‘Vatan toprağındaki yabancı üniformalı askerler’ tartışması: Bahçeli bu 5 soruya yanıt vermekten neden kaçıyor? -soL-

Türkiye’de yabancı üniformalı askerler Barzani’nin Türkiye ziyareti dolayısıyla yeniden tartışma konusu. Ancak ortada tuhaf bir ikiyüzlülük var. soL, ülkemize yerleşen yabancı üniformalı askerleri ve esas tehlikeyi hatırlatıyor.

“Vatan topraklarımızda yabancı üniformalı askerlerin uzun namlulu silahla ortalıkta dolaşmaları tek kelimeyle rezalettir. Türkiye Cumhuriyetinin vakarına saygınlığına, tarihi itibarına ve egemen vasfına taammüden saldırıdır.”

Bu sözler MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye ait.

Eski Irak Başbakanı ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi lideri Barzani’nin askerlerinin Şırnak’taki görüntüleri vesilesiyle dile getirilen bu sözlerin ardından dikkat çekici bir tartışma başladı.

Barzani için teamül dışı uygulama

Tartışmanın bir yönü benzer ziyaretlerdeki teamüllere ilişkin.

soL'un edindiği bilgilere göre, Barzani ziyaretinde benzer ziyaretlerde uygulanan teamüllerin dışında bir uygulama tercih edilmiş.

Bu tip ziyaretler öncesinde ilgili iki taraf güvenlik protokolünü birlikte bağlarken, karşı tarafın kaç güvenlik görevlisi getireceği dahi ortaklaşa karar altına alınıyor. Ek olarak uzun namlulu ve üniformalı koruma, benzer ziyaretlerde pek rastlanılan bir durum değil. Genelde yakın korumalar sivil kıyafetler ve bellerinde tabancayla eşlik ediyor. Uzun namlulu silahlarsa olası güvenlik risklerine karşı kapalı çantalarda muhafaza ediliyor.

Barzani için böyle ayrıcaklıklar tanınmasının AKP iktidarının bölgede IKBY ile kurduğu yakın ilişkiler ve süreçle ilgili olduğu tahmin ediliyor. 

Bu tabloda Bahçeli'nin itirazı doğrudan AKP iktidarına yönelmiş görünüyor.

Tartışmanın görünmez yüzü

Tartışmanın bir diğer yönü ve asıl görünmez kılınan tarafı ise ülkemizin dört bir yanına yayılan yabancı üs ve askerlere ilişkin.

Türkiye’de resmi ve gayriresmi olarak kaç NATO üssü olduğu bilinmiyor. 

Ancak bilinenleri sıralayalım:

*İncirlik Hava Üssü. 
*Malatya - Kürecik radar üssü.
*Afyonkarahisar'daki askeri havaalanı, NATO’nun 2. büyük havaalanı. 
*İzmir Çiğli Ana Jet Üssü hem Amerika Hava Kuvvetleri’ne hem NATO’nun hizmetine sunulmuş durumda.
*Balıkesir 9. Hava Jet Üssü: Burada 6 adet "vault" denilen füze rampası bulunmaktadır.
*Konya 3. Ana Jet Üs Komutanlığı: Irak savaşı sürecinde NATO tarafından getirilen AWACS'lar burada üslenmiştir.
*Muğla Aksaz Deniz Üssü
*Bunlara ek olarak Ankara-Ahlatlıbel, Amasya-Merzifon, Bartın, Çanakkale, Diyarbakır-Pirinçlik, Eskişehir, İzmir-Bornova, İzmit, Kütahya, Lüleburgaz, Sivas-Şarkışla, İskenderun, Ordu-Perşembe, Rize-Pazar, Erzurum, Van-Pirreşit ve Mardin'de NATO'ya bağlı Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezleri (CAOC6) bulunuyor.

Tüm bunlara ek olarak İncirlik’te ABD’ye ait nükleer silahlar bulunuyor. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ABD medyası tarafından da gündeme getirilen bu bilgiye göre, İncirlik’te ABD’ye ait 50 nükleer silah bulunuyor.

Peki, Barzani’nin askerlerinin ellerinde uzun namlulu silahlarla Şırnak sokaklarında yürümesine tepki gösteren Bahçeli ya da partisi MHP, bu üsler ve buralarda konuşlanan yabancı askerlerden de şikayetçi mi?

Türkiye Komünist Partisi, haziran ayında Meclis’te grubu bulunan tüm partilere bir mektup göndermiş, “Hangisinin yanındasınız? NATO ve ABD’nin mi, halkımızın güvenliğinin mi?” diye sormuştu.

MHP’ye de iletilen bu mektupta şu sorular dile getirilmişti:

1- Partinizin ülkemizdeki yabancı asker ve üslerin varlığına ilişkin tutumu nedir?

2- Bölgedeki tüm saldırıların arkasında olan ABD liderliğindeki NATO’nun Türkiye’nin güvenliğinin teminatı olduğunu düşünüyor musunuz?

3- İncirlik başta olmak üzere Türkiye’deki ABD üslerinde bulunan nükleer silahlara ilişkin tavrınız nedir? Ülkemizin başka ülkelerin tasarrufundaki nükleer silahların deposu gibi kullanılmasının ne anlama geldiğinin bilincinde misiniz?

4- ABD ve NATO’nun kendi güvenliği için ülkemizi ateşe atan üslerin derhal kapatılması çağrısına yanıtınız nedir?

5- Türkiye’nin NATO’dan çıkması çağrısına yanıtınız nedir?

Ancak bu sorulara ne AKP ne CHP ne de MHP’den şu ana kadar hiçbir yanıt gelmedi. Üstelik adı geçen partilerin tamamının programlarında Batı ve NATO’ya bağlılık ifadeleri bulunuyor.

Sonuç olarak Bahçeli, gerçekten ülkemizin yabancı üs ve askerlerden arındırılması talebinin değil, Barzani’den ibaret bir can sıkıntısını dile getirmiş oluyor.  Ancak bu vesileyle TKP'nin gündeme getirdiği kritik soru yeniden akıllara geliyor: Hangisinin yanındasınız? NATO ve ABD’nin mi, halkımızın güvenliğinin mi?

soL


Çikolatayı alan istifa etti devlete et satan duruyor + Kore’den ithal kara şimşek + Koltuğu olana zam milyonlara gam düştü +Ülker sattı Koç aldı: Milyonlarca dolarlık satış tamamlandı -SÖZCÜ-

 Çikolatayı alan istifa etti devlete et satan duruyor -Veli Toprak- 

ESK Genel Müdürü Mücahid Taylan 10 kat kârla milyonlar kazandı, görevde. İsveçli bakan Mona Sahlin devletin kartıyla marketten çikolata aldı, gitti.  https://www.sozcu.com.tr/cikolatayi-alan-istifa-etti-devlete-et-satan-duruyor-p265783

***
 Kore’den ithal kara şimşek -Erdoğan Süzer- 


Resmi Gazete’de yayınlanan karar ile Güney Kore’den ithal edilen mercimekte vergi sıfırlandı. Sektör temsilcileri “Birileri kağıt üstünde işlemlerle paraları kaldıracak” dedi. Türkiye Güney Kore’den ihracatın önünü açarken Güney Kore’nin mercimek üretmemesi, ihracat da yapmaması, İhtiyacını başka ülkelerden yaptığı ithalat ile karşılaması dikkat çekti.Türkiye’nin mercimeğinin yüzde 90’ını Kanada’dan, geri kalanını da Rusya, Kazakistan ve ABD’den ithal ettiğini belirten sektör temsilcileri, “Birileri evrak bazında işlem yaparak para mı kazanacak” endişesini dile getirdi. https://www.sozcu.com.tr/kore-den-ithal-kara-simsek-p265782

***
Koltuğu olana zam milyonlara gam düştü-Erdoğan Süzer / Veli TOPRAK- 
Dar gelirli yetmeyen maaşı, limiti dolan kredi kartlarıyla yeni yıl zammını beklerken; Diyanet’ten TRT’ye, TÜİK’ten YÖK’e kadar birçok kurumdaki üst düzey yöneticiye 65 bin liraya ulaşan zam yapılıyor. 
Emekli, memur, asgari ücretli ve dar gelirli, açlık sınırının altında kalan maaşıyla geçim savaşı verirken, kamuda makam koltuğu olan üst düzey yöneticilere gece yarısı operasyonuyla 65 bin liraya ulaşan ek zam veriliyor. AKP ve MHP’nin getirdiği ve muhalefetin de desteklediği önerge ile TRT Genel Müdürü’nden Diyanet İşleri Başkanı’na kadar kamudaki tüm başkan, başkan yardımcıları ve genel müdürlerin maaşına zam yapılacak. Valiler, kaymakamlar, yüksek yargı mensupları müfettişler, uzmanlar da zamdan yararlanacak.  https://www.sozcu.com.tr/koltugu-olana-zam-milyonlara-gam-dustu-p265780

***
 Ülker sattı Koç aldı: Milyonlarca dolarlık satış tamamlandı -Mustafa Balcı- 
Koç Holding iştiraklerinden Tek-Art Marina, geçtiğimiz ay Rekabet Kurumu'nun onayladığı Göcek Village Port Marina ve Göcek Exclusive Port Marina ile alanda bulunan otellerin satış işlemlerinin tamamlandığını duyurdu. Devir anlaşması kapsamında eşit ortak olan Yıldız Holding A.Ş. ve Sağlam İnşaat Taahhüt Ticaret A.Ş.'ye 78,85'er milyon dolar olmak üzere toplam 157,7 milyon dolar ödeme gerçekleştirildi.  https://www.sozcu.com.tr/ulker-satti-koc-aldi-milyonlarca-dolarlik-satis-tamamlandi-p265725

***
Sözcü

 

GÜNDEM -2 Aralık 2025-

 “Futbolculara yüksek kârlı fon” davasında karar: Seçil Erzan’a 102 yıl 4 ay hapis cezası!-Can Öztürk/T24- 

Aralarında futbolcuların da yer aldığı birçok ismi dolandırmakla suçlanan  Seçil Erzan’ın yargılandığı davada 102 yıl 4 ay hapis cezası verildi. Heyet, Seçil Erzan’ın hükümle birlikte tutukluluğunun devamına karar verdi. Erzan’a hükûmle 753 bin 880 TL para cezası verildi. Sanıklar eski banka yöneticileri Hakan Ateş ve Mehmet Aydoğdu’nun ise beraatine hükmedildi.  https://t24.com.tr/haber/secil-erzan-a-102-yil-hapis-cezasi,1280381

***

 Emekli öğretmeni trafikte döverek öldüren hastane güvenlikçisinin 5 "kasten yaralama", bir de "genel güvenliği tehlikeye" sokma kaydı varmış!-T24- 

Giresun’da trafikte tartıştığı emekli öğretmen Abdullah Coşkun’u döverek ölümüne neden olan İlhan İhtiyaroğlu’nun, Coşkun’un hayatını kaybettiği Giresun Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde özel güvenlik görevlisi olarak çalıştığı ve 5 kez kasten yaralama ile bir kez genel güvenliğin tehlikeye sokulması suçlarından kaydının bulunduğu ortaya çıktı.  https://t24.com.tr/haber/emekli-ogretmeni-trafikte-doverek-olduren-hastane-guvenlikcisinin-5-kasten-yaralama-bir-de-genel-guvenligi-tehlikeye-sokma-kaydi-varmis,1280439

***

 Karadeniz'de bir gemiye daha saldırı: BM'den açıklama -Birgün- 

Denizcilik Genel Müdürlüğü Karadeniz'de bir geminin daha saldırıya uğradığını açıkladı. BM'den "Sivil altyapıya yönelik saldırıların yasaklandığını yineliyoruz" açıklaması geldi. https://www.birgun.net/haber/karadeniz-de-bir-gemiye-daha-saldiri-bm-den-aciklama-673134

***

 Memlekette kış, Saray’da bahar -Mustafa Bildircin/Birgün-

Cumhurbaşkanlığı, Diyanet ile İletişim Başkanlığı, 2026’da toplam 203 milyar 240 milyon TL harcayacak. Cumhurbaşkanlığı ayda ortalama 1,7 milyar TL, İletişim Başkanlığı ise ayda 630,3 milyon TL kaynak kullanacak.  https://www.birgun.net/haber/memlekette-kis-sarayda-bahar-673088

***




Türkiye’nin başını ağrıtan gizli ‘kara para listesi’ -Bahadır Özgür / halkTV-

Son yılların en büyük ‘aklama ağı’ parça parça deşifre oluyor. İddiaya göre Libya, Ukrayna ve Irak üzerinden milyonlarca dolarlık kaynağı belirsiz para trafiği yaratıldı. Tamamı da ‘Laleli çamaşırhanesi’ aracılığıyla aklandı.

halktv.com.tr, Türkiye’nin tekrar ‘gri listeye girme’ riskine yol açan ve şu sıralar ABD’nin yakın takibi altındaki ‘Laleli çamaşırhanesi’ dosyasını açıyor.

Suçlanan şirketler ve bankalar, resmi makamların çıkardığı para trafiği şeması, MASAK raporları, tonlarca altın başta olmak üzere POS cihazları ile yapılan sahte ticaret, aynı POS’tan binlerce işlem yapıldığını gösteren videolar… Dosyadaki delilleri inceleyeceği.

***

Halen devam eden soruşturmanın özeti şöyle: Her şey 2022’de, Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan bir ihbarla başladı. POS ve elektronik ödeme sistemleri üzerinden milyonlarca dolarlık ihracat yapılmış gibi gösterilerek, para aklandığı ileri sürüldü. Savcılık ihbarcıların ifadeleri doğrultusunda delilleri topladı. Geçen Temmuz’da da operasyon için düğmeye basıldı.

yeni-proje-16.jpgKuyumcuların depolarında gizlenmiş büyük miktarda dolar bulundu.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yaptığı açıklama dikkat çekiciydi: “Aralarında 16 Denizbank, Şekerbank ve Ozan Elektronik Para AŞ çalışanının da bulunduğu toplam 85 şüphelinin yakalanmasına yönelik olarak 8 Temmuz 2025 tarihinde İstanbul merkezli 6 ilde eş zamanlı operasyon düzenlenmiştir.”

İki önemli bankanın isminin de karıştığı devasa aklama havuzu onlarca dış ticaret şirketini, kuyumcuyu, döviz bürosunu, pek çok holdingi ve kimi elektronik ödeme kuruluşlarını kapsıyor. Yüzden fazla şirkete el konuldu. Çok sayıda tutuklama yapıldı.

Şu ana kadar ortaya çıkan tablo bile vahim. Zira son yıllardaki ‘bavul ticaretinin’ ciddi kısmının kara para trafiğinden oluştuğu anlaşılıyor. Savcılık soruşturmasına bakılırsa, milyonlarca dolarlık mal ve hizmet ticareti kağıt üzerinde kalmış.

İLK KEZ YAYINLANAN RAPOR

İşte içerideki bu operasyon dizisinin uluslararası boyutunu oluşturan gizli bir kara para listesi ilk kez ortaya çıktı.

whatsapp-image-2025-12-02-at-08-01-52-1.jpegKara para aklamakla suçlanan şirket listesi Ocak 2025’te gönderildi.

Hazırlayan kurum, Libya Temsilciler Meclisi Yolsuzluklarla Mücadele Ulusal Komisyonu. Libya, 20 milyar dolardan fazla rezervinin illegal yollarla ülke dışına kaçırıldığı ileri sürülüyor.

‘Laleli çamaşırhanesi’ de bu sebeple ABD’nin radarına girdi zaten.

Çünkü, ABD Hazine Bakanlığı Yabancı Varlıkları Kontrol Ofisi (OFAC) 25 Şubat 2011’de, Libya’ya yaptırımları içeren bir kararname yayımladı. 30 milyar dolarlık Libya varlığı donduruldu. Petrol gelirlerinin toplandığı fonla beraber tartışma konusu miktar 70 milyar doları buluyordu. Kararname 2016’da güncellendi. 2022’de ise Libya’nın varlıklarının yaptırımlara aykırı olarak yurtdışına çıkarılmasını da kapsayan daha geniş bir düzenlemeye gidildi.

Libya Temsilciler Meclisi Yolsuzluklarla Mücadele Ulusal Komisyonu, Ocak 2025’te onlarca şirketin faaliyetlerinin yasaklanmasını ve POS işlemlerinin kapatılmasını talep eden gizli bir gizli listeyi, Libya’nın Aman Bankası’na gönderdi.

Listenin neredeyse tamamını, Türkiye ve Dubai merkezli şirketler oluşturuyor. Laleli ve Kapalıçarşı’da faaliyet gösteren 24 şirket sayılıyor. Dubaili şirketlerin çoğu da aslında Türkiye ile bağlantılı.

Dağlar Grup, HKN Enez Grup Kuyumculuk, Boz Turizm, ACR Grup, Akkayalar İç ve Dış Ticaret gibi çok sayıda şirketi barındıran grupların işaret edildiği raporda, Libya ile POS cihazları üzerinden yapılan ticaretin aslında hiç gerçekleşmediği, paraların bu görüntü altında Türkiye’de, Laleli merkezli şirketlere aktarıldığı iddia ediliyor. Bu işlemin 2018’lerde başlayıp, asıl olarak da pandemi döneminde hızlandığı ifade ediliyor.

Bankacılık sistemi kullanıldığı ve Libya yaptırımları delindiği için ABD devrede. OFAC’a yapılan şikayetler söz konusu. Ayrıca POS cihazında kullanılan kredi ve banka kartı sahibi küresel şirketlerin de kendi iç soruşturmasını başlattığına dair yazışmalar söz konusu.

Yani içerideki operasyonlar, dışarının baskısıyla hızlanmış görünüyor. Eğer soruşturma açılmasaydı Türkiye’nin, Halk Bankası vakasından bile büyük bir krizle karşı karşıya kalması riski bulunuyor.

Sonraki yazıda sistemin nasıl işlediğine ve MASAK uzmanlarının çıkardığı para trafiği şemasına bakacağız. 

Bahadır Özgür / halkTV

‘Yaşamın nesini tartışacağız… Fiyatı olur mu?’ -soL-

Açlık sınırının 29 bin 828 lira, yoksulluk sınırının 97 bin 159 lira olduğu Türkiye’de çok büyük bir zammış gibi asgari ücret 30 bin liraya çıkar mı, acaba biraz üzerini görmesi mümkün mü tartışmaları yürütülüyor. Milyonlarca emekçinin her durumda açlık sınırının altına hapsedileceği bu süreci ve tüm ayrıntılarını TKP MK üyesi Alpaslan Savaş ile konuştuk: "Yaşamın nesini tartışacağız. Fiyatı olur mu?"

Türkiye, geçtiğimiz yıl dolar milyoneri artışında yüzde 8,4 ile dünya lideri olurken, listeye bir yılda 7 bin yeni dolar milyoneri daha eklendi ve toplam dolar milyoneri sayısı 70 bine yaklaştı.

Koç ve Sabancı başta olmak üzere patronlar üst üste kâr rekorları kırmaya devam ederken, diğer yanda giderek ağırlaşan bir yoksulluk tablosu bulunuyor.

Türkiye’de milyonlarca emekçi asgari ücretle hayatta kalmaya çalışırken; açlık sınırının 29 bin 828 lira, yoksulluk sınırının ise 97 bin 159 lira olduğu bir ortamda tartışmaların merkezinde “Asgari ücret 30 bin lira olur mu, biraz daha üzerine çıkar mı?” sorusu yer alıyor.

Gelinen bu tabloyu ve tartışmaların seyrini Türkiye Komünist Partisi Merkez Komite Üyesi Alpaslan Savaş ile konuştuk.

‘Asgari ücret, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda belirlenmiyor’

Asgari ücret görüşmeleri bu hafta başlıyor. Reel ücretlerin hızla erimesine ağır bir yoksullaşma eşlik ederken 2026 yılının asgari ücretini belirleyecekler. Daha doğrusu patronlar belirleyecek” diyerek sözlerine başlayan Savaş, “Belki en başta bunu söylememiz gerek. Asgari ücret, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda belirlenmiyor. Rakam patronların rakamıdır. Hükümet, o rakamı ilan ediyor. Bazen rakamı doğrudan Erdoğan’ın açıklaması da bu gerçeği değiştirmiyor. Ekonomi programıyla uyumlu bir ücret politikası dayatmak zorundalar zaten. O program da tümüyle holdinglere ve şirketlerin karlılığına odaklı. 2026 yılı bütçesi de bu doğrultuda hazırlandı. Tespit komisyonuymuş, işçi sendikalarının buradaki itirazlarıymış, bakanlığın dengeci rolüymüş, bunların hepsi bir palavra. Asgari ücret patronlar tarafından belirlenir. Yıllardır böyledir” değerlendirmesinde bulundu.

‘Son yılların en düşük artışlarını dayattılar’

Yılın başından itibaren ücretlere yönelik sıkı bir baskıcı politika uygulandığını hatırlatan Savaş, 2025 yılının asgari ücretinin gerçekleşen değil hedeflenen enflasyon oranında belirlenmesinin bu politikanın ürünü olduğuna değindi. Şubat ayında metal işkolunda küçük grup sözleşmesi diye bilenen MESS üyesi yabancı sermayeli elektromekanik işletmelerinde şirketlerin kârlılık oranları yüksek olmasına karşın işçi taleplerinin çok altında artışlar olduğuna vurgu yapan Savaş, şöyle devam etti:

Sendikanın taleplerine yaklaşmadılar ve başlayan grevleri Cumhurbaşkanına ertelettiler. Sözleşmeler grev yasağı ve işten çıkarma baskısı altında imzalandı. Yıl içindeki özel sektör toplu iş sözleşmelerinin neredeyse tamamı çok düşük ücret artışlarıyla tamamlandı. Örneğin tekstilde grup sözleşmesinin nasıl bittiğini kamuoyu bilmiyor. İşçiler de muhtemelen bordrolarını ellerine aldıklarında ne zam aldıklarını öğrendi. Yaz aylarında kamu çerçeve sözleşmesi yüzde 24 gibi bir artışla imzalandı. Yani yıl boyu patronlar özel sektörde ücret artışlarını baskıladılar ve son yılların en düşük artışlarını dayattılar, hükümet de kamu işçileri ve memurların ücretlerini bu politikaya uygun olarak belirledi.

‘Daha kaç kez Bakan kulağına fısıldarken mikrofonu açık unutacaklar?’

Asgari Ücret Tespit Komisyonu’na dair bu dönem yürüyen tartışmanın, yine patronların rolünü gizlemeye yaradığına işaret eden Savaş, “Sanki ortada bugüne kadar süreçte işçi sınıfını temsil ediyormuş gibi Türk-İş’in komisyonda olup olmayacağı tartışılıyor. Biliyorsunuz Türk-İş geçen yıl asgari ücret açıklandıktan sonra bundan böyle tespit komisyonunda yer almayacaklarını duyurmuştu. Konfederasyonun başkanı bunu geçtiğimiz aylarda yineledi. Türk-İş, asgari ücret belirleme yönteminin adil olmadığını söylüyor. Bunun farkına varmaları iyi bir şey tabi. Ama bu yıl ‘biz yokuz’ demelerinin nedeni bu değil. Türk-İş her asgari ücret belirleme sürecinde sadece yıpranmıyor, aslında madara oluyor. Daha kaç kez Bakan kulağına fısıldarken mikrofonu açık unutacaklar” diye konuştu.

‘Türk-İş patronların ve hükümetin kuklası’

“Her şey ortada, Türk-İş patronların ve hükümetin kuklası” diyen TKP MK Üyesi Alpaslan Savaş, “Üstelik işçilerin gözü önünde yaşanıyor bunlar. Dolayısıyla mesele asgari ücret tespit sürecinin adaletsizliğini gündeme getirmek değil, paçayı kurtarmak. Ne işçiye ne asgari ücretin geldiği sefalet düzeyine dair bir dertleri olduğunu düşünmemize neden olacak bir şey yok ortada” ifadesini kullandı.

‘Erdoğan’ı çok dert ettiklerini saklayamıyorlar’

Savaş, bu süreçte oynadıkları rollerle emekçilerin tepkisini çeken sendikalara dair değerlendirmelerini şöyle sürdürdü:

Erdoğan’ı çok dert ettiklerini saklayamıyorlar. Geçen sene asgari ücret zammının gerçekleşen enflasyon oranın on beş puan altında belirlenmesi Cumhurbaşkanı’nı da tartışma konusu yapmıştı. Bunu Hak-İş gündeme getirdi. Hak-İş başkanı 'Cumhurbaşkanı asgari ücreti artırmadı diye eleştiriliyor' diyerek komisyonda hükümetin yer almasının onu da yıprattığını ileri sürdü. Yani dertleri hem kendilerinin hem bağlı oldukları hükümetin tartışılması. Bu açıdan Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplanıyor mu, ne diyor, nasıl belirliyor sorularının değeri yok. Hepsi işçi sınıfının karşısındaki cephede yer alıyor.

Türk-İş Başkanı, Cumhurbaşkanı ile Saray'da bir arada...

Peki bu tabloda asgari ücret ne kadar olmalı?

Savaş, asgari ücretin miktarına ve zam oranına dair yapılan tartışmalara dair ise şu görüşleri dile getirdi:

“Şimdi yine rakamlar uçuşuyor. Geçen sene hedeflenen enflasyona göre belirlenmişti, tekrar gerçekleşen enflasyona göre mi yapılsın? Açlık sınırı 29 bin lira, yoksulluk sınırı 97 bin. Hangisi olsun? Hangi düzey çok, hangisi az? Bu sorunun yanıtı belli. Asgari ücreti artırmayacaklar. Oldu ki artırdılar, patronlar bu artışın kendilerine maliyetini birkaç ay içinde ya işten çıkarmalarla, ya mal ve hizmetlere yaptıkları fiyat artışlarıyla ya da dolaylı olarak devletin kasasından daha fazla kaynak kullanarak telafi etmenin yoluna bakacak. Adil bölüşüm diyenler dalga mı geçiyor bizimle, holdinglerin egemen olduğu düzende bölüşümün adaleti olur mu?

‘Ücretin asgarisi yaşamın asgarisidir’

Dolayısıyla emek gücüne ödenen değerin (ücretler) miktarını konuşup onun üzerinden elde edilen kârları (emek gücünün yarattığı değerin patronların el koyduğu bölümü) konu etmeden asgari ücret tartışılamaz. Ücretin asgarisi yaşamın asgarisidir. Hatta o kadarı bile değildir. Biz 'ücretin asgarisi olmaz' derken aslında 'yaşamın asgarisi olur mu' demiş oluyoruz.

İnsan yaşayabilmek için barınabilmelidir. Barındığı yerde ısınabilmeli, aydınlanabilmelidir. Oysa şimdi işçiler sadece bu üçüne bir asgari ücretten fazla para ödüyor. Yaşadığı yerden diğer yerlere ulaşabilmeli, başkalarıyla iletişim kurabileceği araçları kullanabilmelidir. Bunlara tonla para ödüyor insanlar. Artık neredeyse tümden paralı olan eğitimi ve sağlık hizmetlerini saymıyorum bile. Tüm bunlar, bir insanın yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan ihtiyaçları olabilir mi? Bu kabul edilebilir mi? Kaldı ki bunun bile çok gerisinde bugünkü asgari ücret.”

‘Sermaye sınıfının söz konusu devasa birikimine el konulmalı’

“Asgari ücret kaç lira olsun, söylesinler. Sömürüyü konuşmayalım, şirketlerin kârlarını, holdinglerin üstüne oturdukları büyük sermaye birikimini konu etmeyelim, bunların kaynağındaki sömürüyü gündeme getirmeyelim ve diyelim ki asgari ücret şu kadar olsun!” sözleriyle yürütülen tartışmaların içeriğine tepki gösteren Alpaslan Savaş, değerlendirmesini şu ifadelerle noktaladı:

Asgari ücret olmasın. İnsanın yaşaması için gerekli tüm temel ihtiyaçlar devlet tarafından karşılansın. Ücret, bunun üstüne kişinin emeği kadar olsun. 'Bu mümkün değil, bunun kaynağı mı olur' diyenler, dönsün Türkiye’deki holdinglerin kasasına, varlıklarına ve süreklileşmiş kârlarına baksın. Ücrette adalet için birinci koşul, milyonlarca emekçinin yaşamsal ihtiyaçlarının bedelsiz karşılanmasıdır. Bunun da tek yolu sermaye sınıfının söz konusu devasa birikimine el konulmasıdır.

TKP, ücretin asgarisi için rakam tartışmasını yaşamın asgarisine fiyat biçme olarak değerlendiriyor. Yaşamın nesini tartışacağız. Fiyatı olur mu?


soL 

Ergin Yıldızoğlu + Mehmet Ali Güller -Cumhuriyet-


 2026’ya girerken dünya ekonomisi 

Dünya ekonomisi 2026’ya girerken resesyon sınırında (yüzde 3) yavaşlamaya devam ediyor, riskler ve büyüme önündeki engeller artıyor.

RESESYON OLASILIĞI YÜKSEK

IMF 2024’te yüzde 3.3 olan ekonomik büyüme hızının 2025’te yüzde 3.2’ye, 2026’da 3.1’e gerilemesini bekliyor. Dünya Bankası’na göre 2025’te küresel ekonomik büyüme yüzde 2.3 olacak; Banka 2026-27 ortalamasının yüzde 2.5 dolayında kalmasını bekliyor.

Birleşmiş Milletler (DESA) 2025- 26 ortalamasının yüzde 2.5 olmasını bekliyor. Morgan Stanley’in beklentileri yüzde 3-3.1 düzeyinde. Oxford Economics yüzde 2.8 diyor, bir yavaşlama trendine işaret ediyor. Kısacası her ülkeyi aynı derecede etkileyecek olmasa da güçlü bir resesyon olasılığı söz konusu. Baltık Kuru Yük Endeksi (BDI) için 2025 ve 2026 yıllarına yönelik genel beklenti, küresel düzeyde navlun oranlarının 2024 seviyelerine kıyasla daha düşük olacağı yönünde. Bu gösterge de resesyon olasılığıyla uyumlu.

IMF, dünya ekonomisinin, 2024 sonları, 2025 başlarında yapay zekâ, iyileşen finansal koşullar gibi faktörlerin etkisiyle beklenenden daha dirençli çıktığına, ancak jeopolitik gerilimler, ekonomik politika belirsizlikleri, artan gümrük tarifeleri potansiyeli gibi süregelen risklerin büyüme dinamiklerini baskıladığına işaret ediyor

Oxford Economics, “2026’da küresel ekonomide izlenmesi gereken üç ana trend” başlıklı çalışmasının sonuç bölümüne göre, “ABD, liderliğini sürdürüyor. Çin ekonomisi stabilize oluyor ancak rekabet baskısını gelişmiş ekonomilere kaydırıyor. Euro Bölgesi ve Japonya geride kalıyor, bu ülkelerde yapısal zorluklar daha belirgin hale geliyor”.

DİKKATLER YZ ÜZERİNDE

IMF, dünya ekonomisinin yapay zekâ, iyileşen finansal koşullar gibi faktörlerin etkisiyle beklenenden daha dirençli bir performans gösterdiğini söylerken Oxford Economics “Yapay zekâ bir şok emici mi, yoksa şok büyütücü mü” diye soruyor. Bu sorunun cevabı, YZ şirketleriyle finansal piyasalar arasındaki ilişkinin dinamikleri bağlamında, özellikle dünyanın en büyük ekonomisi, finans merkezi, rezerv paranın kaynağı olmaya devam ettiği için de küresel ekonomi üzerinde kritik bir etkiye sahip ABD için özellikle önemli.

Barclays’in, diğer analizlerin derlemesine göre, ABD’de bugünkü büyümenin büyük bir bölümü YZ harcaması, veri merkezi yatırımlarına, borsada teknoloji hisselerinin artışından kaynaklanan bir zenginlik etkisine dayanıyor; YZ harcamalarının ilk yarıda ekonomik büyümeye katkısı yıllıklandırılmış olarak yaklaşık yüzde 60 dolayındaydı; aynı dönemde toplam büyüme ise yıllıklandırılmış 1.6 puandı. YZ etkisi çıkınca büyüme yüzde 1’in altına düşüyor. JP Morgan, YZ hisselerindeki değer artışının, zenginlik etkisinin hanehalkı tüketimini son bir yılda 0.9 puan, başka bir deyişle yaklaşık 180 milyar dolar artırdığını hesaplıyor. Bank of America’dan ekonomistler, Microsoft, Amazon, Alphabet, Meta şirketlerinin toplam sermaye harcamalarının 2025’te 344 milyar dolara yükseldiğini, 2026’da ise analist projeksiyonlarına göre 404 milyar dolara çıkabileceğini düşünüyor. Bunlar kısa vadede büyümeyi canlı tutuyor ama riskler de artıyor:

Borsada P/E (fiyat/kazanç) oranları yüksek, piyasa beklentileri şişmiş; S&P 500 endeksinde yüzde 20-30’lık bir düşüş GSYH büyümesini bir yıl içinde 1-1.5 puan aşağı çekebilir; AI yatırımları yavaşlarsa ek olarak 0.5 puan, tamamen sıfırlanırsa 1 puan daha düşer. YZ sektöründe, ciddi bir sermaye harcaması durgunluğu ekonomiyi doğrudan resesyona itebilir. Ayrıca YZ yatırımları çok yüksek oranda borçla ve kaldıraçla finanse ediliyor. JP Morgan’ın bir raporu, yapay zekâ sektörünün “kârlı hale gelmesi” için yılda 650 milyar dolar gelir üretmesi gerektiğini söylüyordu. Bu, yatırım ve borç yapısının sürdürülebilirliği konusundaki belirsizliğe işaret ediyor. Beklenen gelirler oluşmazsa kredi piyasalarında yeni kırılmalar yaşanabilir. Ayrıca, 1960’tan bu yana ABD ekonomisinde her resesyondan önce görülen “ters gelir eğrisi” (tahvil getirilerinde: kısa vaade>uzun vaade) de dikkat çekiyor.

ABD ekonomisi, 2026’ya kırılgan, teknoloji odaklı dinamiğe fazlasıyla bağımlı bir şekilde giriyor. Dünya ekonomisi bir resesyon eşiğinde. Bu tablo hem finansal piyasalar hem de reel ekonomi açısından sistemik risklerin artmaya devam ettiğini gösteriyor.

 ‘Süreç’ gerçek değil! 

“Komisyon”, hukuki, idari ve anayasal bir zeminden yoksun. Ülkede artık böyle ayrıntıların önemi yok ama, ne yazık ki “süreç” de gerçek değil. Çatlaklarından ısrarla başını çıkaran imkânsızlığını örtmek için üretilen “eşit vatandaşlık”, “komünalist toplum” gibi fantezileri benimsemek de olanaksız.

‘EŞİT VATANDAŞLIK’

Tabii akla her şeyden önce, eşit vatandaşlar olarak seçilip Meclis’e girenlerin dillendirdiği “eşit vatandaşlık” talebi geliyor. Peki, “ıslak yağmur”, “sıcak ateş” gibi bir “oxymoron” olmanın ötesinde (vatandaşlık kavramı eşitliği içerir) bu “eşit vatandaşlık” talebi hangi sancılı gerçeği örtmeyi amaçlayan bir fantezi olarak karşımıza çıkıyor?

Bu fantezi şu sancılı gerçeği örtmeye çalışıyor: Bu “süreç” Kürt (ve de Türk) vatandaşların haklarının, özgürlüklerinin genişletilmesi, yaşam koşullarının iyileştirilmesi bağlamında gerçek değil! Daha açık söylemek gerekirse tarihsel bir sorunu çözmek, yaklaşık 40 yıldır sürmekte olan çatışmaları gerçek bir barışla sonuçlandırmak için barışması gereken halklar “sürecin” içinde deyim yerindeyse “masada” yoklar. Barış için gereken, Demirtaş’ın “Sürecin muhasebesi: Neler yapabilirdik ya da yapabiliriz?” yazısında önerdiği simgesel barışma, “ruhsal yakınlaşma” adımları üzerinden emeklemeye başlayabilecek gerçek bir toplumsal diyalog gündemde değil. Böyle bir diyalogu teşvik edecek, destekleyecek ekonomik, demokratik, kurumsal ve hukuksal reformlar da... Aksine süreç olarak faşizm ilerliyor.

Peki öyleyse ne oluyor? “Süreç” platformunda, konuşanların karşılıklı olarak ileri sürdüğü talepler gerçekleştiğinde ne Türk ne de Kürt vatandaşların demokratik, ekonomik haklarında, belki Kürtçeye tanınacak ayrıcalık umudundan başka nasıl bir iyileşme olacak? Türkiye kapitalizminin emperyalist sistem içinde, bağımlılıkları kapsamında yarattığı bölgesel eşitsizlikler, bunları yeniden üreten feodal-patronaj ilişkileri, sınıf ilişkileri ve tabii çelişkileri nasıl değişecek? Bugün egemen olan sınıflar matrisi varlığını koruyacak, belki bu matrisin içinde onu oluşturan unsurların arasındaki yeğinlikler skalasında, o da belki, bir değişiklik olacak.

Bu süreç içinde, kendilerini barışması gereken Türk ve Kürt vatandaşların yerine ikame eden elitler kendi aralarında iktidar pazarlığı yapıyorlar. Siyasal İslamın elitleri iktidarlarını sürdürmeyi, Kürt elitleri de bunu sağlamanın karşılığında kendi bölgelerindeki iktidarlarını genişletmeyi ve kurumsallaştırmayı umuyorlar. Eğer 19. yüzyılın sömürgeci emperyalizmi döneminde olsaydık, antiemperyalist uluslaşma adına, bir sömürge yapısının (beyaz maske siyah ten) yerine, yeni bağımsız bir mülk sahibi egemen sınıfın şekillenmesini, “iktidar olmasını” ilerici bir gelişme olarak görebilirdik. Bugün orada değiliz (Vatandaşlık kurumu, genel seçimler, Meclis’te temsiliyet de sömürge statüsünü dışlıyor). Zaten, bu yeni mülk sahibi egemen sınıfların hemen ilerici hareketleri, özgürlükleri bastırarak emperyalizmle bütünleşme çabaları, bu varsayımın da tarihsel olarak çöktüğünü gösteriyor.

‘KOMÜNALİST YAŞAM’ 

Bu elitler arası pazarlığı gizlemek için de türlü fanteziler havada uçuşuyor. En tuhafı da “kurucu liderin” ürettikleri.

Bu fantezilerin başında da Kürt halkına layık görülen, tarihsel-diyalektik materyalizm karşıtı “komünalist -adeta korporatist-yaşam” vaadi geliyor. Bu vaadin arkasındaki felsefi ve bilimsel kargaşayı tartışmaya gerek yok, yalnızca şu soruyu bırakıp geçeyim: Bu “komünalist” toplumu ayakta tutacak ekonomik-artık nasıl, kimler tarafından üretilecek, karşımıza “şeyler” olarak mı yoksa “değer” olarak mı ya da başka bir biçimde mi çıkacak? Nasıl paylaşılacak? Kürt bölgelerinde gelişmeye, dünya ekonomisiyle, emperyalist sistemle bütünleşmeye devam eden kapitalizm; onun sınıfları, onları, banka, fabrika, AVM, tarım ve hayvancılık mülkiyetleri, hatta sanayi, tarım, gig ekonomisi emekçilerinin sendika ve örgütlenme haklarına bu “komünalist toplumda” ne olacak?

O felsefi ve bilimsel kargaşadan bu sorulara mantıklı bir cevap çıkmaz. Ama aslında, önemli de değil! Sanki esas önemli olan rejimle barışık, onun ömrünü uzatacak birinin serbest kalması, barışık olmayanın ve 30 yıldır hareketi fiilen yöneten aktörlerin tasfiyesi... Dediğim gibi bu “süreç” gerçek değil.

 ‘Evrenin yeni efendileri’ 

The Economist 1990’larda, bir sayısında, finansallaşma başlarken 10 dev ABD bankasını kastederek “evrenin yeni efendileri” diyordu. Bu bankalar dünya borç piyasasında egemendi. Bugün “evrenin yeni efendileri” hızla değişiyor: ABD’de teknoloji sermayesi, sınıflar matrisinin lider fraksiyonu konumuna yükseliyor.

Bir sınıf fraksiyonu, kendi birikim mantığını devletin stratejik öncelikleriyle birleştirerek sektörel çıkarlarını “ulusal çıkar” olarak yeniden paketleyerek hegemonik konuma yükselir; devlet harcamalarını, sanayi politikalarını ve dış politikayı kendi ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirir.

Amerika’da 19. yüzyılda demiryolları gelişmeci ve genişlemeci (soykırımcı) devletin çekirdeğiydi; 20. yüzyılın ortasında otomotiv, savunma, enerji devletin temelini oluşturdu. 1980 sonrası, özellikle 1990’larda finans kapital neoliberal küreselleşmenin motoruydu. Bugün ABD’de devlet artık çipler, GPU zincirleri, veri merkezleri, YZ laboratuvarları ve yazılımın, savunma iç-dış istihbarat kompleksinin gereksinimlerine bağlanması etrafında örgütleniyor.

Bu gelişmelerin bir izdüşümünü, Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR) geçtiğimiz günlerde yayımlanan, yükselen teknolojilerle devlet arasında başlayan sembiyoz ilişkiler üzerine, “Ekonomik Güvenlik” başlıklı raporunda görebiliyoruz. Rapora göre, yapay zekâ girişimlerine devlet garantileri, YZ sunucuları için gerekli elektronik sistemlerin üretimine 900 milyon dolarlık sübvansiyon-hibe programı, kuantum ve biyoteknolojiye stratejik destek gerekiyor.

Raporu hazırlayanlardan, James Taiclet, 2020-2024 arasında 313 milyar dolarlık savunma kontratı alan Lockheed Martin’in CEO’su. Gina Raimondo, hem eski ticaret bakanı hem de YZ şirketlerine yatırım yapan bir girişim sermayesi fonunun kurucusu. Justin Muzinich, teknoloji ve sanayi kredilerine yoğunlaşmış küresel bir finans firmasının yöneticisi. Thomas Donilon BlackRock başkan yardımcısı.

Rapor, YZ ve ileri teknolojileri ulusal güvenlik meselesi olarak sunuyor, böylece riskleri kamunun üstlenmesini, şirket kârlarının güvenceye alınmasını istiyor. Raporun dili, Soğuk Savaş döneminin sanayi seferberliğini andırıyor; ancak bugün “motor”, sanayi değil, büyük teknoloji-finans-savunma kompleksi.

Bugün demiryollarının veya otomotivin 20. yüzyıldaki rolüne benzer bir konuma sahip OpenAI, Palantir veya büyük bulut şirketlerinin altyapıları o kadar büyük, pahalı ve stratejik ki buradaki sermayenin birikimi piyasa güçlerine bırakılamıyor. Piyasaların kaldıramayacağı hızda mali kaynak emen yapay zekâ firmaları, jeopolitik anlatının merkezine de yerleşmiş durumdalar. ABD, “yarının teknolojilerini kazanmak için” devasa yatırımlar yapmak zorunda derken CFR raporu bunu açıkça ortaya koyuyor. Teknoloji şirketleri, ulusal güvenlik bürokrasisi ve büyük finans kapital birleşerek Amerikan kapitalizminin yeni hegemonik blokunu inşa ediyorlar.

Bu blokun sürücü gücü ise 2025 yılının ilk yarısında ekonomik büyüme oranının yüzde 92’sini (teknoloji sektörünün büyüme hızını çıkarınca ABD GSH büyüme hızı yüzde 0.1 düzeyine geriliyor), borsadaki artışın yüzde 80’ini sağlayan teknoloji şirketleridir. Yalnızca NVIDIA’nın veri merkezi segmenti, finans devlerinin toplamından daha yüksek piyasa değerine ulaşmış.

Teknoloji sermayesinin altyapısal erişiminin genişliği onu önceki hegemonik fraksiyonlardan ayırıyor. Diğer sektörlerin çalıştığı araçları, kullandığı verileri toplayan bu sektörün elindeki sosyal medya, elektronik ticaret platformları iletişimi, ticareti, araştırmayı, yönetişimi, lojistiği ve giderek ilerleyen ölçüde insanların siyasi kültürel tercihlerini, değerlerini, savaşma dinamiklerini belirliyor. Hiçbir önceki sınıf fraksiyonu toplumsal yaşama, kültüre ve devlet stratejisine bu kadar derinlemesine ve aynı anda nüfuz etmemişti.

ABD’de devletin girdileri (teknoloji, finans), işletim sistemi (örgütler örüntüsü, bunların içindeki personel), çıktıları (politikaları) varlığını teknolojik rekabete, toplumsal kontrole ve jeopolitik gerilime bağlamış bir sermaye fraksiyonunun gelişmesine, yeniden üretimine hizmet edecek biçimde şekilleniyor. İçeride “süreç olarak faşizm”, dışarıda sistemik bir hegemonya evresinin kapanmakta olması gibi bir tarihsel zemin üzerinde.

 Arjantin’de Milei zaferinin şifreleri 

Serbest piyasa Ayetullahları sevindiler: Neoliberalizm hâlâ canlı ve seçim kazanıyor. Sol şaşırdı: Halk kendilerini yoksullaştıran politikalara oy verdi. Gerçek çok daha karmaşık. Her iki yorum da yanıltıcı. Birincisi: Milei’nin seçim zaferi neoliberalizmin bir zaferi değil, aksine neoliberal küreselleşme sonrasında yeniden şekillenme dinamiklerinin bir parçası. İkincisi: Halkın kendilerini yoksullaştıran politikalara oy vermeye devam ettiğini söylemek o kadar kolay değil. İkincisinden başlayalım.

BİRTAKIM TUHAFLIKLAR 

Milei’nin seçmen tarafından onaylanma oranı şubat ayında yüzde 43.7. Bu oran istikrarlı olarak düşerek eylül sonunda yüzde 32.1 olmuş. Onaylamayanların oranı da yüzde 40.01’den yüzde 53.7’ye yükselmiş. Milei’nin, bu ortamda seçim kazanmış olmasından başka bir tuhaflık daha var. Milei’nin partisi 2025 Mayıs Buenos Aires kenti belediye seçimlerini muhalefetin 27.9 oyuna karşılık 30.7 oyla yüzde 3 farkla kazanmıştı. Buna karşılık eylül başında yapılan Buenos Aires eyalet seçimlerini 33.7’ye karşılık 47.28 ile kaybetmişti. Ekim sonunda yapılan genel seçimlerde Buenos Aires’te Milei’nin oy oranını aniden artırarak eyalet düzeyinde yüzde 41.5 ve kent düzeyinde yüzde 47.1 ile kazandığını görüyoruz.

Kısacası, bir ay gibi kısa bir sürede, seçmenin onaylama oranı düşmeye devam ederken sandıkta inanılması zor, açıklanması gereken bir oy kayması olmuş. Muhalefetin inanılır bir alternatif sunamamış olması bir yana iki gelişmeye dikkatle bakmak gerekiyor. Birincisi, seçimlerden önceki aylarda Milei, ABD’deydi; Altman (GPT), Zuckerberg (Facebook), Musk (X), Thier (Palantir, Paypal) ve üst düzey Google yöneticileriyle görüşüyordu. Bunlar, topladıkları kişisel veriler üzerinden algoritmalarla sosyal medya, e-mail mesajlarıyla seçmen manipülasyonu, yönlendirme, caydırma alanlarında uzman kuruluşlar. İkincisi, Trump Milei’nin seçimleri kazanmasını istiyor, 20 milyar dolarlık swap anlaşmasıyla mali destek veriyordu. Maliye bakanı Bessent’in dediği gibi, J.P. Morgan, Citigroup ve Santander Bank bu alanda yardımcı olmuş. Seçimlerden sonra Wall Street Journal, “Yatırımcılar çok sevinçli” diyordu.

YENİDEN ŞEKİLLENME DİNAMİKLERİ

“‘Gizli (stealth) sömürgecilik’ ve Türkiye” başlıklı yazımda neoliberal küreselleşmeden sonra dünya ekonomisinin ve jeopolitiğinin yeniden şekillenmekte olduğuna işaret etmiştim. Bu yeni evre doğrudan kaynak kontrolü, altyapısal bağımlılık ve jeopolitik rekabet üzerine kuruluyor. Bu dönüşümü, “gizli (hatta hortlak) sömürgecilik” olarak da tanımlayabiliriz. Arjantin’de Milei ile başlayan dönem neoliberalizmin bir kalıntısı olmaktan daha çok, bu yeni dönemin bir parçası.

Yeni dönemin lider sermaye kesimlerinin (teknoloji, yapay zekâ, savunma, yeşil ekonomi) gereksinimleri ve ABD-Çin rekabeti bağlamında Arjantin, iki açıdan önemli. Birincisi, Milei, teknoloji milyarderlerinin aşırı bireyci (sovereign individual), haklar ve özgürlükler anlamında demokrasi, devlet denetimi düşmanı (faşist), “gizli sömürgecilik” şekillenmesine uygun ideolojisini paylaşıyor. İkincisi Arjantin zengin mineral kaynaklarının yanı sıra yeni dönemin lider sermayesinin gereksinimleri açısından son derecede stratejik iki kaynağa sahip. Biri bakır, ikincisi lityum. Ancak çevre korumaya, kamu mülkiyetine, yerel toplulukların haklarına ilişkin yasalar bu kaynakların serbestçe kullanılmasını engelliyordu. Milei bu engelleri kaldırmaya söz verdi, egemen sınıf fraksiyonlarını özellikle bakır bölgelerinde bulunan büyük sığır çiftliklerinin sahiplerini ikna etmeye başlamıştı.

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: 

1) Milei rejimi, geçmişin bir kalıntısı değil, daha çok yeni küresel şekillenmenin dinamiklerinin bir parçası. 

2) Halk, neden kendi çıkarlarına karşın Milei’ye oy verdi sorusu bu durumun özelliklerine uygun değil. 

3) Yerli egemen sınıfın ve emperyalizmin desteklediği bir rejim karşısında seçim kazanmanın son derecede zor ve sancılı olması bir yana kazanılsa bile yönetmek bu sınıfların gücünü kırmadan olanaksız. 

4) Sürekli düş kırıklığı yaşamaktan korunmak için sosyalist hareketin geleneğindeki, seçimlere, parlamentarizme yönelik eleştirileri anımsamakta yarar olabilir.

Öne Çıkan Yayın

‘Vatan toprağındaki yabancı üniformalı askerler’ tartışması: Bahçeli bu 5 soruya yanıt vermekten neden kaçıyor? -soL-

Türkiye’de yabancı üniformalı askerler Barzani’nin Türkiye ziyareti dolayısıyla yeniden tartışma konusu. Ancak ortada tuhaf bir ikiyüzlülük ...