Mükemmeli arayan komünist
Mükemmeliyetçi teriminin “ürün çıkartmanın zorluğu” hatta ürün çıkartmamanın bahanesi olarak anlaşılmasına itirazı vardı. Ama elbette, hiç kuşkusuz mükemmeliyetçi olmalıydık. Nasıl vazgeçerdi insan, en iyiyi aramaktan! Hele marksistse, komünistse. Elbette zor olacaktı bir ürün çıkarmak.
Bugün TKP’li aydın, yayıncı ve çevirmen Gün Doğan Görsev'in ölümünün 10. yıldönümü.
18 Kasım 2015’te yaşamını yitiren Doğan Görsev başta Komünist Manifesto olmak üzere Türkçe'ye kazandırdığı birçok Marksist eser, kuruluşuna imza attığı Konuk Yayınları gibi çok sayıda yayınevi ve Türkiye okuruna ulaştırdığı sayısız kitapla ülkemizin düşün tarihine iz bırakmış bir aydındı.
1951’den beri TKP’li bir komünist olan Görsev, Onur Kurulu üyesi olduğu Barış Derneği’ne açılan davada, aynı zamanda TKP davasında da sanık olduğu için idam istemiyle yargılanan tek kişiydi. Sürgünde de ülkesine dönünce de partili mücadeleyi bırakmadı.
Görsev'i ölümünün ertesi günü soL'da yayımlanan Aydemir Güler'in "Mükemmeli arayan komünist" başlıklı yazısıyla anıyoruz.
Mükemmeli arayan komünist
Aydemir Güler / 19 Kasım 2015
Yoksa teorik yaşayan mı demeli? Görsev tevazusu, Görsev kalitesi, Görsev kolektivizmi gibi betimleme terimleri mi icat etmeli?
Dünden beri Doğan Ağabey'i yazmaktan kaçıyorum. Döndüm dolaştım; işler icat ettim, gerekliliğine kendimi inandırarak, sanki yapmak elden gelirmiş gibi. Dinlenmem de lazımdı güya, okumam da, dost sofrası da. Yeter ki şu yazıya sıra gelmesindi. Kısacık güne, Doğan Ağabey'den kaçmaya çalışırken ne çok şey sığıyormuş.
Sabah oldu, yol bitti. Bugün için önceden hazırladığım yazı çöpe veya sonra gözden geçirilmek için bir kenara. Bugün Doğan Görsev dışında bir şey yazmaya hakkım yok.
Bu acemi yazıyı sonuna kadar okuyun ya da okumayın, haberiniz olsun veya olmasın yazıldığından, sakın onun resimlerine göz atmayı ihmal etmeyin. Dünkü ölüm haberine soL portalda eşlik eden resim olabilir örneğin; veya 12 Eylül anılarının kapağında Nesrin “abla”yla sarılışlarına. Bir cezaevi çıkışında çekilmiş o fotoğraf. Özlemi, sevdayı, dostluğu, direnişi anlatıyor. İnsanın kazanmasını… O gülümsemede hepsi var! Hepsi fotoğraflarında nakarat gibi tekrar tekrar geliyorlar sahneye. Dün Nesrin abla nelersiz kaldığını sıralarken bunları sayıyordu. İnsanın kazanışı hariç.
Ne iyi komünistti ve ne iyi insandı Doğan Ağabey! Bazı insanların ölümü öyle şeyler bırakır ki geriye, ölürken de kazanıyorlardır aslında. İyi insan olmak yetmez bunun için. Ama iyi insan olmadan hiç olmaz…
Şu dizeleri Parti'ye giriş kutlaması mıydı, acaba?
Bu ışıldamanın adını
Kolay söyleyemiyorum kardeşim.
Özgür katılım, devrim veya şiir diyebilirsin.
Belki de birini partilemenin heyecanıydı…
Belki benim merakım da yanıtlanır, Doğan Ağabey'e borçlarımızı öderken. Belki Oğuz (Kavala) bu dizelerin ardındaki gerçeği bulup çıkartır hazırlamakta olduğu Doğan Görsev kitabında. Bu arada bir başkası onun başladığı marksist felsefe çevirisini tamamlayacak. Klasik müzik kataloğu müzik meraklılarına, öğrencilere ulaşacak. Cd’lere yazdığı konserler, toplantılar, konuşmalar, şiirler, bir yol bulacağız, tıklanacak.
Ben zamanında aramazsam, sitemsiz o arardı. Her gittiğimde bir dosya kağıdına eliyle yazıp sıraladığı gündem maddeleri hazırdı. Yayınlarda çıkan yazılar hakkında soracakları vardı. Nasıl yorumluyorduk şu ve bu gelişmeyi. O düşünmüştü ki… Peki daha fazla ne yapabilirdi Parti için, nasıl yararlı olurdu? Sosyalistlerin Meclisi toplantısına, Ankara’ya gidecek denli sağlıklı hissetmemişti kendisini, ama şu kararın hayata geçirilmesine katkıda bulunabilirdi, uygun görülürse…
Bu arada masada konyak eksik olmamalıydı. Son zamanlarında bırakana kadar sigarası. Ve Nesrin ablanın servisiyle kahve. Mutlaka bir kek. Yurtdışından getiren biri olmuşsa yakınlarda, zencefilli. Gözlerinin içinden gülerdi, her aldığımız kararda.
Bir keresinde, nasıl daha yararlı olabileceği sorusunu “partili olarak, Ağabey” diye yanıtlamaya artık sıra geldi dedim, kendi kendime. Öyle de dedim. Sanki 60 yıldır komünist değilmiş, hâlâ ‘40’larda Parti’yi arayan o çocuklardan biriymiş gibi heyecanla donup kaldı. Bu yaşta yapabilecekleri kısıtlıydı. “Yeniden doğdum” demiş miydi acaba? Aklımda öyle kalmış.
Türkiye Barış Komitesi Derneği Serüveni Üzerine, Yaşanmışlıklar, Belgeler (1976-1986) kitabı 2006’da, Komünist Manifest çevirisi 2008’de yayımlandığına göre bu iki tarihin arasında bir noktada tanıştım kişisel olarak. Sonra hep görüştük. Partiye davet eden sözcükler benim ağzımdan çıktı. Ama Doğan Görsev’i onlarca kişi birlikte örgütledik. İnsani kalitesine hayran kalan onlarca yoldaş. Sonra ikinci kez Komünist Parti’ye “örgütlenirken”, ben ziyaretine gecikmeli gittiğimde o çoktan üyesi olduğu Şişli İlçe'den gelenlerde “insanı” görmüş ve toz duman arasında, yoldaş samimiyetine, parti aklına ikna olmuştu bile.
Mükemmeliyetçi teriminin “ürün çıkartmanın zorluğu” hatta ürün çıkartmamanın bahanesi olarak anlaşılmasına itirazı vardı. Ama elbette, hiç kuşkusuz mükemmeliyetçi olmalıydık. Nasıl vazgeçerdi insan, en iyiyi aramaktan! Hele marksistse, komünistse. Elbette zor olacaktı bir ürün çıkarmak.
“Ben” sözcüğünün bir toplumsal hastalık olduğu açıktı ve bencilliğin, benmerkezciliğin, kolektifi örtebilecek her bireyci vurgunun, bunlarla arasındaki mesafe pek kısa olan kariyerizmin her türlüsü, ileride toplumsal ilişkilerden tasfiye edilmek üzere, hemen şimdi, hiç zaman yitirmeden Parti yaşamından silinmeliydi. Yeniden formunu doldurduğu Parti’yi bu nedenle de seviyordu. Kendini gönüllü olarak kolektivitenin içinde eritmeye rıza göstermeyen komünist olmazdı. Böyleleri hep zarar vermişlerdi. Kolektivitenin içinde erimek ne bireyin zenginliklerinin yok olması anlamına gelirdi, ne ortalamacılığa çıkardı, ne de kişiyi rencide edebilirdi. Tersi, tam tersi! Kendine sakladığı, mülkiyetine geçirdiği bir değer, ne büyük saçmalıktı. Bireyin kendini kollektifte aşmasından daha büyük bireysel zenginlik olabilir miydi? Diyalektiğe uygun yaşadı. “Yöntemi” gerçekten önemserdi.
Hayran olduk Doğan Ağabey'e. Onun yaklaşımlarına ters olacak ama, Doğan Görsev tarihsel TKP’nin en ciddi entelektüeli ve kaliteli “insanı”dır bana sorarsanız. En titiz marksizm çevirmeni o mudur? Muhtemelen odur. Böyle bir saptamaya mutlaka itiraz ederdi. “En” sözcüğünün kullanılması bilimsel olmazdı, etik açıdan da sorunluydu.
Yine de en iyi Louis Aragon yorumcusunun kim olduğu konusunda iddialıydı. Ama yoktu onda Catherine Sauvage’ın Aragon albümü. Benim bir CD, Fransızca telaffuzuyla “se-de” olarak kendisine hediye ettiğim albümü hangi yoldaşımın internette yakalayıp indirdiğini geçmiş emailler içinde buldum az önce. Üç yıl olmuş. Ne mutluluk!
En büyük anlaşmazlığımızın Doğan Ağabey'in en iddialı olduğu noktaya denk düşmesi de tuhaf oldu doğrusu. Titiz çevirmene göre Manifesto, Türkçe'ye yaygın dünya dillerinin, -hele Marksizm açısından- en yüzeyseli, derinliksizi olan İngilizce'den aktarılmıştı ve bu saçmaydı. Türkçe başka icatlar terimin orijinal derinliğini kucaklamaktan uzaktı ve çare "manifest" sözcüğündeydi. Çocuğu olabilecek yaşta insanların, on yıllarını verdiği çevirisini kendisiyle tartışmalarına hazır ve birlikte daha doğrusunu bulmaktan mutluydu. Kitabın adıysa başka bir şeydi; bir tür kişisel tarih ve meslek tezi! Doğan Ağabey için kişisel tezden daha önemlisi Parti görüşüydü. İçi cız etmiştir mutlaka Yazılama yayınevi “Manifesto” sözcüğünü tercih ettiğinde.
Ama… Parti…
Mecburiyetten değil, talimat gereği değil, Parti başlı başına bir doğru olduğu için.
Git demişlerdi Avrupa’ya, çeviri grupları oluştur, kültürel çalışmaları yaygınlaştır. Tereddütsüz yaşamını değiştirmişti.
Yaşama gücünü elinden alan ve son zamanlarında onu çeviriden, okumaktan, toplantı yapmaktan alakoyan hastalığını kim tahmin edebilirdi ki? Tahmin etsek zamanında sormaz mıydık Sevinçli Haber’in ne olduğunu?
I
Birden ufuk ağardı.
Duymaz oldu kulaklarım.
Renk cümbüşü dört bir yanım.
Bu taşta ben ağlamadım.
Varsın rüzgâr delilensin
Uğuldatsın çevremi,
Varsın coşsun denizler
Martılar çığlık atsın.
Dilimde yedi iklimin şarkıları var,
Kanatlanmış ayaklarım artık yerlere değmiyorlar.
Daha uğuldasa rüzgâr,
Daha da coşsa deniz,
Enginden dönmez gözlerim,
Kırılır bağrımda dalgalar.
II
Gök maviş, ben meneviş (Tra-lal-la-la),
Beklenen haber gelmiş (Tra-lal-la-la).
***
Doğan Ağabey,
Bugünlerde de sevinçli haberler var. Kanın, karanlığın, toz bulutunun, yalanın içinden süzülüp yükseliyorlar. Haklı çıkması yetmeyen Partin büyüyor. Aramızda olsaydın, bilemedin bu ayın ilk on gününde falan, birer konyak, oturmuş olurduk seninle aynı masada. Gündem maddelerimizin ilk sırasında bir kez daha eski yoldaşları, dostları taramak olurdu isim isim. Telefon defterini açardın ya da kalkıp giderdik kapılarını çalmaya…
***
Yargıdan insan manzaraları: Savcıydı gizli tanık oldu, kimliği değiştirildi, üç kez firar etti ve yakalandı...-Ali Ufuk Arikan-
Rüşvetçi, Fethullahçı bir savcıydı. Cihaner'in tutuklanmasına neden olan isimlerdendi. Ergenekon'un gizli tanığı olduğu ortaya çıkınca kimliği değiştirildi. Cemaat kavgası sonrası meslekten atıldı. Cemaat yargılamaları sırasında iki kez yakalanıp tutuklandı. Yakalanmalarının birinde kaçmaya çalışıp balkondan atlayınca bacağı kırıldı. Sonra tekrar firar etti. Şimdilerde çok ilginç bir soruşturma kapsamında Almanya'da yakalandı.
Tarih 29 Mayıs 2010.
O günlerde ülkenin en önemli siyasi operasyonu Ergenekon'du.
Her gün yeni iddialar ortaya çıkıyor, birileri hedef alınıyor, birileri tutuklanıyor, birileri şafak baskınıyla gözaltına alınıyordu.
O gün ortaya çıkan son haberse biraz farklıydı:
Adalet Bakanlığı’nın, İlhan Cihaner hakkında görev suçundan soruşturma açmasına neden olan ve bu yolla Yargıtay’da yargılanması sürecini başlatan şikayetin altında bulunan İliç Savcısı Bayram Bozkurt’un imzası ile Ergenekon dosyasındaki 'Gizli tanık Efe'nin imzaladığı 'Teşhis tutanağı' belgesindeki imzanın benzerliği dikkat çekiyor.
Ergenekon’un gizli tanığının aynı zamanda bir savcı olduğu iddiası o zaman için büyük haberdi.
Günlerce konuşuldu.
Sonra hiçbir şey olmamış gibi bu ismin tanıklığı veri alınarak birçok kişi uzun yıllar yargılandı, cezaevlerinde kaldı.
Kimliği ifşa olunca Cemaati imdadına koştu, Bayram Bozkurt’un Gizli Tanık Koruma Kanunu çerçevesinde estetik operasyon geçirdiği bile öne sürüldü, bunu reddetti. Adının Hakan Aslan olarak değiştirildiği ve yeni kimlikle Keskin’de savcı olarak görevlendirildiği ortaya çıktı.
Gerçekten “film” gibiydi.
Peki, kimdi bu Bayram Bozkurt?
Tutuklanmasına neden olduğu İlhan Cihaner’in öyküsüne kısaca göz gezdirdiğimizde aslında Bozkurt’un nasıl biri olduğunu oldukça iyi anlıyoruz.
İliç savcısı demiştik Bozkurt için.
Hani, Erzincan İliç’te 9 işçinin öldüğü maden faciası vardı ya, Bozkurt iddiaya göre o madendeki usulsüzlükleri ve şikayetleri araştırması için Cihaner’in talimatını yerine getirmek yerine şirketten rüşvet alıp dosyanın üstünü kapatıyordu. Hakkında birçok rüşvet iddiası daha vardı.
Böyle bir isimdi Bozkurt.
Ergenekon’un efsane gizli tanığıydı, ifadeleri sonrası birçok kişi tutuklanmış, kimliği ortaya çıkınca korumaya alınmış, iddiaya göre estetik ameliyat dahi olmuş, kimliği değiştirilmişti. Daha ne olsun?
Ancak bu hızlı yükselişe karşın filmin geri kalanı biraz “acıklı” oldu onun için.
AKP ile eski ortağı Cemaat’in arası bozulunca Bozkurt için işler değişti.
İlk dalga 17-25 Aralık’ta geldi.
15 Temmuz sonrası ise Ergenekon’un üstüne komple sünger çekildi, bunca yıl AKP ile işbirliği içinde türlü usulsüzlükler ve hukuksuzluklara imza atan isimlerden bir bölümü görünürde de olsa “yargılandı”, mahkum oldu.
O isimlerden biri de eski Cumhuriyet Savcısı olan, Ergenekon’un gizli tanığı Efe oldu.
17/25 Aralık’tan sonra HSYK, yeni kimlik verdiği Bozkurt’u meslekten attı.
Yargıtay 11. Ceza Dairesi, Bozkurt ve gizli tanıklar hakkında suç duyurusunda bulundu.
Bozkurt “Kaçma şüphesi yok” diye serbest bırakılınca firar etti.
Bu ilk firarı oldu.
15 Temmuz sürecinde İzmir’deydi. Saklandığı evden kaçarken balkondan düşüp bacağını kırdı ve yakalandı.
Ancak öğrendik ki, birçok isim onun İzmir’de olduğunu zaten biliyordu.
Darbe olacağını bile söylemişti görüştüğü görevlilere! Buraya geleceğiz.
Sonrasında, Ekim 2016’da tutuklandı.
Kasım 2016’da, sadece bir ay sonra itirafçı oldu. İtiraflarında oldukça çarpıcı ifadeler kullandı, kritik birçok ismin Cemaat bağlantısını ortaya serdi. Buraya da yine ayrıntılarıyla geleceğiz.
Çıktığı ilk duruşmada “delillerin toplanmış olması, etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanma ihtimali ve tutuklulukta geçirdiği süre” gibi gerekçelerle tahliye edildi.
Tarih 7 Ağustos 2018’di, kolay kolay kimseye nasip olmayacak şekilde ilk celsede serbest kalmıştı.
Büyük işti doğrusu.
3 Eylül 2018’de hakkında yeniden tutuklama kararı verildi. Fakat yine firar ettiği anlaşıldı.
Bu ikinci firarıydı.
Bu kez ülke içinde değil, yurtdışındaydı.
Makedonya'dan Sırbistan'a kaçarken 2019’un Nisan ayında yakalandı.
Sonra buradan da “firar etmeyi” başardı.
Bu üç olmuştu.
Destek aldığı açıktı.
Sonrasında izini kaybettirdi.
Ta ki yıllar sonra, yine ona yakışan tuhaf bir gelişmenin tam ortasında yer alana dek.
Hollanda’nın Rijswijk kentinde 1 Mayıs’ta kaldığı otelin bahçesindeki kafede otururken suikaste uğrayan Cemil Önal’ın cinayet sırasında yanında bulunan kişiydi Bayram Bozkurt.
Önal, 2022’de yine bir suikastle öldürülen Kuzey Kıbrıslı kumarhane patronu, yasadışı bahis baronu Halil Falyalı’nın elde ettiği geliri yönetiyordu, Falyalı'nın "kara kutusu"ydu.
Bozkurt’un bu ismin yanında ne işi vardı?
Bahis ağı ve baronlarla nasıl bir teması vardı, büyük merak konusu oldu.
Sonra yine izini kaybettirmeyi başardı.
Ancak geçtiğimiz günlerde, daha önce üç kez firar etmeyi başaran bu isim, Cemaat firarilerinin yoğun şekilde yaşadığı Almanya’da yakalandı.
Şimdi Bozkurt’un Hollanda’ya iadesi talep ediliyor.
Bu iade işlemi sonrası Bozkurt’un vereceği ifadenin oldukça kritik olduğu belirtiliyor.
Bu uzun girişten ve hikayesindeki büyük kırılmalardan da anlaşılacağı üzere gerçekten “sıradışı” bir isimle karşı karşıyayız.
Gelin şimdi bu ismin öyküsüne daha yakından bakalım.
Cemaat ile nasıl tanıştığına, bu temasın nasıl geliştiğine, bir Cemaat üyesi gözüyle ‘örgütün’ işleyişine yakıdan bakalım.
Tabii ifadesindeki kritik ve üzerinde belki de hiç durulmayan bölümlerin de ayrıntısıyla birlikte…
Şovla başlayan itiraflar
Bozkurt’un polisten kaçmaya çalışırken bacağını kırdığını yazmıştık.
Bir yandan cezaevinde tedavi görürken bir yandan da itirafçı olmak üzere abisi üzerinden çoktan haber uçurmuştu yetkililere.
Ancak ortada bir sorun vardı.
Koğuşunda çok fazla Cemaatçi vardı ve dikkat çekmek istemiyordu.
Hastane bahanesiyle alınmayı, orada ifade vermeyi istedi.
Cezaevinde hayat muhasebemi yaptım. Gerçeklerle yüz yüze geldim. Önceki hayatım ile cemaate girdiğim dönem içerisindeki yaşadıklarımı ve benim ilk kez girdiğim dönemdeki ilkelerini ve tabanını kaybedip tamamen farklı bir yöne bu yapının kayması, 15 Temmuz gecesi yaşanan vahşi olaylar neticesinde daha fazla sessiz kalmamın doğru olmayacağını düşünerek kendi rızam ile tanık sıfatıyla bu yapıyı bildiğinizin aksine kriptolarıyla dahil olmak üzere aydınlatmak ve yine prova mahiyetindeki 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra gerçek darbeyi yapmak üzere işaret fişeğini atmalarından ötürü bir nebze bunlara engel olabilmek adına hür irademle ifade vermek üzere talebim doğrultusunda huzurunuza geldim.
Evet, bu girişle başlıyordu "etkin pişmanlığa" Bozkurt.
Ona yakışan bir girişti gerçekten.
Cemaatçi gizliliği ve kapalılığını pek benimsemiyor, şovu gerçekten çok seviyordu Bozkurt.
Ancak biz Bozkurt'un prova dediği 15 Temmuz'un epey öncesine uzanalım önce, Cemaat'le tanışma öyküsüne gidelim.
Cemaat ile tanışma ve başarılı ‘şakirt’ öyküsü
Fetullahçılarla lise eğitiminin henüz birinci sınıfındayken tanıştığını, o sırada Bornova Suphi Koyuncu Lisesi’ndeki en başarılı öğrenci olduğunu söyleyerek sözlerine başlıyordu Bozkurt.
En başarılı öğrenci olduğu için kendisine kanca atıldığını söylüyor, Cemaat bağının da böyle kurulduğunu açıklıyordu.
Beni de bu şekilde okul çıkışında durak önünde otobüs beklerken daha sonradan ev abisi olan Gürsel Orer'in ekibinde bulunan ve piyon olarak kullanılan Erdem isimli üniversite öğrencisi yapıyla tanıştırdı. Sonrasında HSYK'da başmüfettişlik yaptı, daha sonra Van'a gönderildiğini biliyorum, sonrasında ne olduğunu bilmiyorum. İfademin daha sonraki bölümlerinde ayrıntılı şekilde bahsedeceğim kripto cemaatçi olan Selim Yıldız'ın en has adamıydı. Selim Yıldız ki şu anda HSYK teftiş kurulu başkanıdır.
Bozkurt'un bu tanışıklık öyküsünde adını geçirdiği isim, Selim Yıldız, bu ifadeden bir yıl sonra görevinden alınacaktı.
Bu görevden alma ne kadar Bozkurt’un etkisiyle bilinmez ama biz not edip devam edelim.
Sonra lise dönemi bitiyor, üniversite yılları başlıyordu Bozkurt’un. Belki de "ben hep başarılıydım" öyküsünü sevdiği için “cevapları önceden aldık” kısmına hiç girmiyor, kaydırma yaptığı için Ankara Hukuk yerine Konya’yı kazandığını söylüyordu.
MİT tırları savcısı, Cemil Çiçek ve Bülent Arınç notları
Kendisini fazla beğenmiş çiçeği burnunda bu genç Fethullahçı, tüm Cemaatçilerin gittiği özel yurt yerine devlet yurduna gönderildiğini, bunun da kendisinin “kripto” adayı olmasıyla ilgili olduğunu iddia ediyordu.
Öyle ya, kriptoların Cemaat bağını gösteren hiçbir bağları olmamalıydı.
Burada verilen ilk görev Cemaat’e yeni üye kazandırmaktı, hukuk fakültesinden 30-40 kişiyi yapıya kazandırdığını söylüyordu.
Benden önce bu görev, ben yurda girdiğimde yurttan ayrılan ve daha sonra MİT tırları savcısı olan Aziz Takçı'ya aitti. Aziz Takçı yurdun B Blok abisiymiş, hukuk fakültesi öğrencilerinden sorumluydu, onun da abisi Alaattin Keykubat öğrenci yurdunun abisi olan İsmet Macit Gülerim'di. Şu anda cemaatin Almanya imamıdır.
Dedik ya, şovu seviyor Bozkurt.
İfadesi boyunca bunu yapıyor, birçok tanınmış, ünlü ismi anıyordu:
Konya'da 20'de 1'lik evlerde kaldığımız dönemde Bülent Arınç'ın damadı olan Meram Tıp Fakültesinde kalp cerrahı olan soyadını bilmediğim Doktor Ekrem isimli kişi vardı. Doktor Ekrem Konya'daki mahrem sınıfının abisiydi. O dönem Adalet Bakanı Şevket Kazan'dı, cemaatin hakim ve savcı adayları doktor Ekrem aracılığıyla Bülent Arınç'a ulaşıyorlardı, Bülent Arınç'ın referansı ile çoğu hakim ve savcı oldular.
Arınç’ın damadı bu ifadeler de veri olunca bir süre tutuklu kalacak, sonra kendini kurtaracaktı bu tutuklamadan.
Ancak sadece Arınç’tan ibaret değildi Savcı eskisi Bozkurt’un siyasetçi 'tesadüf' ve temasları:
Cemaat Mahmut Özbay aracılığıyla hakim ve savcı alımlarında Cemil Çiçek'i yanıltmak için bir sistem kurmuştu, Osman Bölükbaşı, Maksut Mete, Birol Erdem, Ahmet Hamsici, Mustafa Babayiğit, Ufuk Yeşil ve Mustafa Kemal Özçelik cemaat tarafından Adalet Bakanı Cemil Çiçek'e sunulacak hakim ve savcı adayları listesinde oynamalar yapmak üzere görevlendirilmişti. Bu şahıslar cemaat üyeleri için gerçekten olmadığı halde Ak Parti içerisinden insanların referans olduklarına dair liste oluşturuyorlardı, cemaat dışında olanlar için de bir kara liste oluşturup bunu Mahmut Özbay aracılığıyla Cemil Çiçek'in önüne gitmesini sağlıyorlardı, Mahmut Özbay da bu işi biliyordu. Cemil Çiçek Mahmut Özbay'a güvendiği için bu listeler mülakatta dikkate alınıyordu.
Bakanlar Cemaat’in oyuncağıydı, böyle söylüyordu Bayram Bozkurt ifadesinde.
Parlak kripto adayı Fethullahçı yükselmeye devam ediyordu, kimsenin çıkamadığı katlara hızla çıktığını anlatıyordu. Hızlı yükselmiş, güven vermiş ve askeri okulda okuyan öğrencilerden dahi ona bağlananlar olmuştu:
Ben fakültede okurken bana ayrıca askeri yapılanma içerisinde görev verdiler, bu görev çerçevesinde biri o sırada Kuleli Askeri lisesi öğrencisi olan Serdar Nergiz, diğeri skorsky helikopter pilotu olan teğmen Kamil Koç'u benim sorumluluğuma verdiler. Ben bunların bulunduğu İstanbul ve Ankara iline zaman zaman gidip cemaatin mahrem evlerinde buluşup manevi olarak destek olup dini konularda ders veriyordum, cemaatle bağlantılarını sağlıyordum.
Yükselişten duraklamaya: Evlilik kararı
Hızlı yükselen bu savcı adayımızın canı evlilik konusunda sıkılacaktı, öyle söylüyordu.
Cemaat’in istediği kişi kimse, tepelere çıkmak isteyen kişiler onla evlenmeliydi. Bozkurt kendi sevdiği kadınla evlenince kızağa çekilecek, sonra gözden düşen bir savcı olarak göreve başlayacaktı.
Tam da bu noktada belki de verdiği ilk "himmet parası" canını sıktığı için ayrıntılı şekilde "etkin pişmanlık" ifadesinde şu bilgiyi araya sıkıştırıyordu:
Yargıda cemaate mensup hakim ve savcılar göreve başladıklarında ilk maaşının tamamı, daha sonra evli olanlar maaşlarının yüzde 10'unun, bekar olanlar da maaşlarının yüzde 20'sini himmet olarak cemaate veriyorlardı, bu himmetleri grup abileri elden topluyordu, daha sonra bunlar bu paraları bölge abilerine veriyordu, bölge abileri de Ankara'da her ay düzenlenen toplantılara katılarak bu paraları, herkes kendi gruplarından sorumlu merkez abilerine veriyorlardı. Himmet paraları asla banka aracılığıyla verilmezdi, kesin suretle elden verilirdi.
Yükseliş için fırsat: Erzincan ve Cihaner olayı
İlk maaş gidecek, sonrasında görev yeri Erzincan olacaktı.
Böylece Cihaner’in hedef alınacağı kumpasa yaklaşıyoruz.
Erzincan adliyesinde İlhan Cihaner ve iki savcı dışında herkesin kendi adamları olduğunu söylüyordu Bozkurt.
Etrafı kuşatılmış bir Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner.
Üstelik Gülen Cemaati’ne operasyon hazırlığı içinde olduğunu Bozkurt dahil tüm cemaat kadroları tarafından biliniyordu.
Görev yaptığım bu dönemde İlhan Cihaner'in cemaat hakkında yürüttüğü bir soruşturma vardı. Ayrıca cemaatin rahatsız olduğu Saldıray Berk 3. ordu komutanıydı. Saldıray Berk'in süre içerisinde Genelkurmay başkanı olabileceği cemaatçi albaylar arasında konuşuluyordu ve bundan büyük bir rahatsızlık duyuyorlardı. …Sonrasında Osman Şanal bana İlhan Cihaner, Saldıray Berk ve Recep Gençoğlu'nu sormaya başladı ve samimiyet düzeyimi öğrenmek istedi. Ben de kendisine İlhan Cihaner ile samimi olduğumu, alaya da gidip geldiğimi söyledim, bana İlhan Cihaner'in cemaatle ilgili bir soruşturma yapıp yapmadığını sordu, ben de böyle bir soruşturma yapıldığını tahmin ettiğimi, fakat kesin ve net olmadığını söyledim. Zira o dönem Osman Şanal'ı pek tanımıyordum, bana tanıklık yapıp yapamayacağımı sordu.
Bu soru sonrası Ankara’ya giden Bozkurt, gözden düşen bir Cemaatçi olarak belki de iman tazelemek adına Şanal’ın kendisine ilettiği teklifi soruyordu, aldığı yanıt, "ne talep ediyorsa yerine getireceksin" olacaktı.
Peki, nasıl kurulmuştu bu kumpas?
Bozkurt'tan ayrıntılarıyla dinleyelim:
…Osman Şanal beni telefonla aradığında gelen müfettişlerden Ekrem Dinçer'in alevi olduğunu ve beni meslekten atmak için rapor düzenleyeceğini söyledi. Ben meslekten atılacağım kaygısıyla Osman Şanal'ın tanıklık teklifini kabul ettim ...İfademde gerçek olan diyaloglarımı ve bildiklerimi anlattım, ancak Osman Şanal bunu yeterli bulmadı, öncelikle orada bir darbe semineri olduğunu ve şömine kafede albaylarla buluştuğumu tespit ettiğini, oradaki diyalogları anlatmamı istedi. Orada gerçekten bir iç güvenlik semineri olmuştu ve bu seminere bölgeye dair il alay jandarma alay komutanları ve 3. ordu albayları katılmıştı. …Bu yemekte herhangi bir şekilde bir darbe görüşmesi olmadı. Ancak yemeğe katılan cemaatçi olduğunu bildiğim subaylar ve diğer rütbeli şahıslar Ak Parti hükümetine karşı rahatsızlıklarını dile getiriyorlardı. Sohbeti bu şekilde Osman Şanal'a anlatınca o da bunun basit siyasi bir düşünce olmadığını, darbe planlaması olduğunu, bu sebeple bu şekilde ifade vermemin uygun olacağını söyledi. Ben de onun bu yönlendirmesiyle gerçekten bir darbe olabilecekmiş ve ben de onu engelleyen insan olmak amacıyla onun istediği şekilde bu kafedeki görüşmenin darbeye yönelik olduğu yönünde çarpıtılmış ifade verdim. Osman Şanal bana irticayla mücadele eylem planının Erzincan'da uygulamaya konulacağını ve bunu delillendirmek gerektiğini ve önlemek zorunda olduklarını söyledi.
Kumpasın merkezinde Cemaat-AKP ortaklığı vardı, uygulayıcıları ise Cemaat’in adamı Şanal ve aparatı Bozkurt olacaktı.
Sipariş üzerine dosyaya eklenen isimler dönemiydi, Dursun Çiçek böyle dahil edilecekti dosyaya:
“…bunun orada olup olmadığını sordu, ben de benzer bir şahıs olduğunu fakat hatırlayamadığımı söyledim, daha sonra bana bu kişinin irticayla ilgili eylem planını hazırlayan Dursun Çiçek olduğunu ve Erzincan'da bir otelde kaldıklarını tespit ettiklerini söyledi. Benim de bu şahsı orada gördüğümü net olarak ifade etmemi istedi. Ben önce bunu kabul etmedim ancak ısrar edince Dursun Çiçek'i seminerde gördüğüme dair ifade verdim. …Ben bu ifadeyi Osman Şanal'ın teklifi üzerine gizli tanık olarak verdim. Kod adım 'EFE' idi.”
Yalan ve kumpas bir cemaat özelliğiydi: “İlhan Cihaner'in askerlerle fazla bir muhabbeti yoktu, ancak gizli tanık olarak ifade verdiğim sırada İlhan'ın askerlerle muhabbeti olduğu ve cemaate kumpas için bunlarla birlikte hazırlık yaptığı içerikli gerçek olmayan beyanlarda bulundum. Bu suretle İlhan Cihaner, Saldıray Berk ve Recep Gençoğlu birlikte bir soruşturma kapsamına alındılar.”
Gerçekten Cemaat'e yakışan sahtekarlıkta bir operasyon ve yine Cemaat'e yakışan kadrolar. Hiçbir ahlak ve etik kuralı tanınmıyor, herkes iftiralarla, sahte delil ve tanıklarla tam da bu şekilde hedef alınıyordu.
Sonra ne mi oldu?
Açığa çıktı bu Cemaat aparatı, ifadesinden anlaşılan, bu pek sevilen bir durum değildi örgütü için.
Yukarıda “Alevi, seni ihraç edecek, bu işin başında Cihaner var” denilen Ekrem Dinçer’in Bozkurt’u ihraç edeceği söylendi, Cemaat tarafından acilen Ankara’ya çağrıldı.
“Ben Aydın Eser'in bu talebini teyit etmek için Ak Parti Gaziantep Milletvekili Mahmut Durdu ile birlikte o dönemki Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile görüşerek nasıl davranmam gerektiğini sordum. O da bana ihraçtansa istifa et daha iyidir dedi. Bunun üzerine Bakanlığa giderek istifa dilekçemi verdim.”
Eser Cemaat’in adamıydı, ihraç yerine istifa et demişlerdi, o da Cihaner’i tutuklatan isim olmanın verdiği gururla görüştüğü Bakan Ergin’den aldığı olurla istifa etmişti.
Sonrasında Cemaat kararıyla Kayseri’ye giderek avukatlığa başlayan Bozkurt, ifadesinden de açıkça anlaşılacağı üzere mesleğe döneceğini bilerek hareket edecekti.
Gülen'in saat ve atleti ve mesleğe dönüş
Bir parantez ile sizleri yine eski bir habere götürelim.
5 Mart 2013’te toplanan HSYK 3. Dairesi, Bozkurt’un mesleğe kabulüne karar verdi. Savcı Bozkurt yeni kimliğiyle cumhuriyet savcısı olarak Ankara’nın bir ilçesine atandı. Bu arada, Bozkurt’un eşi Sağlık Bakanlığı’nın görevlendirmesiyle 4 Eylül 2013’te ABD’ye gitti. Savcı Bozkurt da eşinin ardından bir yıl ücretsiz izin alarak, 16 Aralık 2013’te ABD’ye gitti.
Peki, neden?
Gülen, "bedel ödeyen" ve gücünü kullanarak mesleğe geri döndürdüğü kahramanını, Cemaat'in en kilit operasyonlarından birinin kritik ismini görmek istemiş belki de. Belki de pek de güvenmedikleri bu kritik ismi, daha da yakına çekmek içinde bu planlama. Bilinmez.
Ancak bildiklerimiz var, yine Bozkurt'un ifadesinden dinleyelim:
"..Onun aracılığıyla (Yılmaz Erdem) Pensilvanya'da Fetullah Gülen ile görüştüm, Fetullah Gülen o dönem çok rahatsızdı, bina içerisinde beni Doktor Kudret karşıladı ve Fetullah Gülen'in yanına beni götürdü, ben Fetullah Gülen ile yaklaşık 45-50 dakika görüştüm, çok fazla gelip giden vardı, Fetullah Gülen bizlere dua ettiğini söyledi, bulunduğumuz konum itibariyle büyük bir hizmet ifa ettiğimizi söyledi, üzerinde kendi imzasının bulunduğu çok kaliteli bir saat hediye etti, ben Türkiye'ye döndüğümde Ufuk Yeşil bana Fetullah Gülen'in atletini getirdi, bu atlet Fetullah Gülen tarafından kullanılmış ve bana gönderilmişti, saat ve atlet benim bildiğim bir yerde muhafaza altındadır, en kısa sürede teslimini sağlayacağım.
Gülen'in daha önce kimlere saat verdiğini bilmiyoruz. Sadece ortaya çıkan isimler dahi bunun "önemli" bir takdim olduğunu kanıtlamaya yetiyor.
Sedat Peker örneğin, Gülen'in 10 altın saatinden birinin kendisinde olduğunu söylemişti. Yine Gülen'i ziyaret eden "gazeteciler" Serdar Turgut, Cüneyt Özdemir, Ferhat Boratav ve Bejan Matur'a da imzalı saat edildiği haberleri gündeme gelmişti.
AKP starları ifadede: Hakan Fidan, Bilal Erdoğan, Mehmet Şimşek
İfadesinde AKP’nin “star” isimleri sık sık geçecekti Bozkurt’un.
Onlardan bazıları Taner Yıldız, Mehmet Şimşek, Bilal Erdoğan ve Hakan Fidan’dı.
Kısa kısa not düşelim bu “itirafçı” ifadelerini:
* “Ali Fuat Babatan'ın bürosuna sıklıkla gelen şahıslardan biri de Harun Ekinci'dir. Bu kişi cemaate ait dünya radyosunun kurucusudur. …Harun Ekinci Ak Parti içerisindeki birçok Bakanla da çok samimi diyalogu vardı. Özellikle Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve zamanın Enerji Bakanı Taner Yıldız ile çok samimi görüşüyorlardı. Harun Ekinci bakan seviyesindeki bürokratları Amerika'da Fetullah Gülen ile görüşmeye götüren kişidir. Harun Ekinci aynı zamanda cemaatle iltisaklı İpek Holdingin yönetim kurulu üyesidir, Akın İpek'in de sağ koludur.
* …17-25 Aralık 2013 öncesinde Cemalettin Akacak Türkiye'ye gelerek bir şirket kurdu. Yine Bilal Erdoğan'ın ismini kullanmak suretiyle Tahir Kocatürk ile ortak oldu. ...Halen bildiğim kadarıyla bu şahıs Cumhurbaşkanımızın oğlu Bilal Erdoğan'ın çevresinde dolanıp onunla görüşmektedir. Bu bir tehlike arz etmektedir.
* …Hakan Fidan'ın cemaatle bir bağlantısının olup olmadığını bilmiyorum, fakat cemaat içerisinde yüksek dereceli görevlerden duyduğuma göre Ankara Cebeci'deki cemaatin ilk evlerinden birine orta-3 talebesi olarak gidip geliyormuş, o dönemdeki cemaat abisi yani o evin abisi şu anda Profesör olan İbrahim Cerrah'mış. Hakan Fidan TİKA başkanı olduğu dönemde Hüseyin Kara da cemaatin Ortadoğu imamıydı. Ortadoğu'da müslüman ülkelerde TİKA projelerinde Hüseyin Kara ile Hakan Fidan görüşme yapmışlar, TİKA'nın projelerinde Hüseyin Kara etkin bir rol oynamış. Bunu Hüseyin Kara bana söyledi. Ancak Hakan Fidan'ın cemaat adına bu şekil davrandığını zannetmiyorum. Fakat Hakan Fidan Hüseyin Kara'nın cemaatin etkin elemanı olduğunu bilmesi gerektiğini düşünüyorum.”
'Darbe olacağını herkesten önce ben söyledim, uyardım'
Tüm bu ifadeler dışında Bozkurt’un dikkat çeken başka iddiaları da vardı.
Şu ana kadar basının gündemine pek girmeyen ama ifade kayıtlarına yansıyan kritik iddialardı bunlar.
Örneğin darbeyi MİT’e herkesten önce ileten kişi olduğunu söylüyordu:
Ben cemaatin bir darbe girişiminde bulunacağını daha önceden öğrenmiştim ancak tarih olarak tespit edememiştim. Bunu MİT'te görevli Hasan Cengiz'e birçok kez iletmiştim. Darbe girişiminden sonra darbeyi haber veren kişi olarak Alexander Dugin olarak belirtilmiş ise de aslında darbe hazırlığını yetkili kurumlara ilk ben bildirmiştim. Alexander Dugin ve Hasan Cengiz tanışırlar, daha doğrusu Hasan Cengiz Avrasya Belediyeler Birliğinin başkanıdır. Alexander Dugin, Putin'in danışmanıdır, bu sebeple Hasan Cengiz ile tanışırlar, Alexander Dugin darbe söylentisini Hasan Cengiz vasıtası ile duymuştur. Ben bu zaman içerisinde Hasan Cengiz ile Ali Fuat Babatan'ı da tanıştırdım. Amacım cemaatin askeri yapılanmasında önemli bir yerde olan Ali Fuat Babatan aracılığıyla darbeyi önlemekti.
Buraya kadar aktardıklarımız sanıyoruz her boyutuyla ilginç bir isimle karşı karşıya olduğumuzu anlamamıza yetişecek cinsten.
Kuşkusuz anlattıkları bunlardan ibaret değildi Bozkurt’un. Bazıları “fantastik” denilebilecek çok sayıda iddiası daha olacaktı.
Akın Öztürk ve Mustafa Özcan gibi "şahinlerin" Gülen’e rağmen darbeden yana oldukları, sabırsız davrandıkları, Gülen’in bu sabırsız ekibi engelleyemeyeceğini anladığı için karşı çıkmadığını, bu ekibin tasfiyesi sonrası uygun vakitte kendi darbe planı için harekete geçeceğini öne sürüyordu örneğin Bozkurt.
Baştaki “15 Temmuz provası” ifadesi biraz da bununla ilgili.
Ancak darbeyi önceden haber verdim çıkışına yaptığı şu ekler her durumda ilgi çekici görünüyor:
Kamu güvenliği müsteşarı Muhammed Dervişoğlu evet. Kendisi daha önce MİT müsteşar yardımcısıydı. ...Bu kapsamda ayrıca cemaat içerisinde olduğunu bildiğim birkaç subayla irtibata geçerek ne olup bittiğini anlamaya çalıştım. Bu kapsamda Ankara Jandarma Bölge Komutanı Kurmay Başkanı Kurmay Albay Ali Taş ile defaatle görüştüğüm hatta savcı Cengiz Güneş ile de bu albayı devletimizin istifade etmesi için görüştürdüm. Savcı Cengiz Güneş mutlaka doğrulayacaktır. Cumhurbaşkanımızla görüşme yapacağımız günlerde Erzincan Ağır Ceza Mahkemesi'ne CHP milletvekilleri Dursun Çiçek ve İlhan Cihaner'in şikayetleri üzerine hakkımda yakalama kararı çıkarıldı. Ben de hapiste olmak devletim ile verdiğim mücadelenin zararına olacağı düşüncesi ile İzmir'e gittim. Bu aşamada istihbarat amacıyla FETÖ mensubu birkaç kişi ile irtibatımı devam ettirip bilgi toplamaya çalıştım. FETÖ'den birkaç kaynaktan temmuz ayı içerisinde bir darbe olacağı bilgisini alınca kardeşlerim vasıtasıyla ki onlar ikisi de kamu tanığıdır vasıtasıyla Ankara'dan savcı Cengiz Güneş'i acilen İzmir'e çağırttım. Savcı bey Tayyip beyin eski başdanışmanlarındandır. Bunu da unutmamak lazım. Evet eski başdanışmanlarından olduğu için kendisine en geç 20 temmuza kadar bir darbe planladıklarını aktardım. Ben gözaltında iken İzmir de Basmahane de İzmir TEM Müdürlüğü'nde beni ziyarete geldi savcı bey. TEM müdür yardımcısı Akın Bey'in de huzurunda yukarıda anlattığım hususlar doğrulandı.
Müritlikten 'en başarılı itirafçı benim' sözlerine...
Gülen’le yüz yüze görüşen, Erzincan başarısının mükafatını Gülen’in özel saati ve atletiyle alan “nadir” isimlerden biriydi Bozkurt.
2018’de ilk celsesinde tahliye olacağı davaya 2016 Kasım’ında başladığı bu itiraflarla gitti. Hayatın akışı sert şekilde değişmişti. Tekrar önemli biri olmak istiyordu.
Bunun için de “Eğer talebim uygun görülüp dışarı çıktığım takdirde sizin gözetiminizde belirtmiş olduğum belgeleri, fotoğrafları, fotoğraf albümlerini, Fetullah Gülen'in bana göndermiş olduğu saat ve atleti sizlere getireceğim gibi ifademde ismi geçen ve beyanlarıma tanık olarak gösterdiğim kişileri de ikna ederek huzurunuzda dinleteceğim” diyordu.
Cezaevinde kaldığı 23 ay boyunca birçok Cemaatçiyi itirafçı yaptığını, kendi ifadeleri sonrasında da 100’den fazla ismin tutuklandığını söylüyordu.
Kendisine hakim ve savcı albümleri gösterilmiş, o da tek tek kim Cemaatçi kim değil, doğru ya da yanlış söylemiş, onun sözleri sonrasında çok sayıda kişi meslekten atılmıştı.
O da bunu hatırlatıyor ve tahliye talep ediyordu.
2016’da bunları söyleyen Bozkurt, yıl 2018’e geldiğinde sadece Cemaat itiraflarıyla çıkamayacağını anladığından belki, AKP övgüsünü artıyor, AKP'nin altını oymamanın bir yolunun da Cihaner'i hedef almaktan geçtiğini anlıyordu:
Her şeyden önemlisi, Hayati Yazıcı'nın yanına gittim. Bunları söylemek durumundayım. Başka devlet erkanlarının yanına gittim. Sayın bakanımızın yanına gittim. Dedim ki İlhan Cihaner böyle böyle şeyler, yani hükümete bir şeyler sıkıştırmaya çalışıyor. FETÖ bir taraftan bastırıyor, İlhan Cihaner bir taraftan bastırıyor. FETÖ diyor ki şunları şunları söyleyeceksin, bana o dönemde 2009'un mayıs ayında şubat ayında Erzincan 3. Ordu Komutanlığı'nda düzenlenen 400 tane üst subayın katıldığı seminer var. FETÖ mensupları hakimler savcılar bana diyor ki sen diyor ben kısmen beyanda bulunmuştum. Sen diyor şu 60-70 subay gösterdiler. Sen bunların bu toplantılara geldiğini, şu kafede yapmış olduğunuz eğlence programlarına albaylara yapmış olduğun, senin düzenlediğin eğlence programına bu subayların da katıldığını söyleyeceksin ve biz bunlarla ilgili işlem yapacağız dedi. Ben bunu reddettim ve o zaman cemaat zaten ikinci olarak beni topun ağzına aldı. Ondan sonra benimle ilgili soruşturma süreçleri, ihraç süreçleri başlamış oldu. Bir taraftan İlhan Cihaner bastırıyor, bir taraftan FETÖ bastırıyor. Ama ben ne yaptım? Devletimin dediği şeyin dışına asla çıkmadım.
Gerçekten çok ilginç değil mi?
Cihaner’i nasıl büyük yalanlarla hedef aldığını itiraf ettiği tanıklıklarına AKP övgüsü eklediğinde Cihaner’i de yeniden hedef almak zorunda hissediyordu kendisini. Kendi ifadeleriyle çelişen yalanlara başlıyordu tekrardan ya da kendisinden istenen tam da bu olduğu için bu şekilde konuşuyordu.
Sonra mı?
Sonrasının ilk bölümünü girişte paylaştık.
Bu sözlerin ardından anında tahliye edilecek, tahliyeden bir ay sonra hakkında tutuklama kararı çıksa da çoktan firar etmiş olacaktı. Adına "göz yumma" değil de, "firar" diyebilirsek eğer...
Peki, böyle bir isim nasıl oldu da yıllar sonra Halil Falyalı-Cemil Önal ve bahis baronlarının ortasına düştü?
Bu gerçekten bunca öykünün ardından şaşırtıcı mı?
Ortada Fethullahçı tornasından geçmiş, AKP’ye yıllarca hizmet etmiş kirli bir aparat var.
Bu aparat her tür kir ve pasın içinde hızlıca yeni görev ve roller alabilecek biri belli ki.
Falyalı ve Önal bağı bu nedenle şaşırtıcı değil ancak bu isimlerle bağını kuranın kimler olduğu gerçekten merak konusu. Bu pisliğin bu düzende hangi isimler eliyle yayıldığını anlamak ve yerli yerine oturtmak adına.
/././