halkTV "Köşebaşı" -12 Aralık 2025-

 Laleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..”-Bahadır Özgür-

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturduğu, Laleli merkezli son yılların en büyük kara para aklama ağına dair dosyayı incelemeyi sürdürüyoruz…

Onlarca şirkete ve ödeme kuruluşuna el konulan olayın özeti şöyle:

2018 sonrasında Denizbank, Golden Global Yatırım Bankası ile Şekerbank’ın (soruşturma dosyasında adları verilenler) POS cihazları kullanılarak, Libya ve Irak’a ihracat yapılmış gibi gösterilerek, şüpheli bir para trafiği hattı kuruldu. 2025’e kadar milyarlarca doların bu hattan akıtılıp, Laleli merkezli sayısı yüzleri bulan bir şirket ağı vasıtasıyla sisteme sokulup aklandığı ileri sürülüyor.
ABD bankacılık sistemi ile Libya yaptırımlarının delindiği iddiasıyla olayı ‘suç gelirlerinin aklanması’ sayıyor.

Çünkü, Türkiye’nin 2021 yılında ‘gri listeye’ alınmasının ana sebeplerinden birisi buydu. OECD’ye bağlı Mali Eylem Görev Gücü (FATF) toplantısında, emlak ve değerli maden ticaretinde sıkı denetim talep edildi. Kara para aklama soruşturmalarının artırılması istendi. MASAK da 2023’te, bankalar için yeni bir ‘şüpheli işlem bildirimi’ rehberi hazırladı. Rehberde yer alan şu madde özellikle önemli: “Kredi kartı müşterilerinin sürekli olarak dikkat çekici tutarlı nakit para çekimleri yapması, kredi kartlarının altın gibi nakde tahvili kolay olan kıymetli malların alışverişinde sürekli ve sıra dışı kullanılması…”

İşte ‘Laleli çamaşırhanesi’ tam olarak bu ‘şüpheli ticaret’ üzerine kuruldu: POS’larla tonlarca hayali altın satışı!

Yani İstanbul Altın Rafinerisi de dahil Kapalıçarşı kuyumcularına, Fatih’teki döviz bürolarına yaz aylarından beri yapılan seri operasyonların arkasında, ABD’nin baskısı bulunuyor.

***

Araştırma dosyamızın bugünkü bölümünde ihracatın hayali olduğunu gösteren bazı delilleri yayınlıyoruz.
Libya’ya uçakla gönderilen POS cihazlarından dakikalar içinde çok sayıda işlem yapıldığı görülüyor. Kartlar ve POS’lar yan yana dizilmiş halde. Makineden ‘cırt’ sesi geldiği anda “Maşallah, Maşallah” diye bağrışmalar duyuluyor:

https://cdn.halktv.com.tr/media/2025/12/video1.mp4

https://cdn.halktv.com.tr/media/2025/12/video2.mp4

****

Bu POS’lardan çıkan yüzlerce slip incelendiğinde manzara daha da netleşiyor.
Mesela; Laleli’de küçük bir şirkete ait POS işlemlerine bir bakalım:

Tek bir POS’tan, tamamı Libya vatandaşlarına ait farklı banka kartları ile 20 Mayıs 2023 günü, saat 12:12’de ilk çekime başlanıyor, saat 14:20’ye kadar iki saat içinde yüzlerce işlem yapılıyor.

whatsapp-image-2025-12-11-at-07-33-42-1.jpeg

Bu şirket 22, 23, 24 ve 25 Mayıs’ta da aynı şekilde POS’tan mal satmış gibi çekim işlemini tekrarlıyor. Kartların üzerindeki isimler farklı ancak aynı tutarlarda defalarca çekim yaptığı anlaşılıyor.

Şu slipler de ‘gün sonu raporları’nı gösteriyor. Kayıtlara bakılırsa şirket 5 gün içerisinde Libyalılara yarım milyon dolarlık mal satmış:

whatsapp-image-2025-12-11-at-07-33-42.jpeg

Ne var ki, savcılık dosyasında yer alan uzmanların hazırladığı raporlarda, bir yıl içinde şirketlerin cirosunun 17 kat kadar artması, aynı tutarlı art arda işlem yapılması, şirketlerin hemen ertesi günü bankaya gidip parayı yüksek komisyon ödeme pahasına nakit çekmesi, “hayatın olağan akışına aykırı” olarak değerlendiriliyor.

Örnek verdiğimiz şirket yabancı kartların kullanıldığı POS cihazı ile tüm yıl boyunca yalnızca birkaç hafta işlem yaptı. Buna rağmen bu işlemler tüm satışların yüzde 95’ine yakınını oluşturdu.

Böyle sayısı yüzleri bulan şirketin işin içinde olduğu ‘Laleli çamaşırhanesi’nin 2018’den beri durmaksızın çalıştığı hesaba katılırsa, para trafiğinin tahminlerin ötesinde olduğunu söylemek lazım. Soruşturma dosyasına giren resmi raporlara göre, şimdilik bir operasyonda 47 milyar lira, bir başkasında 112 milyar liralık şüpheli işlem tespit edildi.

Ancak Libya’nın iddiası ülkeden en az 20 milyar dolarlık rezervin kaçırıldığı yönünde. BDDK ve MASAK’a yapılan ihbarlara bakıldığında ise ‘kara listede’ yer alan şirketlerin toplam cirosu 8 milyar dolar.

***

POS işlemleri ve slipler dosyadaki ana deliller arasında. Zira, slipler bankacılık kurallarına uygun değil. Ne üzerlerinde bankaların adı yer alıyor ne de ticaret yaptığı iddia edilen şirketlerin adresleri tam olarak yazılı. Adres diye ilçe ve cadde verilmiş. Bina, daire yok!

Daha vahimi, POS’ların yazılımına müdahale edildiği de ileri sürülüyor. Bu ancak bankalardan yapabilecek bir işlem. Günlük limitler de 1 milyon dolara kadar artırılmış.

Tüm bunlar soruşturma sonucunda ortaya çıkacak elbette.
Dosyayı incelemeye devam edeceğiz. Özellikle bankalara soracağımız çok soru var çünkü…

/././

 ABD-İngiltere: Büyük uzlaşma bozuluyor! Trump’a aşırı sağcı suçlaması -Mustafa K. Erdemol- 

Ukrayna Devlet Başkanı Volodomir Zelenskiy’in Beyaz Saray’da, Başkan Donald Trump ile Yardımcısı JD Vance’ın “sözel” saldırısına uğradığı ABD ziyaretinden kısa bir süre sonra ABD’ye giden İngiltere Başbakanı Keir Starmer’in Trump’ın yanında neredeyse “süt dökmüş kedi” gibi durduğunu anımsamayan yoktur herhalde. Pek de unutulacak bir görüntü değildi doğrusu.

Starmer’in o halinden ötürü hayli utandıklarını okuduğum İngilizleri o “mahcubiyetten” milletvekilleri kurtaracağa benziyor. Çünkü parlamentoda çok sayıda milletvekili Trump konusunda “kral çıplak” demeye başladılar şu sıralar. Aslında “solcu” iddiasındaki Starmer’den beklenen tutum buydu.

Malum, Trump uzun süredir gerginlik yaşadığı Avrupa’nın siyasetine de doğrudan müdahalede bulunuyor. “Medeniyetinin yok olmakla karşı karşıya olduğunu” iddia ettiği Avrupa’nın siyasal sistemi için büyük tehlikeler barındıran grupları, partileri desteklediğini açıkça belirtiyor, yardımcısı Vance ile birlikte. Yaşlı kıtanın “mevcut gidişatını” düzeltmesini beklediği o grup ya da partilerden “vatansever Avrupa partileri” olarak söz etmesi yanıltmasın. Sözünü ettiği partiler düpedüz faşist çeteler çünkü.

İşte bu yüzden İngiltere Parlamentosu’nun kimi milletvekilleri 1930’ları anımsatan “aşırı sağcı söylemler” kullanmakla suçladıkları, Rusya’yı desteklemekle eleştirdikleri Trump’ı uyarmasını bekliyorlar Starmer’den. Çünkü, örneğin İşçi Partisi milletvekili, aynı zamanda hükümetin Ulusal Güvenlik Stratejisi Ortak Komitesi Başkanı Matt Western Trump’ın söylemleri yüzünden "İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Batı dünyasına öncülük eden ABD konsensüsünün parçalanmış göründüğünü” ileri sürüyor. Anlamı şu; Trump’ın Rusya’yı hiçbir konuda hiç kınamamış oluşu İngiltere’yi de savunmasız bırakıyor, göç konusundaki sözleri de çokkültürlülüğü hedef alıyor. Demek istediği bu Western’in.

Bir başka İşçi Partisi milletvekili (aynı zamanda İş Dünyası Seçici Komitesi Başkanı) Liam Byrne de Trump’ın söylemlerinin “1930'lara kadar uzanan bazı aşırı sağcı söylemlerle benzerlikler taşıdığını görmek zor değil” diyerek, Avrupa ile daha yakın savunma işbirliği çağrısında bulunuyor.

Parlamentoda Trump karşıtı bir hava esiyor olmasına ragmen Göçmen Bakanı Seema Malhotra’nın, ABD'nin “Birleşik Krallık için güçlü, güvenilir, hayati bir müttefik olmaya devam ettiğini” söylemesi gerçeği pek yansıtıyor değil. Çünkü Malhotra açıklamasının bir yerinde İngiltere’nin göç/göçmenlik konularında “ABD’den çok farklı” bir tutuma sahip olduğunu söyleyerek Trump’ın “tehlikede olduğunu söylediği Avrupa medeniyetinin” oluşmasında göçmenlerin katkısını anımsatıyor. Bunlar Trump’a yanıt aslında.

Trump, bu hafta yaptığı bir açıklamada Avrupalı liderleri göçü kontrol edememekle suçlamış, Avrupa ülkelerinin sınır politikalarında değişiklik yapmamaları durumunda “artık yaşayabilir ülkeler olamayacaklarını” öne sürmüştü.

Malhotra, buna karşılık ülkesinin Ukrayna'yı savunmak için bir araya gelen güçlü bir Avrupa ile 30'dan fazla ülkeden oluşan koalisyonun liderliğini üstlendiğini belirterek, Avrupa ülkelerinin “savunma harcamalarını artırdığını” da anımsatıyor.

Ancak iki ülke arasında yakın zamanda imzalanan stratejik belgeye itiraz da gün geçtikçe büyüyor. Liberal Demokrat milletvekili Bobby Dean, belgenin “ırkçı, beyaz üstünlüğü ideolojisine dayandığını” belirtirken bir başka Liberal Demokrat milletvekili James MacCleary de, belgenin belirli bir ideoloji ile dünya görüşünü teşvik etmek için Avrupa'daki demokratik süreçlere müdahaleyi önceleyen “kasvetli, distopik bir dünya görüşü” sunduğunu söylüyor ki haksız sayılmaz.

Hatırlayalım; geçen hafta yayınlanan ABD stratejisi belgesinde kitlesel göçün sona erdirilmesi talep ediliyor, bu konudaki Avrupa politikaları “çatışma yaratmakla” eleştiriliyordu. Belgede, “Bazı Avrupa ülkelerinin güvenilir müttefikler olarak kalacak kadar güçlü ekonomilere, ordulara sahip olup olmayacağı hiç de belli değil” de deniyordu.

Genellikle İngilizler gibi düşünmem ama Trump’ın göçmen düşmanı söylemlerinin 1930’ların ırkçı aşırı sağcı görüşlerden pek farklı olmadığı konusundaki izlenimlerine katılırım.

Avrupa’ya “faşizmin” gelmesinden Trump’ın memnun kalabileceği konusundaki imalarına inanırım.

Dünyayı bölme/yönetme konusunda ortak olan ABD ile İngiltere arasındaki  “uzlaşma”nın parçalanıyor olabileceğine ilişkin tahminlerine sevinirim.

İngilizler de haklı olabilirler bazen.

/././

Soykırım şakşakçısına 'Nobel Barış Ödülü': Törene yetiştiremediler ama Venezuela'dan kaçırdılar - soL -

Venezuela’da Washington destekli, İsrail yanlısı siyasetçi Machado, kendisine verilen “Nobel Barış Ödülü” törenine yetişemedi ama ABD ordusunun organize ettiği anlaşılan planla Venezuela’dan kaçarak dün gece saatlerinde Norveç’e ulaşmayı başardı. Machado’ya karşı protesto gösterileri düzenlenirken, Venezuelalı “muhalif”in Avrupa’yı turladıktan sonra ABD’ye dönmesi bekleniyor.

ABD’nin Latin Amerika’ya yönelik emperyalist saldırganlığının tırmandığı bir dönemde Nobel Barış Komitesi, Venezuela’nın ABD destekli muhalif siyasetçisi María Corina Machado’ya barış ödülü vermişti.

Nobel Barış Ödülleri dün Norveç’in başkenti Oslo’da sahiplerini buldu. Ancak Machado törene “yetiştirilemedi”, ödülü onun adına kızı aldı.

Balıkçı teknesiyle kaçırıldı

Ocak ayından beri Venezuela’da kamuoyu önünde görüntülenmeyen ve yurtdışına çıkış yasağı olan Machado’nun Salı günü Venezuela’dan bir balıkçı teknesiyle önce Hollanda yönetimindeki Curaçao adasına geldiği ardından da ABD üzerinden Norveç’e uçtuğu belirtiliyor.

Wall Street Journal’ın iddiasına göre Machado’nun törene yetişememesinin sebebi hava koşullarının seyahatte gecikmelere yol açması oldu.

Karayipler’de uyuşturucu kaçakçılığı yaptığını iddia ettiği balıkçı teknelerini füzelerle vurarak üç buçuk ayda 90’a yakın Latin Amerikalıyı katleden ABD’nin Venezuela’da desteklediği muhalefet liderini de bir balıkçı teknesiyle kaçırdığı anlaşılıyor.

Machado dün geceyarısından sonra Oslo’ya vardığında, Nobel Komitesi’nin “çok tehlikeli” diye nitelediği yolculuğu için birçok insanın “ölümü göze aldığını” öne sürdü.

Norveç Başbakanı ile basın toplantısında konuştu

Oslo’da bir “demokrasi” havarisi gibi karşılanan Machado bugün önce Norveç Parlamentosu’na gitti, ardından da Norveç Başbakanı Jonas Gahr Store ile ortak basın toplantısı düzenledi. 

Machado burada yaptığı konuşmada “barış için demokrasi gerek” dedi ve Norveç’in demokrasisine ve kurumlarına hayranlık duyduğunu söyledi.

Venezuela'nın ABD müdahalesi isteyen muhalifi aynı zamanda soykırım destekçisi

Machado en çok ülkesine ABD müdahalesini istemesi ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu arayarak Gazze’deki saldırılarından dolayı kutlamasıyla tanınıyor.

Venezuela’da lideri olduğu hareket olan Vente Venezuela ise Netanyahu’nun Likud Partisi’yle “siyasi, ideolojik ve sosyal konularda" bir işbirliği anlaşmasına sahip. Machado Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldükten sonra ödülünü ABD Başkanı Donald Trump’a adamıştı.

Latin Amerika'nın ABD müttefiki liderleri Machado'ya destek için Oslo'da

Dün Oslo’daki ödül töreninde Latin Amerika’daki ABD müttefiki sağcı liderler Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, Ekvador Cumhurbaşkanı Daniel Noboa ve Paraguay Cumhurbaşkanı Santiago Peña, Machado’yu karşılamak için hazır bulundu.

Oslo ve Stockholm'de protestolar

Öte yandan sokaklarda Machado’ya ve ona barış ödülü veren Nobel Komitesi’ne protestolar vardı.

Ödül töreninin yapıldığı Oslo’da ve törenin ardından Nobel yemeğinin düzenlendiği İsveç’in başkenti Stockholm’de binlerce kişi Filistin ve Venezuela bayraklarıyla yürüdü.

NATO karşıtları, anti-emperyalistler ve Filistin destekçileri “Venezuela’dan elini çek”, “Faşist Machado”, “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” sloganları attı.

Ayrıca Oslo’da her yıl Nobel Barış Ödülü sahibini onurlandırmak için düzenlenen meşaleli yürüyüş bu yıl ödülün Machado’ya verilmesi nedeniyle iptal edildi.

Meşaleli yürüyüşü düzenleyenler Machado’nun destekçileri oldu. Kalabalık daha sonra Machado adına ödülü alan kızının ve ailesinin kaldığı otelin önünde toplandı. Gece geç saatlerde Oslo’ya ulaşan Machado da otelin balkonundan destekçilerini selamladı.

Norveç Barış Konseyi de bu yılki ödülün kuruluşun temel değerlerini yansıtmadığına karar verdi. İsveç Barış Konseyi ise daha ılımlı bir açıklama yaptı ve ödülün genel olarak siyasetçilere verilmemesi gerektiğini bildirdi.

Aydın ve sanatçılardan Nobel Komitesine mektup

İnsanlığı Savunmak için Aydınlar ve Sanatçılar Ağı RedH önceki gün Nobel Barış Ödülü Komitesi’ne bir mektup gönderdi ve Machado’ya verilecek ödül töreninden sonra komitenin bir daha “barış” ve “adalet” kelimelerini kullanma konusunda ahlaki hiçbir yetkisi olmayacağı konusunda uyardı.

Arjantinli Nobel Barış Ödülü sahibi Adolfo Perez Esquivel, eski Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales ve eski Ekvador Devlet Başkanı Rafael Correa Delgado’nun yanısıra çok sayıda Latin Amerikalı aydın ve sanatçının imzaladığı mektupta, ABD’nin Venezuela’ya yönelik saldırıyla uluslararası hukuku açıkça ihlal ettiği belirtildi. Machado’nun Filistin halkına karşı soykırıma açıkça destek verdiği belirtilen mektupta “Vereceğiniz ödül, bu ciddi tören zaten kanla lekelenmiş durumda” denildi, komiteye “Töreninizde ne tür bir barıştan bahsedeceksiniz?” diye soruldu.

Bugün Nobel Barış Ödülü’nün Libya, Afganistan, Irak ve Suriye halklarına karşı işlenen aynı suçların planlandığı bir tür 21. yüzyıl Truva atı haline geldiği kaydedilen mektupta 10 Aralık'ta düzenlenecek “grotesk” törenden sonra, komitenin “barış veya adalet”ten söz etme konusunda hiçbir ahlaki yetkisinin kalmayacağının altı çizildi. Mektup “Bu kelimeler, egemenlikleri için mücadele eden halklara aittir” sözleriyle sonlandı.

İsveç Komünist Partisi'nden tepki: ABD emperyalizminin düzenlediği bir Norveç farsı

İsveç Komünist Partisi de yaptığı açıklamada, ödülün Machado’ya verilmesini “ABD emperyalizminin düzenlediği bir Norveç farsı” diye niteledi. Açıklamada “Komünistler için, hiçbir gerçek barış savaşçısının Nobel Barış Ödülü'nü asla alamayacağı açık olmalıdır. Barış, emperyalist devlerin dünya için mücadelesinde bir yan mesele iken, (onlar için) savaş bir zorunluluktur” denildi.

Nobel Barış Ödülü'nü resmen aldıktan yaklaşık 11 saat sonra Oslo’da ortaya çıkan Machado, ABD basınına göre birkaç gün burada kalacak. Daha sonra ülkesine karşı ABD müdahalesine destek toplamak için Avrupa ülkelerini gezecek. Ardından ise ABD’nin başkenti Washington’a dönecek.

soL

‘Utanmıyoruz’ dedirten üç tayinin kahramanları + Teşvik aldı, fabrikası çalışmaya başladı + Bakan Bey’in 98 bin TL’lik yemek ziyafeti -SÖZCÜ-

 ‘Utanmıyoruz’ dedirten üç tayinin kahramanları -Zekeriya ALBAYRAK- 

Özlem Zengin

AKP’li eski vekil Necdet Ünüvar’ın oğlu bakan danışmanı, kızı ise Meclis’te 200 bin lira maaşla çalışıyor. BBP lideri Destici’nin kızı da TBMM’de çalışıyor.

CHP ve AKP arasında “sınavsız, mülakatsız işe alıyorsunuz, hiç utanmıyor musunuz?” tartışmasına neden olan ballı çocuklar merak konusu oldu. Kimi sınavsız doğrudan atama ile devlette işe başlatıldı, kimi de siyasi gücüyle TBMM’de üst düzey yönetici oldu.

BAKAN DANIŞMANI

CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın, TBMM bütçesi görüşülürken, “Türkiye’de binlerce insan boşta gezerken, AKP’lileri ve yandaşların çocuklarını mülakatsız, sınavsız işe alıyorsunuz. Utanmıyor musunuz?” dedi ve bu atamalara ilişkin örnekleri sıraladı.

Günaydın’ın mülakatsız işe alınmaları eleştirdiği konuşması CHP’liler ile AKP’liler arasında sert tartışmaya neden olmuştu. AKP’liler, ‘torpili’ itiraf etmiş, AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, yakınlarının işe yerleştirilmelerini “Gurur duyuyoruz” sözleriyle savunmuştu.

AKP’li Necdet Ünüvar rektör oldu (Solda). Oğlu Alaattin Ünüvar (Sağda) bakan danışmanı, kızı Münevver Şeyma Solmazgül Meclis’te işe girdi.

MEZUN OLUR OLMAZ

Günaydın’ın verdiği örneklerden Alaattin Ünüvar, Necdet Ünüvar’ın oğlu. 2013’te üniversiteden mezun oldu. Aynı yıl dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız tarafından müşavir yapıldı. Genel müdür yardımcısı yapılan Ünüvar, geçen yıl danışman olarak Bakan Alparslan Bayraktar’la çalışmaya başladı. Necdet Ünüvar’ın kızı Münevver Şeyma Solmazgül ise önceki yıl TBMM’de Destek Hizmetleri Başkanlığı’nda Başkan Yardımcısı olarak iş başı yaptı. AKP’li Rektörün kızı daha sonra başkanlığa terfi ettirildi. Yaklaşık 200 bin lira maaş alıyor ve makam aracı var. Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı BBP lideri Mustafa Destici’nin kızı da TBMM’de kadroya alındı. Özgül Hilal Destici, Strateji Geliştirme Başkanlığı’nda ‘programcı’ kadrosundan iş başı yaptı.

‘Utanmıyoruz  yaptığımızdan’

AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, “Evet utanmıyoruz, gurur duyuyoruz yaptığımız işten” sözleriyle büyük tepki toplamıştı.

Özgül Hilal Destici

BBP lideri: Gayriahlaki bir durum yok

Kızı Özgül Hilal Destici’yi Meclis’te işe aldırmasını BBP lideri Mustafa Destici, “Burada gayriahlaki  bir durum yok” sözleriyle savunmuştu. Destici, “Meclis’teki 5 bin personel hangi yönetmelikle girmişse benim evladımda öyle girdi. Bir ayrıcalıkla girmedi” demişti.

Sibel Suiçmez

‘Sizin yerinize utanıyoruz’

CHP’li Sibel Suiçmez, AKP’li Özlem Zengin’in verdiği “Utanmıyoruz” sözlerine kürsüden yanıt verdi: “Madem kurduğunuz düzenden gurur duyuyorsunuz, ben de milletimiz adına, o çarkın dişlileri arasında ezilenler için sizin adınıza utanıyorum. Gençlerin hayallerini çalan liyakatsiz düzeninizden, hukuku ve anayasayı ayaklar altına alan bu yargı düzeninizden ben utanıyorum.”

***

 Teşvik aldı, fabrikası çalışmaya başladı 

AKP’ye geçince yolu açılan Çerçioğlu ailesinin 589 milyon lira teşvik alan fabrikası yakında tam kapasite çalışacak.

CHP’den istifa ederek AKP’ye katılan Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nun aile şirketi Jantsa Jant’ın, Ortaklar OSB’deki dev yatırımında inşaat tamamlandı. Fabrika deneme üretimine başladı ve kısa süre içinde seri üretime geçmeye hazırlandığı belirtildi.

VERGİ MUAFİYETİ

Halk TV’nin haberine göre; AKP’li Özlem Çerçioğlu’nun aile şirketi Jantsa Jant’ın Aydın Ortaklar OSB’de toplam 47 bin metrekarelik alanda kurduğu tesis 2 yılın sonunda tamamlandı. Tesisin inşaatının tamamlandığı, üretim hattı bazında makine ve ekipmanların gelmeye devam ettiği öğrenildi. Fabrikanın deneme üretimlerini gerçekleştirdiği, sipariş yoğunluğuna bağlı olarak önümüzdeki dönemde seri üretime geçilmesinin beklendiği belirtildi. Şirket, söz konusu yatırım için 589 milyon 800 bin 76 TL tutarında yatırım teşvik belgesi almıştı. Bu teşvik kapsamında 5. bölge desteklerinden yararlanılacağı belirtilmişti. Teşvik kapsamında şirketin faiz desteği, sigorta primi işveren hissesi desteği, KDV istisnası, gümrük vergisi muafiyeti ve vergi indirimi gibi avantajlar uygulanacağı ifade edilmişti.

***

 Bakan Bey’in 98 bin TL’lik yemek ziyafeti -Deniz Ayhan- 

Asgari ücret konusunda cimri davranan Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan, uluslararası heyetler için kesenin ağzını açıyor. Işıkhan’ın favori mekanı ise Tavacı Recep Usta.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, uluslararası heyetlerle yaptığı toplantılarda Ankara’daki meşhur Tavacı Recep Usta restoranını tercih ediyor.    

Bakan Vedat Işıkhan, 20 Kasım’da KKTC Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ve beraberindeki 12 kişilik heyeti ağırladı. Bir akşam yemeğine 97 bin 909 TL’lik fatura çıkarıldı. Yani yaklaşık 4.5 asgari ücret bir akşam yemeğinde yendi. Vatandaş, “Kendilerine kepçeyle, bize kaşıkla” diye tepki gösterdi.

GÖRKEMLİ AĞIRLAMA

2026 yılı asgari ücretini belirleyecek Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun toplantıları bugün başlıyor. Milyonlarca asgari ücretli maaşına hakkaniyetli bir zam beklerken, milyonlarca asgari ücretliyi düşük zamlara muhtaç eden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bir akşamlık yemek harcaması ortaya çıktı. Bakanlığın genellikle yabancı heyetlerle Ankara’daki lüks restoranları tercih ettiği görüldü.

SAYI AÇIKLANMADI

Son olarak KKTC’den gelen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Oğuzhan Hasipoğlu ile 12 kişilik heyet de meşhur Tavacı Recep Usta’da ağırlandı. Mekanda bir gecelik yemek için 97 bin 909 TL (yani 4.5 asgari ücret) fatura edildi. Yemeğe kaç kişinin katıldığı ise açıklanmadı. Bakanlığın Mayıs ayında Azerbaycan heyetine Recep Usta’da verdiği yemeğin maliyeti de 30 bin liraydı.  Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de Tavacı Recep Usta’ya gittiği kamuoyuna yansımıştı.

İşte o menü

- Tüm Kuzu Dolması: 29 bin beşyüz, - Hindi Dolma: 3 bin beşyüz, - Kaburga Dolma 5’li: 8 bin dörtyüzyetmişbeş, - Karışık Sac Tava: 3 bin üçyüzdoksan (2 kişilik), - Karışık Izgara 2’li: 3 bin yüzyirmibeş, - Kavurma: Binikiyüz, - Pirzola Tava 2’li: 3 bin üçyüzdoksan, - Ankara Tava: Bin altıyüzdoksan beş, - Recep Usta Special: 2 bin yediyüzyirmibeş, - Ali Nazik Kebap: Bin dörtyüzyetmişbeş, - Adana Kebap: Bin ikiyüzyetmişbeş, - Kaburga Dolma 2’li: 3 bin üçyüzdoksan (Bulgurlu)

SÖZCÜ

'Hocaların hocası' Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, 104 yaşında hayatını kaybetti -T24-

‘Hocaların hocası’ olarak bilinen siyaset ve iletişim bilimci Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, 104 yaşında hayatını kaybetti.1859'da kurulan Mülkiye'nin (Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) ilk kadın asistanı, ilk kadın doçenti ve ilk kadın profesörü olan, emekliliğini izleyen yıllarda Boğaziçi Üniversitesi'nde dersler veren Abadan Unat, siyaset bilimi ve iletişim konusundaki akademik çalışmalarıyla alanında büyük bir iz bıraktı.

Siyaset bilimi ve iletişim konusundaki akademik çalışmalarıyla alanında büyük bir iz bırakan Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, dün akşam saatlerinde evinde hayatını kaybetti. Unat'ın cenaze programının ABD'de bulunan oğlunun İstanbul'a dönmesinin ardından belli olması bekleniyor.   

"Türkiye’ye gidebilmek için büyükelçiye gittim; annemi bir daha görmedim" 

Nermin Abadan Unat, doğduğu Viyana'dan hayatının Türkiye'ye uzanmasını, 2021'de verdiği bir söyleşide şöyle anlatıyor: 

"Almanca benim anadilim. Sonra Fransızca ve İngilizce öğrendim. O sırada yatılı bir okulda olduğum için Macaristan’daydım. Biraz Macarca da öğrendim; ama henüz Türkçe bilmiyordum. Benim annem kumarbaz bir hanımdı. Babam ölünce, bütün parayı kumarda kaybetti ve maddi olarak beni okutamayacak hâle geldi. Bir gün bana dedi ki 'Ben artık seni okula gönderemem. Steno öğren, daktilo öğren hayatını kazan.'

Bunlar olduğunda henüz 14 yaşındayım. O sırada Türkiye’deki gelişmeleri yabancı gazetelerden takip etmeye çalışıyordum. Kendi dilimden değil de yabancı dillerden... Okuduklarımdan görüyordum ki Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bütün o yenilen ülkeler, başı öne eğik yenik ülkelere dönüştüler. Fakat Türkiye farklıydı. Bir tek Türkiye cumhuriyet kurdu. Yalnızca Cumhuriyet kurmakla kalmadı, bununla beraber bir sürü kurum da kurdu. En önemlisi ise Türkiye’de erkek kız farkı gözetmeksizin herkes için parasız eğitim getirileceğini öğrendim. Bunu duyduktan sonra Türkiye artık benim için bir cennetti. Ben okumak istiyordum ve bu sebeple her şeyi göze aldım. Türkiye’ye gidebilmek, orada eğitim görebilmek için hiç düşünmeden her şeyimi bıraktım. O kararı gözü kapalı verdim anlayacağınız.

Türkiye’ye gidebilmek için önce büyükelçiye gittim; derdimi anlattım. Büyükelçi beni anlayışla karşıladı. Türkiye’ye gidebilmem için bir bilet ve bir kimlik verdi. Düşünün ben daha 14-15 yaşındaydım o zaman. Kararımı verip 5 Kasım 1936’da Budapeşte’den Türkiye’ye hareket ettim; bir daha da annemi görmedim. İkinci Dünya Savaşı sırasında Rus işgali oldu ve bir daha görmedim annemi... Ablamı da 20 sene sonra ancak görebildim. Yine de hiçbir zaman asla bu kararımdan pişman olmadım. Hatta her zaman iftihar ediyorum.

Türkiye Cumhuriyeti kendi dilini bilmeyenlere de ışık tuttu; bu çok önemli. Türkiye Cumhuriyeti, 1920’lerden sonra ışık tutan bir ülkeydi Avrupa için. Evet biz de diğerleriyle beraber yenildik savaşta; ama onlar gibi her şeyi kaybedip başı öne eğilmiş bir ülke olmadık. İyi ki geldim Türkiye’ye ve iyi ki öğrenci olabildim. Ben her şeyimi Türkiye’deki cumhuriyeti kuranlara borçluyum. Atatürk’e, İsmet Paşa’ya, o dönemin yöneticilerine borçluyum. Onlar bir kuşak... O kuşak umut verdi benim gibi gençlere, Türkçe bilmeyenlere. Asıl mühim olan o." 

Cumhuriyet'in ilk yıllarına tanık oldu: Hepimizin derdi buydu... 

1936'da Viyana'dan Türkiye'ye gelen Unat, Cumhuriyet'in ilk yıllarına da tanık oldu. Unat, o yıllardaki tanıklığını şöyle anlatıyor: 

"Cumhuriyet kurulduktan sonra herkesin aklında neler yapabileceği vardı. Herkes 'Nasıl katkıda bulunurum ben bu Cumhuriyet’e' diye düşünür, bunu konuşurdu. Benim için de bu yol, dersler vermek oldu. Okula girdim, Türkiye’de dersler verdim. Almanca ders verdim ve Türkçe dersler alarak Türkçe öğrendim. Zamanla arkadaşlarım oldu, Türkiye’de bir çevre edindim. Bizim her zaman önceliğimiz Cumhuriyet’ti. Bir araya gelip 'Ne yapalım, nasıl yapalım da Cumhuriyet’i daha ileri götürelim' diye kafa yorardık. Asıl derdimiz buydu.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında herkes geleceğe ve ülkesine dair bir şeyler ümit ediyordu ve bunlar oluyordu da çoğunlukla... Mesela öncesinde bir Sümerbank yoktu; ama Sümerbank açılınca bizler 3 liraya basma alabilecek hâle geldik. O basmayı alıp kendimize elbise yaptığımızda artık fevkalade şık olabiliyorduk. Ya da şeker… Şeker yoktu ve biz şeker yerine kuru üzüm yiyorduk. Sonra şeker fabrikası kuruldu Eskişehir’de. Şeker aldık, çayı şekerle içtik. Küçük şeylerle mutlu olduk. 

Cumhuriyet’in ilk yılları ümit yıllarıydı bizim için ve biz bu küçük şeyler için ümit edip o şeyler için mücadele ediyorduk."

https://youtu.be/nWZe0OQGWRI

TIKLAYIN - Prof. Dr. Nermin Abadan Unat: Cumhuriyet Türkiye'de yaşamın garantisidir

TIKLAYIN - Saraçhane'de bir efsane; 101 yaşındaki 'hocaların hocası' Prof. Nermin Abadan Unat da İmamoğlu'na destek mitingine gitti

TIKLAYIN - Hayatını Seçen Kadın: Nermin Abadan Unat





soL "Köşebaşı + Gündem" -11 Aralık 2025-

 'Partiler üstü' bir örgütlenme ağı: NATO’cu gençlik kuluçkada -Ercan Küçük- 

"Uluslararası vizyon" vaat edilen bu gençler çekirdekten mandacı düşünce ile yetişiyor. Beyinleri halkımızın çıkarlarından ziyade, Transatlantik ittifakının önceliklerine göre formatlanıyor. Aldıkları eğitimlerle, edindikleri ilişkilerle, ballı bir kariyer planlamasıyla NATO’nun siyasi geleceğe yaptığı yatırım sonuçlarını veriyor.

Türkiye’de milliyetçi, liberal, muhafazakâr veya sosyal demokrat fark etmeksizin düzen siyaseti her meşrepten Amerikancı ve NATO’cu üretmeye devam ediyor. Her geçen yıl etkisi artan ve giderek dizginsiz hale gelen bu işbirlikçi anlayış, düzen siyaseti içinde sık kullanılan deyimle adeta “siyasetler üstü” bir niteliğe sahip. Bu politik atmosferin oluşmasında tarihsel olarak elbette çok köklü iktisadi, siyasi, askeri bağımlılık ilişkileri uzanıyor. Fakat bunlara eşlik eden, nesilden nesile yürütülen, her yeni dönemde ve tüm olası iktidar bileşimleri için Amerikancılığı garantiye almayı amaçlayan ince işlenmiş bir gençlik yapılanması da dikkat çekiyor.

Transatlantik merkezli bu tür gençlik ağlarında ilk bakışta öne çıkan figürler İYİ Parti, Zafer Partisi gibi partilerle bağlantılı görünse de elbette bunlarla sınırlı kalmıyor. Daha derinde, düzen içi partiler ve ideolojiler arasında kesin çizgiler gözetmeyen, Türkiye siyasetinin geleceğini ipotek altına almak üzere oldukça geniş bir alanda yatırımlar yapan, çok boyutlu bir NATO operasyonu bulunuyor.

Milliyetçi Kongre Derneği’nden Hariciye.org’a, Türk Atlantik Konseyi’nden Toplum Çalışmaları Enstitüsü’ne ve üniversiteli gençliği hedefleyen daha küçük ölçekli topluluklara kadar pek çok platformda farklı çevrelerden gençler aynı eksende buluşturulmak isteniyor. Transatlantik politik aklın kavramlarıyla eğitilen genç kadroların uzun vadede etkili siyasi-entelektüel figürlere dönüştürülmesi hedefleniyor.

Bir kanalın merkezinde Milliyetçi Kongre

1 Eylül 2023’te kurulan Milliyetçi Kongre Derneği bu geniş NATO’cu gençlik ağı içerisinde önemli bir kanal yaratmış görünüyor. Dernekle yolları kesişen kadrolar başka yapılarda aldıkları görevler ve kurdukları bağlantılarla bu kanalı genişletiyorlar.

İYİ Parti’nin genç yıldızı, YATA Türk'ün eski başkanı, foncu Bahadırhan Dinçaslan’dan görevi devralan yeni Başkan T. Aykutalp Arıcı ve ekibinin profili incelendiğinde, "Türk Milliyetçiliği" etiketinin altında, küresel Transatlantik ağlarıyla entegre bir yapı dikkat çekiyor. Zira Arıcı, sadece bir milliyetçi dernek başkanı değil; aynı zamanda Toplum Çalışmaları Enstitüsü Yönetim Kurulu Üyesi.
Peki bu Enstitüde kimlerle beraber? Örneğin Mustafa Veysel Güldoğan ile. Güldoğan kim? Türk Atlantik Konseyi (ATA Türkiye) Başkanı. Yani NATO’nun Türkiye’deki sivil uzantısının bir numaralı ismi. "Milliyetçi" gençliğin "Atlantikçi" bir mutfakta nasıl pişirildiğinin çok somut ve çarpıcı örneklerini görüyoruz. NATO tüm olası ideolojik bariyerleri "sivil toplum" şemsiyesi altında eriterek, en erken yaşlardan itibaren Türkçü bir gencin ufkunu Batı güvenlik mimarisine entegre ediyor.

Derneğin kurucuları ve yöneticileri arasında yer alan pek çok başka isim de doğrudan transatlantik bağlantılı kişi ve kurumlarla çalışıyorlar. Türk Atlantik Konseyi Genel Sekreteri Emir Abbas Gürbüz’ün çalışma arkadaşları, Hür Dergi vb. liberal neşriyatın eski-yeni kadroları MKD içinde faaliyet yürütüyor.

Hariciye.org ve YATA

NATO'nun sivil yapılanmasında kullandığı önemli araçlardan biri daima düşünce kuruluşları(Think-Tank) oldu. Hariciye Dış Politika ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi bu bağlamda “genç” ve oldukça önemli bir girişim. Misyonunu açıkça "Transatlantik bağları güçlendirmek" olarak ilan eden bu yapı, farklı partilerden oldukça geniş bir siyasi ideolojik yelpazeden gençleri bünyesinde topluyor ve NATO tedrisatından geçiriyor. DEVA Partisi kurucusu Deniz Karakullukçu, İyi Parti kökenli pek çok isim, milliyetçi dernek yöneticileri, liberal ve sosyal demokrat eğilimli gençler Hariciye.org ekibinde. Kurucu Direktör Emir Abbas Gürbüz Türk Atlantik Konseyi’nin de Genel Sekreteri. Böylece iki kurum arasında neredeyse organik bir köprü kurulmuş durumda. Yayın kurulunda yer alan diğer isimler ve editörler de YATA (Türk Atlantik Gençlik Konseyi) çevresiyle yakın.

YATA Türkiye, NATO’nun Türkiye’deki konumunun güçlendirilmesi hedefiyle çalışan Türk Atlantik Konseyi’nin gençlik yapılanması. Bugün Türkiye’de farklı partilere mensup onlarca genç ismin ortak durağı. YATA’nın son başkanları olan Selin Yılmaz ve Mustafa Eracar ise yalnızca NATO’culukta değil, mesleki alanda da Gürbüz’le aynı yoldan yürüyor, Gürbüz'ün hukuk bürosunda staj yaptıkları biliniyor.

NATO Türkiye’de İyi Partili, DEVA’lı, AKP’li veya CHP’li aramıyor. NATO, kendi stratejik çıkarlarını içselleştirmiş, partisi ne olursa olsun "Atlantik eksenli" düşünen bir elit kadro yaratıyor.

Bir Başka Think-Thank TÇE

Toplum Çalışmaları Enstitüsü bu transatlantik sivil örümcek ağı içerisinde saydığımız ve sayamadığımız pek çok yapının yoğun şekilde beslendiği ve ilişkide olduğu bir merkez olma özelliğinde. Yönetim kadrosu da adeta bir Atlantik Koalisyonu: Enstitü Başkanı İyi Parti Gençlik Kolları eski Başkanı Osman Ertürk Özel, TAK Başkanı Mustafa Veysel Güldoğan, TEPAV’cı Hüseyin Raşit Yılmaz ve MKD yeni Başkanı Aykutalp Arıcı… 

NATO'nun “Kamu Diplomasisi" şemsiyesi altında siyasi kimliklerden bağımsız, uzun vadeli bir eğitim ve ortaklık platformu!

Genç NATO’cular Yetişiyor

Türkiye’deki NATO’cu ekosistem içinde gençler yalnızca “fikir” değil, iş-güç, uluslararası çevre, güçlü bağlantılar da edinmiş oluyor. Genç hukukçular, siyaset bilimciler; Brüksel’deki NATO koridorlarında veya Türkiye’deki gösterişli ofislerde, “prezantabl” düşünce kuruluşlarında “ağ”a dahil oluyorlar. Bu klasik bir siyasi örgütlenmeden çok daha güçlü bir "bağımlılık ve aidiyet" ilişkisi yaratıyor olsa gerek.

Farklı partilerden gelen genç isimler, aynı bürolarda, aynı analiz merkezlerinde, aynı programlarda yetişiyor. NATO zirvelerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan veya Dışişleri Bakanı Fidan ile aynı kareye giren YATA Int. Eski Başkanı ve ATA Int. Yönetim Kurulu üyesi Selin Yılmaz ve Mustafa Eracar gibi gençler, bugünün "genç katılımcıları" ama yarının potansiyel milletvekilleri, bakanları veya diplomatları olarak hazırlanıyorlar.

“Uluslararası vizyon" vaat edilen bu gençler çekirdekten mandacı düşünce ile yetişiyor. Beyinleri halkımızın çıkarlarından ziyade, Transatlantik ittifakının önceliklerine göre formatlanıyor. Aldıkları eğitimlerle, edindikleri ilişkilerle, ballı bir kariyer planlamasıyla NATO’nun siyasi geleceğe yaptığı yatırım sonuçlarını veriyor. NATO vesayetinin daima güçlü kalması için Partilerin dış politika birimleri, danışman kadroları, politika komisyonları, düşünce kuruluşları hep bu gençlerle istihdam ediliyor.

Sonuç, bir haberin içeriğine sığdırılamayacak boyutlarda, “sivil toplum” maskesi altına gizlenmiş bir 5. kol faaliyeti! Siyaset değişiyor, partiler gelip geçiyor fakat Türkiye’nin "derin aklını" batıya zincirlemeyi hedefleyen “siyaset üstü” operasyonlar da NATO eliyle yürümeye devam ediyor. Farklı düzen içi ideolojilerin maskesi altında, özünde aynı düşünce kalıplarına dayanan, aynı öncelikleri benimseyen, aklını, yüreğini, haysiyetini kiraya vermiş bir gençlik yetiştiriliyor.

/././

 Mücadeleci bir akademisyen Necdet Bulut: Sosyalizm kavgasına verdi kendisini... 

1980 darbesine giden süreçte faşistler tarafından katledilen Necdet Bulut, Türkiye’nin bilgisayar alanında doktora yapan ilk bilim insanıydı. Başarılı bir akademisyen olan Bulut aynı zamanda TİP üyesiydi ve son anına kadar sosyalizm mücadelesini sürdürdü.

Bundan 47 yıl önce, 26 Kasım 1978 gecesi faşist tetikçilerce çapraz ateşe tutarak yaralanan ve 8 Aralık 1978’de yaşam mücadelesini kaybeden Necdet Bulut, aydın bilim insanlarından biriydi. ODTÜ öğretim üyesi olan Necdet Bulut’u katletme girişiminin ve “doktor hatası” sonucu ölümünün arkasında kimlerin yer aldığı sorusu ise halen cevapsız.

İlk bilgisayar doktoru

Necdet Bulut, Türkiye’nin bilgisayar alanında doktora yapan ilk bilim insanıydı. İstanbul Üniversitesi Jeofizik Bölümü’nü 1960 yılında tamamlamış, bir süre endüstride çalıştıktan sonra ODTÜ Elektronik Hesap Bilimleri Bölümü’ne programcı olarak girmişti. 1970 yılında ABD’de doktora çalışmasına başlayan Bulut, doktora derecesini aldıktan sonra ODTÜ’ye dönerek, yardımcı profesör olmuştu.

Necdet Bulut’un ODTÜ’lü dönemi, bu aydın bilim insanının akademik hayatını siyasi mücadeleyle birleştirdiği zamanları yansıtıyor. TÜTED (Tüm Teknik Elemanlar Derneği) ve TÜMÖD’ün (Tüm Öğretim Üyeleri Derneği) kurucuları arasında olan Bulut, Türkiye Bilişim Derneği’nin de başkanlığını yaptı.

14 Şubat 1977’de Hasan Tan’ın ODTÜ rektörlüğüne getirilmesiyle başlayan dönem, solcu öğrencilerin ve işçilerin öldürüldüğü, öğretim üyelerinin yoğun tehditler ve baskılar altında eğitim yapmaya çalıştığı bir ODTÜ yaratmıştı. ODTÜ Bilgisayar Merkezi’nin başına ülkücü bir ambar memurunun atanmasıyla merkez çalışanlarının işlerine son verildiği ve yerlerine yaklaşık 700 militan ülkücünün işçi statüsüyle işe alındığı bu dönemde, ilerici mücadelenin ön saflarında yer alan Necdet Bulut, o zamanlar Üniversite Konseyi’nde yardımcı profesörlerin temsilci üyeliğini yapmıştı. 1977 genel seçimlerinde, Türkiye İşçi Partisi’nin İzmir milletvekili adayı olmuştu.

Siyasi mücadelelerinin yanı sıra akademik alandaki çalışmalarını sürdürmeye çalışan Necdet Bulut, 1978 yılında ODTÜ’den izinli olarak Karadeniz Teknik Üniversitesi Hesap Bölümleri Başkanlığı’na getirildi ve bu üniversitenin bilgisayar merkezinin kurulması için çalışmalarına başladı. Aynı zamanda TİP’in Trabzon il örgütünün de kuruculuğunu yaptı.

Düzen, tetikçilerini sakladı

26 Kasım gecesi Trabzon’daki lojmanının girişinde, eşi ve oğlunun da içinde bulunduğu arabası çapraz ateşe alındı. Eşi ve oğlu hafif yaralanırken, kendisi ağır yaralanmıştı. Özel uçakla Ankara’ya getirilen Necdet Bulut, 8 Aralık’ta Hacettepe Hastanesi’nde yaşamını yitirdi.

Necdet Bulut’un ağır yaralanmasıyla ölümü arasında geçen zamanda, kapatılmaya çalışılan bir suikast ile ortadan kaldırılmaya çalışılan bir aydının halen açığa çıkmamış hikayesi var.

İlk mahkeme kararına göre, Necdet Bulut’a ateş eden ve mahkeme dosyasına göre MHP’nin gençlik örgütü Ülkü Ocakları yöneticileri ve üyeleri olan üç tetikçi 15’er yıl, onları azmettiren üç Ülkü Ocakları üyesi ise müebbet hapse mahkum oldular. Ancak Askeri Yargıtay, Bulut’un ölümünde “tıbbi hata” saptadığından bu kararlar bozuldu ve yargılama, yeterli kanıt bulunamadığından dolayı, 1985’te beraatla sonuçlandı. Sonuç olarak, Necdet Bulut’u ülkücü tetikçilerin ve onların azmettiricisi olan örgütlü faşizmin öldürdüğüne değil doktor hatasının öldürdüğüne karar verilince, Bulut’u öldürmeye çalışanlar yaralama suçundan birkaç yıl yatıp, ellerini kollarını sallayarak çıkmış oldular.

Necdet Bulut’un vurulmasından bir hafta sonra ise Pol-Der Trabzon Şubesi Başkanı, TİP İl Başkanı Işıtan Gündüz’ü arayarak, Necdet Bulut saldırısına dair açıklama yapacağını söylemiş ve bir buluşma ayarlanmıştı. Ancak Pol-Der Başkanı bu buluşmadan önce vurularak yaralandı, daha sonra da görev yeri değiştirildi. Pol-Der’li polisi vuranların kim olduğu da halen şüpheli. Bu sırada, Necdet Bulut’un vurulmasından sonra olay yerine giden polislerin bulduğu boş kovanlar, nasıl olduysa kaybedildi.

Bu arada Necdet Bulut’un Ankara’ya getirilmesinden sonra hastanede geçen iki haftasına dair büyük kuşkularını daha önce anlatmış olan eşi Neşe Erdilek şunları söylemişti: “8 Aralık 1978 tarihinde vefatına kadar eşim, bilinci yerinde olarak ancak gün gün midesi, ciğerleri, böbrekleri iflas ederek, makinelere bağlı acı çekerek tükendi”.

Neşe Erdilek, Necdet Bulut’a özel uçakla Ankara’ya getirilirken “bir şey olmaz” denilerek sütlü kahve içirildiğini, ancak karın operasyonlarında ağızdan bile hiçbir sıvı alınmaması gerektiğini Bulut’u ameliyat edecek iki cerrahın bilmemesinin mümkün olmadığını söylüyor. Erdilek, Necdet Bulut’a yapılacak cerrahi müdahalenin bilerek geciktirildiği konusunda ciddi kuşkulara sahip. O sırada Mehmet Haberal’ın Hacettepe Hastanesi’ndeki sekreterinin Mehmet Ali Ağca’nın kız kardeşi olduğunu öğrenmesi bu kuşkularını pekiştirmiş.

Necdet Bulut’un katledilişinin ardından KTÜ senatosu, üniversitenin bilgisayar merkezini “Dr. Necdet Bulut Bilgisayar Merkezi” olarak adlandırmıştı. ODTÜ’de ise üçlü amfi olarak bilinen binaya “Dr. Necdet Bulut Amfisi” adı verilerek, binanın giriş kapısına bu ismi belirten bir mermer levha konulmuştu. Ancak 1980’le tescillenen örgütlü faşizm, bu isimlerden de rahatsız olunca, KTÜ’de merkezden Necdet Bulut adı silindi ve ODTÜ’deki levha Rektör Mehmet Gönlübol tarafından herhangi bir gerekçe gösterilmeden söktürüldü. ODTÜ Öğretim Üyeleri Derneği’nin ısrarcı girişimleri ile 2005 yılında Necdet Bulut ismi yeniden U3 amfisindeki yerini buldu.

Faşist saldırıyla katledilen başka bir aydının, Uğur Mumcu’nun, Necdet Bulut’un ardından 10 Aralık 1978’de Cumhuriyet gazetesine yazdığı yazıdan birkaç cümleyle bitirelim: “Bir kanlı tabut daha... Dr. Necdet Bulut! Yürekli, namuslu, yiğit bir aydın, sosyalizme inanmış bir bilim adamı... O da gitti. Faşist kurşunlarla yaptığı yaşam kavgasında yenik düşüp kırk yaşında bir kanlı tabuta girerek ayrıldı aramızdan. Bilgisayar uzmanıydı. İsteseydi, çokuluslu şirketlerde her ay yüzbinler kazanacak bordrolara imzasını atabilirdi. Bunları, bu gibi kazanç kapılarını eliyle kilitleyerek, demokrasi ve sosyalizm kavgasına verdi kendisini. (...) Rahat uyu Necdet! Bir gün gelecek, faşist katillerin ağa babaları, akan ve akıtılan kanlarda boğulacaklardır. Er ya da geç, ama bir gün mutlaka...”

Necdet Bulut’un hayatı, mücadelesi ve katledilişine dair bilgiler Orhan Tüleylioğlu’nun “Neden Öldürüldüler?” başlığı altında, aydın cinayetlerine dair derlediği kitaptan alınmış; kapsamlı bir çalışma Yazılama Yayınevi tarafından yayımlanan "Karanlığın Katlettiği Bir Bilim İnsanı: Necdet Bulut" kitabında yer almıştır.

/././

 Adıyaman'da deprem konutlarını su bastı: 'Bardağı taşıran son damla' -Özkan Öztaş- 

Adıyaman Gölbaşı'nda "güvenli" denilen TOKİ konutlarını ilk yağmurda su bastı. Şehirden uzak, ulaşımın zor olduğu konutlarda altyapı yok. Yurttaşlar, "Sorumluluk alan yok ama aidat isteyen çok" diyerek yetki karmaşasına ve ihmale isyan etti.

Adıyaman'ın Gölbaşı ilçesinde 6 Şubat depremlerinin ardından inşa edilen ve "güvenli" denilerek teslim edilen TOKİ konutları, ilk ciddi yağışta sınıfta kaldı. Şiddetli yağmurun ardından zemin katları su basarken, üst katlarda da tavan ve duvarlardan sızan sular yurttaşları çileden çıkardı. Depremzedeler, yaşadıkları mağduriyeti ve konutlardaki yapısal sorunları soL'a anlattı.

Depremin üzerinden geçen yaklaşık üç yıla rağmen barınma sorunu nitelik değiştirerek devam ediyor. Gölbaşı'ndaki TOKİ konutlarına yerleşen aileler, altyapı yetersizliği ve baştan savma işçilik nedeniyle kendilerini yeni bir "afet" ortamında buldu.

İhale zinciri ve kötü malzeme

Konutlardaki sorunların temelinde, inşaat sürecindeki denetimsizlik ve kâr hırsı yatıyor. Depremzedelerin aktardığı bilgilere göre, inşaatı hızlandırmak adına ince işçilikten büyük ölçüde taviz verildi. İhaleyi alan ana firmaların işi daha ucuza mal etmek için alt taşeronlara devretmesi, kullanılan malzemenin kalitesini düşürürken işçiliğin de özensiz yapılmasına neden oldu.

Son üç-dört gündür Adıyaman genelinde etkili olan yağışlar, bu özensizliği gözler önüne serdi. Birçok binanın zemin katını su basarken, üst katlarda oturanlar da tavan akması ve duvar sızıntılarıyla mücadele ediyor. Depremzedelerin paylaştığı görüntülerde, sorunun münferit bir olay olmadığı, hemen hemen her blokta benzer manzaraların yaşandığı görülüyor.

Şehirden uzak, sorunlara yakın

soL'a konuşan bir depremzede, konutların konumuna ve yaşattığı hayal kırıklığına dikkat çekerek şunları söyledi:

"TOKİ konutlarını zemini daha sağlam diye şehrin 7-8 kilometre dışına yaptılar. Tek tesellimiz 'evler iyi yere yapıldı, artık sağlam olacak' düşüncesiydi. Ancak daha yağan ilk yağmurda evleri su basınca şaşkına döndük. Sadece su basması da değil; kimisinin ısınmada, kimisinin elektrik tesisatında bir sürü sorunu var. Biz evlerin içinde yaşarken sanki bir yandan da şantiye hali devam ediyor."

Konutların şehir merkezine uzaklığı, aracı olmayan aileler için işe gitmeyi ve temel ihtiyaçları karşılamayı bir eziyete dönüştürmüş durumda. Ulaşım imkanlarının yetersizliği, bölgedeki yaşamı daha da zorlaştırıyor.

Yağan yağmurun ardından Adıyaman Gölbaşı ilçesinde inşa edilen TOKİ konutlarının zemin katı.

'Kimse sorumluluk almıyor ama aidatlarımızı tıkır tıkır alıyor'

Depremzedelerin en büyük şikayetlerinden biri de karşılarında bir muhatap bulamamak. TOKİ bölgesinin Gölbaşı ilçe sınırlarının hemen bitiminde yer alması, yetki karmaşasına ve bürokratik bahanelere kapı aralıyor.

Yurttaşlar, yaşadıkları yetki krizini şu sözlerle anlatıyor:

"Bazen bir konu oluyor, altyapı sorunu ya da durak talebi gibi. İlçe belediyesine gidiyoruz, 'Orası bizim yetki sınırımız dışında, köy statüsünde' diyorlar. İl belediyesine soruyoruz, onlar da topu ilçeye atıyor. Kimse sorumluluk almıyor. Buranın muhatabı kimdir belli değil. Ama iş aidata zam yapmaya veya parayı toplamaya gelince tıkır tıkır almasını biliyorlar."

Aidatlar 890 liradan 1200 liraya çıktı. Ama depremzedelerin verdiği aidatlar dışında düzenli ilerleyen bir şey yok. 

Kışın sıcak ve yaşanabilir bir ev hayali kuran depremzedeler, depremin yaralarını sarmaya çalışırken hala en temel barınma sorunlarıyla boğuşmaktan yorulduklarını ifade ediyor. Yetkililerden bahaneler değil, acil ve kalıcı çözümler bekliyorlar.

/././

Öne Çıkan Yayın

halkTV "Köşebaşı" -12 Aralık 2025-

 Laleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..”-Bahadır Özgür- İstanbul Cumhuriyet Başsa...