Tarihi bir zafer gününde en azından kötümser olarak nitelendirilebilecek bir yazı yazmak gerçekten hüzün biraz da utanç verici. Türkiye büyük zaferin 91’nci yılında niçin o özlenen düzeylere gelemedi hatta günümüzde esef verici, kaygı doğurucu durumlara düştü? Bu sorunun yanıtlanması, irdelenmesi gerekir.
Sorunun kökeni Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç yıllarına kadar uzanıyor. Kurtuluş Savaşı onurlu, ülkenin bağımsızlığı idealini benimsemiş, özverili, cesur bir grup tarafından yapılmış, halkın önemli bir bölümü savaşa katılmamış, hatta çıkarılan iç isyanlarla Kurtuluş Savaşı baltalanmaya çalışılmıştır. Savaş zaferle sonuçlanınca, bir bölüm savaşa katılmış gibi görünmüş, bir yarar ummuş, geniş bir kitle de tıynetleri gereği argo bir deyişle araziye uymuş, karşıt bir hareket için elverişli bir ortamı beklemiştir. Dolayısıyla 30 Ağustos ülkede herkesin gururla kutlayacağı bir zafer günü olmamıştır.
Ülkede her zaman için Cumhuriyet karşıtı, geniş bir kitle olmuş, bu kitle Cumhuriyet karşıtı siyasal akımları her zaman desteklemiştir. Geçen dönemlerde orta sağ partilerin destekçisi olan bu kitle, artık AKP’nin arkasındadır.
Günümüzde AKP iktidarı Türkiye Cumhuriyeti’nin yumuşak karnını oluşturuyor. Yalnız destekçi kitlesinin Cumhuriyet karşıtı olması nedeniyle değil, iktidarda kalmayı bir yaşam-ölüm (hayat memat) meselesi olarak gördüğü, “ya devlet başa ya kuzgun leşe” stratejisi izlediği için. Her alanda başarısızlık baskıyı, şiddeti de artırıyor.
Sayın RTE’nin AKP’nin iktidarda kalma tutkusunu, zaafını sezen bazı güçler, blöfle, pazarlıkla hatta şantajla bir şeyler koparma peşindeler. Yerel seçimlerde oy kaybının Sayın RTE için de AKP için de sonun başlangıcı olduğunu görüyorlar. Oy kaybetmemek için AKP’nin her türlü ödünü (tavizi) verebileceğini sezinliyorlar. Cemaatin tutumunu, BDP’nin, PKK’nin blöfünü bu açıdan değerlendirmek gerekir.
Aslında emperyal güçlerce desteklenen bana göre sözde Kürt bağımsızlık hareketi zor durumda. Batı’dan artık daha fazla destek gelmeyeceği, Arapların da petrol yataklarının önemli bir bölümünün Kürtlerin denetimine verilmesini kabul etmeyeceği açık. ABD, İsrail dışında da, sözde özerk Kürt bölgeleri için hami aramış, bu haminin AKP iktidarı olabileceğini öngörmüştür. Barış süreci, ABD’nin iki yanlı direktifi ile başlamıştır. Aslında emperyal güçlerce destekli, petrol kaynaklarına egemen bir Kürt devleti projesi tehlikeye düşmüş iken, AKP’nin seçim, iktidarı sürdürme zaafı, BDP’ye, PKK’ye bazı şartları dayatma, şantaj ve blöf yapma olanağını vermiştir. İktidarda kalma tutkusunun zebunu olmuş bir partinin, blöfleri görüp ödün vereceği kaygısını taşıdığım için AKP, TC’nin yumuşak karnıdır diye düşünüyorum.
Bazı çevreler Türkiye’de yaşananlar için “bunu hak etmiyoruz” diye isyanda bulunuyor. Aslında Türkiye’de geniş bir kitle özgürlüğü, bağımsızlığı hak ediyor mu? Öncelikle bu sorunun yanıtlanması gerekir. Özgürlüğü, bağımsızlığı hak etmenin bir çabası, bir bedeli olmalıdır. Geniş bir kitle hiçbir çaba harcamadan bu olanaktan yararlandığı, hazıra konduğu için değerini takdir edemiyor; belki de özgürlük, bağımsızlık onlar için bir anlam bir değer taşımıyor.
Birçok kurumun, kuruluşun unvanın başında Türk “T” harfi bulunuyor. Bu kurum ve kuruluşlar da biz bu sıfatı hak ediyor muyuz diye kendilerini sorgulamalıdırlar. Amblemlerin, logoların, unvanlarının başında bulunan T harfinin ağırlığını, sorumluluğunu duymalıdırlar.
Kurtuluş Savaşı herhalde Türkiye’nin bugünleri için yapılmadı. Asıl haksızlık, nankörlüğe kaçan saygısızlık Kurtuluş Savaşı’nı kazananlara karşı yapılıyor. Yukarıdaki açıklamalar yetersiz görülüp “Niçin kötümsersin” diye sorulabilir. Peki, iyimser olmak için geçerli neden var mı?
30 Ağustos’u hâlâ bir zafer günü olarak görenlerin bayramını kutlarım.
Sorunun kökeni Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç yıllarına kadar uzanıyor. Kurtuluş Savaşı onurlu, ülkenin bağımsızlığı idealini benimsemiş, özverili, cesur bir grup tarafından yapılmış, halkın önemli bir bölümü savaşa katılmamış, hatta çıkarılan iç isyanlarla Kurtuluş Savaşı baltalanmaya çalışılmıştır. Savaş zaferle sonuçlanınca, bir bölüm savaşa katılmış gibi görünmüş, bir yarar ummuş, geniş bir kitle de tıynetleri gereği argo bir deyişle araziye uymuş, karşıt bir hareket için elverişli bir ortamı beklemiştir. Dolayısıyla 30 Ağustos ülkede herkesin gururla kutlayacağı bir zafer günü olmamıştır.
Ülkede her zaman için Cumhuriyet karşıtı, geniş bir kitle olmuş, bu kitle Cumhuriyet karşıtı siyasal akımları her zaman desteklemiştir. Geçen dönemlerde orta sağ partilerin destekçisi olan bu kitle, artık AKP’nin arkasındadır.
Günümüzde AKP iktidarı Türkiye Cumhuriyeti’nin yumuşak karnını oluşturuyor. Yalnız destekçi kitlesinin Cumhuriyet karşıtı olması nedeniyle değil, iktidarda kalmayı bir yaşam-ölüm (hayat memat) meselesi olarak gördüğü, “ya devlet başa ya kuzgun leşe” stratejisi izlediği için. Her alanda başarısızlık baskıyı, şiddeti de artırıyor.
Sayın RTE’nin AKP’nin iktidarda kalma tutkusunu, zaafını sezen bazı güçler, blöfle, pazarlıkla hatta şantajla bir şeyler koparma peşindeler. Yerel seçimlerde oy kaybının Sayın RTE için de AKP için de sonun başlangıcı olduğunu görüyorlar. Oy kaybetmemek için AKP’nin her türlü ödünü (tavizi) verebileceğini sezinliyorlar. Cemaatin tutumunu, BDP’nin, PKK’nin blöfünü bu açıdan değerlendirmek gerekir.
Aslında emperyal güçlerce desteklenen bana göre sözde Kürt bağımsızlık hareketi zor durumda. Batı’dan artık daha fazla destek gelmeyeceği, Arapların da petrol yataklarının önemli bir bölümünün Kürtlerin denetimine verilmesini kabul etmeyeceği açık. ABD, İsrail dışında da, sözde özerk Kürt bölgeleri için hami aramış, bu haminin AKP iktidarı olabileceğini öngörmüştür. Barış süreci, ABD’nin iki yanlı direktifi ile başlamıştır. Aslında emperyal güçlerce destekli, petrol kaynaklarına egemen bir Kürt devleti projesi tehlikeye düşmüş iken, AKP’nin seçim, iktidarı sürdürme zaafı, BDP’ye, PKK’ye bazı şartları dayatma, şantaj ve blöf yapma olanağını vermiştir. İktidarda kalma tutkusunun zebunu olmuş bir partinin, blöfleri görüp ödün vereceği kaygısını taşıdığım için AKP, TC’nin yumuşak karnıdır diye düşünüyorum.
Bazı çevreler Türkiye’de yaşananlar için “bunu hak etmiyoruz” diye isyanda bulunuyor. Aslında Türkiye’de geniş bir kitle özgürlüğü, bağımsızlığı hak ediyor mu? Öncelikle bu sorunun yanıtlanması gerekir. Özgürlüğü, bağımsızlığı hak etmenin bir çabası, bir bedeli olmalıdır. Geniş bir kitle hiçbir çaba harcamadan bu olanaktan yararlandığı, hazıra konduğu için değerini takdir edemiyor; belki de özgürlük, bağımsızlık onlar için bir anlam bir değer taşımıyor.
Birçok kurumun, kuruluşun unvanın başında Türk “T” harfi bulunuyor. Bu kurum ve kuruluşlar da biz bu sıfatı hak ediyor muyuz diye kendilerini sorgulamalıdırlar. Amblemlerin, logoların, unvanlarının başında bulunan T harfinin ağırlığını, sorumluluğunu duymalıdırlar.
Kurtuluş Savaşı herhalde Türkiye’nin bugünleri için yapılmadı. Asıl haksızlık, nankörlüğe kaçan saygısızlık Kurtuluş Savaşı’nı kazananlara karşı yapılıyor. Yukarıdaki açıklamalar yetersiz görülüp “Niçin kötümsersin” diye sorulabilir. Peki, iyimser olmak için geçerli neden var mı?
30 Ağustos’u hâlâ bir zafer günü olarak görenlerin bayramını kutlarım.
Öztin Akgüç
30 Ağustos 2013 - Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder