Hatay'da Erdoğan ziyareti öncesi 'film seti' hazırlığı: Yıkım saklandı, nehre su verildi, vinçler söküldü -Özkan Öztaş-
Erdoğan’ın Hatay’a yapacağı ziyaret öncesinde kentte hummalı bir çalışma başlatıldı. Ancak bu çalışma depremin yaralarını sarmayı değil, yıkımı Erdoğan’ın gözünden kaçırmayı hedefliyor. Erdoğan’ın geçeceği güzergah adeta bir film setine dönüştürülürken, enkazların üzeri apartman görünümlü brandalarla örtülüyor, kurumuş nehre su pompalanıyor, şantiye görünümü olmasın diye vinçler sökülüyor.
Hatay, depremin üzerinden geçen zamana rağmen barınma, altyapı ve sağlık sorunlarıyla boğuşmaya devam ederken, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kente yapacağı ziyaret bürokrasiyi "makyaj" telaşına soktu.
Kentin genelinde devam eden sorunlar çözülmezken, Erdoğan'ın geçiş güzergahı üzerinde yapılan çalışmalar "bu kadarına da pes" dedirtti.
Tüm belediye ekipleri, işçiler ve kurumlar kenti Erdoğan'a kusursuz göstermek için seferber edildi. Ancak yapılanlar iyileştirmeden çok, gerçeği gizleme çabasına dönüştü.
Erdoğan görmesin diye depremzedeler saklanıyor
Ziyaret öncesi en çok tartışılan konulardan biri, Erdoğan'ın konvoyunun geçeceği yol kenarındaki konteyner kentlerin "görüntü kirliliği" oluşturduğu gerekçesiyle kapatılması oldu.
Özellikle "Türkiye-Kore Dostluk Konteyner Kenti"nin önüne bariyerler yığılarak dev brandalar çekilmesi, depremzedelerin yaşam alanlarının protokolden saklanması olarak yorumlandı.
Gazeteci Mustafa Dilek’in görüntülediği o anlar, kentteki "makyajlama" faaliyetinin boyutunu gözler önüne serdi. https://haber.sol.org.tr/sites/default/files/2025-12/a.mp4
'Dezenformasyon' savunması ve gerçekler
Konunun sosyal medyada gündem olması üzerine İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi bir açıklama yaparak, "Enkaz alanlarının panellerle gizlendiği iddiası manipülasyon içermektedir" ifadelerini kullandı.
Ancak sahadan gelen görüntüler resmi açıklamaları yalanlar nitelikte.
Hatay'da gündeme gelen "Konteyner kentlerin üzeri kaplanıyor" gündemi Dezenformasyonla Mücadele Merkezi tarafından "Manipülasyon amaçlı paylaşımlar" olarak yorumlanmış ve reddedilmişti. Oysa sahadaki gerçekler daha farklı.Görüntüleri ortaya çıkaran gazeteci Mustafa Dilek, manipülasyon iddialarına sert yanıt verdi. Dilek, sosyal medyada yaptığı açıklamada Hatay Valisi Mustafa Masatlı'nın "Bana 10 gün süre verin" talimatıyla sürecin başladığını belirterek şu soruları yöneltti:
Aylarca çukur ve çamur içinde görünmeyen yerler bir anda görünmeye başlandı. Habere konu olan yerlere 2 yıldır uygulanmayan kapatma işlemi, bir 'aydınlanma' ile neden son 10 günde yapıldı? Eğer maksat çevre kirliliğini azaltmaksa, rutin bir uygulama ise 2 yıldır neyi beklediler?
Şantiyelerin üstü apartman, Asi Nehri'nin köprüsü akarsu görseliyle kaplandı
Hatay'dan gelen görüntüler, yapılan çalışmanın bir illüzyondan ibaret olduğunu kanıtlıyor.
Bitmeyen inşaatların dış cephelerine "bitmiş apartman" görselleri içeren brandalar asıldı. Daha da ileri gidilerek, Asi Nehri üzerindeki köprülerin kenarlarına nehrin dolu göründüğü su görselleri yerleştirildi ve normalde su seviyesi düşük olan nehre bir anda su verilmeye başlandı.
Yapılan tüm bu süslemeler sadece Erdoğan'ın göreceği açılarla sınırlı kalırken, brandaların hemen arkasında çamur, şantiye ve depremin çıplak gerçeği durmaya devam ediyor.
Kentte iyileştirme çalışmaları devam eden Asi Nehri'ne, üzerinde nehir akıntısı görseli olan bir pankart asıldı. Islah çalışmaları kapsamında kesilen su yeniden verildi. Fotoğraf: Mustafa DilekYolu olmayan kente bisiklet yolu
Hataylıların uzun süredir araçlarının lastiklerini patlatan, yürümeyi dahi imkansız kılan bozuk yollara isyanı sürerken, ziyaret güzergahına yapılan "bisiklet yolu" halkın tepkisini çekti.
Trafiğin kilit olduğu, ana yolların dahi çamur deryasına döndüğü bir ortamda, Erdoğan'ın geçeceği yola yapılan bu makyaj, yurttaşlar tarafından alay konusu oldu. Depremzedeler, "Şehirde yol yok ama bisiklet yolumuz var" diyerek yapılan göstermelik düzenlemeye tepki gösterdi.
Şu an hiç kimsenin yaşamadığı bir bölge olan Atatürk Caddesi güzergahındaki şantiye alanına bisiklet yolu yapılması ve yolun bisiklet yolunu gösteren işaretlerle boyanması sosyal medyada tepkilere neden oldu. Görüntü: Bisiklet Hatay İnfoKaldırımlara çiçek, esnafa tahliye
Kaldırım düzenlemesi adı altında yollara saksılar yerleştirilerek peyzaj çalışmaları yapılırken, bu "film setinin" içinde kalan esnaf ise mağdur edildi.
Güzergah üzerinde bulunan ve ekmek teknesi olan konteyner işyerlerine "acil kaldırın" talimatı gitti. Esnafa sadece 1 gün süre verilirken, Erdoğan gittikten sonra her şeyin eski haline dönüp dönmeyeceği ise belirsizliğini koruyor.
Şantiye görüntüsü olmayacak: Vinçler söküldü, işçiler işten çıkarıldı
Valiliğin "şantiye görüntüsü olmasın" talimatı, inşaat çalışmalarını da durdurdu.
Erdoğan'ın geçeceği bölgelerdeki kule vinçler söküldü. İddiaya göre, vinçlerin sökülmesiyle birlikte bazı vinç operatörleri ve işçiler işten çıkarıldı.
Hatay, Erdoğan ziyareti öncesi koca bir dekora dönüşürken, depremzede yurttaşlar perdenin arkasındaki yaşam mücadelesiyle baş başa bırakıldı.

https://haber.sol.org.tr/sites/default/files/2025-12/filmim_0.mp4
***
11. Yargı Paketi'nin getirdikleri: Aşınan temel ilkeler, hak ihlali riskleri, zayıflatılan savunma -Aslı İnanmışık-
11. Yargı Paketi'yle yargı bağımsızlığı yeniden ve daha büyük bir tartışma konusu olacak gibi görünüyor. Savunma bağımsızlığını daha da zayıflatacak maddelerin yer aldığı düzenleme, pek çok yeni hak ihlaline kapı aralıyor. İnfaz rejimindeki değişikliklerse hem yeni sorunlara gebe hem de mevcut problemleri çözmekten çok uzakta.
Kamuoyunda “11. Yargı Paketi” olarak anılan ve çok sayıda temel kanunda değişiklik içeren torba yasa kabul edildi.
Paketin ilk halinde yer alan deprem suçlularıyla ilgili madde çok gündem oldu. Kamuoyunun tepkisi ve depremzedelerin mücadelesi sayesinde yasa taslağından söz konusu maddenin çıkarılması deprem mağdurları için büyük bir kazanım oldu.
Ancak torba yasayla geçen bazı maddeler yargı sisteminde önemli sorunlar yaratacak, mevcut sorunları da derinleştirecek gibi görünüyor.
Konuyla ilgili değerlendirmelerine başvurduğumuz Avukat Özge Fındık, düzenlemelerin savunma makamının konumu, ceza adaletinin temel ilkeleri, mülkiyet hakkı, kişi özgürlüğü ve infaz rejimi bakımından yeni belirsizlikler ve hak ihlali riskleri doğurduğuna dikkat çekiyor.
Paketin yasalaşmasıyla binlerce hükümlü serbest kalmaya başladı. Fotoğraf: DHA, Yer: Kocaeli‘Savunmanın bağımsızlığı zayıfladı’
Avukatlık Kanunu’nda disiplin hükümlerine ilişkin yapılan değişiklikler, belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri yönünden ciddi sakıncalar içerdiğini söyleyen Fındık, “Disiplin fiillerinin kalemler hâlinde sayılması biçimsel olarak Anayasa Mahkemesi kararlarının gereği gibi görünse de kullanılan kavramların geniş ve yoruma açık niteliği disiplin hukukunun istisnai karakteriyle bağdaşmıyor” diyor.
Özge Fındık şöyle devam ediyor:
Avukatların yargı mensuplarıyla ilişkileri ve savunma sırasında kullandıkları ifade biçimleri, mesleğin doğası gereği eleştirel ve çatışmalı olabiliyor. Bu alanın disiplin tehdidiyle çevrelenmesi, savunmanın bağımsızlığını zayıflatıyor ve oto-sansür riskini artırıyor. Avukatın mesleki kimliği ve güvenceleri, kamu gücünün takdirine açık hâle geliyor; bu durum doğrudan yurttaşın adalete erişim hakkını etkiliyor.
Ödeme kuruluşlarının hesabı yargı kararı olmadan sınırlandırılacak
Ceza muhakemesi alanında yapılan değişikliklerin de benzer şekilde hak temelli bir yaklaşım ortaya koymadığını vurgulayan Özge Fındık, banka ve ödeme kuruluşlarına, yargısal bir karar olmaksızın hesaplara erişimi sınırlandırma yetkisi tanındığını hatırlatıyor.
Bunun mülkiyet hakkına yönelik ağır bir müdahale alanı yarattığına işaret ediyor:
Özel hukuk tüzel kişilerinin fiilen tedbir uygulayan aktörlere dönüştürülmesi, hukuk devleti ilkesinin temel güvenceleriyle bağdaşmıyor. Bu tür müdahalelere karşı başvuru yollarının etkili ve bağımsız yargısal denetimden yoksun bırakılması, hak arama özgürlüğünü zayıflatıyor.
Yargılama ilkeleri zedelenecek, hak ihlalleri riski artacak
Hakaret suçuna ilişkin yapılan düzenlemeyse kamu görevlileri lehine daha ağır bir “usul rejimi” öngörüyor. Bu da “ifade özgürlüğü” ve “eşitlik” ilkeleri bakımından yeni sorunlar yaratıyor.
Fındık, burada “kamu gücü kullanan kişilerin eleştiriye daha açık olması gerektiği” yönündeki anayasal ve uluslararası standartların gözetilmediğine dikkat çekiyor.
İstinaf mahkemelerinin bozma yetkisinin genişletilmesi ise Anayasa Mahkemesi’nin adil yargılanma ve mahkemeye erişim hakkına ilişkin içtihatlarıyla uyumlu bir yaklaşım sergilemiyor.
Özge Fındık “Bu düzenleme, yargısal uygulamaların yol açtığı hak ihlallerini gidermek yerine, mevcut pratikleri normatif düzeye taşıma eğilimini yansıtıyor. Uzun vadede hukuk birliği ve yargılamanın makul sürede sonuçlanması ilkeleri bakımından ciddi riskler barındırıyor” diyor.
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün 1 Eylül 2025 itibarıyla yayımladığı güncel verilere göre toplam mahpus sayısı 419 bin 194 kişiye ulaşmıştı. Bu sayı cezaevleri kapasitelerinin yaklaşık 100 bin kişi üzerindeydi. 11. Yargı Paketi'yle yaklaşık 50 bin kişinin tahliye edilmesi bekleniyor. Fotoğraf: Anadolu Ajansı“İnfaz hukukunda yapılan değişiklikler, açık biçimde “af” kavramından kaçınılarak kurgulanmış; cezaevlerindeki yoğunluk ve infaz sistemindeki tıkanıklık, denetimli serbestlik ve koşullu salıverme rejimlerinin genişletilmesi yoluyla giderilmeye çalışılmış” diyen Özge Fındık, öte yandan bu yaklaşımın infaz rejimini “geçici rahatlama sağlayan bir yönetim aracına” indirgediğinin altını çiziyor ve ekliyor:
Cezanın öngörülebilirliği, eşit uygulanması ve adalet duygusu üzerinde kalıcı bir belirsizlik yaratıyor. İnfaz sisteminde yıllardır süregelen parçalı değişiklikler, hem mahpuslar hem de toplum açısından cezanın ne zaman ve nasıl sona ereceğini belirsiz hâle getirmiş durumda.
Avukat Özge Fındık, cezaevlerindeki yapısal sorunların, infaz koşullarının insan onuruna uygun olup olmadığının, sağlık ve psikososyal destek, eğitim ve iyileştirme mekanizmalarının bu düzenlemelerde bütüncül biçimde ele alınmadığına da dikkat çekiyor.
“İnfaz rejiminin yalnızca nüfus azaltmaya odaklanan değişikliklerle şekillendirilmesi, suçun tekrarını önleme ve topluma yeniden kazandırma hedeflerini zayıflatıyor” diyor.
‘Cezanın kişiselleştirilmesi ilkesi zayıflatılıyor, ceza otomatik bir yaptırım mekanizmasına dönüştürülmek isteniyor’
Ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerinse suç ve ceza arasındaki dengeyi, kusur ilkesini ve yargısal denetim mekanizmalarını zayıflatan nitelikte değişiklikler içerdiğini belirten Özge Fındık, şöyle devam ediyor:
"Yapılan müdahaleler, ceza hukukunun temel ilkeleri yerine idari kolaylık ve kontrol odaklı bir yaklaşımın benimsendiğini gösteriyor.
Akıl hastalığına ilişkin düzenlemeler, ceza hukukunun en temel prensiplerinden biri olan kusur ilkesinden ciddi bir sapmaya işaret ediyor. ‘Tam ve kısmi akıl hastalığı’ kapsamında değerlendirilen kişilere yönelik olarak, hâkimlerin ve uzmanların tedaviye ilişkin takdir alanı daraltılmış; akıl hastalığı bulunan bireylerin cezalandırılmasına ilişkin zorunlu ve katı sonuçlar öngörülmüş halde. Oysa ceza hukuku, failin cezai sorumluluğunu değerlendirirken soyut normlar kadar bireysel özellikleri, psikiyatrik durumu ve somut olayın koşullarını da gözetmek zorunda.
Bu alandaki takdir yetkisinin daraltılması, cezanın kişiselleştirilmesi ilkesini zayıflatıyor; cezalandırmayı bir iyileştirme ve koruma aracı olmaktan çıkararak otomatik bir yaptırım mekanizmasına dönüştürüyor. Bu yaklaşımın, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı bakımından demokratik toplumda gerekli olmayan müdahalelere yol açabileceği ve ileride hak ihlali kararlarına konu olabileceği açık."
Kurumlara tedbir uygulama ve kolluk yetkisi: ‘Anayasal güvencelerin devre dışı bırakılması demektir’
Ceza Muhakemesi Kanunu’na eklenen 128/A maddesini de yorumlayan Fındık, bu maddenin ceza muhakemesi sisteminde yargısal denetimi en fazla zayıflatan düzenlemelerden biri olduğunu vurguluyor.
“Bu hükümle banka ve ödeme kuruluşlarına, kolluk veya Cumhuriyet savcısının talebi dahi olmaksızın, tamamen kendi değerlendirmeleriyle hesaplara erişimi sınırlandırma yetkisi tanınıyor. Böylece idari veya özel hukuk tüzel kişisi niteliğindeki kurumlara, fiilen tedbir uygulama ve kolluk yetkisi devrediliyor” diyen Özge Fındık, ceza muhakemesinde mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin ancak yargı kararıyla, istisnai ve ölçülü koşullar altında mümkün olabileceğini hatırlatıyor.
“Herhangi bir yargısal karar olmaksızın hesaplara erişimin kısıtlanabilmesi, anayasal güvencelerin devre dışı bırakılması anlamına geliyor” diye de ekliyor.
Aynı düzenleme ile banka ve ödeme kuruluşları lehine bir “hukuki sorumsuzluk” rejimi öngörülmesini ise bu yetkilerin “hak ihlali doğurma potansiyeli”nin yasa koyucunun farkında olmasına bağlıyor.
“Bu yaklaşım, mülkiyet hakkına yönelik ağır müdahalelerin olağan ve denetimsiz bir uygulamaya dönüşmesi riskini artırıyor” diyen Fındık şu değerlendirmeyi yapıyor:
Ayrıca erişim sınırlandırma kararlarına karşı başvuru yolunun hâkimlikler yerine Cumhuriyet savcılarına bırakılması, etkili başvuru hakkı ve yargısal denetim bakımından ciddi bir zafiyet yaratıyor. Savcılık makamının soruşturmanın tarafı olduğu bir süreçte, bu tür müdahalelere karşı tarafsız ve bağımsız bir denetim sağlanması mümkün değildir.
Depremzede ailelerin itirazlarıyla iktidar geri adım attı ve deprem suçları 11. Yargı Paketi’nden çıkarıldı. Depremzedeler Meclis yakınındaki bir parkta günlerce nöbet tutmuştu. Fotoğraf: Özkan ÖztaşHakaret suçuna ilişkin yapılan değişiklikse Özge Fındık'a göre, ceza hukukunda eşitlik ve tutarlılık ilkeleriyle bağdaşmayan yeni bir ayrım yaratıyor.
TCK’nin 75. maddesinde yapılan düzenleme ile hakaret suçu, "kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesi" hâli dışında "ön ödeme" kapsamına alınıyor. Oysa Fındık'a göre hakaret suçunda korunan hukuki değer, kişinin şeref ve saygınlığı ve bu değerin mağdurun kamu görevlisi olup olmamasına göre farklı bir usul rejimine tabi tutulmasını haklı kılacak nesnel ve makul bir gerekçe bulunmuyor. Fındık bu durumu şöyle anlatıyor:
Aksine, kamu gücü kullanan kişilerin daha geniş bir eleştiri ve denetime açık olmaları gerekirken, bu kişilere yönelen ifadelerin daha ağır bir usule tabi tutulması ifade özgürlüğü bakımından sorunlu. Bu düzenleme, Anayasa Mahkemesi’nin içtihatlarında ortaya koyduğu ilkelerle de uyumlu değil.
'İstinaf mahkemeleri adeta bölgesel Yargıtaylar gibi hareket edebilecek'
İstinaf mahkemelerinin bozma yetkisinin genişletilmesi de torba yasada yer alan düzenlemelerden biri. Bunun ceza muhakemesi sisteminde hak arama yollarının etkinliğini azalttığına dikkat çeken Özge Fındık, "Anayasa Mahkemesi, istinaf mahkemelerinin kendi görmeleri gereken dosyaları ilk derece mahkemelerine iade etmesini, mahkemeye erişim hakkı kapsamında adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirir. Buna rağmen yapılan yeni düzenleme, yargısal uygulamaların Anayasa’ya uygun hâle getirilmesi yerine, hukukun uygulamaya uydurulması anlayışını yansıtıyor" diyor. Fındık şöyle devam ediyor:
İstinaf mahkemelerinin adeta bölgesel Yargıtaylar gibi hareket etmesi ve bozma kararlarına karşı direnme imkânının bulunmaması, hukuk birliği ve öngörülebilirlik bakımından ciddi riskler doğuruyor.
Avukat Özge Fındık, bu çerçevede ceza hukukuna ilişkin değişikliklerin, hak ve özgürlükleri güçlendiren bir reform perspektifi yerine; yargısal denetimi daraltan, idari ve özel aktörlere geniş takdir alanları tanıyan ve ceza adaletinin temel ilkelerini aşındıran bir yönelim ortaya koyduğunu da vurguluyor.
İnfaz hukuku: 'Kısa vadede cezaevi nüfusu azalsa da orta vadede durum değişebilir'
Fındık, infaz hukukuna ilişkin değişiklikleri de yorumlayarak yapısal sorunların çözülmediğini hatta yeni risk alanları yaratıldığını belirtiyor:
İnfaz hukukuna ilişkin düzenlemeler, denetimli serbestlik ve koşullu salıverme rejimlerinin kapsamının genişletilmesi yoluyla ceza infaz sistemindeki tıkanıklığı gidermeyi hedefliyor. Ancak bu yaklaşım, ceza adalet sisteminin kronik ve yapısal sorunlarını çözmekten uzak olduğu gibi, infaz hukukunun temel ilkeleri ve insan hakları standartları bakımından yeni risk alanları yaratıyor. İnfaz rejiminde yapılan bu tercihin, cezanın niteliği ve öngörülebilirliği üzerinde doğrudan etkileri bulunuyor.
Kamuoyunda “kuyu tipi” cezaevleri olarak bilinen yüksek güvenlikli infaz kurumlarında yaşanan ağır ve süreklilik arz eden yapısal sorunları hatırlatan Fındık, söz konusu cezaevlerinin insan onuruna dayalı infaz anlayışı bakımından uzun süredir ciddi endişelere yol açtığını ifade ediyor.
Buna rağmen, "yargı reformu" iddiasıyla hazırlanan düzenlemede bu sorunların bütüncül biçimde ele alınmadığının altını çizen Fındık, "Bir yandan infaz rejimi gevşetilirken, diğer yandan bazı suç tiplerine ilişkin cezaların artırılması, ceza politikasında tutarlılık ve ölçülülük ilkelerini zedeliyor. Bu yaklaşım, kısa vadede cezaevi nüfusunun azalmasına yol açsa da orta vadede yeniden aşırı doluluk sorununu üretme potansiyeli taşıyor" diyor.
Türkiye genelinde 11 yüksek güvenlikli, 6 Y tipi ve 7 S tipi cezaevi bulunuyor. Bu cezaevleri, F tipi ve T tipi cezaevlerine kıyasla çok daha ağır izolasyon koşullarına sahip. Mahpuslar, “güneşin, havanın, yağmurun, rüzgarın olmadığı yerler” diyerek bu hapishaneleri “kuyu”ya benzetiyor. Fotoğraf: Adalet Bakanlığıİnfaz Kanunu’nda uzun yıllardır sürdürülen parçalı ve geçici nitelikteki değişikliklerin, "hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik ilkesini" ciddi biçimde aşındırdığını kaydeden Özge Fındık, şunları vurguluyor:
Denetimli serbestlik ve koşullu salıverme koşullarının sık aralıklarla değiştirilmesi, cezanın ne olduğu ve ne zaman sona ereceği sorusunu belirsiz hâle getiriyor. Bu belirsizlik, yalnızca mahpuslar açısından değil; mağdurlar ve toplum bakımından da ceza adaletine duyulan güveni zayıflatıyor. Cezanın caydırıcılık ve adalet duygusu üzerindeki etkisi, bu öngörülemez yapı nedeniyle giderek aşınıyor.
İnfaz rejiminin karmaşık ve sürekli değişen bir yapıya kavuşturulduğuna dikkat çekerek, bu durumun mahpusların etkili başvuru ve hukuki yardım haklarını da fiilen zayıflattığına işaret eden Fındık, hukukçuların dahi takip etmekte zorlandığı bir infaz sisteminde şeffaf ve güvenilir infaz süreleri öngörmenin mümkün olamayacağını belirtiyor.
"Bu durum, hukuki belirlilik, erişilebilirlik ve etkili başvuru ilkeleriyle bağdaşmıyor" diyen Avukat Özge Fındık, infaz hukukunun yapısal sorunlarının parçalı ve geçici müdahalelerle çözülemeyeceğine dikkat çekiyor:
İnfaz düzenlemelerinin, cezaevi nüfusunu geçici olarak azaltmaya odaklanan niceliksel bir rahatlama hedefiyle ele alınması, infaz hukukunun temel amaçlarını işlevsiz hâle getiriyor. Islah, yeniden topluma kazandırma ve yeniden suç işlenmesini önleme hedefleri, yalnızca infaz süresini kısaltmaya yönelik düzenlemelerle gerçekleştirilemez. Bu yaklaşım, infazı bir sosyal politika ve insan hakları meselesi olmaktan çıkararak, kısa vadeli idari bir yönetim aracına indirgiyor.
"İnsan haklarına dayalı bir infaz rejimi; cezaevlerinin doluluk oranlarını geçici olarak düşürmeye yönelik düzenlemelerle değil, mahpusların insan onuruna uygun koşullarda barındırılması, sağlık ve psikososyal destek hizmetlerine etkin erişim sağlanması, eğitim ve mesleki gelişim olanaklarının güçlendirilmesi ve etkili, şeffaf, denetlenebilir denetimli serbestlik mekanizmalarının kurulmasıyla mümkündür" diyen Fındık, bu unsurlar sağlanmadan yapılan infaz düzenlemelerinin, suçun tekrarını önlemek bir yana, toplumsal güvensizliği ve cezasızlık algısını derinleştirme riski taşıdığını ifade ediyor.
11. Yargı Paketi: Adaletin değil, itaatin yasası -Özge Fındık-https://haber.sol.org.tr/haber/11-yargi-paketi-adaletin-degil-itaatin-yasasi-402621
/././







