Sermaye, yeni-Osmanlıcılığa nasıl ayak uyduruyor: Bir Koç Holding yöneticisinin portresi -Gamze Erbil-
Koç Holding yönetimine “stratejik danışmanlık ve uluslararası ilişkiler alanındaki uzmanlığı” geliştirme perspektifiyle dahil olduğu söylenen eski Şam Büyükelçisi Önhon, Arap Baharıyla başlayan Suriye operasyonunda, Türkiye’nin “yoğun mesai” yapan ekibinden. Sonradan Colani’yi İdlib’de eğittiklerini açıklayan ABD Elçisi Robert Ford’la da yakın.
Eski Şam Büyükelçisi ÖnhonTürkiye'de kamu görevinde bulunan isimler, medyanın ve araştırmacıların yoğun ilgisine mazhar oluyor. Ancak aynı şeyi sermaye gruplarının yöneticileri için söylemek mümkün değil. Sermayenin yönlendirici isimleri, genel olarak kamunun gözlerinden uzak, kendi dar fakat etkili dünyalarında önemli roller üstleniyor.
Oysa Türkiye sermayesinin yayılmacı eğilimleriyle AKP iktidarının bu ihtiyaca nasıl yanıt verdiğinin anlaşılması, biraz da bu ipuçlarının birleştirilmesiyle ortaya çıkıyor.
Koç Holding'in tepe kadrosu, bu açıdan, önemli bir inceleme konusu.
Koç Holding Yönetim Kurulu’nun bağımsız üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Kırman, bir ay kadar önce, Can Holding’e yönelik kara para aklama soruşturması kapsamında yurt dışına çıkış yasağı alınca, bu görevinden istifa etti. Koç Holding Kamuyu Aydınlatma Platformu’na (KAP) açıklama yaparak istifayı duyurdu. Kırman da, istifa kararını "soruşturma sürecinin sağlıklı ilerlemesine katkı sağlamak, kurumların gereksiz tartışmalara sürüklenmesini önlemek ve ailevi sağlık nedenleri" olarak açıkladı.
Böylece Koç'un tepe kadrosu, kamuoyunun dikkat kesildiği operasyonlar vesilesiyle biraz gündeme girdi, sonra yine unutuldu gitti.
Koç Holding Yönetim Kurulu’nun diğer bağımsız üyeleri de enteresan simalar. Mesela Michel Ray de Carvalho, finans kariyeri bir yana küçükken filmlerde oynamış ve bunlar arasında “Arabistanlı Lawrence” da bulunuyor.
Ama hikayesi çok daha ilgi çekici olan bir isim var burada: Eski diplomat ve “Büyükelçinin Gözünden Suriye” kitabının yazarı Ömer Önhon. Önhon Koç Holding yönetimine 18 Nisan 2024’te giriyor ve üyeliği devam ediyor.
Önhon'un bağımsız üye olarak eklenmesi, holdingin stratejik danışmanlık ve uluslararası ilişkiler alanındaki uzmanlığını güçlendirme amacı taşıdığı şeklinde yorumlanıyor. Önhon Kasım 2024'te, Koç Holding yönetim kurulu üyesi sıfatıyla Resort Turizm Kongresi'nde “Türkiye’nin dünyadaki algısı ve yönetimi” başlıklı bir konuşma yapıyor; emekli büyükelçi kimliğiyle turizm ve dış politika alanlarının kesişimini ele alıyor. Esad’ın düşüşü sonrasındaysa yine turizmle ilgili mi bilinmez, Haziran 2025’te Suriye’yi ziyaret ediyor.
Stratejik dönemler ve stratejik görevler...
Önhon’un Suriye görevleri kritik dönemlere denk geliyor. 1998-2000 tarihleri arasında Suriye’de “Büyükelçilik müsteşarı” ve 2009-2012 tarihleri arasında da “Büyükelçi” olarak görev yapıyor. Birincisi Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıktığı dönemi, ikincisi de Suriye’ye yönelik “Arap Baharı operasyonu” dönemini kapsıyor.
Önhon’un Suriye’ye ilişkin biyografik kitabı, Türkiye’nin ilgili dönem için “resmi Suriye tarih tezi” olarak da okunabilir. O dönem başka kaynaklardan önümüze gelen Türkiye’nin muhalifleri silahlandırdığı ve desteklediği yönündeki bugün artık “tartışmasız” bilgilerin, “diplomatik” olarak ifade edilmiş halini buluyoruz kitapta. Ama tüm yapılan iş, sanki naifçe kimi temaslarda bulunmaktan ibaretmiş gibi bir şekilde ilerliyor. Kitabı ve yorumlanışını uzatmayalım; özeti, farklı bir arkaplana sahip olarak okursanız, Önhon profilini gerçek bir “özel harekat misyoneri” olarak da algılayabilirsiniz.
Yeni Osmanlının operasyonel elçisi
1998 görev dönemi tecrübelerinin de katkısı dikkate alınmış olmalı ki, Suriye’yle kritik bir ilişkinin sürdüğü dönemde -ve sonrasında Arap Baharı gündeme geldiğinde ve ilişkiler adım adım farklı bir yola girdiğinde- önemli roller üstlenmiş Önhon.
Türkiye’nin hem kendi Osmanlı perspektifi doğrultusunda, hem de üstlendiği uluslararası misyonlara uygun biçimde yürüttüğü Suriye politikasının zorlu dönemeçlerinde görev alan Önhon’un buradaki operasyonları yürüten MİT ile (en azından) yakın işbirliği yaptığını da eklemek gerek. Suriye’deki koşulların elçiliğin kapanmasını gündeme getirdiği aşamada bu görevi zorunlu olarak bitince, “Ortadoğu’dan sorumlu müsteşar yardımcısı” olarak Ankara’da konuyla ilgilenmeye devam ediyor ve yine zorlu diplomatik süreçlerde rol alıyor.
Suriye operasyonunda elçilere de yoğun mesai
Dönemin MİT Başkanı ve bugünkü Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Esad’ın düşüşünün ardından 13 Aralık’ta NTV’ye verdiği söyleşide olayın sıcaklığı ve zafer sarhoşluğuyla “Şahsen Suriye’yi düşünmediğim hiç bir mesai günüm, başka normal bir günüm de olmadı. Bu konu bizim her zaman gündemimizdeydi...” “Karamsar noktalara geldiğimiz anlar oldu. Halep’in düşmesi, bir takım kuşatmaların yaşanması, daha sonra yaptığımız Astana süreçleriyle başlayan dönem, İdlib’e çekilmemiz vs. tüm bu süreçlerde çok stratejik kararlar alınması gerekti.” “Muhalif dost unsurlarla ve silahlı kuvvetlerimizle el ele vererek yaptığımız operasyonlar oldu” gibi ifadeler ve “Suriye’de iç savaşın” başladığı zamandan beri “devletin tüm organlarıyla” konuya eğildiğini vurgulaması hatırlanacaktır. İşte Önhon, bu devletin cephedeki neferlerinden biri olarak o dönemi geçiren bir figür.
Önhon’un Suriye macerasında işbirliği yaptığı çok sayıda yabancı elçilik arasında ABD Büyükelçisi de özel bir yer tutuyor. O dönem bu görevde Robert Ford bulunuyor. Sık sık temas ediyorlar ve aslında Suriye büyükelçiliği görevi altında, Suriye operasyonu yürütüyorlar. Örneğin hem Önhon hem de Ford, Ağustos 2011’deki karışıklıklar döneminde Hama’yı ziyaret ediyor. Önhon daha tedbirli davrandığından mı bilinmez, Ford’un ziyareti Suriye’ye karşı komplo bağlamında gündem oluyor ve elçiliği de hedef alan protestolarla karşılanıyor.
‘Zaman zaman ayrı düşsek de, her şey muhalifler için’
İkili Temmuz 2012 sonrası Suriye Ulusal Konseyi’nin bir heyetinde yer alıyor ve PYD Eş Başkanı Salih Müslim’i ofisinde ziyaret ediyor. Suriye Kürt hareketinin SUK’a katılımı görüşülüyor; ancak anlaşılan işler yolunda gitmiyor. Müslim’in ifadesine göre, “Zamanın Suriye ABD Büyükelçisi Robert Ford ve Türk Büyükelçi Ömer Önhon bizim ofisimize geldiler. Bay Önhon kısa bir süre kaldı ve ayrıldı. Sanırım varlığımdan rahatsız olmuştu. Ford ile yaklaşık dört saat boyunca görüştük”.
Önhon 2012-13 yıllarında İstanbul’da yapılan muhalefet organizasyonlarını düzenleyen kişi. Bunlar arasında silahlı gruplar, Müslüman Kardeşler, ve aklınıza ne gelirse var. Muhalefet şekillenirken “Kürt haklarının tanınması talebi” reddediliyor hep ve Suriye’nin birliğine vurgu yapılıyor.
Türkiye ABD ilişkilerinde yeni ‘Suriye Baharı’
Önhon, Genel Siyasi İşler Müsteşar Yardımcısı (MGSY) olarak görev yaptığı dönemde 14 Aralık 2012’de -Marakeş’teki Suriye’nin Dostları Grubu toplantısının hemen sonrasında (12 Aralık) - Robert Ford ile Ankara’da bir görüşme yaptı. Türkiye ve ABD ilişkilerinde vekil yönetimi konusunda sıkıntılı durumların geliştiği bir dönemin arefesinde yapılan bu görüşmede resmi kayıtlara göre “Suriye’de rejim değişikliği, insani yardım ve Patriot füzeleri” konuşuluyor.
Ancak yaz aylarındaki ÖSO başarısızlıkları ve Kürtlerle ittifak gibi Türkiye tarafı için “tatsız” sayılabilecek konuların da gündeme geldiğini ve burada bir revizyon üzerinde durulduğunu varsayabiliriz. Nitekim CIA’nin Timber Sycamore olarak bilinen muhaliflere yönelik yardım programının esasen bu dönemde gündeme girdiği biliniyor.
Suriye'de iç savaş dönemindeki yıkımdan bir görüntü.Ortak değerlendirme: ABD’nin PYD tercihi ilişkileri zora soktu
Önhon ve Ford, Türkiye ve ABD arasındaki bağları o buluşmada iyi “kurabildiler” mi bilinmez; ancak sonraki dönemlerde bir araya geldikleri etkinliklerde ya da yaptıkları yayınlarda, genel olarak benzer bir kavrayışı savunduklarını görüyoruz. İkisi de Şark el Avsat gazetesinde Suriye’nin normalleşmesi üzerine yazdıkları yazılarda ABD politikasındaki -belki de kendilerinin çok uğraştığı- o kırılma noktasını eleştiriyor.
İkilinin yeniden buluşması 13 Ekim 2021’de Türk Miras Vakfı tarafından düzenlenen çevrimiçi panelde gerçekleşiyor. Ford ve Önhon Suriye’deki gelişmeleri ve Türkiye-ABD ilişkilerini tartışıyor. Her ikisi de ABD'nin PYD/YPG desteğini eleştiriyor. Ford bunu “Hizbullah'a karşı Hamas'ı desteklemek” gibi kısa vadeli bir tercih olarak nitelendiriyor; Önhon ise Türkiye'nin güvenlik endişelerini vurguluyor. İkisi de Esad’ın savaştan galip çıktığını teslim ediyor ancak Önhon yönetimin kırılganlığına vurgu yapıyor.
2024 Aralığında Esad düşerken Önhon taze Koç Yönetim Kurulu üyesi, ve ertesi Haziran’da Suriye’yi ziyaret edecek; Ford ise Mayıs 2025’te “Onları (Heyet Tahrir el Şam-HTŞ) biz eğittik, merak etmeyin” açıklamasını yapacak...
İtiraf anları... Fidan: ‘Halkımız bilmeyebilirler’
Hakan Fidan’ın 13 Aralık NTV söyleşisinde önemli bir yer tutan başlık, HTŞ’nin uluslararası kamuoyu nezdinde meşrulaştırılması bahsi olmuştu. Fidan, HTŞ’nin “örgüt deyip bir kenara atılmaması gerektiğini, halka yönelik temel hizmetleri önemsediklerini, İdlib’de yaptıklarını, Şam’a taşıdıklarını...” söylüyor.
“Halkımız bilmeyebilirler, ama muhalif gruplar beş milyon Suriyeli’yi zaten yönetiyorlardı. Muhalif topraklarda, sadece İdlib’de HTŞ’nin yönettiği dört milyon Suriyeli vardı” diyerek İdlib operasyonunu açıklıyor -milyonlar konusunu biraz abartıyor...
Fidan, muhaliflerin harekatından bahsederken, başladıktan sonra kansız ve maliyetsiz gerçekleşmesi için çaba harcadıklarını ancak öncesinde hiçbir ülke ve grupla bir planlama yapmadıklarının altını çiziyor ama bir yandan da “bizim tanıdığımız kadar kimse tanımıyor bunları. Çok fazla söylenti var, haklarında”... diyor ya da zor dönemlerde “muhalif arkadaşlara” nasıl sabır telkin etiğini anlatıyor.
Colani’nin İdlib stajı: Teröristten siyasetçiye
Benzer bir meşrulaştırma çabası Mayıs ayında Ford’un açıklamalarında kendini gösteriyordu. HTŞ’nin katliamları Suriye’yi sarsarken ve uluslararası kamuoyunu ikna etmede zorluklar yaşanırken, Ford eli biraz daha yükselterek “Bunları biz eğittik” dediği açıklamayı yaptı.
Baltimore Council of Foreign Affairs’in düzenlediği “Suriye’de isyancılar kazandı... Şimdi ne olacak?” başlıklı oturumda, Robert Ford HTŞ lideri Ahmed El Şara (Ebu Muhammed el-Colani) ile ilgili olarak, “2023'te, çatışma çözümü konusunda uzmanlaşmış bir İngiliz sivil toplum kuruluşu, bu adamı terör dünyasından çıkarıp normal siyasete sokma çabalarına yardım etmem için beni davet etti” dedi. Ford Inter Mediate ve Conflict Resolution Foundation’ın faaliyetlerinden bahsettiği konuşmasında Suriye’deki gelişmelerde Türkiye’nin rolünü de ima etti.
Ford’un açıklamalarından, Colani’yi “Şam’da iktidarı ele geçirmesi için eğittikleri”, eğitimlerin 2020-2023 yılları arasında olduğu ve ekiplerde strateji uzmanları, büyükelçiler ve istihbarat görevlilerinin bulunduğu anlaşılıyordu. Başlangıçta kendisinin de tereddüt içinde olduğunu belirten Ford, müttefiklere güven vermek için yaptığı açıklamada, “Onları tanıyoruz, zihinlerini ve eylem tarzlarını biliyoruz” diyordu ve yapılan eğitimlerin “Colani’yi terörden siyasete entegre etme” amaçlı olduğunu vurguluyordu. Ford, Colani'yle 2023-2025 arası birden fazla görüşme yaptığını (Mart 2023, Eylül 2023, Ocak 2025'te Şam'da) ve bu görüşmelerin “uygar ve stratejik çerçevede” geçtiğini belirtti. Bu temaslar, Arap medyasındaki haberlere yansıdı.
ABD ve MI6’ten itiraflar
Ford’un diğer destekleyicisi, eski ABD Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey de 2018'den beri İdlib'de HTS ile “dolaylı temaslar” kurduklarını ve Colani'yi Esad'dan korumak için uğraştıklarını anlatıyordu. Jeffrey 2021’de HTŞ için “Washington için uygun bir varlık” demişti.
Bir diğer “doğrulama” MI6 Başkanı Sir Richard Moore’un 2025 Eyülü’nde (19) İstanbul’da yaptığı veda konuşmasında geldi. Moore, MI6’in HTŞ ile “bir-iki yıl önce ilişki kurduğunu” söyledi. Moore, “Beşar'ı devirmelerinden bir veya iki yıl önce HTŞ ile ilişki kurarak, Birleşik Krallık hükümetinin ülkeye haftalar içinde dönüşü için bir yol açtık” diye konuştu.
James JeffreyMI6 STK’sı ve Suriye misyonu
İdlib’deki faaliyetler İngiliz STK’sı olarak geçen Inter Mediate ile ilişkilendiriliyor. MI6’in de faaliyetlerinde uluslararası yardım kuruluşlarını -charity organisations- farklı misyonlarla donatarak kullandığı biliniyor.
Inter Mediate, tam da 2011 yılında, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in başdanışmanı Jonathon Powell ve Yemen gibi sıcak çatışma bölgelerinde görev üslenen BM bürokratı Martin Griffiths tarafından kuruluyor. Powell 2024’te Keir Starmer’ın ulusal güvenlik ekibine entegre olurken örgütle bağını kesiyor.
Örgüt, “karmaşık ve tehlikeli silahlı çatışmalarda gizli diyalog ve arabuluculuk” misyonuyla kendini tarif ediyor. Amaç olarak da “çatışma tarafları arasında anlamlı diyalog başlatma, müzakere kolaylaştırma ve sürdürülebilir barışa katkı sağlama”yı benimsiyor. “Gizlilik, tarafsızlık ve esneklik” ilkeleriyle çalışıyor ve doğal olarak resmi diplomasinin dışındaki alanlarda iş görüyor.
Çalıştığı alanlar arasında, Kolombiya, Burma, Mozambik, Bask bölgesi, Libya, Afganistan ve daha onlarca çatışma coğrafyası var. İngiltere Dışişleri Bakanlığı’ndan 2011-2020 arasında dört milyondan fazla paund ödeme aldığı biliniyor.
Suriye’de HTŞ lideri Colani’yle 2023’ten beri çalışıyor. Colani’nin “siyasi dönüşümünü” destekliyor ve örgütü meşrulaştırma hedefi güdüyor. ABD’nin eski Şam Büyükelçisi Robert Ford’un da katıldığı toplantılar düzenlediği, Ford’un açıklamalarıyla netlik kazanmış oldu. Örgüt, bu konuda resmi bir açıklama yapmadı.
Bu senaryoda WINEP olmadan olmaz
Aaron Y. Zelin isimli “araştırmacı” kişiye geliyoruz. Washington Institute for Near East Policy (WINEP) olarak bilinen Washington merkezli İsrail yanlısı düşünce kuruluşunda Gloria and Ken Levy Senior Fellow olarak görev yapan (bağışçılarının ismiyle anılıyor araştırmacılar) ve (Yahudi) ismi ve kariyeri dışında hakkında özel-kişisel bilgiye ulaşmanın mümkün olmadığı Zelin, uluslararası cihatçı çetelerle ilgili çalışmalarıyla tanınıyor. WINEP’ten bağımsız olduğunu özellikle vurguladığı bir başka internet sitesini yönetiyor: Jihadoloji.
Zelin burada özellikle 11 Eylül sonrası Batı emperyalizminin kendine yarattığı “düşman” olan “radikal islamcı” örgütlerle ilgili bilgiler yayımlıyor.
Bu sitede 2012’de Nusra Cephesi’nin ilanından itibaren HTŞ’nin gerçekleştirdiği etkinlikler kayıt altına alınmış durumda. Bu sitede Esad’ın düşüşü öncesinde de örgütün İdlib’deki faaliyetlerin tüm kayıtları yer alıyordu. Yani Ford’un “itirafları” öncesinde de İdlib’de neler olduğuna dair bir fikir edinmek mümkündü. Siteye Aralık 2025 öncesindeki tarihlerde baktığınızda “burada tuhaf bir prova yapılıyor ama biraz sürreel bir ortam. Belki de bu islamcı paralı askerleri izole bir dünyada böyle oyalıyorlar” diye düşünebilirdiniz. Medya açıklamaları, çeşitli ziyaretler, kimi idari açıklamalar... çok çeşitli yönetsel aktivitelerin görüntüleri burada bulunuyor.
Tabii Ford’un yaptığı açıklama sonrasında tüm bu kayıtlar daha net bir anlam ifade eder hale geldi. Zelin etkinlikleri kayıt altına alırken, “burada İngiliz ve Türk istihbaratı bir ‘geçiş provası’ eğitimi yapıyor” bilgisini vermiyordu ancak bugün parçaları birleştirince tablo netlik kazanıyor.
Koç Holding yönetim kurulu üyesi Önhon’un stratejik danışmanlık ve uluslararası ilişkiler alanındaki uzmanlığı böyle bir ağdan besleniyor. Ama herhalde bu devirde de böyle “uzmanlıklar” gerekiyor. Artık turizm bağlamında mı, başka bağlamda mı..
/././
Uyuşturucu operasyonunda yeni dalga: Veyis Ateş ve Ali Baran Süzer dahil çok sayıda kişi gözaltına alındı
Ünlü isimlere yönelik uyuşturucu soruşturması genişliyor. Rapçi Ege Karataşlı, Miss Türkiye 2016 güzeli Buse İskenderoğlu, eski Habertürk Genel Müdürü Veyis Ateş, fenomen Taner Çağlı, Süzer Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali Baran Süzer ve ‘The Bacım’ lakaplı fenomen, uyuşturucu operasyonu kapsamında gözaltına alındı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Kaçakçılık, Narkotik ve Ekonomik Suçlar Soruşturma Bürosunca "uyuşturucu madde imal ve ticareti", "uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırmak için özel yer, donanım veya malzeme sağlayan ve kullananların yakalanmalarını zorlaştıracak önlemler alma", "kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etme veya bulundurma" ile "uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanma", "fuhşa teşvik ve aracılık etme" suçlarına yönelik yürütülen soruşturma sürüyor.
İstanbul ve Muğla'da düzenlenen eş zamanlı operasyonda 17 şüpheli gözaltına alındı.
Ünlü işletmeci gözaltında
Aynı soruşturma kapsamında savcılık talimatıyla İstanbul'da "Amaya", "Bebek Oteli", "Kastel Elektromüzik", "Suma Han" ve "Taksim Club IQ" isimli mekanlara düzenlenen operasyonda 3 şüpheli daha gözaltına alındı.
Yeni Şafak muhabiri Burak Doğan’ın aktardığına göre, Suma Han adlı gece kulübünün sahibi Cengiz Can Atasoy da gözaltına alınanlar arasında bulunuyor.
DHA’da yayımlanan basın görüntülerinden birinin de Suma Han adlı gece kulübünden geçiş yapılarak ulaşılan bir ev olduğu iddia edildi.
20 kişi hakkında gözaltı kararı
Soruşturmada bu suçlara karıştıkları tespit edilen aralarında Habertürk eski yöneticisi ve sunucu Veyis Ateş ve sosyal medya fenomeni Taner Çağlı'nın da bulunduğu 20 şüpheli hakkında gözaltı kararı verildi. Şüphelilerden 5'inin yurt dışında olduğu belirlendi.
15 zanlının yakalanması için dün İstanbul ve Muğla'da düzenlenen eş zamanlı operasyonlarda Ateş ile Çağlı'nın da arasında bulunduğu 14 şüpheli gözaltına alındı. Firari 1 şüpheliyi ise yakalama çalışmaları devam ediyor.
Veyis Ateş’in evinde gözaltına alındığı, Taner Çağlı’nın ise Viyana’ya gitmek üzereyken havalimanında yakalandığı öğrenildi.
Hürriyet'ten Musa Kesler'in haberine göre, Miss Turkey 2016 güzeli Buse İskenderoğlu, Rapçi Ege Karataşlı gözaltına alındı.
Sabah'tan Dilek Yaman'ın aktardığına göre, ‘The Bacım’ lakaplı 2.5 milyon takipçisi bulunan sosyal medya fenomeni gözaltına alındı.
Sözcü'de yer alan haberde ise Süzer Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali Baran Süzer'in de gözaltına alınan isimler arasında olduğu belirtildi.
Öte yandan, uyuşturucu soruşturması kapsamında hakkında yakalama kararı bulunan Şevval Şahin’in, Buse İskenderoğlu’nun yakın arkadaşı olduğu belirtildi.
Şahin, konuyla ilgili geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada, "'Hafta başında annemin ev taşıma işleri ve ailevi meseleler için büyüdüğüm ülkeye İngiltere'ye gelmiştim. Hakkımda çıkan haberleri yeni görüyorum. Buradaki işlerimi tamamlayarak ülkeme dönüp gerekli açıklamaları ve girişimleri yapmayı amaçlıyorum." demişti. Şahin, henüz Türkiye'ye dönüş yapmadı.
Ne olmuştu?
8 Ekim'de ünlülere yönelik bir uyuşturucu operasyonu daha düzenlenmişti. İstanbul İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince gerçekleştirilen operasyon kapsamında; aralarında pek çok oyuncunun, fenomen ve şarkıcının bulunduğu 19 kişi, ifadeleri ve kan örnekleri alınmak üzere İl Jandarma Komutanlığı’na götürülmüştü. Haklarında gözaltı kararı olmadığı belirtilen ünlüler ifade ve kan verme işlemlerinin ardından serbest bırakılmıştı.
Bu soruşturma spikerlere uzanmış, 8 Aralık'ta televizyon spikerleri Ela Rümeysa Cebeci, Hande Sarıoğlu ve Meltem Acet, "uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanma" suçlamasıyla gözaltına alınmıştı. Spikerler ifade ve kan örneği verdikten sonra serbest bırakılmıştı. Test sonuçları pozitif çıkan Cebeci, dün (17 Aralık) tutuklanmıştı.
Habertürk TV Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy, Mustafa Manaz, Ufuk Tetik ve Ebru Gülan tutuklanmıştı.
Mehmet Akif Ersoy'un da tutuklandığı uyuşturucu soruşturması kapsamında Münevver Karabulut'un katili Cem Garipoğlu'nun kuzeni Kasım Garipoğlu, Fatih Garipoğlu ve Burak Ateş hakkında yakalama emri çıkartılmıştı.
Şeyma Subaşı, Şevval Şahin, Mert Vidinli gibi isimler hakkında yakalama kararı sürüyor, yurt dışında oldukları için haklarında henüz bir işlem yapılmadı.
19 Aralık Cumartesi günü hakkında arama kararı çıkarılan ve şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırılanlardan biri de Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Sadettin Saran, o sırada Fenerbahçe Beko’nun maçı ve transfer görüşmeleri nedeniyle İtalya’da bulunuyordu. Hakkındaki kararı öğrenince özel uçakla Türkiye’ye dönen Saran, 20 Aralık Pazar günü Adli Tıp’ta numune vermiş ve savcılık ifadesinin ardından yurt dışı yasağı konularak serbest bırakılmıştı. Ancak son aşamada uyuşturucu testinden biri pozitif çıkan Saran, kulüpteki başkanlık makamından gözaltına alınmış, bir kez daha adli kontrol ve imza şartıyla serbest bırakıldı.
Öte yandan Mehmet Akif Ersoy’un tutuklanmasının ardından, soruşturma kapsamında ifade veren gizli tanıklar, Etiler’de bulunan Kütüphane adlı gece kulübünde uyuşturucu kullanıldığını öne sürmüştü. İfadelerin ardından narkotik ekipleri, Umut Evirgen’in eski sahibi olduğu Kütüphane’ye narkotik köpekleriyle birlikte baskın düzenlemişti.
Evirgen de gözaltına alınan kişilerdendi. soL’da 'Set Kemal' lakaplı babası Kemal Evirgen'den Mehmet Ağar ve Fatih Terim'e uzanan ilişkiler ağı; faili meçhullerden MİT raporlarına yansıyan 'dokunulmazlık' zırhını yeniden gündeme getirmiştik.
Çürük elma değil, çürük sepet -Berkay Kemal Önoğlu-
Kapitalizmin içine düştüğü bu lağım çukurundan çıkışı mevcut aktörlerin ve mekanizmaların ıslah edilmesiyle mümkün olabilir mi göreceğiz? Göreceğiz ama izlemeyeceğiz…
Türkiye’de yasadışı bahis sektörü, uyuşturucu ticareti ve paralelinde gelişen kara para aklama pratikleri, artık adliye haberlerinin konusu sayılan "marjinal suç alanları" olarak görülemeyecek denli büyüdü, derinleşti ve sıradanlaştı. Bugün karşı karşıya olduğumuz tablo sistemin dışında kalan 3-5 çetenin münferit hikâyesi değil; kayıt dışı ekonominin sermaye birikim süreçleriyle etle tırnak gibi kaynaştığı, yasal olanla olmayanın sınırlarının silikleştiği bir sistem sorunununa işaret ediyor. Bu nedenle mesele bir bütün olarak Türkiye kapitalizminin temel dayanaklarını ilgilendiren yapısal bir çürüme olarak okunmalı.
Bu yapının en somut ve devasa ayağını oluşturan yasadışı bahis sektörü ulaştığı hacimle kayıt dışı ekonominin motoru haline geldi. MASAK’ın güncel verilerine göre bu sektördeki yıllık işlem hacminin 50 milyar dolar seviyesini aştığı ve sadece 2023 yılında en az 280 bin banka hesabının bu trafiğe aracılık ettiği görülüyor. Kripto varlıklar ve kiralık hesaplar üzerinden dolaşıma sokulan bu devasa paralar çoğunlukla inşaat, turizm ve hizmet sektörlerinde "aklanarak" “yasal” ekonominin ihtiyaç duyduğu sıcak paraya dönüştürülüyor. Dolayısıyla işsizlik ve borç batağındaki yüz binlerce insanı hedef alan yasa dışı bahis, kayıt dışı sermaye birikimini finanse eden dev bir istihdam alanı olarak sürekli teşvik edilmeye ve büyümeye devam ediyor.
Son yıllarda benzer bir genişleme Türkiye’nin jeopolitik konumu itibariyle merkezinde durduğu uyuşturucu piyasasında da rahatlıkla gözlemlenebilir. Türkiye uzun süredir eroin rotası üzerindeyken, son yıllarda kokain ve sentetik uyuşturucu ticaretinde de küresel bir merkeze dönüştü. Örneğin Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi raporları Türkiye'de yakalanan kokain miktarının son yedi yılda yedi kat artış gösterdiğini ve Emniyet’in verileri metamfetamin yakalamalarındaki artışın yüzde 100'leri aştığını açıkça gözler önüne seriyor. Bu piyasa için yakalanan miktarın her zaman asıl trafiğin çok küçük bir kısmını oluşturduğu genel kabulünü gözden kaçırmayalım. Bu durumda milyarlarca dolarlık uyuşturucu parasının da bahis gelirleriyle benzer kanallardan sisteme girip “temizlendiği” gerçeği bir kez daha suratımıza çarpıyor.
Peki nedir o kanallar? Türkiye nasıl devasa bir çamaşır makinesine dönüşüverdi?
Tüm bu yasadışı faaliyetleri birbirine ve Türkiye kapitalizminin merkezine taşıyan ana damarı yani kara para aklama mekanizmalarını konuşmamak olmaz. Türkiye’nin kronikleşen döviz ihtiyacı ve sıcak para bağımlılığı daima kaynağı belirsiz paraların ülkeye girişini teşvik eden bir zemin yaratageldi. Son 15 yılda ondan fazla kez çıkarılan "Varlık Barışı" yasaları, yurt dışından getirilen paranın kaynağının sorulmayacağının taahhüt edilmesi, Türkiye’nin uluslararası finansal izleme raporlarında şu meşhur “gri liste”ye alınmasının temel nedenlerinden biri oldu. Gayrimenkul alımları, aniden büyüyen paravan şirketler ve lüks tüketimdeki patlama ise bu kirli paranın aklanma sürecinin vitrinini oluşturuyor.
Devlet bu zamana kadar burnunun dibinde dönen bu devasa çarkı görmemişti de şimdi görür görmez temizlemeye mi koyuldu yoksa bu bataklığın bir iç hesaplaşmasını ve ince ayarını mı izliyoruz?
Gelinen aşamada siyasetin ve devlet bürokrasisinin ülkedeki kirli para trafiğinden bağımsız olduğunu iddia etmek herhalde saflıktan öte, gerçeği bilinçli bir şekilde karartmak anlamına gelecektir. Siyasetin finansmanından, siyasetçilerin açıklanamayacak servetlerine, yerel yönetimlerin ihale paylaşımlarına varıncaya kadar her başlıkta kamu gücü, suç ekonomisini tasfiye etmek için değil, bu ekonominin sürdürülebilirliğini sağlamak ve ondan pay almak için seferber ediliyor.
Suç ekonomisi derken, tekrar altını çizeyim, sermaye düzeninin bütününü kast ediyorum. Tepeden tırnağa herkesin bal tutup parmak yalama peşinde olduğu, ucuz yoldan köşe dönmenin, vurgun yapmanın, hırsızlık ve namussuzluğun normalleştiği iğrenç bir düzenin tepesindekilerden söz ediyoruz. Operasyonel başarı olarak sunulan her baskın, aslında sistemin merkezindeki devasa uru gizleyen kozmetik müdahalelerden ibaret. Devletin bizzat kendi koyduğu yasalarla “kirli” paranın önünü açmış olması, siyasi iradenin suçun ortağı haline geldiğini açıkça tescil etmiyor mu?
Bu tablonun toplum üzerindeki maliyeti ise her zaman söylediğimiz gibi paha biçilemez düzeyde. Vurgun düzeni palazlandıkça alın teriyle geçinmeye çalışan emekçi iyice gözden düşüyor. Kamusal hizmetler şirket kârlarına kurban ediliyor. Toplumsal doku "kısa yoldan zenginleşme" illüzyonuyla çürümeye terk ediliyor. Milyonlarca yoksul umudu bahis sitelerinde, geleceği sentetik uyuşturucu tezgahlarında arayadursun. Şatafatlı yaşantıları, “prezantabl” görünümleriyle asıl suç baronları sistemin "saygın" paydaşları olmaya devam ediyor. Toplumun yalnızca cebinden çaldığı parayı değil, adalete olan inancını ve bir arada yaşama iradesini de yok etmeye kalkan bir düzenle karşı karşıyayız.
Nihayetinde Türkiye sadece bir ekonomik krizin değil, bütünüyle bir sistem çöküşünün eşiğinde.
Kapitalizmin içine düştüğü bu lağım çukurundan çıkışı mevcut aktörlerin ve mekanizmaların ıslah edilmesiyle mümkün olabilir mi göreceğiz?
Göreceğiz ama izlemeyeceğiz…
Ya bu kirli düzen toplumu tamamen yutacak ya da toplum bu düzeni yıkacak, kendi küllerinden temiz bir geleceği, bir emekçi cumhuriyetini inşa edecek. Bunun için mücadele ediyoruz.
/././







.webp)





