Ekrem İmamoğlu: Ailemizi taciz etmeyi bırakın+Özgür Özel duyurdu: Dilek İmamoğlu'nun yazlık evinde arama yapıldı + İddia: Ekrem İmamoğlu'nun babası Hasan İmamoğlu'nun yazlık evinde arama yapıldı -BİRGÜN-

 Ekrem İmamoğlu: Ailemizi taciz etmeyi bırakın

Silivri Cezaevi'nde tutuklu bulunan Ekrem İmamoğlu, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda ailesinin evine yapılan baskın ve aramalara tepki gösterdi. İmamoğlu, "Bir gram vicdan kırıntısı kaldıysa vazgeçin bu aile tacizinden, boş dosyayı hile ve hurda ile doldurma çabanızdan" dedi.

Babası Hasan İmamoğlu ve eşi Dilek İmamoğlu'nun evinde arama yapılmasına tepki gösteren Ekrem İmamoğlu, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda "Ailemizi taciz etmeyi bırakın" dedi.

Silivri Cezaevi'nde tutulan İBB Başkanı ve CHP Genel Başkanı Ekrem İmamoğlu, ev baskınlarına tepki göstererek, "Bu şovlar siyasete, medyaya malzeme vermek dışında hiçbir amaç taşımıyor" ifadelerini kullandı.

"AİLENİN İFFETİNE SALDIRILAR SİZİ HİÇ Mİ YARALAMIYOR?"

"Bir gram vicdan kırıntısı kaldıysa vazgeçin bu aile tacizinden, boş dosyayı hile ve hurda ile doldurma çabanızdan" diyen İmamoğlu, "Ailenin iffetine, namusuna, haysiyetine ve dokunulmazlığına böylesine saldırılar sizi hiç mi yaralamıyor?" diye seslendi.

"BEN MERT OLMAYI HASAN İMAMOĞLU'NDAN ÖĞRENDİM"

"Benim babamı; çocukluğundan bu yana siyaset, cemiyet ve iş hayatında herkes, bütün Trabzon bilir. Ben mert olmayı ondan Hasan İmamoğlu'ndan öğrendim" diyen İmamoğlu'nun paylaşımı şu şekilde:

"Ailemizi taciz etmeyi bırakın. Haber verildiğinde ev sahipleri eşliğinde arama yapılabilecek evlerimize jandarma eşliğinde gidilerek, kilitler kırılarak aramalar yapılıyor. Bu şovlar siyasete, medyaya malzeme vermek dışında hiçbir amaç taşımıyor. Buradan bunu yapan akla sesleniyorum; Kendi yaşamlarınızda yarattığınız karanlık noktaları bizde ve ailelerimizde bulamazsınız. Hamdolsun tertemiz, alnı ak, başı dik insanlarız biz. Millet sizin kumpaslarınızı gördü, ne mizansen yaparsanız yapın artık kimse sizin kumpaslarınıza inanmıyor. Ama aile kutsalımızı çiğniyorsunuz. İnancımızı ve değerlerimizi de yok sayacak bir akıl tutulmasına doğru gidiyorsunuz.

Bu hukuksuzluk, bu aymazlık, tarihimizin hiçbir döneminde yaşanmadı. Bir gram vicdan kırıntısı kaldıysa vazgeçin bu aile tacizinden, boş dosyayı hile ve hurda ile doldurma çabanızdan. Mert olun! Her fırsatta Cumhurbaşkanı’nı savunan partiye tekrar seslenmek istiyorum; Ailenin iffetine, namusuna, haysiyetine ve dokunulmazlığına böylesine saldırılar sizi hiç mi yaralamıyor? Böyle bir zulmün Türk’ün örfünde, ananesinde yeri var mı? Daha ne kadar sessiz kalacaksınız bu terbiyesizliklere? Benim babamı; çocukluğundan bu yana siyaset, cemiyet ve iş hayatında herkes, bütün Trabzon bilir. Ben mert olmayı ondan Hasan İmamoğlu'ndan öğrendim. İşte bu adamın evine baskın yapıyorlar, haberiniz olsun."

NE OLMUŞTU?

Silivri Cezaevi'nde tutuklu bulunan İBB Başkanı ve CHP'nin Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu'nun babası Hasan İmamoğlu'nun Kazdağları'ndaki yazlık evinde dün jandarma ekipleri tarafından arama yapılmıştı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, kapının kilitle açıldığını ve aramanın avukat olmadan yapıldığını açıkladı. Özel, Ekrem İmamoğlu'nun eşi Dilek İmamoğlu'nun yazlık evinde de arama yapıldığını söyledi.

                                                        ***

Özgür Özel duyurdu: Dilek İmamoğlu'nun yazlık evinde arama yapıldı.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu'nun eşi Dilek İmamoğlu'nun yazlık evine operasyon yapıldığını açıkladı. Özel, Ekrem İmamoğlu'nun babası Hasan İmamoğlu'na ait yazlık eve de operasyon yapıldığı bilgisini doğrulayarak "Kapıyı çilingirle açıp avukat olmadan arama yapmaya kalktılar" dedi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel duyurdu, tutuklanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun eşi Dilek İmamoğlu'nun ve babası Hasan İmamoğlu'nun yazlık evine operasyon düzenlendiğini söyledi.

Özel, Cumhuriyet'ten Sertaç Eş'in gündeme dair sorularını yanıtladı.

21. Olağanüstü Kurultay ve CHP'ye kayyum atama iddialarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Özel, "Aslında temel niyetleri hem ön seçim sürecini ve bu mücadele sürecini baltalamaktı. Burada da en güvendikleri şey CHP’de çoklu yapılar var, birbirlerine düşürmek" dedi.

Özel, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Görüldü ki CHP delegesi genel başkanının, yönetiminin arkasında dimdik duruyor. İç tartışmaları geride bıraktı. Bu mesajın parti dışına verilmesi önemli. Çünkü kendi iç tartışmalarını bitirmeyen CHP’ye vatandaş güvenmez ve operasyonlara açık hale gelir. Yani her an tartışılan bir CHP var. Buna karşı kayyum atamaya da cesaret ederler. Ankette de seçmen kararsız kalabilir. Acaba CHP karışacak mı, doğru iktidar alternatifi CHP mi? Şimdi bu tartışmaların hepsini pazar günü sandığa gömdü delegelerimiz. Anahtar listeye göre oyunu kullandı. Ve büktü o listeyi yandaş basının ağzına tıktı."

"BİZİ YANLIŞA İTMEYE ÇALIŞIYOR"

Son aylarda yaşananların ardından partisinin politikaları hakkında konuşan Özel, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için "Temel beklentisi şu: Bizi kriminalize etmek, itibarsızlaşmak ya da bizi sinirlendirerek yanlışa itmeye çalışıyor. Biz ise ona karşı hem kendimizin hem gençlerin zekasıyla, varlıklarıyla ve cesaretleriyle bir şey yapmaya çalışıyoruz. Yaratıcı yöntemler kullanıyoruz" ifadelerine yer verdi.

ERDOĞAN'IN AÇTIĞI TAZMİNAT DAVASI

Özel, Erdoğan'ın kendisi hakkında açtığı 500 bin TL'lik tazminat davasıyla ilgili "Bu dava bizi yıldırmak için yapılan bir şey. Biz yılmayız. Hakaret yok, iftira yok. Yapılan durumu siyaseten anlatan hukuken de tarif eden bir noktadayız. Ben Akar’ın silah arkadaşlarının beddualarını alan birisi olduğunu mahkemede ispatladığım gibi, Erdoğan’ın cuntacı olduğunu mahkemede ispatlayacağım. Belki birinci kademe mahkemesi etkileri altında olabilir ama en sonuna kadar gidip bu davayı kazanıp, onun cuntacı olduğunu karara bağlatabilirim" sözlerini kullandı.

YAZLIK EVLERE OPERASYON

Özel, Hasan İmamoğlu ve Dilek İmamoğlu'nun Bodrum ve Çanakkale'de bulunan yazlık evlerine operasyon düzenlendiğini duyurdu.

Avukat olmadan arama yapılmaya çalışıldığını ifade eden Özel, şunları söyledi:

"Hukukçu arkadaşlarımız hızla gidip eşlik ettiler. Yoksa kapıyı çilingirle açıp avukat olmadan arama yapmaya kalktılar. FETÖ vari yöntemlerle her şey yapabilirlerdi o evde. Evden 690 Dolar, 10 Euro, ruhsatlı silaha ait birkaç mermi bulunmuş. Dün şöyle bir söylenti yayılmıştı: Dilek İmamoğlu ve Hasan İmamoğlu tutuklanabilir çünkü o evlerde gizli kasalar, büyük paralar, mühimmat bulunacak. Çıka çıka bu çıktı."

                                                         ***

İddia: Ekrem İmamoğlu'nun babası Hasan İmamoğlu'nun yazlık evinde arama yapıldı

Silivri Cezaevi'nde tutuklu bulunan İBB Başkanı ve CHP'nin Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu'nun babası Hasan İmamoğlu'nun Kazdağları'ndaki yazlık evinde jandarma ekipleri tarafından arama yapıldığı öne sürüldü.

Balıkesir'in Edremit ilçesine bağlı Güre Mahallesi'nde, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı ve CHP'nin Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu'nun babası Hasan İmamoğlu'na ait Kazdağları'ndaki yazlık evde jandarma ekipleri tarafından arama yapıldığı iddia edildi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu mali suçlamalar nedeniyle tutuklandı ve Marmara Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'na (Silivri Cezaevi) gönderildi.

Avukatları, Ekrem İmamoğlu'nun tutukluluğuna itiraz ederken, yeni bir gelişme yaşandı.

İHA'nın aktardığı habere göre, Ekrem İmamoğlu'nun babası Hasan İmamoğlu'na ait Kazdağları'ndaki yazlık evde jandarma ekipleri tarafından arama yapıldı.

Akşam saatlerinde gerçekleştirilen operasyonda, jandarma ekipleri ev çevresinde güvenlik önlemleri aldı.

Yaklaşık 1 saat süren arama çalışmaları sırasında evin çevresine giriş-çıkışlar kontrollü şekilde sağlandı. Ekiplerin, aramanın ardından bölgeden ayrıldığı öğrenildi.

Aramanın nedeni hakkında resmi makamlardan henüz bir açıklama yapılmadı.

BİRGÜN

Sanatçı Sevinç Eratalay gözaltına alındı - BİRGÜN -

Sanatçı Sevinç Eratalay, sosyal medya hesabından Kızıldere Katliamı'nın yıldönümünde Mahir Çayan'ın fotoğrafını kullanarak yaptığı paylaşım gerekçe gösterilerek sabah saatlerinde Antalya'da gözaltına alındı. SOL Parti, Eratalay'ın gözaltına alınmasına tepki göstererek "Halkın devrimci sesini derhal serbest bırakın" dedi.

Sanatçı Sevinç Eratalaysosyal medya paylaşımı gerekçe gösterilerek gözaltına alındı.

30 Mart'ta Kızıldere Katliamı'nın yıl dönümü nedeniyle sosyal medya hesabından videolu bir paylaşım yapan Eratalay, Mahir Çayan ile birlikte Kızıldere'de katledilen 9 devrimciyi andı.

Eratalay paylaşımında kendisinin seslendirdiği Mahir'in Türküsü'nden bir bölüme de yer verdi. Paylaşımda bir yurttaşın Mahir Çayan portresini taşıdığını gösteren fotoğraf yer alıyordu.

https://twitter.com/i/status/1906094846072258928

Savcılık kararıyla bu paylaşım nedeniyle "THKP-C propagandası" yaptığı gerekçesiyle Eratalay hakkında gözaltı kararı verildi.

Kararın ardından bugün sabah saatlerinde Antalya'daki evinden gözaltına alınan Eratalay'ın telefonuna da el konuldu.

Sanatçı, Antalya Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.

SOL Parti, Eratalay'ın gözaltına alınmasına ilişkin sosyal medya hesabından paylaşım yaptı. Paylaşımda, "Halkın devrimci sesini derhal serbest bırakın" denildi.

Ekrem İmamoğlu'nun avukatı, diplomayı iptal eden komisyonu açıkladı - Evrensel -

Ekrem İmamoğlu’nun avukatı Mehmet Pehlivan, İmamoğlu'nun diplomasını iptal eden komisyonu açıkladı: "Onkoloji uzmanı, konservatuar hocası... hukuki doğruluk mu, siyasi talimat mı arandığının kanıtı"

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun lisans diploması hakkında, İstanbul Üniversitesi komisyonu 'iptal' kararı vermişti. İmamoğlu'nun avukatı Mehmet Pehlivan, bu komisyonda yer alan kişileri açıkladı.

Avukat Mehmet Pehlivan, sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımda, "Sayın Ekrem İmamoğlu’nun diplomasını iptal eden İstanbul Üniversitesi komisyonunda kimler var biliyor musunuz? İş Hukuku alanında çalışan bir iktisatçı, bir Onkoloji uzmanı, bir Konservatuar hocası!
Türkiye’nin en köklü Hukuk Fakültesinden hocalar dururken seçilen bu ekip, hukuki doğruluk mu, siyasi talimat mı arandığının kanıtıdır!" dedi.

Evrensel

TÜSİAD Dosyası -(I) /12 Mart'tan AKP karşıdevrimine sermaye parmağı- Orhan Gökdemir/soL

 TÜSİAD sermayesinin memnuniyetsizliğinin ardındaki temel neden rejimin totaliterleşmesi değil. Demokrasi ve laiklik tartışmaları kavganın asıl sebebinin üstünü örtüyor. Kavga yağmadan büyük payı alma, yağmalananları paylaşım kavgası.

TÜSİAD büyük büyük patronların örgütü. Kurulduğu günden bu yana tek amacı var, onları var eden yağma düzeninin sorunsuzca sürmesi. O düzenin sürmesi de halkın sistematik olarak soyulmasına, varlıklarının yağmalanmasına bağlı. 

TÜSİAD, sağcı-gerici 12 Mart darbesinin hemen ardından 2 Nisan 1971’de kuruldu. 70’li yıllar, büyüyen işçi sınıfının yükselen mücadelesi karşısında büyük patronların endişeye kapıldığı yıllardı. Her yerde grev ve direnişler patlak vermeye başlamış, Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kurulmuştu. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi ise burjuvazinin korkmakta ne kadar haklı olduğunu gösteriyordu. Siyasal bilinçlenme ekonomik gelişmeyi aşmıştı. TÜSİAD, patronların bu gelişmeye cevabıydı.

12 Mart darbesinin ardından generallerden muhtırayı alan iktidardaki Adalet Partisi genel başkanı ve başbakan Süleyman Demirel şapkasını alıp kaçtı. Hükümet koltuğu boşalınca büyük sermayenin ihtiyaçlarını daha iyi karşılayacak olan yeni bir hükümet kuruldu. Yeni kurulan Nihat Erim hükümeti programını açıkladığında, ilk kutlama mesajı sermayenin sembol ismi Vehbi Koç’tan gelmişti. Bu darbenin gerçekte kime karşı yapıldığının da ilk işaretiydi. Birçok ilde ilan edilen sıkıyönetimin ardından devrimci ve sendikal hareketi ezmeye dönük operasyonlar gerçekleştirildi. Generaller solu ezmeye, sermayeye karşı direnişi kırmaya kararlıydı. 

İki buçuk yıl süren 12 Mart rejimi boyunca burjuvazi düzenini tahkim etmeye ve hedeflerini gerçekleştirmeye dönük siyasal ve ekonomik programlar açıkladı. Bugün büyük demokrasi savunucusu pozu veren TÜSİAD bu programların en büyük destekçisiydi. 12 Mart karanlığı ülkenin üzerine TÜSİAD’la birlikte çökmüştü. 

CHP’ye ilanlı darbe

TÜSİAD'ın ilk darbesi 1978'de, CHP hükümetine karşı oldu. Büyük patronların halka nefes aldırılmasın tahammülü yoktu, yoksulların ümüğünü sıkacak bir iktidar arayışındaydı. Verdiği gazete ilanlarıyla CHP hükümetini hedef aldı, devrilmesi için ortamı hazırladı. Patronların istemediği hükümet ayakta kalamazdı, ilanlarda dedikleri buydu. Tekelci sermaye gazete ilanlarıyla siyasi krize müdahale etmiş ve gelişmeleri kendi lehine çevirmişti. Bu TÜSİAD’ın halka karşı işlediği bilinen ilk büyük suçuydu.  

TÜSİAD'ın o yıllardaki en büyük kaygısı siyasi krizin sermaye lehine nasıl aşılacağıydı. İşçi sınıfının örgütleri ve grev hakkı önlerindeki büyük engeldi. TÜSİAD, MESS, TİSK ve TOBB gibi kuruluşlarla birlikte, bu konuda patronların lehine düzenlemeler yapılmasını istiyordu. Grev hakkı sınırlanacak, lokavt hakkı ölçüsüzce kullanılabilecek hale getirilecekti. TÜSİAD güçlenmek için Avrupa ile bütünleşmek istiyordu. Avrupa Ekonomik Topluluğu'na üyelik konusunda çok istekli olan TÜSİAD, Türkiye'nin batıyla entegrasyonundan yanaydı. Bunun önündeki en büyük engel de işçi sınıfının örgütlü gücüydü. Kafa kafaya veren bu patron örgütleri, 1970’li yıllarda sessi sedasız 12 Eylül’ün siyasi programını oluşturuyorlardı. 

1961 Anayasasına karşı generallerin yanında

Ülkede ilerici hareketlerin önünü açan 1961 anayasasından da kurtulmak istiyorlardı. TÜSİAD en militanlarıydı, bu anayasadan derhal kurtulmak gerekiyordu. Patronlar çetesinin bu konudaki istekleri 1960 Anayasası'nda ifade edilen haklar ve özgürlükler alanının sınırlandırılmasını ve yürütmeye daha çok yetki verilmesini içeriyordu. Bugünlerde 12 Eylül Anayasası'nın katılımcı bir ortamda hazırlanmadığını ve demokratik sayılmayacak şartlarda kamuoyuna sunulduğunu ileri süren TÜSİAD, 12 Eylül 1980 darbesi ve Anayasasını destekleyen sermaye kesiminin en militan kurumlarından biriydi. Darbe Anayasanın referanduma sunulması sürecinde de Cunta anayasasının lehine propaganda faaliyeti yürütenlerin başında geliyordu. 

İşçi ve emekçi kesimlere büyük bir saldırı olan 24 Ocak 1980 kararlarının yürürlüğe girmesi sermayeye tatmin etmemişti. Bu kararların uygulanabilirlik koşulları yoktu, sermaye açısından "askeri darbe" seçeneğini kaçınılmazdı. Darbeyi büyük bir sevinçle karşılayan sermaye temsilcileri 12 Eylül Anayasası'na da tam destek verdi. Bunun haklı sebepleri vardı. Örneğin 12 Eylül ve anayasası örgütlenme hakkına ciddi kısıtlamalar getiriyor ama ne hikmetse TÜSİAD bu kısıtlamaların dışında tutuluyordu. O günden bu yana bu militan patron örgütünün gücü her geçen gün arttı. Dernek ve sendika kurma hakkının askıya alındığı bu dönemde çıkartılan bir kararname ile TÜSİAD “kamu yararına dernek” kabul edildi. Dernek bu yıllar boyunca yurt dışında askeri cuntaya karşı tepkileri yumuşatmak için lobi faaliyetlerinde bulundu. TÜSİAD 12 Eylül cuntasının suç ortağıydı.

Koç darbecilerin emrinde

Şimdi 12 Eylül'ü eleştirir görünmeye özen gösteren Koç ailesinin büyüğü Vehbi Koç o döneme dair "askeri yönetimin zamanında ve doğru kararlar almasıyla çok değerli zaman tasarrufu sağlandı" sözleriyle hatırlanıyor. Kenan Evren'e yazdığı bir mektupta da “emrinize amadeyim” demiş ve bazı önerilerde bulunmuştu. 12 Eylül darbesinden pek mutluydular. 24 Ocak kararlarının uygulanabilirliğini sağlayan darbe, işçilerin örgütlüğüne yönelik engellemelerle yeni bir sermaye birikim modelini yürürlüğe sokmuştu. Zamanın işveren örgütü TİSK başkanı Halit Narin'in "bugüne kadar işçiler güldü şimdi sıra bizde" sözleri sermayenin darbeye bakışını özetliyordu. 

Toplumu dinselleştirerek Tayyip Erdoğan’ı iktidara taşıyan koşulları TÜSİAD 12 Eylül cuntasıyla el ele vererek hazırlamıştı. İşçi sınıfı korkusundan dolayı, emperyalistlerle birlikte 12 Eylül darbecilerini işbaşına çağıran TÜSİAD, işçi sınıfının örgütlülüğünü kırmak, sosyalist hareketi ezmek için İslamcıların önünü açmıştı. TÜSİAD ülkenin içine itildiği karanlığın da sorumlusuydu.  

TÜSİAD sermayesinin memnuniyetsizliğinin ardındaki temel neden anti-demokratik uygulamalar veya rejimin totaliterleşmesi değil. Demokrasi ve laiklik tartışmaları kavganın asıl sebebinin üstünü örtüyor. Kavga yağmadan büyük payı alma, yağmalananları paylaşım kavgası. 

TÜSİAD açıklamalarındaki güçler ayrılığı ilkesine, hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye dönük vurgular AKP’ye dönük bir eleştiri değildi. TÜSİAD bu sınırsız yağmanın büyük bir tepki doğuracağından korkuyor, daha ölçülü bir yağma planı yapıyor, iktidarı daha ölçülü olmaya çağırıyordu. TÜSİAD’ın en büyük korkusu emekçi halkın sırtından elde ettikleri zenginliklerin kamulaştırılmasıydı. Kavganın sebebi AKP’nin emperyalistlere ve yerli oligarklara peşkeş çektiği kamu varlıklarının; TÜPRAŞ’ın, Petkim’in, Telekom’un, Petrol Ofisi’nin bir gün ellerinden alınacağı korkusuydu.

AKP Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, TÜSİAD’la olan sıkı işbirliğini, “olağanüstü halden niye şikâyet ediyorsunuz, OHAL sayesinde grevlere anında müdahale ediyoruz” diyerek özetlemişti. Yakın zamanda bunu tekrarladı, “sıkışınca bizim kapımıza gelip faizlerin yüksekliğinden şikâyet ediyorsunuz, size ucuz kredi veriyoruz, yine bize sallıyorsunuz” dedi. AKP ve TÜSİAD aynı bütünün birer yarısı. Tayyip Erdoğan’la TÜSİAD arasındaki kavganın tamamı bundan ibaret. 

Kayıkçı kavgası kaçınılmaz

Bir ay önce iktidar partisini eleştirdi diye TÜSİAD Başkanı ve bir yönetici karakola çekildi. Dediklerine göre bu örgütün kurulduğu 1970’li yıllardan bu yana bir ilkti. Gerçi o karmaşada TÜSİAD’cıların ifadeye mevcutlu götürüp götürülmediği de pek anlaşılamadı. Asansörden elleri ceplerinde indiler, sonra polisler uyarılmış olmalı ki mahkeme kapısına yaklaşınca kollarına girdiler. 

Bu nazik karakola çekmenin ardında kırılgan dengeler var. O büyük gücün AKP’ye cephe alması demek iktidarın da elden uçup gitmesi anlamına gelebilir. Nitekim Tayyip Erdoğan da durumu idare edecek bir açıklama yaptı, “AK Parti döneminde sermayelerine sermaye katanlar kirli muhalefet anlayışını devreye alma çabasında” dedi. Muhalefetin kiri tartışmalı, AKP döneminde sermayelerine sermaye kattıkları ise su götürmez bir gerçek. AKP TÜSİAD patronlarının sermayelerini çok büyüttü ve kavganın sebebi bu çok büyüyen sermayenin siyasi bir krizle ellerinden uçup gitmesi tehlikesinin ortaya çıkmış olması. El ele verip soydukları halkın patlayacak öfkesinden korkuyorlar özetle.

TÜSİAD’ın ‘temsil yeteneği’

TÜSİAD’ın web sayfasında “TÜSİAD, üyelerinin temsil ettiği kuruluşlar itibariyle Türkiye ekonomisinde üretim, katma değer, kayıtlı istihdam ve dış ticaret gibi alanlarda önemli temsil yeteneğine sahiptir”1 iddiası dile getiriliyor ve şu bilgilere yer veriliyor:

• Üyeleri 4.500’e yakın şirketi temsil eder.
• Kamu dışı milli gelirin yüzde 50’sini oluşturur.
• Dış ticaretin yüzde 85’ini (enerji ithalatı hariç) gerçekleştirir.
• Kayıtlı istihdamın yüzde 50’sini (kamu ve tarım hariç) sağlar.
• Kurumlar vergisinin yüzde 80’ini öder.

TÜSİAD’ın resmî üye listesi ve sayısına ilişkin güncel veri bulunmuyor. Ancak geçmiş tarihli faaliyet raporlarındaki bilgilerden hareketle güncel üye sayısının binin altında olduğu tahmin ediliyor. Söz konusu üyeler arasında bünyesinde onlarca şirket bulunan Koç, Sabancı gibi büyük sermaye grupları bulunuyor ve bu gruplar tüm şirketleriyle olmasa da birden fazla şirketleriyle temsil ediliyor. Yani grup şirketleri birleştirilip sermaye grubu temsiliyeti üzerinden bakıldığında sayının aslında birkaç yüze inebileceği görülüyor. Peki temsil edildiği belirtilen 4.500 şirket nereden geliyor? Anlaşılan o ki özellikle imalat sanayi şirketleri için tedarikçi şirketler başta olmak üzere, örneğin Arçelik ya da Ford’un üretim prosesinin tamamlayıcısı parça üreticileri, üye olmayan ama üyelerin parçası/uzantısı olarak görülen şirketler de dahil ediliyor. Temsiliyetle tepesindeki durdukları “sömürü ağı”nı, tekeller olarak kontrol altında tuttukları yapıyı ifade ettikleri çok açık.

Kamu dışı milli gelirin yüzde 50’si, kamu dahil milli gelirin yüzde 45’ini aşkın bir pay anlamına geliyor.2 Hanehalkı yani büyük bölümü ücretlilerden oluşan kesimin payı dışarıda bırakılarak mali olmayan şirketler ve mali şirketlerin payı üzerinden bakıldığında TÜSİAD’daki sermaye gruplarının kontrolündeki üretim ve hizmetlerin payının yüzde 71 civarında olduğu görülüyor. Milli gelirin çok kabaca bir yılda üretilen toplam değer olduğu, devlet payının buradan ayrıldığı dikkate alındığında TÜSİAD kontrolündeki sermaye gruplarının, elbette aslan payı doğrudan TÜSİAD üyesi gruplar olmak üzere toplam değerin yaklaşık yüzde 62’sine el koyduğu söylenebilir.

Bu kadar yüksek bir değer aktarımı tabii ki “istihdam sağlandığı” söylenilen kamu ve tarım hariç yüzde 50’lik “işçi ordusu” sayesinde. Kamu ve tarım hariç kayıtlı istihdamın yani 22,5 milyon kişinin yarısı, 11,25 milyon işçi TÜSİAD kontrolündeki “sömürü ağı”nda değer üretiyor.

1

Kurumlar vergisinin yüzde 80’ini ödemekle övünülse de ister GSYH’den nihai olarak alınan pay ister el konan toplam değere kıyaslansın ödenen toplam verginin gülünç düzeyde kaldığı görülüyor.

Hiç kuşkusuz en çarpıcı veri birkaç yüz patronun 11 milyonu aşkın işçinin, aileleriyle birlikte nüfusun neredeyse yarısının üzerinden kurduğu sömürü tahakkümü.

  1.https://tusiad.org/tr/tusiad/hakkinda 

   2.TÜİK Kurumsal Sektör Hesapları, 2023. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index? p=Kurumsal-Sektor-Hesaplari-2023-53769 

Orhan Gökdemir/soL

Vatandaşa cefa patronlara sefa -Erdoğan Süzer / SÖZCÜ-

Vatandaşın elektrik faturasına yüklenen yüzde 25’lik fahiş zam elektrik şirketlerine yaradı. Vatandaşın cebinden alınan milyarlar, şirketlerin kasasına akacak.

AKP’nin elektrik piyasasındaki özelleştirme hamleleri, şirketlerin kasasını doldurması, vatandaşın ise kullandığı elektriğin katbekat fazlasını faturada ödemesi ile sonuçlanıyor. Elektrik piyasasını üretim, iletim ve dağıtım olarak üçe ayıran iktidar, ülkeyi 20 dağıtım bölgesine ayırarak şirketlerin kaderine teslim etmişti. “Hizmetler artacak, fiyatlar ucuzlayacak” denilerek başlayan özelleştirmelerin sonunda kalite düştü, elektriğe zam üstüne zam gelmesiyle faturalar kabardı.

YİNE CENGİZ VE LİMAK

İktidarın geçen hafta elektrik fiyatlarına yaptığı yüzde 25 zammın tamamına yakını dağıtım şirketlerinin kasasına gidecek. Açıklanan tarife zammıyla üretilen elektriğin fiyatı değişmediği halde dağıtım bedelleri arttırıldı. Bu nedenle fatura zammıyla vatandaşın cebinden çıkacak milyarlarca lira şirketlerin kasasına akacak.

ŞİRKETLERE KAYNAK

Elektriğin önemli bir kısmını devletten ucuza alıp devletin kurduğu sistem üzerinden halka satan dağıtım şirketleri arasında Cengiz, Limak, Kolin başta olmak üzere çok sayıda şirket bulunuyor. Zam yüzünden halkın her ay elektriğe 5.3 milyar lira fazladan para ödeyeceği ve bu paranın ‘çok özel’ şirketlerin kasasına akacağı hesaplandı. Vatandaşın konutunda kullandığı 1 kilovatsaat elektriğin enerji üretim bedeli sadece 49.4 TL. Buna karşılık bu elektriğin vatandaşa ulaştırılması için dağıtım şirketine 183.6 lira dağıtım bedeli ödüyoruz. Çarpık yapı yüzünden 49.4 liralık elektrik vatandaşa vergiler hariç 233 liraya ulaşıyor. Diğer bir ifadeyle vergi hariç 100 liralık elektriğin 79 lirası dağıtım şirketlerinin kasasına giderken elektrik bedeli olarak aslında 21 lira ödüyoruz.  Şehit aileleri ile gazilere sağlanan ucuz elektrikten de dağıtım şirketleri kazanıyor. Bu ailelerin faturalarındaki vergisiz fiyatın yüzde 93’ünü dağıtım bedeli oluşturuyor.

41 milyon aboneye zam

CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Deniz Yavuzyılmaz, elektrik zammına tepki göstererek “41 milyon 189 bin 208 adet konut abonesi elektrik zammından etkilenecek. Vatandaşların cebinden her ay 5 milyar civarında daha fazla para çıkacak. Bu paralar, AKP’nin yüzde 100’ünü özelleştirdiği elektrik dağıtım şirketlerinin kasasına akacak. Bunun adı vatandaşı soymaktır” açıklamasını yaptı. Yavuzyılmaz, “495 TL’lik elektrik faturası 619 TL’ye çıkıyor. Elektrik dağıtımı ve perakende satışının yüzde 100’ü özelleştirildi” dedi.

İkiz kardeş vurgunu

Elektrik Mühendisleri Odası Başkanı Mahir Ulutaş, enerji şirketlerine kaynak aktarmak için devlete ait sistemi özelleştirip sanal bir dağıtım piyasası yaratıldığını, bu nedenle de halkın elektriği en az iki kat pahalıya kullanmak zorunda kaldığını söyledi. Ulutaş, “Dağıtım şirketlerinin bir de masa başında, kağıt üzerinde çalışan ‘perakende şirket’ diye ikiz kardeşi var. Dağıtım şirketleri ile perakende aslında aynı. Bunlar devletten ucuz elektriği alıp kârı koyup vatandaşa pahalıya satıyor” dedi.

-Erdoğan Süzer / SÖZCÜ-

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -7 Nisan 2025-

WhatsApp yerine Signal, X yerine Bluesky kullanınız…-Füsun Sarp Nebil-

Sosyal medya şirketleri öyle büyüdüler ki, kimseye aldırdıkları yok. Tek düşünceleri "para kazanmayı sürdürmek" haline geldi. Asıl sermayeleri olan kullanıcıları harcayıp, para kazanmayı sürdürmek için hükümetlere istediklerini verme ikilemine düşüyorlar. Burada bahaneleri de sağlam; "yerel kanunlara uyuyoruz"

elon musk bluesky x

10 gün önce "x'i boykot edin, BlueSky'a geçin" başlıklı yazımda neden Musk'ın x.com'unu bırakmak gerektiğini yazmıştım. Bugün buna "WhatsApp'ı boykot edin Signal'e geçin" diye devam edeceğim. Ama bunu zaten ben ya da dünya yeni söylemiyoruz. Hatta 2020'de AB Komisyonu da kendi elamanlarına söyledi.

Şimdi artık, sosyal medyanın merkezi ve kapalı kod olanlarını kullanmaya son vermek lazım. Bunu kendi kişisel verilerinizin ne olduğunu bilmediğiniz yerlere satılmasını ya da hükümetlere verilmesini önlemek için ya da okumak isteyeceğiniz bilgilerin/kişilerin sansürlenmesini istemiyorsanız yapmalısınız.

"Sosyal medya" hayatımıza, aşağı yukarı 2005'ler sonrasında girdi.  Bunları, antik Yunan kentlerinin merkezinde halkın politik, dini, ticari her türlü konudaki gelişmeleri öğrendiği, fikirlerini açıkça beyan edebildiği "AGORA" meydanlarına benzetebiliriz. Yani demokrasinin bileşenlerinden birisi gibi gözüküyorlar. Halkın sesini duyuruyorlar.

Ancak halkın düşüncelerini bu derece aktarması hoşa gider mi? Noam Chomsky'nin Medya Gerçeği kitabında, 1985'lerde UNESCO altında yapılan "Medyanın demokratikleştirilmesi" çalışmasına işaret eder. Başlatılmış ama kısa süre sonra, vatandaşın sesinin duyulması kurulu düzende sıkıntı yarattığı için sona erdirilmiş.

Sosyal medya şirketlerinin yeni hareket tarzı

Sosyal medya platformları için de benzer bir durum söz konusu. Hükümetler kademeli olarak artan düzeyde, sosyal medyanın özgürlüğünden hoşlanmadıklarını ortaya koyuyor. Özellikle de otokrasiler hiç hoşlanmıyor. Demokrasi diye geçinenler de bir şekilde engellemeye çalışıyor. Sosyal medya şirketleri de gitgide buna daha fazla uyum gösteriyor.

2011'de New York polisi, Wall Street Occupiers konusunda Twitter'ı sıkıştırdı. Jack Dorsey neredeyse 1 yıl kadar direndi. Ama sonuçta mahkeme kararı ile kendisinden istenen bilgileri verdi. Aslında 2005-2010 aralığında, kendilerini henüz oluşturmaya çalışan sosyal medya platformları için kullanıcıları çok çok önemliydi. Mesela o dönemde Google, New York'taki "Çin'in antidemokratik yaklaşımlarına" yönelik protestolarnedeniyle Çin gibi dev bir pazardan çıkmayı göze almıştı.

Şimdi 2025’te artık böyle değil. Farklı dikey ya da yatay kitlelere hitap eden sosyal medya platformlarının ya engellenmeleri (dolayısıyla para kazanamaz hale gelmeleri) söz konusu, ya da paşa paşa kendilerinden istenenleri vermek zorundalar. Uzun uzun açıklamalar yayınlasalar da, EkşiSözlük'ün başına gelen de bu olabilir.

2009’larda kullanıcılarının protestosu ile Çin gibi dev bir pazardan çıkan Google'un şimdilerde hükümetlerle düşüp kalktığı ve kullanıcılarına pek aldırmadığı, bazen hükümetlere kişisel veri kapsamında gizli kalması gereken müşteri bilgilerini (Gmail) verdiği biliniyor. En azından Hindistan'da iklim aktivistinin 2 kişilik görüşmelerinin (mesela aktivist ve Greta Thurnberg arasındakini) ya da maillerinin dava dosyasında gözükmesi buna işaret ediyor. Tabi kullanıcı bilgilerini veren ya da hesapları askıya alan, kapatan sadece Google da değil, x.com, Facebook, Instagram, Linkedin ve hatta Zoom da böyle davranıyor.

Sosyal medya şirketlerinin başı globalde zaten dertte. Avrupa’da vergi vermiyor olmaları ve çok büyümeleri nedeniyle Avrupalı şirketlerin (ya da diğerlerinin) büyümelerini engelledikleri için dertte. ABD’de ise hem çok büyüdükleri, her alana el attıkları ve diğer şirketleri satın alma ya da önünü kesme yoluyla engelledikleri için tartışılıyorlar. Hatta eski ABD başkanı Biden hem Cumhuriyetçilere, hem Demokratlara, bunlara karşı birleşmek ve mücadele etmek için çağrı yapmıştı.

Sonuçta, sosyal medya şirketleri öyle büyüdüler ki, kimseye aldırdıkları yok. Tek düşünceleri "para kazanmayı sürdürmek" haline geldi. Asıl sermayeleri olan kullanıcıları harcayıp, para kazanmayı sürdürmek için hükümetlere istediklerini verme ikilemine düşüyorlar. Burada bahaneleri de sağlam; "yerel kanunlara uyuyoruz."

Vatandaşın haberleşmesinin kontrolü

AKP hükümeti, 2020 yılında 5651 sayılı kanuna sosyal medya düzenlemeleri eklemişti. Yani istemedikleri mesajları ya da kişileri, sosyal medya firmalarına uygulayacakları para cezası, bant daraltma vs ile kontrol altına almaya çalıştılar. Ancak haberleşmelerin 2 kişi ya da grup arasında kalan modelleri (yani WhatsApp, Gmail, Zoom vs) henüz kontrol edemiyorlar. Şimdi AKP’nin mart ayında TBMM'den son geçirdiği Siber Güvenlik kanunu ile bu sefer bu 2 kişinin ya da grubun arasında kalması gereken haberleşmeler için yeni düzenleme geliyor.

Yasanın adı Siber Güvenlik kanunu ama hedefin, siber güvenlikten çok vatandaşın gözönünde olmayan haberleşmesinin kontrol edilmek istenmesi olarak değerlendiriliyor. Çünkü içeriğe bakıldığında, son yılların esas sorunlarına dair yeni önlem göremiyoruz. Halkın çok rahatsız olduğu telefon ve banka dolandırıcılıklarına karşı gerekli koordinasyonun yaratılmadığı, siber güvenlik açısından önemli olan bazı konuların ele alınmadığı anlaşılıyor. Çünkü kanun hazırlanırken, akademisyen ya da özel sektör siber güvenlikçilerinden görüş alınmadı. Kendilerin lazım olan maddeleri yazıp geçtiler. Kadroları da, zaten şu ana kadar siber güvenlikte herhangi bir başarısını göremediğimiz BTK'nın USOM ekibi ve Dijital Dönüşüm ofisinin elemanları ile oluşturdular. Yani eski tas, eski hamam.

Signal'e neden geçmeliyiz: WhatsApp konusundaki şaibeler

Genel perspektifi böyle çizdikten sonra WhatsApp ve x.com özelinde sorunlara yakından bakalım.

AKP'nin hedefinde WhatsApp mesajlaşmaları olduğu anlaşılıyor. Çünkü x.com gibi ortamlarda açık yazılan eleştirilerin, vatandaşların başına çeşitli dertler açması yüzünden, muhalefetin yürütüldüğü önemli bir ortam WhatsApp platformu. AKP şimdi WhatsApp'ın bir temsilcilik açmasını istiyor ve önüne sosyal medya firmalarına yönelik getirilen bant daraltma, para cezaları gibi tehditleri koyuyor.

Bunun sonucu ne olabilir? Basit: WhatsApp engellenebilir, (gerçi WhatsApp 2023'de bant daraltmalara karşı önlem aldığını açıklamıştı) ya da daha kötüsü, acaba AKP talep ederse, bazı kişiler ya da gruplar arasındaki mesajlaşmalar şifresiz olarak verilebilir mi?

Olmaz diyemiyoruz. Çünkü 2021'de WhatsApp'ın düzenli olarak ABD'li savcılara  platformun üzerindeki konuşmaları sunduğu ve/veya 15 bin kadar moderatörün bunları inceleyebildiği ortaya konulmuştu. Yani WhatsApp kendisinin iddia ettiği kadar güvenli değil. Zaten en azından meta verilerini (kimin kiminle, hangi gün ve saatte, ne sıklıkla konuştuğu, hangi cihazla, hangi IP'den konuştuğu vs) verdiği, kullandığı biliniyor.

Ayrıca çok güvenli olmadığını da, Canduri casus yazılımı ile hacklenmesi ya da bazı bilgisayar korsanlarının  WhatsApp kullanıcılarının telefonlarını açık açık satmasından görmüştük. Bu nedenle yapılan araştırmalara göre, ABD'liler artık Instagram ve WhatsApp'a güvenmiyor.

"tan uca şifreleme" ve "yüksek gizlilik" iddiaları öne süren ama Gözetim Kapitalizminden nemalanan WhatsApp'a karşı, kısa bir süre önce önemli bir eleştiri Signal Başkanı Meredith Whittaker'dan  geldi.  Whittaker, Meta'nın (Facebook'un ana şirketi) WhatsApp'ı "uçtan uca şifrelenmiş" olarak sunmasını karşın, arka planda kime, ne zaman, ne sıklıkta ve ne kadar süreyle mesajlaştığınızla ilgili verileri toplamasını eleştirdi. Whittaker, "Meta verileri işlerken, WhatsApp gizliliği pazarlıyorşeklinde suçladı. Bunu "gizlilik tiyatrosu" olarak adlandırdı: Çünkü yüzeyde şifreleme varken, altında gözetim mevcut.

Bu nedenle yazımızın başlığındaki tavsiyemizi hatırlatalım; bir an önce WhatsApp'dan Signal'e geçin. En azından hassas haberleşmelerinizi Signal üzerinden yapın.

Bunu sadece biz değil, bugünlerde bütün dünya yapıyor. Mart ortasında ABD üst yönetiminin Yemen konusundaki konuşmalarını Signal üzerinde yaptığının ortaya çıktığı sonrasında yapılan araştırmaya göre ABD'li kullanıcıların yüzde 45'i, küresel kullanıcıların yüzde 28'i Signal'e geçti bile.

Dünya neden Signal'e geçiyor?

Çünkü Signal açık kaynaklıdır. Gizli bir gözetim olup, olmadığını kontrol için kodu herkes tarafından incelenebilir. Bu önemli.  Dolayısıyla kodlarından hareketle, Signal sizin hakkınızda neredeyse hiçbir veri toplamaz — sadece telefon numaranız elindedir. Signal bağışlarla finanse edilen kar amacı gütmeyen bir kuruluştur. Signal her zaman yeni güvenlik özelliklerini (kaybolan mesajlar, mühürlü gönderici vb.) zorluyor. Çünkü Signal ile amaç sadece güvenli iletişim olarak veriliyor (en azından şimdilik).

Buna karşılık WhatsApp, uçtan uca şifreleme iddia etse de, uzun bir gizlilik skandalları geçmişi olan Meta'ya (Facebook) ait. Tonlarca meta veri toplar (kiminle, ne zaman, ne sıklıkla konuştuğunuz, cihaz bilgileri, IP adresi vb.). WhatsApp reklam içermez ama bilgilerinizi paylaştığı ve kullanıcı verilerinden kâr eden devasa bir reklam ekosisteminin (Meta) parçasıdır.

WhatsApp iş modeli güvenliğe odaklanmıyor; etkileşim ve para kazanmaya odaklanıyor. WhatsApp'ta (Meta altında) amaç karı artırmak için veri toplamaktır.

Bu arada Signal'in bir zamanlar WhatsApp'ın altyapısı olduğunu hatırlatalım. Ama WhatsApp'ı Zuckerberg'e satan 2 kurucu, Acton ve Koum, daha sonra sistemin güvenliğinin geldiği noktaya itiraz ederek ayrıldılar ve Acton Signal'i tek başına güvenlikli bir uygulama yapmak için uğraşıyor.

Özetle; Gerçek gizlilik, daha az risk ve gizli veri madenciliği istemiyorsanız, Signal daha iyi bir seçimdir (en azından şimdilik, yarın değişirse durum bakarız).

x.com'u da bırakıp, merkeziyetsiz sosyal medyaya geçin (Mastadon, Bluesky)

x.com'u neden bırakmanız gerektiğini, 10 gün önce belirtmiştik. Bu yazıda başka bir kaç noktaya değinelim.

ABD'de 2020'deki "Goeorge Floyd'un polisler tarafından öldürülmesi" sonrasında patlayan "Black Lives Matter" olaylarında, Trump'ın şiddet öneren 2 tweet'inin altına uyarı etiketi eklenmişti. Arkasından 6 ocak 2021'deki Capitol Hill baskını sonrasında ise Trump'ın hesabı hem Facebook, hem de Twitter'dan bloklandı. O zaman henüz x'i almamış olan Elon Musk güya "ifade özgürlüğü"nü savunmuştu. Meğerse sadece Trump'ın ifade özgürlüğünden bahsediyormuş. Zaten bu nedenle x sürekli üye kaybediyor.

Jack Dorsey, zaten bu hükümetlerden gelen baskılar olayını fark etmiş ve 2019'dan itibaren "merkezi olmayan" sosyal medya üzerinde çalışmaya ve yatırıma başlamıştı. "Neden Merkeziyetsiz?" diye hala soran var mıdır? Bu; sansürlenemez, kapatılamaz anlamına geliyor. Orası kapatılsa, başka bir IP'den devam eder. Bir başka önemli merkeziyetsiz sosyal medya da kendisini Satılık Olmayan Sosyal Medya diye sunan, Alman menşeli "Mastodon'dur" sırası gelmişken hatırlatalım.

Şimdi ‘neden x.com'u bırakıp, Mastodon ya da BlueSky'a geçmeliyiz'i özetleyelim;

x, Elon Musk'a aittir; yani ifade özgürlüğü, moderasyon ve algoritmalarla ilgili kararlar bir topluluk tarafından değil, tek bir kişi tarafından verilir. Bluesky ve Mastodon ise merkeziyetsizdir; hiçbir kişi veya şirket onları kontrol etmez.

x'in moderasyonu karmaşıklaştı: Musk devraldığından beri daha fazla nefret söylemi, bot ve yanlış bilgi arttı. Mastodon'da her sunucu kendi kurallarını belirler. Bluesky, istediğiniz içerik filtrelerini seçtiğiniz "birleştirilebilir moderasyon" üzerinde çalışıyor.

x'in akışı sizi bağlı tutmak için viral ve tartışmalı içerikler sunar. Bluesky ve Mastodon size manipüle edilmiş bir algoritma dayatmaz; takip ettiğiniz kişilerin gönderilerini kronolojik olarak görürsünüz. Bluesky kullanıcıların algoritmaları seçmesine (veya devre dışı bırakmasına) olanak tanır. Mastodon (Fediverse) varsayılan olarak kronolojiktir; zorunlu algoritmik beslemeler yoktur.

x, reklamlar ve etkileşim algoritmaları için kapsamlı kullanıcı verileri toplar. Bluesky ve Mastodon daha katı gizlilik politikalarına sahiptir ve Mastodon merkeziyetsizdir (tek bir şirket verilerinizin sahibi değildir).

Bluesky ve Mastodon açık kaynaklıdır — herkes işlerin nasıl yürüdüğünü görebilir. x artık platformunu nasıl çalıştırdığı konusunda kapalı ve gizlidir.

Bluesky'nin protokolü (AT Protokolü) sosyal kimliğinize sahip olmanızı ve hatta isterseniz başka bir uygulamaya geçmenizi sağlar. Mastodon Fediverse'nin bir parçasıdır. Takpçilerinizi kaybetmeden  sunucular arasında seçim yapma ve hareket etme özgürlüğü de verir. x tamamen merkezileştirilmiştirElon Musk politika değişikliklerini tek taraflı olarak kontrol eder.

çok daha toksik ve aşırı hale geldi. Öfke ve reklamları teşvik eden etkileşim odaklı algoritmalar kullanıyor. Mastodon ve Bluesky genellikle daha küçük, daha sağlıklı topluluklara sahip. Mastodon sunucuları topluluk tarafından modere edilir (iyi kurallara sahip bir sunucu seçin). Bluesky proaktif moderasyona ve kullanıcı odaklı raporlamaya sahiptir.

sa özet:

Bluesky ve Mastodon = Özgürlük, gizlilik, kontrol.
x = Merkezi güç, toksisite, manipülasyon.

                                                       /././

CHP'nin yeni PM ve YDK üyeleri belli oldu: Özgür Özel’in anahtar listesinin tamamı delegeden onay aldı

CHP kurultayı "İrade milletindir" sloganıyla toplandı

CHP'nin 21. Olağanüstü Kurultayı'nda, Parti Meclisi (PM) ve Yüksek Disiplin Kurulu (YDK) seçimlerinin sonuçları açıklandı. Yeniden Genel Başkanlığa seçilen Özgür Özel'in seçimler öncesi yayınladığı 52 kişilik anahtar listesinin tamamı delegeden onay aldı. CHP PM’de eski başkan Kemal Kılıçdaroğlu'na yakınlığı ile bilinen Ali Haydar Hakverdi, Semra Dinçer ve emekli büyükelçi Namık Tan yer aldı. 38. Olağan Kurultay'da bağımsız girdiği seçimde listeyi delerek PM'ye giren Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz da en fazla oyu alan kişi oldu. Ayrıca PM’de “Her şey çok güzel olacak” sloganının mimarı olan ve tutuklanan Ekrem İmamoğlu için yapılan protestolarda gözaltına alınıp tutuklanan Berkay Gezgin de yer aldı. Listede ayrıca, trafikte üç kişinin saldırması sonucu hayatını kaybeden motokurye  Samet Özgül'ün kardeşi Berna Özgül de var. 60 kişiden oluşan PM'nin 8 üyesi, Bilim Kültür Sanat Platformu (BKSP) listesinden seçildi. YDK seçimlerinde ise en fazla oyu alan Özgür Sağlam oldu.

Resmi sonuçlar, parti tüzüğünde belirtilen "cinsiyet" ve "gençlik" kotasının uygulanması ve itirazların değerlendirilmesinin ardından açıklanacak.

Özgür Özel yeniden Genel Başkan

Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP), "partiye kayyım atanmasını engellemek amacıyla" aldığı karar doğrultusunda yapılan 21. Olağanüstü Kurultayı'nda tek aday olan Özgür Özel, geçerli 1171 oyun tamamını alarak yeniden CHP Genel Başkanı seçildi. 

Parti yönetimi belli oldu

Kurultayda, kürsü konuşmalarının ve Genel Başkanlık seçimlerinin ardından saat 20.00 sıralarında başlayan PM ve YDK ile Bilim Kültür Kurulu üyelikleri için seçimler saat 23.50'de tamamlandı ve oy sayımına geçildi. Oy sayımı 03.30 sıralarında tamamlanarak, sonuçlar açıklandı.

PM, YDK ve Bilim Kurulu üyelikleri için kurultayda, Genel Başkan Özgür Özel'in anahtar listesi ile İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı öncülüğünde hazırlanan "Denge ve Dayanışma" ve Elazığ Milletvekili Gürsel Erol tarafından hazırlanan "Ortak Akıl Ortak Vicdan" listelerindeki isimler yarıştı.

Anahtar listede yer alan mevcut PM üyesi, Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz 876 oyla yeni PM seçimlerinde ilk sırada yer aldı. Yavuzyılmaz'ı, 856 oyla İstanbul Milletvekili Suat Özçağdaş ve 815 oyla Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Tanal takip etti.

"Kılıçdaroğlu kayyım olarak atanır mı" sorusuna “Yüzüne tükürürler” yanıtı nedeniyle Kılıçdaroğlu cephesinin tepki gösterdiği Gökhan Zeybek de 43’üncü sıradan PM’ye girdi. Zeybek, bir önceki kurultayda en çok oyu alan isimdi.

Özgür Özel'in 12 kişilik BKSP listesinden 8 tercih yapıldı. 12 kişilik listedeki Örsan Kunter Öymen, Baran Seyhan, Taner Demirer, Armağan Erdoğan isimleri yer alamadı.

PM’de eski Merkez Yönetim Kurulu’ndan (MYK) Genel Başkan Yardımcıları Volkan Demir ve İlhan Uzgel'in dışında tüm isimler yer aldı. Demir'in Can Akın Çağlar'ın emekliliğinin ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreterliğine getirileceği öğrenilmişti.

İşte Özgür Özel'in A takımı 

CHP'nin A takımı olarak belirtilen 52 PM üyesi, resmi olmayan ve kota uygulanmış haliyle şu isimlerden oluştu:

"Deniz Yavuzyılmaz, Suat Özçağdaş, Mahmut Tanal, Gül Çiftci, Ensar Aytekin,  Hikmet Erbilgin, Gamze Taşcıer, Ali Abbas Ertürk, Canan Taşer, Mahir Yüksel, Namık Tan, Turgay Özcan, Selin Sayek Böke, Özgür Karabat, Berkay Gezgin, Erhan Adem, Baki Aydöner, Semra Dinçer, Saniye Barut, Deniz Yücel, Nurhayat Altaca Kayışoğlu, Ozan Işık, Ali Haydar Hakverdi, Yalçın Görgöz, Burhanettin Bulut, Ali Haydar Fırat, Murat Bakan, Melisa Uğraş, Pınar Uzun Okakın, Ulaş Karasu, Bedirhan Berk Doğru, Hikmet Yalım Halıcı, Nazan Güneysu, Burcu Mazıcıoğlu, Mehmet Necati Yağcı, Zeliha Aksaz Şahbaz, İsmail Atakan Ünver, Ecevit Keleş, Mustafa Sezgin Tanrıkulu, Berna Özgül, Şengül Yeşildal, Mehmet Alkın Denizaslanı, Gökan Zeybek, Uğurcan İrak, Özgür Ceylan, Sinem Kırçiçek, Sevgi Kılıç, Engin Özkoç, Niyazi Şen, Aylin Nazlıaka, Ahmet Hakan Uyanık, Uygar Parçal."

PM yedek listesi ise şu isimlerden oluştu:

Orhan Sarıbal, Deniz Demir, Mustafa Tunç Soyer, Koza Yardımcı, Oğuz Kaan Salıcı, Müslim Sarı, Ali Öztunç, Selçuk Sarıyar, Mahir Polat, Gonca Yelda Orhan.

YDK üyeleri belirlendi

Özgür Sağlam 742 ile YDK'de en çok oy alan isim oldu. Sağlam'ı, 736 oy ile Deniz Çakır ve 732 oy ile Turan Taşkın Özer izledi. YDK'nin 15 kişilik listesi şu isimlerden oluştu:

"Özgür Sağlam (742), Deniz Çakır (736), Turan Taşkın Özer (732), İsmail Emre Telci (697), Esin Fatma Temel (695), Özkan Tice (652), Nurdan Yücal (696),  Hümeyra Akkuş Sandıkcı (669), Ayça Akpek Şenay (725), Ekincan Aksoy (623), Ali Balta (643), Süleyman Bülbül (723), Deniz Demiröz (660), Aysemin Gülmez (692), Remzi Kazmaz (577)."

12 kişilik BKSP listesinden 8 tercih yapıldı

Kurultayda, 60 kişilik PM'nin BKSP listesinden seçilen üyeler de belirlendi. Özgür Özel'in, 12 kişilik BKSP listesinden 8 tercih yapıldı. Kotalı şekilde isimler şunlardan oluştu:

"Yalçın Karatepe (881), Yankı Bağcıoğlu (858), Emine Uçak Erdoğan (817),  Gülşah Deniz Atalar (809), Gökçe Gökçen (794), Bahattin Bahadır Erdem  (781), Baran Bozoğlu (735), Berker Esen (731)"


                                                             ***

İstanbul’da ne oldu, ne oluyor, ne olacak?-Tolga Şardan-

İçişleri Bakanlığı, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere, İzmir, Bursa, Eskişehir gibi büyükşehirlerde yaşanan sokak olaylarında polisin müdahale tarzının araştırılması ve incelenmesi amacıyla müfettiş görevlendirmesi yaptı. Yaşananların araştırılması çerçevesinde özellikle gözaltı ve nezarethanede tutulma işlemleri konusunda bazı özel ihbar ve şikayetler de incelemeye alındı

saraçhane protesto imamoğlu

Konuya girmeden önce birbiriyle bağlantılı iki ön bilgiyi aktarmakta fayda var.

İlki, meslektaşım Gökçer Tahincioğlu’nun geçen cuma T24’te kaleme aldığı  yazısı. Tahincioğlu, yazısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından sokağa çıkanların profili ortaya koymaya çalıştı. Okumanızı öneririm.

İkincisi ise, Eski Hatay Baro Başkanı Ekrem Dönmez’in yürüttüğü hukuki süreç. Kısa özet vereyim; hatırlarsınız, Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun döneminde Emniyet Genel Müdürlüğü sokak eylemlerinde polislerin “ses ve görüntülerinin alınmasını engelleyen” özel genelgeyi yürürlüğe koydu.

Genelgenin iptali konusunda yürütülen hukuki süreç sonunda, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Avukat Ekrem Dönmez’in davacı olduğu dosyayı geçen kasımda karara bağladı.

Kurul, İçişleri Bakanlığı’nın itirazı reddetti. Kurul, oy çokluğuyla Danıştay 10. Daire’nin kararını onadı. Böylelikle, genelge iptal oldu. Şimdilik yeni bir durum yok. Sokak eylemlerinde, ses ve görüntü kaydı yapılmasında bir engel kalmadı.

Sokağın tablosu

İmamoğlu ve ekibine yönelik adli soruşturmayla başlayan sokak hareketleri, birbirini takip eden günlerde kısa sürede farklı protesto eylemlerine evrildi.

Belediyecilerin tutuklanmasından sonra CHP’nin öncülük ettiği ve Genel Başkan Özgür Özel’in 19 Mart akşamı Saraçhane’de parti otobüsünün üzerinden başlattığı eylemler, bayram arasıyla beraber ikinci haftasını tamamladı.

Büyük şehirlerde başlayan sokak eylemlerinin iki hafta içinde geniş halk kesimlerince sahiplenilmesi dikkat çekici.

Ülke genelinde dalga dalga yayılan protesto eylemlerinde İstanbul başı çekti/çekiyor. Peşinden Ankara, İzmir, Bursa, Eskişehir, Adana, Mersin gibi büyük kentler geliyor.

Özel’in parti otobüsü üzerinden başlattığı ve üç gece üst üste gerçekleşen Saraçhane’deki iktidara yönelik protestolar, yüzbinlerin katıldığı Maltepe buluşmasıyla büyüdü. Akabinde eylemler, önce öğrencilerin tutuklanmasını protesto, ardından da ülke genelinde ticari boykota dönüştü.

Çoğunluğu İstanbul olmak üzere kamuoyuna yansıyan görüntüler, analizler, bilgiler ve açıklamalar, iki haftada yaşananların iktidarın gözünde rahatsızlıkla birlikte sıkıntı yarattığını gösteriyor.

Zira, iktidarın en çok rahatsız olduğu konuların başında 2013’teki Gezi Parkı eylemleri geliyordu kuşkusuz. Bir daha böyle bir sürecin yaşanmaması için iktidar, kitleler üzerinde baskı unsurunu hep kullandı.

Ancak bu kez tablo, Gezi’den epeyce farklı oldu. İktidarın karşısındaki eylemci gruplar, sadece Türk ve Kürt solu gruplarından oluşmadı. MHP dışındaki kentli milliyetçi gruplar sokaklarda yer aldı. Her ne kadar Türk ve Kürt solundan ayrı yerde dursalar da kentli milliyetçi grupların sokağa çıkması, süreci Gezi Parkı eylemlerinden daha farklı bir atmosfer yaratılmasının önünü açtı.

Meslektaşım Tahincioğlu’nun “sokak analizi”ni bu nedenle okumanızı önerdim.

Bilhassa İstanbul’da başlayan eylemlere yönelik polis müdahalesinin “yukarıdan” gelen talimatlarla sertleştiği biliniyor. CHP Genel Başkanı’nın ilk günkü konuşmasından hemen sonra ve sonraki mitinglerin ardından başlayan müdahaleler sırasında epeyce can sıkıcı görüntüler yaşandı.

Bir parantez açayım; sokak eylemleri, kamu yönetimince yani mülki amirler ve güvenlik güçlerince 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na göre değerlendiriliyor.

Eylemler sırasında sokağın ve eylemcilerin güvenliğinin sağlanması, mülki amir ve olay yerindeki güvenlik güçlerinin en yüksek rütbelisinin sorumluluğunda.

Bu sorumluluk çerçevesinde yapılan müdahaleler vardı İstanbul’da.

Emniyet cephesinde neler oluyor?

Yaşananları, Ankara’da emniyet kökenli emekli ve muvazzaf bazı kaynaklarımla görüştüm.

Edindiğim bilgiler şöyle aktarabilirim.

* Yürütülmesiyle tepki çeken İBB soruşturmasının merkezindeki İstanbul’da polisin müdahalesinin sertleşmesinde siyasi iradenin tutumunun etkisi büyük.

* Bu arada gerek İçişleri Bakanlığı gerekse Emniyet Genel Müdürlüğü’nde olayın seyrine göre ne şekilde müdahalede bulunulacağı konusunda bir kafa karışıklığı yaşandı. Söz konusu kafa karışıklığının sebebi, siyasi iradedeki bakış açısının net ol(a)mamasıydı.

* İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün süreçle ilgili herhangi bir yol haritasının olmadığı görüldü. “Kervan yolda düzülür” deyişi misali günübirlik strateji üretildiğinin anlaşılması, teşkilat yönetiminde belirsizliğe neden oldu/oluyor.

* Kimi kaynaklarıma göre, bu yol haritası halen hazırlanmış değil. Özellikle İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ile Emniyet Genel Müdürü Mahmut Demirtaş’ın, henüz ne zaman sonuçlanacağı belirsizliğini koruyan gelişmelere yönelik Ankara’da toplantılar düzenleyip alternatifli strateji geliştirmek yerine memleketlerinde bayram kutlaması dikkat çekici.

* İstanbul’da polis kuvvetlerinin en tepesindeki isim olan İstanbul Emniyet Müdürü Selami Yıldız, mesleki kariyerinde toplumsal olaylarda göstericilerle karşı karşıya gelmemesi nedeniyle böylesi kriz süreçlerinde etkisiz kaldı. Kariyerinin büyük bölümünü emniyet istihbarat hizmetlerinde geçiren Yıldız, yakın zamanda Adana ve Bursa Emniyet Müdürlüğü ve Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı görevindeydi.

* Saatlerce ayakta bekletilen polislerin, göstericilerle yakın mesafede tutulmaması gerekirken, özellikle İstanbul dışından getirtilen takviye kuvvet polislerin olaylarda görevlendirilmesi sokağı olumsuz etkiledi.

* Başka kentlerden gelen polisler, “Ramazan günlerinde ve bayram öncesi”nde İstanbul’da görevlendirilmekten memnun değildi. Yemek ve barınmada yeterli lojistik olanak yaratılamaması, görev süresinin planlanamaması gibi etkenler, polisin eylemci kitlelere psikolojik yönden bakışında olumsuzluk yarattı.

* Ayrıca, önleyici polislik yapılmalıydı. Gerekirse, CHP yönetimiyle temasa geçilip özellikle kalabalıkları “provoke eden” grupların alanlardan arındırılması sağlanmalıydı. Siyasi iktidarın, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası çerçevesinde protesto edilmesi gerekirken “maske takılı” halde eylemcilerin alanlarda yer almasının önüne geçilmeliydi. İşgal girişimi benzeri eylemlerin önüne geçilmesi sağlanmalıydı.

* Olayların İstanbul’da yoğunlaşmasının sebeplerinden öne çıkan bir diğeri, kentte gözaltına alınıp tutuklanan çok sayıda öğrenci olması. İstanbul Valisi’nin koordinesinde yürütülmesi gereken süreçte adliye öne çıktı. Eylemlere katılan öğrencilerin, diğer şehirlerin aksine İstanbul’da daha çok tutuklanıp cezaevine gönderilmesi, sakinleşmesi beklenen sokakları daha da yoğunlaştırdı.

* 2911 sayılı yasanın uygulamasında tutuklama tedbiri öngörülmemesine karşın polise mukavemet gösterdikleri gerekçesiyle çok sayıda kişinin tutuklanması, süreci olumsuz etkileyebilecek bir etken olarak kayda geçti.

* Bayram tatilinin bitmesiyle beraber sokakların yeniden hareketleneceği değerlendirmesi yapılıyor. Özellikle tatile giden üniversite öğrencilerin geri dönüşüyle birlikte protesto eylemlerinin yoğunlaşacağı beklentisi hâkim Ankara’da. Sürecin daha vahim boyutlara ulaşmasının önlenmesi amacıyla yeni tedbirlerin geliştirileceği belirtiliyor.

Bu noktada, CHP’nin de sokak eylemlerinin amacı dışında kullanılmasının önlenmesi konusunda girişimde bulunması önemli.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın annesine yönelik hakarete gösterilen tepki yerinde. Olmaması gerekirdi.

Bundan sonra da CHP, lider konumuyla sokağın tansiyonunu daha dikkatli izlemek zorunda. Aksi halde tüm ihale ana muhalefet partisinin üzerinde kalır.

Polis kasklarında numara yok

Bu arada, İstanbul başta diğer kentlerde eylemcilere karşı yapılan müdahalelerde görev alan polislerin kasklarında numara olmaması dikkati çeken başka bir durum.

Bilindiği üzere, özellikle AB’ye uyum döneminde, benzeri eleştiriler ve şikayetlerin önünü kesmek amacıyla Emniyet Genel Müdürlüğü toplumsal olaylarda görev alan polislerin kasklarına numara yazılması uygulamasını getirdi.

Son olaylara kadar bu uygulama büyük oranda işledi. Ancak, kamuoyuna yansıyan görüntülerin neredeyse tamamında polislerin kasklarında numara olmadığı görüldü.

Hele Saraçhane’deki ilk geceki müdahalede eylemcilere yönelik yakın mesafeden biber gazı sıkan ve tek yakaladıkları eylemcilere yönelik topluca orantısız güç uygulayan polislerin kasklarında numara bulunmaması kameralara yansıdı.

Uygulama değişikliğinin, yazının girişinde yer verdiğim Danıştay kararı nedeniyle gerçekleştiği Emniyet kaynaklarınca ifade ediliyor.

Toplumsal olaylarda ses ve görüntü alınması serbestisinin yasal dayanağının oluşması sonrasında görev alan resmi kıyafetli Çevik Kuvvet polislerinin, iklim ve hava şartları gerekçesiyle eşkal almayı önlemek amacıyla maske benzeri yarım yüz koruyucu kullanma uygulaması işlerlik kazandı.

İçişleri Bakanlığı müfettiş görevlendirdi

Son olarak bir bilgi daha verip yazıyı sonlandırayım.

İçişleri Bakanlığı, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere, İzmir, Bursa, Eskişehir gibi büyükşehirlerde yaşanan sokak olaylarında polisin müdahale tarzının araştırılması ve incelenmesi amacıyla müfettiş görevlendirmesi yaptı.

Gezi Parkı eylemleri sonrasında da benzeri araştırma ve denetleme yapıldı. Polis amir ve müdürlerinin bilgisine başvuruldu. Ancak yapılan araştırmalar, inceleme boyutunda kaldı, ileri gitmedi.

Yaşananların araştırılması çerçevesinde özellikle gözaltı ve nezarethanede tutulma işlemleri konusunda bazı özel ihbar ve şikayetler de incelemeye alındı.

Örneğin, gözaltına alınan bir kadın şüphelinin, “erkek polis göğüslerime dokundu, o sırada altıma kaçırdım” şeklindeki açıklamasının açığa çıkartılması amacıyla müfettiş görevlendirmesi yapıldı.

Bakanlık ve Emniyet müfettişlerinin, bayram tatili sonrasında göreve başlaması bekleniyor.

                                                                 /././

Balıkesir’deki patlama faciasında ikinci perde -Tolga Şardan-

Balıkesir faciasındaki mağdur ailelerinin avukatlarından Diren Yeşil: Tazminat olayları başladı. Tanıklar sustu, telefonlara yanıt vermiyorlar. Şüpheli sıfatıyla ifadesi alınması gerekirken, ifadeleri alınmayanlar var. Şirket sahiplerinin ifadeleri alınmadı.

balıkesir patlama

Ülkede bitmeyen, bitecek gibi de görünmeyen “iş cinayetleri”nden birisi Balıkesir’de yaşandı, hatırlayacağınız üzere.

Yeni yıla girmeye günler kala, 24 Aralık’ta Balıkesir merkezdeki Karesi ilçesinde faaliyet gösteren mühimmat üretim tesisindeki patlamada 8’i kadın 11 kişi yaşamını yitirdi.

Kolayca tahmin edileceği üzere, yaşamını yitirenler ekmek parası peşinde koşan emekçilerdi. Tıpkı daha önceki iş cinayetlerinde olduğu gibi.

Faciada yaşamlarını yitirenlerden Muhammet Ergin, Seçil Çapa, Seda Akın, Tuğba Demir, Elif Özgür, Tuba Sert, Müberra Sönmez, Selin Karanlıkoğlu, Çetin Karamüftüoğlu ve Enes Kırmızı, fabrikanın “boxer kapsül 1” isimli biriminde işçiydi. Özlem Özçakır ise, tesiste kimya mühendisi olarak çalışıyordu.

Kavaklı mahallesinde ZSR Patlayıcı A.Ş.’ye ait tesiste 24 aralık sabahı iş başı yapan personel, mesainin henüz başındayken yaşanan faciadan elbette habersizdi.

Aslına bakarsanız “habersiz” demek tam gerçeği yansıtmıyor. Faciadan sonra başlatılan adli soruşturmaya bakıldığında; çalışanların, tesisteki eksiklikler ve yetersizliklerin farkında oldukları ancak ellerinden fazlaca bir şey gelmediği anlaşılıyor.

Tanıklar, facia öncesini anlatıyor

Balıkesir Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturmanın ardından hazırlanan iddianamenin satır aralarında yaklaşmakta olan facianın tablosunu görmek mümkün.

Birkaç bilgi aktarmak gerekecek iddianameden:

“(…) Boxer kapsül 1 isimli birimde çalışan ve patlamadan yaralı olarak kurtulan Sedef Örs, Hamide Irgali ve Asuman Kara’nın alınan ifadelerinde olay günü rutin mesailerine başladıklarını, herhangi bir olumsuz durum ile karşılaşmadıklarını, bir anda kendilerini moloz yığınları içerisinde bulduklarını, iş yerinde bulunan makinelerden sadece ebat kontrol makinesinin patlamadan 3-4 gün önce sigortasının atması nedeniyle teknik birimde çalışan görevlinin gelerek bu sigortayı değiştirdiğini ve sorunun çözüldüğünü, bunun dışında kağıt makinesinin hamurun nem oranı nedeniyle sorun çıkarması üzerine usta baslarının bu makinenin pançlarını temizlemek ya da değiştirmek suretiyle sorunu giderdiklerini, iş yerinde üretimi tamamlanarak iş yerinin içerisine depolanan kapsüllerin başka bir yere taşınması konusunda birim yöneticisi olan müteveffa Özlem Özçakır’ın üst amirlerine talepte bulunduğunu ancak herhangi bir netice alamadığını beyan ettikleri (…)”

Buradan anlaşılan, tesisin kimya mühendisi, sürecin farkındaydı. Bu nedenle üretimi tamamlanan mühimmatın başka bir yere taşınmasını istedi, ancak “yukarısı” bu talebi dikkate almadı.

Kimyager uyardı, üstler dinlemedi

Kaldı ki, Kimyager Özçakır’ın, konuyla ilgili kurum içi yazışmaları da dosyanın ekinde mevcut.

Devam ediyorum:

“(…) İş yerinde çalışan diğer vardiya görevlileri olan tanıklar Sefai Akkın ve Süleyman Eroğlu’nun kollukta alınan ifadelerinde fazla miktarda ürün depolandığını, müteveffa Özlem Özçakır’ın bu hususu üst amirlerine bildirdiğini ancak netice alamadığını beyan ettikleri,

Yine tanık Şükran Şenlioğlu’nun alınan ifadesinde üretimde kullanılan kimyasallar ile kapsül stoğunun fazla olduğunu beyan ettiği, (…)”

Bizzat tanıkların ifadelerinde, facianın “ben geliyorum” mesajını zamanında verdiği ama “üstlerin” bu mesajı almamakta direnerek faciaya zemin sağladığı bulgusu yer aldı.

İddianameye göre; savcılık, “olay sonrasında fazla miktarda patlayıcı maddenin üretim biriminden tahliye edildiğinin görülmesi, güvenlik kamera kayıtlarından da patlamanın meydana geldiği noktaya denk gelen yerde fazla miktarda üretimi tamamlanmış ürünlerin bulunduğunun görülmesinin, tanık beyanlarını doğrular mahiyette olduğu ve bu miktarlarda tamamlanmış ürünün üretim biriminde depolanmasının meydana gelen patlamanın tesirini arttırdığına delalet ettiği” tespitini yaptı.

Patronlar dosyada yok!

Peki yine iddianameye göre; facianın sorumluları kimler?

ZSR Patlayıcı A.Ş. adlı firmanın boxer kapsül 1 biriminden sorumlu şirket müdür vekili yani Operasyon Direktörü Cem Yılmaz, Patlayıcı Mesul Müdürü Serkan Bozoğlu, Mühimmat Üretim Müdürü Murad Bayraktar ve İş Sağlığı ve Güvenliği Müdürü Hulusi Yağız Oboumarsa.

Görüleceği üzere, 11 kişinin yaşamını yitirdiği, yaralıların olduğu ve tesisin dört sorumlusunun tutuklandığı adli dosyada kim / kimler eksik sizce?

Bildiniz, evet işveren dosyada yok!

Savcılığın hazırladığı iddianameye göre, facianın tek sorumlusu tesiste görevi bulunan profesyoneller!

İşverenin hiçbir günahı yok, her zamanki gibi.

Gazeteci Bahadır Özgür, faciadan sonra tesisin sahibi firmayla ilgili şu bilgileri kamuoyuna duyurdu:

“Balıkesir’de 12 işçinin yaşamını yitirdiği patlayıcı fabrikası, Yavaşçalar Av ve Spor Malzemeleri’ne aitti. 2016’da sahibi FETÖ’den tutuklandı. TMSF şirkete el koydu. 2017’de Sarsılmaz Mühimmat, TMSF ihalesinde şirketi satın aldı. 2018’de Zirve Holding ve Senta Madencilik ortak oldu. Adı ZSR olarak değişti.

Zirve Holding, Kalyon Grubu’nun. Senta ise, inşaatçı Zafer Topaloğlu’na ait. Toya Grup’un sahibi. Erdoğan, 2020'de nikah törenine katılmıştı. Ayrıca Erdoğan’ın futbol oynadığı Esenler Erokspor’un da başkanı Topaloğlu.

Rekabet Kurulu’nun kararına göre; Nisan 2024’te, ZSR’nin belli orandaki hissesi Topalipo A.S.’ye devredildi. Slovakya’da kurulmuş bir savunma sanayi şirketi. Slovakya’daki şirket de özellikle Ukrayna’ya yoğun mühimmat satan Çekya’daki Defence Export A.S.’ye bağlı.”

Facianın ihalesi, dört profesyonele kalmış durumda.

Mağdur avukatından yaşananların analizi

Bayramda Büyüteç’e konu edeceğim ikinci dosya Balıkesir’deki bu facia dosyasıydı.

Yaşanan yoğun siyasi gelişmelerin gölgesinde kalmaması ve mağdurların seslerine duyurmalarına araç olabilmek amacıyla bayramdaki iki Büyüteç’i Amasra ile Balıkesir dosyalarına ayırdım.

Balıkesir faciasının 21 Mart’ta ilk duruşması gerçekleşti.

Mağdur ailelerinin avukatlarından Diren Yeşil ile dosyayı görüştüm. Yeşil’in dosyadaki eksiklikler ve aksaklıklar çerçevesinde anlattıklarının özeti şöyle:

“ * Savcılık soruşturması sonucunda dava, “bilinçli taksirle adam öldürmek” iddiasıyla açıldı. Oysa biz; “olası kastla adam öldürmek” iddiasıyla dava açılması görüşündeyiz. Yaşananlarda ‘bilinebilir tehlike’ var. Önlem alınmalıydı. (Olası kast ile bilinçli taksir arasındaki farkı bir önceki Amasra dosyasında aktardım. Meraklısı için linki bıraktım)

* Patlamanın olduğu birime bölüm müdürü atanmıyor. Özlem Özçakır, bölüm sorumlusu olarak vefat etti. Oysa, diğer tüm birimlerde bölüm müdürü var. Bu birimde yok.

* Kurumdaki görev dağılımı flu. Net değil.

* Tazminat olayları başladı. Tanıklar sustu, telefonlara yanıt vermiyorlar. Balıkesir’e gidip

* Dosyadaki sanıklardan birisinin Jandarma’daki ifadesinin alımı sırasında bulunan bir meslektaşımız daha sonra 5 ailedeki 9-10 kişinin vekaletini aldı. Dosyaya ‘şikâyetten vazgeçme’ dilekçeleri sundu. Ailelerden birisinin önceki avukatı, bu durumdan haberdar değildi. Haberdar olunca dosyadan çekildi.

* Aralıkta olay oldu. Böyle zor bir dosyayı iki aya yakın sürede tamamlayıp dava açılması dikkat çekici.

* Şüpheli sıfatıyla ifadesi alınması gerekirken, ifadeleri alınmayanlar var. Şirket sahiplerinin ifadeleri alınmadı.

* İlk duruşma için sadece bir ay süre verildi, hazırlık için. Bu yeterli süre değil.”

* * *

Hem Amasra’daki maden faciası hem de Balıkesir’deki mühimmat fabrikasındaki patlamadan sonra yaşananlar, özellikle soruşturma ve yargılama aşamasındaki gelişmeler, iş cinayetlerinin önlenmesi yerine sorumluların kurtarılmasını sağlamak amacıyla hazırlanan yol haritalarını işaret ediyor maalesef.

Hele bir de İliç’teki facianın sonrası var ki, ayrı yazı konusu olacak cinsten.

                                                            /././

Öne Çıkan Yayın

Ekrem İmamoğlu: Ailemizi taciz etmeyi bırakın+Özgür Özel duyurdu: Dilek İmamoğlu'nun yazlık evinde arama yapıldı + İddia: Ekrem İmamoğlu'nun babası Hasan İmamoğlu'nun yazlık evinde arama yapıldı -BİRGÜN-

  Ekrem İmamoğlu: Ailemizi taciz etmeyi bırakın Silivri Cezaevi'nde tutuklu bulunan Ekrem İmamoğlu, sosyal medya hesabından yaptığı payl...