paraşütle memurluğa konmuş oldu. Binlerce kişinin KPSS için gece gündüz çalışıp yüksek puanlar almasına karşın memur yapılmadığı ülkede, Ankara’da dayısı, amcası olanlar bir haftada sınavsız memur yapıldı.

DAİRE BAŞKANININ KIZI DA...

İddiaya göre; Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Uğur Çamalan’ın kızı, Cumhurbaşkanlığı Kararı’ndan hemen önce ek dersli olarak bakanlıkta işe alındı ve karar çıktıktan sonra KPSS’ye bile girmeden memur yapıldı. Üstelik Uğur Çamalan bu kararla ilgili yazışmaları yapan bürokrattı.

YEĞENE TORPİL

Personelden sorumlu Aile ve Sosyal Hizmetler Bakan Yardımcısı Zafer Tarıkdaroğlu’nun yeğeni Fethullah Efe Polat da Cumhurbaşkanlığı Kararı’ndan bir hafta önce Bursa Nilüfer Sosyal Hizmet Merkezi’nde ek ders karşılığı görevlendirilmişti. Üstelik Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Öğretmenliği bölümünden sadece birkaç gün önce, 13 Şubat 2025’te mezun olmuştu. Böylece 27 Şubat 2025’te karar Resmi Gazete’de yayınlanınca devlet memurluğu altın tepside önüne konuldu. Bakan yardımcısı dayısı sayesinde 15 Mayıs 2025’te Bursa Nilüfer Sosyal Hizmet Merkezi’nde memur olarak göreve başladı.

TECAVÜZLE SUÇLANDI

Skandallar zinciri bitmedi.

B.G. isimli kadın, 11 Aralık 2025 günü Fethullah Efe Polat’tan kendisine tecavüz ettiği iddiasıyla şikayetçi oldu. İfadesinde Fethullah Efe Polat’ın eski iş arkadaşı olduğunu anlatan B.G. işten ayrıldığını ve bu nedenle buluşup Bursa’da bir lokantada yemek yediklerini söyledi. Lokantadan çıktıktan sonra Fethullah Efe Polat’ın arabayı stadyum yakınında durdurduğunu ve döverek kendisine tecavüz ettiğini anlattı. Cinsel saldırıdan sonra yıkandığını ancak kıyafetlerini yıkamadığını söyleyen B.G. bu kıyafetleri polise teslim etti. Fethullah Efe Polat, nitelikli cinsel istismar suçundan 13 Aralık 2025 günü tutuklandı. 15 Aralık 2025 tarihinden itibaren işe gelmeyen Fethullah Efe Polat hakkında Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı da idari inceleme başlattı.

Tam olarak Fethullah Efe Polat’ın tutukluyken 19 Aralık 2025 günü Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü ‘Disiplin ve Ceza İşlemlerinde Dikkat Edilecek Hususlar’ konu başlıklı bir yazı yayınladı. 81 il müdürlüğüne gönderilen bu yazının 3. maddesinde disiplin incelemesi için görevlendirilecek kişilerin görevlendirme onaylarının İl Müdürlüğü makamından alınması gerektiği yazıldı.

Sadece 5 gün sonra Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü bu kez ‘Disiplin ve Ceza İşlemlerinde Dikkat Edilecek Hususlar Konulu Yazı Hakkında’ başlıklı bir yazı gönderdi. 3. maddedeki disiplin incelemesi için görevlendirilecek kişilerin onaylarının sadece il müdüründen değil, valilik makamından da alınabileceği belirtiliyordu. Belki de bu sürede Fethullah Efe Polat hakkında inceleme yapacak muhakkik il müdürlüğü tarafından belirlenmişti. Eğer öyleyse zamanlaması çok manidar bu yazışmalar bakan yardımcısının yeğeni için devletin nasıl oyuncak edildiğini ortaya koyuyor.

İŞE GELMEK İSTEDİ

B.G.’nin şikayetinden vazgeçmesi üzerine Fethullah Efe Polat kısa süre içinde tahliye edildi. Tecavüzle suçlanan memur, Bursa Nilüfer Aile ve Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’ndeki işine gelmek istedi. Şimdilik müdürlüğe gelmemesi söylendi.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakan Yardımcısı Zafer Tarıkdaroğlu, 2018 Genel Seçimleri’nde AKP’den Erzurum milletvekili aday adayı olmuştu. 17-25 Aralık operasyonlarından önce Fethullah Gülen’e övgüler düzen çok sayıda tweeti vardı. Bu durum onun devlet bürokrasisindeki yükselişini engellememişti.

HABERİ YOKMUŞ

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakan Yardımcısı Zafer Tarıkdaroğlu sorularımız üzerine şu yanıtı verdi: “Yeğenim bana sormadan ek dersli çalışan personel olmak için başvurmuş ve kabul edilmiş. Benim çok sonra haberim oldu. Bu başvurudan sonra sözleşmeli memurlukla ilgili kararın çıkması tamamen tesadüf. Bu konuda benim hiçbir etkim olmadı. Hatta sözleşmesinin uzatılmamasını isteyeceğim.”

Rektörden kardeşine özel kadro ilanı 

Kırklareli Üniversitesi’nin profesör kadrosu için yayımlandığı ilanda Rektör Prof. Dr. Rengin Ak’ın kardeşi çok net tarif edildi. Kadro ilanına rektör Prof. Ak’ın kardeşinin tez ve makaleleri birebir yazıldı.

    Rengin Ak

Bilimsel faaliyetlerde dünyanın çok gerisinde kalan üniversiteler, eş-dost-akraba kadrolaşmasında rekora doymuyor. Rektörlerin ‘arpalığına’ çevrilen devlet üniversitelerindeki akademik kadro ilanlarına torpillinin DNA’sının eklenmediği kaldı. Son örnek Kırklareli Üniversitesi’nde yaşandı. 10 Nisan 2025’te Cumhurbaşkanlığı Atama Kararnamesi ile Kırklareli Üniversitesi Rektörlüğü’ne Prof. Dr. Rengin Ak atandı. İktisat profesörü olan Rengin Ak’ın kardeşi Berna Ak Bingül Kırklareli Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Finans ve Bankacılık Bölümü’nde doçent öğretim üyesiydi. Sadece doktorada İslami Finans dersine giriyordu. Ablası rektör olur olmaz Uluslararası İlişkiler Koordinatörlüğü’nde başkan yapılmıştı.

Kırklareli Üniversitesi öğretim üyesi kadrosu için 23 Aralık 2025 günü ilan yayımladı. Bu ilanın üçüncü maddesinde Uygulamalı Bilimleri Fakültesi Finans ve Bankacılık Bölümü’ndeki profesör kadrosu için nitelik şöyle tarif edildi: “Doçent ünvanını Makro İktisat bilim dalında almış olmak. Finansal dayanıklılık ve kar transferi konularında çalışmalar yapmış olmak.”

Aslında bu da ilan değil tarifti ve Kırklareli Üniversitesi’nin rektörü Prof. Dr. Rengin Ak’ın kardeşi Prof. Dr. Berna Ak Bingül’ün nitelikleri sıralanmıştı.

Nitekim Rektörün kardeşi Berna Ak Bingül, doçent ünvanını Makro İktisat bilim alanında almıştı. Journal of Emerging Economies and Policy (JOEEP) isimli dergide kısa süre önce 7 Aralık 2025 günü yayınlanan makalesinin konu başlığı ‘Çin ve Afrika Arasındaki Vergi Tabanının Aşınması ve Kâr Transferi’ydi. Yani ilandaki ‘kâr transferi’ vurgusu, ilanın yayımlanmasından sadece iki hafta önce yayımlanan makalesinin başlığında duruyordu. Berna Ak Bingül’ün geçmişteki makalelerinde ise finansal dayanıklılık konusu işlenmişti.

2025 yılındaki Uluslararası Ekonomi Finans ve Sosyal Bilimler Kongresi’nin (ICOFESP) kitabında ise Berna Ak Bingül’ün finansal dayanıklılık başlığına ve içeriğine yer verilen iki çalışması bulunuyordu. Hatta bu kongrenin kitabının komite sayfalarında rektör ve kardeşi birlikte yer alıyordu.

Kadro ilanında son başvuru tarihinin 6 Mart 2026 olduğu belirtildi. İlandaki tarife uyan başka biri ortaya çıksa bile şansının olmadığını herkes biliyor.

Ne de olsa arpalığa çevrilmiş üniversitelerde rektör kardeşlerinin ‘kadro ilanım yayınlandı, tebrikleri kabul ediyorum’ paylaşımlarını bile gördük. Hatta üniversite sınavına girmeyen oğlunu kendi üniversitesinin hukuk fakültesinde mezun eden rektörü haberlerimizde anlattık. Eşini kaydettirdiği bölümü evlerine yakın bir binaya taşıtan rektör de halen hafızalarımızda. Üniversiteler onların babalarının çiftliği… Bilim ise çok uzakta.

/././

Timur Soykan /BİRGÜN 


‘Polisi kafir, askerliği küfür görüyorum’ demiş + Trump ve Netanyahu Florida’da buluştu + Öcalan'ın Önerisi "Demokratik İslam" -halkTV-


‘Polisi kafir, askerliği küfür görüyorum’ demiş -İsmail Saymaz- 

Yalova İsmetpaşa Mahallesi’nde IŞİD-Horasan sempatizanlarının yaşadığı eve dün saat 02.15’te Terörle Mücadele Şubesi tarafından baskın düzenlendi.

Evin içerisinden polise ateş edildi.

IŞİD’çiler çocuklarını ve kadınlarını kendilerine siper etti.

Bursa’dan Polis Özel Harekat ve jandarma komandolar gelerek müdahaleye katıldı.

Çatışma 09.40’ta bitti.

Polis Yasin Koçyiğit, Turgut Külüş ve İlker Pehlivan şehit düştü.

Sekiz polis ve bir bekçi yaralandı.

İçerideki beş kadın ve altı çocuk sağ çıkarılırken…

Tamamı Türk vatandaşı olan altı IŞİD’çi ölü ele geçirildi.

Adları açıklanan iki IŞİD’çi Yalova Emniyet Müdürlüğü’nce bilinen simalardı.

Adları; Zafer Umutlu ve Haşim Sordabak.

İki terörist IŞİD yanlısı ‘Ahlak Sünnet Dergisi’nin Yalova temsilciliğinde radikalleşmişti.

Suikast hazırlığı

IŞİD - Horasan’ın ‘Molla Ensarullah’ kod adlı Amer Onay adlı sözde Türkiye lideri 2023’ten beri Gürcistan’da yaşıyor.

TEM Daire Başkanlığı’nın 2 Mart 2023’teki yazısına göre Onay, Türkiye’de iki tür yapılanmaya gitti.

Bunlardan ilki, IŞİD yanlısı grupları ‘Ahlak ve Sünnet Dergisi’ çatısı altında toplayarak, mescitler açmak…

İkincisi, cihat grubu oluşturmak.

Onay, Türkiye üzerindeki planlarını saklamıyor ve şöyle diyor:“Türkiye’de eylem ve suikast yapmayı düşünüyoruz. Düşüncelerimizi gerçekleştirmek için altyapı oluşturmaya çalışıyoruz. Zamanı geldiğinde eyleme başlayacağız.”

Pakistan yolcuları

Derginin Yalova Şubesi 2023’te açılsa da tekfircilerin şehirdeki varlığı eskiye dayanıyor.

2016 sonrasında halk arasında ‘Darül Harpçiler’ olarak tanınan Ruh-ül Kuran’a Hizmet Vakfı (Vuslat Grubu) kuruldu.

Ebu Hanzala kod adlı Halis Bayuncuk’un söylemlerinden etkilenerek, Vuslat’tan ayrılan Kürt gençler Tevhid-i Yaşam Dergisi’nin temsilciliğini açtı. Büroya 2018’de operasyon yapıldı. Tevhid-i Yaşam’ı kapatıp Ahlak Sünnet’in temsilciliğinde toplandılar.

Bu dernek 2023’te mühürlendi.

Musa Sordabak, aynı yıl ‘Sünneti Yaşam Dergisi’ adıyla mescit açmak istedi.

Asla izin verilmedi.

İstikamet Kitabevi’ni kurdular en son.

Üyeleri inşaat ve tersane işçilerinden oluşuyor.

‘Conversations’ adlı mesajlaşma uygulamasını kullanıyorlar.

‘Dervaze’ adlı Telegram kanalı üzerinden örgütle temas kuruyorlar. Bu kanalda 2024’te yapılan “Horasan Ordusu! Horasan’dan çıkan Kara Bayraklılar’ı gördüğünüzde kar üzerinde sürünerek dahi olsa orduya katılın. Çünkü onların içinde Allah’ın Halifesi Mehdi vardır” şeklindeki paylaşımla Pakistan’a cihat göçü başladı.

Üç kişi göçtü.

Biri havalimanında yakalandı.

Terörle Mücadele Daire Başkanlığı’nın 1 Ekim 2024 tarihli yazısına göre Afganistan ve Pakistan’daki çatışma bölgelerinde faaliyet gösteren IŞİD-Horasan saflarına katılmak üzere Türkiye’den legal/illegal yollardan gitme arayışında olabilecekleri değerlendirilen ve yurt dışına çıkış yasağı konan isimler şöyle:

Zafer Umutlu, Haşem Sordabak, Lütfi Sordabak, Mehmet Cami Sordabak ve Bayram Kalkan.

TEM’in yazısı, üç polisi şehit eden hücrenin geçen yıl ekimden beri bilindiğini ve izlendiğini gösteriyor.

Dün tebliğ edildi

Zafer Umutlu, Yalova 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılaması yapılan IŞİD-Horasan Davası’nın 18 sanığından biri.

1999 doğumlu.

Bitlis Güroymaklı.

Evinde ‘Cihat&Şehadet’ adlı yasaklı kitap bulundu.

Emniyette verdiği ifadesinde, itikadına uymadığı için Diyanet’in imamlarının arkasında namaz kılmadığını ifade etti. Cuma namazı kılmak için Ahlak Sünnet Dergisi bürosuna gittiğini, sohbetlere ve din derslerine katıldığını anlattı.

Umutlu, bir telefon görüşmesini açıklarken, ‘siyasi görüşlerini’ şu sözlerle savunuyor:

“Erdoğan’ın devleti İslami kurallara göre yönetmediğini, eylem ve söylemleri nedeniyle cumhurbaşkanını kafir gördüğünü, O’nun Atatürk ve laik sisteme devam etmesinin, 10 Kasım’da Anıtkabir’e gitmesinin kendisi açısından küfrün delili olduğunu, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık yemini eden polislerin kafir olduğunu, askerlik ve oy kullanmanın küfür olduğunu, devleti ve yöneticilerini tağut olarak gördüğünü…”

Umutlu, tutuklanmadı.

Dava 21 Ekim 2025’te bitti.

Umutlu ve 14 sanık silahlı terör örgütü üyeliğinden beraat etti.

Şu tesadüfe bakın…

Gerekçeli karar Umutlu’ya dün tebliğ edildi.

Adresinden ayrıldığı ve yeni adresi bulunamadığından evrakı kapıya asıldı.

Yalova’ya dikkat

IŞİD, El Kaide ve HTŞ davalarını yakından takip eden Avukat Onur Güler, Yalova’da 12 yıldır tekfirci grupların, yabancı terörist savaşçıların, bir dergi ya da mescit çevresinde toplanan Türk ve Kürt selefilerin sıkça görüldüğünü belirtiyor.

Güler, dünkü operasyonla terörle mücadelede yeni bir döneme girilebileceğine işaret ederek, şu bilgileri veriyor:

“Ahlak Sünnet Dergisi'yle bağlantıları olan ve istihbari açıdan uzunca süredir takip edilen bir IŞİD hücresinin patlaması olarak okunması mümkün. Orhangazi ve Yalova'da operasyondan sonra gözaltına alınan birçok kişi IŞİD’in hiyerarşisine biatlı olmasa da alt klanı olarak değerlendirilebilir.”

Babalarını ‘Sen kafirsin’ diyerek annelerinden ayırmışlar

Yalova’daki çatışmada ölü ele geçirilen bir diğer IŞİD-Horasan üyesi, Haşem Sordabak.

1997 doğumlu.

Bitlis Güroymaklı.

Ağabeyi Musa, Yalova’da IŞİD’in imamı.

Kardeşi Lütfi, ağabeyi Mehmet Cami ve eşi Filiz de örgütte.

Sordabaklar bir aile içi kavganın polise yansıması üzerine IŞİD dosyasına girdi.

Şöyle ki:

Emniyet 9 Ekim 2024’te kavga ihbarı üzerine Siteler Mahallesi Şahin Sokak’a gitti.

Kendilerini Maşallah Sordabak karşıladı.

Sordabak’a göre eşi Saadet’i oğulları Mehmet Cami ve Haşem alıkoydu. Baba Sordabak, eşini geri getirmek için oğulları Abdulcabbar ve Caner’le gittiği evde saldırıya uğradı.

Aile içerisinde kavga çıktı.

Oğulları Mehmet Cami ve Haşem, “Siz kafirsiniz, annem sizin yanınızda bulunmayacak. Annemi de alıp cihat için götüreceğiz” dediler.

Babaları ve kardeşlerini dövdüler.

Tabancalarına sarılıp üzerlerine ateş ettiler.

Haşem ve Mehmet Cami, bir gün sonra gözaltına alındı.

Kullandıkları silahları sakladıkları çalılıklardan çıkarıp teslim ettiler.

İki kardeş 14 Ekim 2024’te tutuklandı.

‘Bizi öldüreceklerini söylediler’

Anne Saadet Sordabak, ifadesinde şöyle diyor:

“Oğullarım IŞID’in gerçek Müslüman olduğunu, İslam devleti kuracaklarını, kafir olduğumuzu, gücü ele geçirdiklerinde onlarla olmadığımız takdirde bizi öldüreceklerini söylemeye başladılar. Oğullarımın radikalleşmesinin, babaları ve kardeşlerine silah sıkacak raddeye gelmelerinin Ahlak Sünnet Dergisi’nde aldıkları sohbetler neticesinde olduğunu düşünüyorum.”

Baba Maşallah Sordabak ise şunları söylüyor:

“Oğlum Musa’nın ‘İŞİD’li olmayan herkes kafirdir, başlarının kesilmesi vaciptir’ diye konuşup bizi tehdit etti. Abdulcabbar isimli oğlum askere gidip geldi. Geldikten sonra oğullarım ‘Nasıl tağut devletin askeri olursun kafirsin’ diye tehdit ettiler.”

İki ay önce evine gelen oğlu Lütfü ve eşi Nihal ile kızları Nebahat Sordabak ve Sebahat Eşiçok’un “Eşlerimizle cihada gitmemiz lazım, IŞİD’e katılmalıyız” dediğini anlatan Sordabak, şöyle devam ediyor:

“Ben de kızdım ve ‘Nereye gidiyorsanız gidin’ dedim. Lütfi de ‘Eşin sana haramdır’ dedi. Bastonu savurdum. Koluna geldi. Annesi canı yanmıştır diye peşinden çıktı ve geri göndermediler.”

Olaydan bir gece önce eşinin hasta olduğunu öğrenip Mehmet Cami’nin evine gittiğini belirten baba Sordabak, şunları söylüyor:

“Eşim eve gideceğini söyleyip araca binince Mehmet Cami’nin eşi Filiz indirmeye çalıştı. Caner aracı ilerletip annesini kurtarmaya çalıştı. Abdulcabbar ile kaldık. Mehmet Cami ile Haşem bize saldırıp vurdu. Önce Haşem’in, sonra Mehmet Cami’nin ateş ettiğini gördüm.”

Sordabak dört oğlunu ve iki kızını evlatlıktan reddettiğini ifade ederek, şöyle diyor:

“Anne ve babasına ateş eden insan, çocuğum olamaz. Evlatlıktan reddediyorum. Benim ve ailemin can güvenliği yok. Zaten bizi kafir olarak görmektedirler. Askeri gemi işinde çalıştığım için oğullarım bana ‘Siz kafirsiniz, nasıl tağutlara çalışırsınız diyordu.”

Caner Sordabak, ağabeyi Haşem’in kendisine doğru iki el ateş ettiğini ve kurşunların ayağını sıyırdığını belirterek, şöyle devam ediyor:

“Bu dergiye gidip gelen abilerim ve cemaatten şahısların ‘Kimi öldürsek onun eşi de canı da malı da bize helaldir. Eşlerini cariye olarak alabiliriz. Bu devletin askeri de polisi de savcısı da hâkimi de mahkemesi de kâfirdir’ diye konuşuyor.”

Sordabak Ailesi’nin damadı Cihan Eşiçok, IŞİD’i desteklemediği için “Dinsizsin” denilerek, eşi Sebahat’in elinden alındığını iddia ediyor.

Sempati suç değil!

Haşem Sordabak ise verdiği ifadede birkaç sefer Ahlak Sünnet Dergisi’ndeki dini derslere katıldığını savunarak, “Tabelalarında Kuran yazısını görünce merak ederek girdim” diyor.

Annesi Saadet’in babası Maşallah’ın zulmüne dayanamayarak, yanlarına geldiğini iddia ediyor.

IŞİD’çi suçlamasını reddediyor.

İddianamede Haşem Sordabak’ın “Yeryüzünde bir tane hak yol var ise bu da IŞİD'tir. Hepimiz ona katılıp cihat etmeliyiz” dediği belirtiliyor.

Yalova 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan yargılamada örgüt üyeliği yönünden beraate hükmedildi.

Sanıkların eylemlerinin sempati boyutunda kaldığı, dış dünyaya yansımayan eylemlerinin suç olmadığı ifade ediliyor.

Haşem ve Mehmet Cami Sordabak’a babalarına ve kardeşlerine yönelik kasten yaralamadan ötürü ayrı ayrı 1 yıl 11 ay 18 gün hapis cezası verildi. Beş yıl denetim altında tutulmasına karar verildi. Hükmün açıklanması geri bırakıldı.

Haşem ve Mehmet Cami Sordabak’a ruhsatsız silah taşımaktan da 10 ay hapis ve 2500 TL adli para cezası kesildi.

Sordabak, 14 Ekim 2024’te tutuklanmıştı.

İkinci duruşmasının görüldüğü 18 Nisan 2025’te tahliye edildi.

AK Parti Yalova İl Başkanı’na suikast hazırlığı

IŞİD-Horasan’a katılacağı istihbaratı alınan Bayram Kalkan’ın Pakistan’a gitmeden önce Ahmet Bingöl ve Mehmet Uğur Budak ile Türkiye’de eylem planladığı ileri sürüldü.

Üç kişi 12-13 Kasım 2024’te gözaltına alındı.

Cep telefonlarında ‘Converstations’ adlı mesajlaşma programı bulundu.

Bir sohbet kaydında AK Parti Yalova İl Başkanı Umut Güçlü’nün babasına ait, zaman zaman Güçlü’nün de kaldığı eve saldırı hazırlığında oldukları, evin krokisi ile resimlerinin çekilerek silah teminine çalışıldığı saptandı.

Umut Güçlü’nün sahibi olduğu Liman Pastanesi’nin Instagram hesabının Google'dan aranıp incelendiği ve takip edildiği belirlendi.

Üç kişi 16 Kasım 2024’te tutuklandı.

Şüpheliler bütün bu suçlamaları reddetti.

Bingöl ve Kalkan’a silahlı terör örgütüne üye olmaktan altı yıl üç ay hapis cezası verildi. Budak’a da yasak kılıç bulundurmaktan 5 ay hapis ve 2000 TL para cezası uygulandı.

Volkan Reçber’den mesaj var

Dün İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının Volkan Reçber’in de aralarında olduğu 97 sanık hakkında hazırladığı iddianameyi yazmıştım.

İddianamede Gazi Mahallesi’nde doğup büyüyen Volkan Reçber ve ‘Arap Emrah’ lakaplı Emrah Sever gruplarının dört ölümle sonuçlanan sokak hesaplaşmasına yer veriliyor.

Yurt dışında olduğunu bildiğimiz Reçber bir yakını aracılığıyla açıklama gönderdi. Yanıt hakkı gereğince Reçber’in açıklamasını yayınlayacağım.

Ancak bir eleştiriye yanıt vermem gerek.

Ben Reçber için “Boynunda Zülfikar’ı eksik olmuyor” derken, Alevilik inancını öne çıkarmasından söz ettim. Nasıl kimi Karadenizli kabadayılar milli ve dini motiflerin altını çiziyorsa Reçber’in de kimliğini gösterdiğini ifade ettim.

Yoksa Aleviliği suçla ilişkilendirmeye hiç kimse cüret edemez.

Kaldı ki ben Alevilerin eşitlik mücadelesini koşulsuz destekleyen bir gazeteciyim.

Reçber’in yanıt hakkını özetleyerek aktarıyorum.

“Sayın İsmail Saymaz,

Yargı süreci devam eden dosyalar hakkında kaleme aldığınız yazılarda, iddia ile hüküm arasındaki çizgi bilinçli biçimde silinmektedir. Mahkemesi sonuçlanmamış olaylarda kişi isimlerini açıkça yazarak ‘çete’, ‘suçlu’ gibi kesinlik içeren ifadeler kullanmak; masumiyet karinesini, adil yargılanma ilkesini ve temel basın etik kurallarını açıkça ihlal etmektedir. Bu, haber verme değil; yargı yerine geçme iddiasıdır.

Boynumdaki Zülfikârın nesi seni rahatsız etti?

Ben bugün Alevi olmadım.

İnsanların kimliklerini gizlemek zorunda kaldığı, inancını fısıltıyla yaşadığı dönemlerde bile inancımdan vazgeçmedim. Kimliğimi saklamadım, baş eğmedim, inkâr etmedim.

Kimliğim üzerinden zan üretilmesine, ima yoluyla suç isnadı yapılmasına sessiz kalmam.

Yazıda adı geçen Kübra isimli genç kızın başka gruplar arasındaki bir çatışmada vurulduğuna dair bilginin mahkeme ve polis kayıtlarında yer aldığı bilinirken, bu gerçeğin dışlanması ve olayın tek taraflı bir çerçeveyle sunulması, karalama ve yönlendirme şüphesini güçlendirmektedir.

Bir gazetecinin kalemi; savcının iddianamesi, hâkimin kararı yerine geçemez. Gazetecilik; savcı gibi iddianame yazmak, hâkim gibi hüküm vermek değildir.”

/././

Trump ve Netanyahu Florida’da buluştu -Serra Karaçam- 

ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Netanyahu, Gazze planının bir sonraki aşamasını görüşmek üzere Florida’da bir araya geldi.

Görüşmede, Gazze’deki ateşkes sürecinde yaşanan tıkanıklığın aşılması ve İsrail’in İran ile Lübnan merkezli Hizbullah’a ilişkin endişeleri ele alındı.

Netanyahu, Trump ile görüşmesi öncesi ABD Dışişleri Bakanı Rubio ve Savunma Bakanı Pete Hegseth ile de görüştü.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bölgesel güvenlik, ekonomik iş birliği ve antisemitizmle mücadele başlıklarını ele almak üzere bir araya geldi.

Görüşmede, Başkan Donald Trump’ın 20 Maddelik Barış Planı doğrultusunda Orta Doğu’da barış ve istikrarın sağlanması için ABD–İsrail iş birliğinin sürdürülmesi gerektiği vurgulandı.

Trump’a basın toplantısında İsrail-Türkiye ilişkileri ve Türkiye'ye F-35 satışı soruldu

“HAMAS’IN SİLAHSIZLANMASI ŞART”

Netanyahu ve Trump görüşme öncesi kameraların karşısına geçti.

Gazze konusunda Trump, barış planının 2. aşamasına hızla geçmek istediğini söyledi ve Hamas’ın silahsızlanmasının şart olduğunu vurguladı.

Trump ve Netanyahu, cesedi Gazze’de tutulan ve oradaki son kalan rehinelerden biri olan Ran Gvili’nin ailesiyle de görüştü.

Trump görüşme sonrası basın toplantısında "HAMAS'a silahları bırakmak için kısa süre verildiğini vurguladı. İsaril'in çekilmesini ise garantilemedi. HAMS silah bırakmazsa korkunç sonuçları olacağını, HAMAS'ı destekleyen ülkelerin bile "silah bırakmazlarsa biz halledelim" dediklerini ifade etti.

Netanyahu ise gerçek bir reform beklediklerini, kitaplarda öğretilenlerin değişmesi gerektiğini ifade etti ve "bu onlara bağlı" şeklinde konuştu.

Erdoğan'ın Netanyahu'yu Naziye Hitler'e benzetmesine dair de soru yöneltildi.

"ERDOĞAN'I ÇOK İYİ TANIYORUM, SORUN OLMAYACAK"

İsrail ile Türkiye arasındaki çatışma korkusunun artmasına değinen bir gazeteci, Trump'a "Bu gerilimi nasıl hafifleteceksiniz? Erdoğan, Netanyahu’yu Hitler’e benzetiyor ve İsrail’i Nazilerle karşılaştırıyor." şeklinde bir soru yöneltti.

Trump "Ben Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı çok iyi tanıyorum ve bildiğiniz gibi kendisi benim çok iyi bir arkadaşım. Ona saygı duyuyorum ve Bibi de ona saygı duyuyor; aralarında bir sorun olmayacak. Çok iyi tanıyorum ve siz de gördünüz, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye ile öyle işler yaptım ki, başka hiç kimse yapamazdı. Sorun yaşamayacağız. Erdoğan harika bir iş çıkardı. Ben onun yanındayım, Bibi’nin de yanındayım. Hiçbir şey olmayacak." şeklinde cevap verdi.

Toplantı sonunda gazeteciler Türkiye'ye F-35 satışını gündeme getirdi. Trump "düşünüyoruz" şeklinde cevap vermekle yetindi.

Netanyahu Trump'a İsaril Barış Ödülü verileceğini duyurdu.

“TÜRK ASKERİ GAZZE’YE KONUŞLANACAK MI?”

Trump aynı açıklamalarda Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında olumlu ifadeler kullandı.

Trump, Netanyahu ile kameralar karşısındayken, Türk güçlerinin Gazze’de yer almasına izin verip vermeyeceği sorusuna, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile harika ilişkileri olduğunu belirterek cevap verdi. “Bu konuya da değineceğiz, iyiyse iyi olur, Türkiye harika, bana göre Erdoğan iyi” ifadelerini kullandı.

Trump ayrıca, Netanyahu başbakan olmasaydı İsrail’in var olmayacağını savundu.

Basın mensupları Trump’a İran ve balistik füze programına dair planları sordu.

Trump, İsrail Cumhurbaşkanı ile Netanyahu için bir af konusunu görüştüğünü, Cumhurbaşkanı’nın da bu yönde olumlu sinyaller verdiğini belirtti.

“UMARIM SURİYE BAŞKANI İLE İYİ ANLAŞIR”

Trump Suriye sorusuna, "Umarım Suriye ile iyi geçinir, çünkü Suriye’nin yeni cumhurbaşkanı çok çalışıyor ve iyi bir iş çıkarıyor. Gerçekten öyle. Zor bir karakter olduğunu biliyorum ve, biliyorsunuz, Suriye’den bir ‘melek çocuk’ bekleyemezsiniz. Bunu söyleyebilirim. Umarım iyi geçinirler, çünkü biliyorsunuz, Suriye’ye yaptırımları kaldırdım, yoksa hiç şansları olmazdı. Suriye’nin ayakta kalmasını istiyoruz, bu yüzden Suriye hakkında da konuşacağız." ifadeleriyle yanıt verdi.

Trump bir süre önce, İsrail’i Suriye’deki askeri adımlar konusunda uyarmış ve “Suriye’nin müreffeh bir devlete dönüşümünü engellememesi” gerektiğini söylemişti.

Suriye'de mükemmel bir kişinin göreve gelemeyeceğini, güçlü bir savaşçı olmasının önemli olduğunu ifade etti.

Netanyahu ise güvenli bir sınır istediklerini ifade etti.

Trump Erdoğan'ın önceki lideri devirmekte önemli rolü olduğunu hatırlattı. Suriye ile İsrail arasında sorun çıkmayacağına inandığını belirtti.

“İRAN ANLAŞMAK İSTİYOR”

Trump, Tahran’ın balistik füze programını genişletmeye devam etmesi hâlinde bir saldırıyı destekleyeceğini söyledi.

İran’ın nükleer kapasitesini artırması durumunda ise bu tür bir saldırının hızla gündeme gelebileceğini ifade etti.

Trump İsrailli I24 kanalından Nadav Elimelech’in ,“Rejimi devirmeyi destekler misiniz” sorusuna, net bir tutum ortaya koymayarak, İran yönetiminin hâlihazırda ciddi ekonomik sorunlar ve iç baskılarla karşı karşıya olduğunu belirtmekle yetindi.

Netanyahu, geçen hafta yaptığı açıklamada, Trump ile görüşmelerin merkezinde İran ve bölgedeki vekil güçlerin olacağını söyledi.

Trump İran'ın balistik füze ve nükleer silaha erişmesi halinde sonuçlarının geçen seferden daha ağır olacağını söyledi.

Trump vurulan sahalar dışındaki yerlere de bakıldığını ekledi.

“AF KONUSUNU HERZOG İLE GÖRÜŞTÜM”

Trump ayrıca, İsrail Cumhurbaşkanı ile Netanyahu için bir af konusunu görüştüğünü, Cumhurbaşkanı’nın da bu yönde olumlu sinyaller verdiğini iddia etti.

Ancak bu açıklamaya kısa süre içinde İsrail Cumhurbaşkanlığı Ofisi’nden yalanlama geldi. Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un sözcüsü, af talebinin sunulmasından bu yana Herzog ile Trump arasında herhangi bir doğrudan görüşme gerçekleşmediğini açıkladı.

Sözcü, birkaç hafta önce Herzog ile Trump adına hareket eden bir temsilci arasında bir görüşme yapıldığını, bu görüşmede yalnızca af talebinin hangi aşamada olduğuna dair prosedürel bilgi verildiğini belirtti.

Açıklamada, konuyla ilgili herhangi bir kararın yerleşik hukuki süreçler çerçevesinde alınacağı ve bu bilginin Trump’ın temsilcisine net şekilde aktarıldığı vurgulandı.

İsrail Cumhurbaşkanlığı’nın açıklaması, Trump’ın kamuoyuna yansıyan ifadeleriyle çelişirken, Washington–Tel Aviv hattında diplomatik söylem ile resmî süreçler arasındaki farkı bir kez daha gündeme getirdi.

/././

Öcalan'ın Önerisi "Demokratik İslam"-Ayşenur Arslan- 

Sunucuların yatak odası kadar ilginç değil ama yine de yazmak, konuşmak lazım!!

Hele iktidarın Terörsüz Türkiye sürecinde strateji değiştireceği haberi gelmişse.

Ve tam o sıralarda Diyarbakır’dan gelen başka bir haberdeki cümlede Öcalan ve İslam geçiyorsa.. Konuşmak şart. Değil mi!

Önce iktidar cephesine bir bakalım. Türkiye Gazetesi’nden Yücel Kayaoğlu’nun haberine göre
“AKP, "Terörsüz Türkiye" olarak adlandırdığı İmralı süreci kapsamında atılacak adımlara ilişkin, toplumda oluşan kafa karışıklığını ve "gizli pazarlık" iddialarını gidermek için yeni bir yol haritası çizdi. İktidar kanadı, süreçte başta atılacak hukuki adımlar olmak üzere, vatandaşın kafasını karıştıracak ve milletin hassasiyetlerinin manipüle edilmesine yol açacak spekülasyonlara karşı savunma stratejisi geliştirdi.”

Bu stratejide yeri var mı ya da faydası olur mu bilemem.. Ancak Öcalan kritik bir adım attı.

Mezopotamya İslami Araştırmalar Federasyonu’nun Diyarbakır’daki kongresine gönderdiği mesajla Erdoğan’ın elini kolaylaştıracak bir kapı açtı: Demokratik İslam: “ İslam, özünde özgürlüğün, adaletin ve eşitliğin dinidir. Kapitalist modernitenin iktidar ve talan aracı haline getirdiği resmi devlet İslam’ı ya da cemaatçi yapılar, bu özü yitirmiştir. Demokratik İslam ise, Medine Vesikası’nın ruhuna dönmektir. O sözleşme farklı inançların, halkların ve kültürlerin öz iradesiyle, baskısız bir arada yaşama sözleşmesidir. Bilinmelidir ki gerçek cihad, nefsimize ve zulme karşı sürekli özeleştiriyle sürdürülen mücadeledir. İslamdaki şûra anlayışı ise kolektif akıl ve demokratik karar alma anlamına gelmektedir. İslam’ı ne devletin, ne de herhangi bir grubun siyasi aracı yapmadan, toplumun tabandan örgütlenen özgür yaşamına hizmet ettirelim. Demokratik İslam, kadın özgürlüğünü, ekolojik dengeyi ve halkların kardeşliğini merkeze alan bir uygarlık alternatifidir. Orta Doğu’nun kanayan yaralarına ancak bu demokratik yorum şifa olabilir.”

Bu uzun paragrafın her bir cümlesini ayrı ayrı ele alacağım. Zira her biri hem Türkiye’de hem de mesela Rojava’da “yön tayin eden” parça tesirli ideolojik bomba!

Önce “gerçek cihad” diyerek MÜCAHİD ÖCALAN ünvanını bir kenara koyalım. Ve devam edelim.

* Demokrasi ile İslam, ya da herhangi bir dini birlikte anmak, oksimoron tanımının ta kendisidir. Bir araya gelemezler. Birbirleriyle çelişir, zıtlaşırlar. Zira (Öcalan’ın mesajından yola çıktığımız için İslam’dan söz edeceğim) İslam tam bir BİAT REJİMİDİR. Size üstlerinize itaati, ülkeyi yöneten lidere de tam biatı öğütler. Zaten demokrasi ile İslam’ın, dinlerin yolu burada ayrılır.

* Öcalan’ın ‘kapitalist modernitenin talan aracı resmi devlet İslamı’ tanımı da, doğrusu İslamcı çevrelerde bile bin çeşit yorumlanan bir durum. Dünya üzerinde, ülkelerin yönetimlerinden bağımsız bir İslam nerede, nasıl yaşanıyor? Bilen var mı? Hangisi gerçek İslam’ı temsil ediyor? Suudi Arabistan mı, Afganistan mı yoksa mesela Endonezya mı?

* Ya kadın özgürlüğü konusunda söyledikleri? Yüzlerce yıldır İslam adına konuşup fetva verelerin kadını nereye koyduğunu bilmiyor olabilir mi? Daha dün Cübbeli diye bilinen şahıs, kadını yine cehennemlik ilan etti. Tarikatların baş hedefi de zaten kadınlar: Konuşmasınlar, gülmesinler, evden çıkmasınlar, zaten katiyen çalışmasınlar.. Öcalan İmralı’da dünyaya o kadar kapalı yaşadı ki, gerçekleri artık seçemez olmuş!

Gelelim Medine Sözleşmesi diye de anılan Medine Vesikası meselesine.

Öcalan "O sözleşme farklı inançların, halkların ve kültürlerin öz iradesiyle, baskısız bir arada yaşama sözleşmesidir.” diyor. Ama gerisini söylemiyor.

* Hicret sonrası Medine’de birkaç safhada oluşturulan (ya da oluşturulduğu söylenen) sözleşme, Arap, yani aynı din, dil ve kültüre sahip kabileler arasında bile işe yaramadı. Müslümanlar ile Yahudiler ise açıktan savaşmaya, olmadı çatışmaya koyuldu. Hz. Muhammed’in vefatı sonrasındaysa bırakın farklı din ve etnik kökenli grupları, Müslümanlar arasında iktidar kavgasıyla buharlaşıverdi.

* Öcalan’ın mesajında hatırlatma nedenlerinden biri midir bilemem, 2. Abdülhamit İttihad-ı İslam projesiyle ümmetçiliği canlandırmak.. Muhtemelen, dağılmaya başlayan Osmanlı imparatorluğunu yeniden birleştirebilmek istedi. Olmadı!

Bugün de Öcalan, Tom Barrack gibi doğrudan ulus devlet modelini hedef almadan “ÜMMETÇİLİK PROJESİ” sunuyor.

Farklı inançların, kültürlerin bir arada yaşama sözleşmesine imza atalım” diyor.

Hem Kürt nüfusa hem de “çok hukuklu” sistem imasıyla tarikatlara göz kırpıyor.

Erdoğan “mücahid Öcalan’ın” bu önerisine atlar mı? Atlasa kamuoyu bunu satın alır mı? Zor!

Saray’da akıllar karışık gibi.

Ama belki de işi yokuşa sürüp zaman kazanmaya çalışıyorlardır.

Anıtkabir’deki müthiş bir kalabalıkla sergilenen o güç gösterisi.. Öte yandan AKP’li seçmenin tepkisi.. YOKUŞ artık aşağı doğru.

Nitekim, Öcalan’ın mesaj gönderdiği kongrede konuşan DEM Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları da “müminlere” seslendi. Ancak Saray’ın hiç hoşuna gitmeyecek bir açıdan: "Peygamber Efendimizin en bilinen sözlerinden biri şudur: 'Komşusu açken tok yatan bizden değildir'. Sadece kendi kapı komşunu kastetmez, aynı zamanda bir sistemi kasteder. Bu sistem kesinlikle değişmeli ve müminler zulme karşı mutlaka direnmeli. Oysa mevcut iktidar yine siyasal İslam'ı kullanarak, 'Mümin sabreder' diyor. Bizler çektiğimiz acılara elbette sabrederiz. Ancak çektiğimiz açlığı kaderimiz olarak görmek ve buna karşı sabretmek istemeyiz. Mücadele etmek, örgütlenmek ve bu sistemi kesinlikle değiştirmek isteriz."

Ne diyorsunuz? Bu noktaları birleştirince karşınıza nasıl bir resim çıkıyor? Yani süreç nereye gidiyor?

Akıbeti ilk süreç gibi olursa şaşırmayız ama herhalde!! Değil mi!!

/././

halkTV

Kokain baronuna Türkiye’de rekor teşvik verilmiş! -Bahadır Özgür /halkTV-


Uyuşturucu kullandığı iddia edilen ‘magazin ünlülerine’ yönelik operasyonlar, baronlara kadar uzanır mı?

Yanıtını çoğumuzun bildiği bir soru aslında. Limanlarda yakalanan tonlarca uyuşturucu ‘yetim’ gibi kalmadı mı. Meşhur İranlı baron Naci Şerif Zintaşti’nin, AKP’nin kurucusu, vekili, bakanı Burhan Kuzu ile boy boy fotoğrafları çıktığı halde yargı dönüp sordu mu.

O kadar fazla örnek var ki. Saymakla bitmez…

Size hiç bilinmeyen bir tanesini anlatayım şimdi. Türkiye nasıl kara para cennetine döndü, bir de bu hikaye üzerinden bakalım.

***

2022 yılından beri Brezilya’daki bir kokain davasını takip ediyorum. Rekor cezalar verildi. Sanıkların temyiz başvuruları geçen mart ayında reddedildi. Ve Brezilya Yüksek Adalet Divanı’nın kararı resmi gazetede yayımlandı. İçlerinde Belçika ve Türk vatandaşı olan bir isim de var.

Dava ile ilgili özet bilgileri aktaralım…

brezilyali-baron-1.jpg
Brezilya’da 30 yıldır kokain ticareti yapan ‘Beyaz Kafa lakaplı kartel lideri.

Brezilya’da 30 yıldır kokain ticaretine yön veren bir kartelin lideri, 2017’de tıpkı  Pablo Escobar’ınkini andıran bir ‘sürek avıyla’ yakalandı. ‘Spektrum’ adı verilen operasyonda ele geçirilen bu kişi, lakabı ‘Cabeça Branca’ (Beyaz Kafa) olan 63 yaşındaki Luiz Carlos Rocha’ydı. Nihayetinde kartelin üretim ve dağıtım ağı çözüldü.

Kokain Bolivya, Peru, Kolombiya’daki üreticilerden Brezilya’nın Mato Grosso’daki çiftliklerine küçük uçaklarla taşınıyor, ardından kamyonlarla Sao Paulo’daki depolara götürülüyordu. Burada yasal olarak ihraç edilecek ürünlerle paketlenip, limana taşınıyor ve ABD ile Avrupa’ya naklediliyordu.

Kartelin çökertilmesi ile yapılan son operasyonun adı ‘Tifo’ydu. Telefon dinlemeleri ve fiziki takip sonucu, 2018’in Ağustos ayında Santos Limanı’ndan, Belçika’nın Gent Limanı’na kokain sevkiyatı yapılacağı tespit edildi.

brezilya-baron-2.jpg
Belçika’da doğal taşların arasına gizlenmiş 2 ton kokain yakalanmıştı.

Konu Belçika polisine bildirildi. Ve 21 Ağustos günü Belçika’ya ihraç edilen doğal taşların arasına gizlenmiş 2 ton kokain ele geçirildi. Yine telefon dinlemeleri ve takip sonucunda konteynerleri üç kişinin teslim aldığı öğrenildi. İki kişi Belçikalıydı. Üçüncü kişi ise Türk ve Belçika vatandaşı olan Nurettin Yüksel’di.

Nitekim Brezilya’da doğal taş şirketi Delta do Brazil üzerinden Belçika’nın Gent kentinde kurulu yine kendisine ait Stroyka şirketi arasında ticaret yapıyordu. Brezilya Federal Mahkemesi, Yüksel’e ait şirketlerin kartelin uyuşturucu sevkiyatında kullanıldığını gösteren kanıtlar sundu. Yüksel ile Belçikalı diğer isimleri Avrupa’daki dağıtım ağının sorumluları olmakla suçladı.

brezilyali-baron3.jpg
Brezilya Yüksek Adalet Divanı temyiz başvurularını reddetti.

Karteli uzun yıllar izleyen Brezilyalı araştırmacı gazeteci Allan de Abreu da ‘Cabeça Branca’ adlı bir kitap yazdı. Kitapta Yüksel’in kilit aktörlerden olduğu, Türkiye ayağı da olan bir uyuşturucu ağının içinde yer aldığı belirtiliyor. Nitekim dava dosyalarında da bu operasyonla beraber Türkiye ile ilişkili bir kokain ticareti ağının de ortaya çıkarıldığı ifade ediliyor.

Bizi ilgilendiren kısım burada başlıyor işte…

Yüksel, kokain ticaretine karışan Stroyka’yı 2014’te Gent’te kurdu. Onun bağlı olduğu şirket ise 2007’de aynı adreste kurulan ve güvenlik hizmeti verdiği belirtilen OPS Group’tu. Bir diğer şirketi ise İspanya’ya bağlı Kanarya Adaları’ndaki Las Palmas kentinde 2011’de kurulan 2BIEN INVERSIONES S.L.

Bu şirketin tek hissedarı olarak gözüken şirket ise 2016’da İstanbul’da kurulan Pusula Delta Uluslararası Ticaret AŞ. Yüksel aynı yıl bir de Pusula Akdeniz Dış Ticaret AŞ. adlı şirketi kurdu. Ticaret sicil kayıtlarına göre faaliyet alanı kuruyemiş, çekirdek, çiğ ve granül kahve, kakao ile kurutulmuş egzotik meyve ithalatı.

Bandan sonrası daha da ilginçleşiyor…

Pusula Delta, 2021’in Mart ayında İzmir’e taşındı. Bir ay sonra da havacılık şirketine dönüşerek, Air Anka adını aldı. Havacılık haberleri veren internet sitelerinde epey haber oldu. Çünkü pandeminin de başladığı bir dönemde kurulan Air Anka, uzun zamandır yapılmış ilk özel havacılık yatırımıydı.

barona-tesvik.jpg
2022 yılının en büyük ikinci teşviki, Yüksel’in şirketine verildi.

Air Anka önce kargo taşımacılığı yapacağını duyurdu. Sonra yolcu taşımacılığına başladı. 2022 yılında devlete başvurup teşvik istedi. Şişe Cam'dan sonra, 1.2 milyar lira ile en yüksek teşviki aldı. Teşvik kapsamında faiz desteği, gümrük vergisi muafiyeti, KDV istisnası, 7 yıl boyunca sigorta primi işveren hissesi desteği, yüzde 80 vergi indirimi ve yüzde 40 oranında yatırım katkısı tanındı. Şirket kurulur kurulmaz sermayesini de rekor düzeyde artırdı. 45 milyon liradan 75 milyon liraya çıkardı.

barona-tesvik4.jpg

Havacılık şirketi jet hızıyla lisans aldı. O günlerde Nurettin Yüksel’in, Brezilya’nın en büyük kokain karteli davasında yargılandığını Birgün gazetesinde yazmıştım. Hiç ses çıkmadı. Lakin adı medyaya düşünce 2023’te Air Anka’yı, Odin Aviation’a sattığını bildiren bir basın bültenini, şirketin Instagram hesabından yayınlayarak kayıplara karıştı.

Nurettin Yüksel, Brezilya’da ceza aldı ama nerede olduğu bilinmiyor. Şirketleri de faal değil. Brezilya ile Avrupa arasında böylesine büyük doğal taş ticareti yapan birisinin tek kare fotoğrafı da yok.

Şimdi tekrar soralım: Bu işler baronlara uzanır mı sizce?

Bahadır Özgür /halkTV

Antik kentin üzerinde 900 yataklı otel! -Yusuf Yavuz / soL -



Kemer’deki İdyros antik kentinin kalıntılarını da barındıran orman arazisinde otel yapımına karşı çıkan Platform üyeleri, Koruma Bölge Kurulu önünde “Tarihi betona kurban etmeyin” çağrısı yaptı…

Antalya’nın Kemer ilçesindeki İdyros antik kentinin kalıntılarının bulunduğu 293 bin m2’lik orman arazisi, 2068 yılına kadar Özak Gayrimenkul şirketine verildi. Daha önce Fransız Tatil Köyü olarak bilinen tesisin bulunduğu koyu da kapsayan bu tahsisle birlikte bölgede koruma amaçlı imar planı hazırlandı. İdyros antik kentinin kalıntılarının da bulunduğu bölgede 900 yatak kapasiteli 5 yıldızlı bir otel inşa edilmek isteniyor. 

Kemer’in geçmişinin izlerini taşıyan bu bölgedeki otel inşaatının bölgenin hafızasını sileceğini savunan İdyros Antik Kentine Dokunma Hareketi üyeleri, Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü önünde bir basın açıklaması yaptı. Kaleiçi’ndeki tarihi bina önünde toplanan platform üyeleri, İdyros antik kentinin kalıntılarının bulunduğu bölgenin sınırlarının bilimsel yaklaşımla yeniden belirlenmesini, bu çalışmalar tamamlanana kadar da otel projesinin askıya alınmasını talep etti.

Antalya'da 40 yılda turizmin yuttuğu milli park

Türkiye’nin gözde turizm beldelerinden biri olan Kemer’de 1980’li yıllarda başlayan planlı ve nitelikli turizm, zamanla yerini yatak sayısı ve her şey dahil sisteminin iştahına bıraktı. Olimpos, Phaselis gibi antik kentleri barındıran sahil bandı ile biyoçeşitlilik zengini doğal miras alanlarının bulunduğu bölge 1970’lerin başında milli park ilan edildi. Adını Olimpos antik kentinden alan milli parkın 1972 yılındaki yüzölçümü 69 bin hektarlık bir alanı kapsıyordu. Antalya Limanının batısından başlayıp, Gelidonya burnuna kadar uzanan Olimpos (Beydağları) Sahil Milli Parkı, o yıllarda bir köy olan Kemer’i turizm amacıyla bir servis istasyonu olarak kurgulamış, yaklaşık 4-5 bin yatak kapasitesiyle Güney Antalya Turizm Bölgesinin merkezi olarak konumlandırmıştı. 

Doğayla iç içe tatil anılarda ve belgesellerde kaldı

Ayışığı Plajı’na bitişik olan bölge ise 1969 yılında 49 yıllığına tatil köyü modeliyle turizm hizmeti sunan ClubMed’e tahsis edilmişti. Fransız Tatil Köyü olarak anılan ClubMed, 1978’de usta Yönetmen Süha Arın’ın hazırladığı Likya’nın Sönmeyen Ateşi belgeselinde kısaca görünür. Antalya’nın ilk tatil köyü özelliğini taşıyan ClubMed’in 1970’li yıllardaki bu ayrıcalıklı ve temiz bir deniz, korunmuş bir doğa içindeki görünümü tatilciler için bulunmaz bir nimet olarak görülüyordu.

Kemer'in ilk tatil köyü olan ClubMed'in yerine 900 yataklı otel inşa edilmesi planlanıyor.

Halkın rekreasyon ihtiyacı için ayrılan kıyılar otellerin oldu

Ancak 1980’li yılların başlarından itibaren Çamyuva, Beldibi, Göynük ve Tekirova gibi yerleşimlerde ardı ardına yapılan tahsislerle milli park gittikçe küçülmüş, verilen teşviklerle yatak kapasitesi başlangıçta öngörülenin onlarca katına çıkarak bölgede hızlı bir dönüşüme neden olmuştu. Milli Park ve turizm planlaması, başlangıçta bir yandan doğayı korurken diğer yandan turizmin ihtiyaçlarıyla halkın rekreasyon ihtiyaçlarını harmanlayan bir içeriğe sahipken planlı ve altyapısı sağlam bir turizm modelini de ortaya koyuyordu. Kemer’de ilk dönemde açılan tatil köylerinde iki katı aşmayan konaklama üniteleri inşa edilirken, bu anlayış zamanla çok katlı devasa otellere bıraktı yerini. Halkın günübirlik ve çadırlı kamp ihtiyaçlarını karşılayan Beldibi TURBAN ve Kemer Kındılçeşme gibi kamp alanları da orta sınıfın elinden alınarak büyük otelcilere tahsis edildi. Günümüzde milli parkın sınırlarının büyüklüğü ise 31 bin hektara kadar gerilemiş durumda.

Anayasal hak olan kıyıya ulaşmak hayal oldu

Yaz aylarında Kemer’de Anayasal bir hak olan kıyıya ulaşmak için saatlerce havlu serecek yer aramak zorundasınız. Eğer şanslıysanız, otellere tahsis edilen alanların ortasındaki sınır bölgelerde küçük alanlarda yer bulabilirsiniz. Bu yanıyla Kemer sahilleri otellerin işgali altında ve sıradan bir vatandaşın kavurucu yaz sıcaklarında birkaç bin TL’yi gözden çıkarmadan denize ulaşıp serinlemesi neredeyse hayal oldu.

Kemer'in ilk tatil köyünün arazisi 2068'e kadar Özak'ın oldu

Son yıllarda giderek artan yoğunluğa ulaşan bu manzaranın tam ortasında Kemer’in ilk tatil köyünün bulunduğu orman arazisi 2023 yılında el değiştirdi. Tahsis süresinin dolmasının ardından süre uzatımına gidildi ve turizme tahsisli 293 bin m2’lik orman arazisi Özak Gayrimenkul şirketine devredildi. Bu devirle birlikte tahsis süresi de 2068 yılına kadar uzatılmış oldu. 

Kemer'in tarihi orman arazisinde saklı

Kemer'in ünlü Ayışığı plajına bitişik olan arazi 2068 yılına kadar ÖZAK Gayrimenkul'ün oldu.

Bunun ardından ünlü Ayışığı Plajı’nın bitişiğindeki araziden başlayarak Çalıştepe denilen yamaç araziye uzanan bölgede 5 yıldızlı ve 900 yatak kapasiteli bir otel inşa etmek isteyen Özak Gayrimenkul büro çalışmalarına başladı. Bu alanda ortaya çıkan arkeolojik kalıntıların İdyros antik kentinin yerleşiminin yayındığı bölge hakkında da fikir vermeye başladı. Yapılan çalışmalarda ortaya çıkan kalıntıların bulunduğu noktasal alanlar tescil edilirken, tescilli alanları da kapsayan daha geniş arazi için koruma amaçlı imar planı hazırlandı. Planın adında "koruma" yer alsa da, bu koyda 900 yataklı bir otele de cevaz vermesi, doğal ve kültürel mirasın korunması konusunda hassasiyeti olan çevrelerin tepkisini çekti. 

Oteli de kapsayan imar planının iptali için dava açıldı

‘İdyros Antik Kentine Dokunma Hareketi’ adıyla bir araya gelen yörede yaşayanlar, Kemer’in hafızası niteliğinde olan bu bölgenin betonlaşmadan korunması için harekete geçti. Otel yapılması panlanan bölgeyi kapsayan, 4 Temmuz 2025 tarihinde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından onaylanan koruma amaçlı imar planının iptali için dava açan Platform, 11 Aralık’ta yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullanmıştı: “İdyros antik kenti bir otelin içine, betona gömülmek istenmiştir. Üstelik, söz konusu 1. ve 3. derece sit alanları da yeterli bir çalışma yapılmadan, alelacele belirlenmiştir. İdyros Antik Kenti'nin bu imar planında çizilenden çok daha geniş sınırlara dayandığını anlamak için uzman olmaya gerek yoktur, gören gözlere sahip olmak yeterlidir. Ancak maalesef Kültür Varlıklarını Koruma Antalya Bölge Kurulu'nun gözlerinin görmediği anlaşılmaktadır. Koskoca kent dururken, yalnızca yüzde 10 kadar bir alanı sit alanı ilan etmek başka şekilde açıklanamaz diye düşünüyoruz: Koruma Kurulu kör müdür?"

Koruma Bölge Kurulu önünde basın açıklaması yapıldı

Açılan davanın ardından Koruma Bölge Kurulu’nu eleştiren Platform üyeleri ile vatandaşlar bu kez doğrudan Kurul önünde toplanarak kapsamlı bir basın açıklaması yaptı.

Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün Kaleiçi’ndeki tarihi binası önünde toplanan Platform üyeleri, İdyros antik kentinin bütüncül olarak korunmasını talep eden dilekçelerini de yetkililere sundu. 

'Antik kent dere kenarına sıkıştırıldı'

Koruma Bölge Kurulu önünde Platform adına Erol Malçok tarafından yapılan basın açıklamasında, şöyle denildi: “Eskiden ClubMed’e tahsis edilmiş olan 293.000 metrekarelik orman ve kıyı alanının 45 yıllığına Özak Gayrimenkul AŞ adlı bir şirkete devredildiğini öğrendik. Bir sır gibi saklanan otel projesinin 900 yataklı, -2 + 3 şeklinde derin kazıları da içeren beş katlı betonarme binalardan oluşan korkunç bir proje olduğu bilgisine ulaştık. Bu otelin yapılması durumunda İdyros antik kentinin gün yüzü görmemiş, henüz sınırları bile saptanamamış olan büyük bölümünün artık geri dönülmez şekilde kaybedileceği ortadadır. Bu korkunç otel projesinin nasıl yapılabildiği sorusuna cevap aradığımızda karşımıza Kültür Varlıklarını Koruma Antalya Bölge Kurulu’nun verdiği izinler ve yaptığı sit alanı tespit kararları çıktı. Kurul, çok daha büyük bir alanı kapsadığı uzman raporları ve eski makalelerle kanıtlanmış olan İdyros antik kentini, Karayer Deresi’nin sadece bir kıyısına sıkıştırmıştı. Bugün halihazırda Akdeniz Üniversitesi tarafından yürütülen kazı çalışmalarının yapıldığı Batı kıyısını kentin tamamı olarak kabul etmişti.

İdyros antik kentinin kalıntılarının bulunduğu dere. Çalışmaların derenin bir kıyısında sınırlanması kuşkuları artırıyor.

‘Arazinin 251 bin m2’lik kısmı betonlaşacak’

Sadece antik köprünün diğer tarafında yıllardır varlığı bilinen iki bina kalıntısını 1. derece sit alanı ilan etmiş, bu binaları da otelin neredeyse içinde bırakarak ileride herhangi bir bilimsel kazı çalışmasını olanaksız hale getirmişti. Gerisini, yani Çalış Tepeye kadar olan yüzbinlerce dönümlük potansiyel kent alanını araştırmaya bile gerek görmeden otelin insafına terk etmişti. Her zaman kullanılan ‘otel inşaatı sırasında kültür varlığı tespit edilirse koruma altına alınacak’ ifadeleri burada tamamen anlamsız hale gelmektedir. Çünkü 293 bin metrekarelik tahsis alanının sadece 40 bin metrekaresi 3. derece ve 1. derece sit ilan edilmiştir. 251 bin metrekarelik alanda şirketin başında arkeolog olmadan kazı ve beton işleri yapılabilecektir. Şirketin insafına bırakılmak, potansiyel bir antik yerleşime yapılacak en kötü işlemlerden biridir diye düşünüyoruz. Şirkete değil, devletimize, bakanlığımıza, koruma kurulumuza ve müzemize güvenmek istiyoruz.”

Bilimsel ve şeffaf çalışma ile koruma statüsü talebi

Koruma Kurulu’na sunulan dilekçe ile, İdyros antik kentinin sınırlarının gerçekçi biçimde ve bilimsel bir yaklaşımla yeniden belirlenmesi, koruma statüsünün ise yükseltilmesi talebinin iletildiği belirtilen açıklamada, şöyle denildi: “Aynı zamanda, antik kent üzerine verilmiş olan otel izninin de, sit alanlarının yeniden değerlendirilmesi işlemi bitene kadar askıya alınmasını talep ediyoruz. Bunu yapmanın, kültürel mirasımıza karşı bir görev olduğunu düşünüyoruz. ‘İdyros antik kenti otele kurban edilmesin’ diyoruz. Jeoradar ve diğer teknolojik araçları kullanarak, acil kazılar ve sondajlar yapılarak, şeffaf bir çalışmayla kentin tümünün gün ışığına çıkarılmasını, hak ettiği koruma statüsüne kavuşturulmasını bekliyoruz.

Akdeniz Üniversitesi'ne bilimsel kazı çağrısı

Son olarak, İdyros Antik Kenti kazılarını yürüten Akdeniz Üniversitesi’ne de bir sözümüz var: Lütfen kültür varlığımıza karşı görevinizi yerine getirin. Orada bir otel tahsisi olmasaydı nasıl hareket edecektiyseniz, öyle yapın lütfen. Ayışığı Plajından Çalış Kalesine kadar olan yüzlerce dönümlük alanda kazı yapma yetkisine sahip olan üniversitenizin, sadece küçücük bir alanda kazı yürütmesini kültürel mirasımıza bir ihanet olarak görüyoruz. Üniversitenin yetkisini kullanmasını, Karayer Deresi’nin doğusunda da kapsamlı araştırma ve kazılar yapmasını bekliyoruz.”

Arkeolojik kazıların sınırlanmasının nedeni otel projesi mi?

Platformun açıklamasında dikkati çeken başlıklardan biri de 2017 yılında bölgede yapılan arkeolojik kazıların ardından çalışmaların Karayer Deresi'nin sadece bir kıyısında sınırlı kalması. Antik bir köprünün kalıntılarının da bulunduğu derenin bir kıyısının gözardı edildiği vurgusu yapılan açıklamada, “Kazılar Karayer Deresi’nin sadece bir kıyısında sınırlı kaldı, sanki köprü boşu boşuna yapılmış, antik kent karşı kıyıda devam etmiyormuş gibi davranıldı. Bugün devam etmekte olan kazıların kentin muhtemelen yarısından bile azını kapsadığı, bölgeyi ziyaret eden bütün dürüst arkeologların ortak fikridir. Nitekim, davetimiz üzerine İdyros Antik Kenti’ni inceleyen Türkiye Arkeologlar Derneği Antalya Şubesi arkeologları, var olan kazıların çok yetersiz olduğunu, araştırmaların köprünün Doğu kanadı tarafında, Çalış tepe ve Ertuğrul Tabyalarına kadar olan çok daha büyük alanda devam etmesi gerektiğini ortaya konan bir rapor yayınladılar. Söz konusu raporu, derneğin sosyal medya hesaplarında bugün de görmek mümkündür. Arkeolojik kazı çalışmalarının neden bu kadar sınırlı bir alanda kaldığını anlamamız uzun sürmedi: İdyros antik kenti üzerine yeni bir otel tahsisi vardı!” denildi.

Yusuf Yavuz / soL

Öne Çıkan Yayın

Yeğen için devleti oyuncak ettiler + Rektörden kardeşine özel kadro ilanı -Timur Soykan /BİRGÜN -

Yeğen için devleti oyuncak ettiler Aile Bakanlığı bir torpil ve cinsel istismar skandalı ile çalkalanıyor. İddiaya göre, Bakan Yardımcısı Za...