27 Ekim 2013 Pazar

CHP ve Önseçim – I-II-III- ALİ SİRMEN

15 Ekim Salı günü, bu sütunda yayımlanan “Sarıgül Atanırsa” başlıklı yazıyla igili olarak CHP Kocaeli İl Başkanı Yalçın Kuşkan telefonla aradı, CHP’nin önümüzdeki seçimlerdeki adaylarının bütün üyelerin katılacağı önseçimlerle saptanması önerisine katıldığını bildirdi.
Kuşkan, CHP’nin, Kocaeli’nin 12 ilçesinde 26 bin 800 üyesi olduğunu söyledi ve şimdiye dek 7 ilçede 18 bin 500 üyeyle önseçim kararı alındığını, kendilerinin Gebze ile ilgili de başvuruları olduğunu, onun da kabul edilmesi halinde, 22 bin 500 üyenin katılımıyla 8 ilçede önseçim yapmayı başaracaklarını belirtti. Ve son sözleri şunlar oldu:
- Adayların tüm üyelerin katılacağı önseçimle saptanmasını doğru buluyorum.
Buna karşılık yılların gazete yöneticisi, CHP’yi yakından bilen kadim dostum Naim Kılıç’tan bu konuda kuşkularını dile getiren ilginç bir mektup aldım, yayımlıyorum:
“15 Ekim Salı günkü ‘Sarıgül Atanırsa’ başlıklı yazıyı okuyunca düşündüm...
Yazı bana göre CHP yönetimlerine uzatılan gerçek bir dostun eliydi.
Yazınızı kısaltıp, alıntılamalıyım ki aklıma takılan noktaları ve bana göre, gerçeklerle çatışan yanlarını belirtebileyim:
‘Adaylar, mutlaka seçimle belirlenmeli.
Salt delegelerin katılacakları oylamaları kastetmiyorum.
Zira belediye başkanlarını yerel lordların ayak oyunlarına terk etmemelidir.
Tüm üyelerin katılımıyla yapılacak seçim sonucunda adayların saptanmasının bir başka yararı da böyle bir girişimin örgütü derinleştirip dinamikleştirmesi olacaktır. CHP’nin bu yerel seçimlerde buna çok ihtiyacı var. Çünkü seçimlere geriden giriyor ve elindeki tek koz örgütün tabandan dinamik katkısı, hatta onu daha yukarılara çekecek coşkusu olacaktır.’
***
Sosyal demokrat bir parti ise CHP, böylesine demokrat bir yapıya kavuşmalıdır.
CHP’nin delege yapısını güvenilir görmüyorsunuz, ben de katılırım.
Yaşayarak tanık oldum ki CHP delege yapısı neyse üye yapısı da aynen odur. 
Delegeler nasıl masalarda belirleniyorsa, üyeler de lordlarca masalarda belirleniyor.
M. Kırıkkanat’tan alıntıladığınız örnekten yola çıkarak, hizipçiliğin yerleştiği illerimizde genel merkez atamalarının vazgeçilmez olduğuna inanıyorum.
Bir televizyon tartışma programında, CHP yetkili genel başkan yardımcısının duruma göre ilden ile farklı uygulama kararında oldukları açıklamasını gerçekçi buluyorum.
B. hizbinin hâlâ egemen olduğu başka bir ilimizden örnekler vererek anlatayım.
Bir ilçenin CHP’li üye sayısı 250’den 500’e ulaşır ve yeni üyelerin tümü sadece bir beldede yapılan kayıtlarla oluşturulursa...
İlçe belediye başkanlıkları için başvurular sekize ona yaklaşırsa...
Ve adaylar Gürsel Tekin’in yaptığı gibi değil de rakiplerinin ne hırsızlığını, ne ahlaksızlığını kahvehanelerde sergiliyorsa...
Yönetim kademesi ilçe başkanından genel başkanına kadar, partinin disiplin hükümlerine göz yummak zorunda kalıyorsa...
Bir büyükşehir belediye başkan adayı...
Demokratik seçim diye ortalığı ayağa kaldırmaya çalışırken sandığa itibar edilmeyip, genel başkanlıkça atama yapılırsa sokağa döküleceklerini açık açık kahvelerde meyhanelerde bağıra çağıra ilan edebiliyorsa...
Üstelik eski bir milletvekili ve benzer gerekçelerle partiden uzaklaştırılmış olan bu adayın gerçek işinin taşınmaz mallar üzerinde ticaret olduğu düşünüldüğünde...
Hayli zengin olduğu ve bol para yarışa girdiği bilinirse...
Siyaset lordlarına güvenmektense, Kılıçdaroğlu’na güvenir ve hatta teslim olurum.
***
Sarıgül hakkında dijital âlemde dolaşanlar doğru mudur, değil midir?
Öğrenmeye çalışmam; yaptıkları nedir bilmiyorum;
Genel Başkan olmak hedefiymiş, ona da karışmam, korkmam da...
Baykal tipi hizipçiliğin girdiği örgüte herkes girer, ama demokrasi asla giremez.
Belki yararı olur umuduyla. Dostça saygılarımla...”
Aziz dostum Naim Kılıç’a üzerinde düşünülmesi gereken mektubu için teşekkür edip, söylediklerini yarın birlikte ele alıp, irdeleyelim isterseniz
24 Ekim 2013 - Cumhuriyet.

CHP ve Önseçim – II

Dün bu sütunda CHP’yi yakından tanıyan, kadim dostum Naim Kılıç’ın, 15 Ekim tarihli “Sarıgül Atanırsa” başlıklı yazıya yanıtını yayımladım.
CHP için önümüzdeki seçimlerde ve de tüm yerel ve genel seçimlerde en akıllıca yolun tüm adaylarını bütün üyelerin katılacağı önseçimlerle belirlemesi olduğu yolundaki görüşümüze verdiği yanıtta, değerli dostum isim zikretmese bile kimi örnekler sunuyordu.
Bu ve benzeri örneklerin varlığı, hatta zaman zaman bolluğu da çoğunluğun meçhulü değil.
Hatta CHP’nin bir zamanlar “küçük olsun ama benim olsun!” diye dışa kapalı yapı içinde olduğunu biliyoruz.
Ama yine biliyoruz ki CHP tüm eylem ve düşüncelerine katılmasak bile laik demokratik cumhuriyetin güvencesi totaliter diktatöre karşı olan güçler için gizil bir seçenektir.
Ne yazık ki CHP’nin seçenek olabilmesi olası olduğu halde bu durum tümüyle yaşama geçememektedir.
Bunun için yapılması gereken birden fazla şey var.
Partinin dünya görüşünü gözden geçirerek, ikircikli olmayan bir tavrı benimseyerek netleştirmesi, parti programı ve tüzüğünü günün gereksinimlerine de yanıt verecek biçimde yeniden oluşturması.
***
Bütün bunların CHP içinde çok büyük tartışmalara, hatta kafa karışıklığına yol açması kaçınılmazdır. Zaten CHP’nin kafası şu anda karışıktır.
Bu kavram kargaşasının aşılması için parti içinde tabandan demokratik tartışmaları içeren çalışmaların ve sonucunda varılacak bir sentezin zorunlu olduğu kesin.
CHP’nin kafa karışıklığı çok eleştirildi.
Ama asıl eleştirilmesi gereken tabandan demokratik tartışmayla çözülebilecek bu durum değil, çözüm için tabandan girişimlerin yeterince olmamasıdır.
Yoksa tartışmalar, CHP’nin önünde, geçmiş mirasının değerleriyle, demokrasinin yeni gereksinimlerinin birleşmesiyle yepyeni ve çok daha dinamik bir yol açabilecektir.
Bunun önkoşulu ise partinin tabandan daha büyük ölçüde, halka, sosyal demokrat kadın ve gençlere açılması olacaktır.
Hem teorik tartışmalar, hem kitlelere yönelik çalışmalar, hem seçim kampanyaları için CHP’nin daha demokratik, daha katılımcı, daha gönüllü, daha çalışkan, daha genç, kadın sayısı açısından daha zengin bir kadroya ihtiyaç duyduğu kesindir.
Bu oluşumun başlaması, dışa kapalı örgütlenme modelinin aşılmasıyla mümkündür.
Türk siyasal yaşamının yapısı gereği, CHP de, diğer partiler de bir sorunla karşılaştıklarında hemen şu soruyu soruyorlar:
- Bu sorunun aşılmasında kim öncü olabilir?
***
Oysa çağdaş demokrasilerde kim sorusunun aşılmış, yerini nasıl, hangi yöntemlerle sorusunun almış olması gerekir.
Yani sorun bir lider sorunu değil, bir örgütlenme modeli sorunudur.
O örgütlenme de tabandan katılımcı, genç, eğitilmiş, liyakat esasına göre yükselme olanaklarının açık olduğu bir modeldir.
Bu gerçeği göremez isek şu anlamsız soruyu hep sorarız:
Baykal gitti, umut Kılıçdaroğlu geldi, peki beklenen değişiklik neden olmadı?
Soru anlamsızdır çünkü değişmesi gereken lider değil, modeldir. Kılıçdaroğlu, bu modele Baykal’dan daha yatkın olduğu için umut veriyordu.
Baykal konusuna gelince... Baykal genel başkanlıktan ayrılalı üç yıldan fazla olduğuna göre artık kimse hesabı ona kesemez.
Tabana yönelme hareketi etkinleşmezse genel başkanın çalışkanlığı da bir şeye yaramaz.
Partiye dinamizmi verecek ise tabanın etkinliğini artırmaktır.
Bunun yolu da önseçimden geçer.
Ancak daha fazla sorumluluk, daha fazla yetki verdiğiniz gönüllü katılımcı tabandan daha fazla çalışma ve etkin sonuç bekleyebilirsiniz.
Eğer öyle bir taban oluşturma umudu yoksa, partiden de umut yok demektir.
Bütün bu gerçekler ışığında, önseçim talebiyle genel başkandan randevu talep eden eski ve yeni il başkanları girişimi umut vericidir.
25 Ekim 2013 - Cumhuriyet.

CHP ve Önseçim - III

Eğer gelen iletilerin hepsini buraya alıp işlersem, CHP konusunu kapatamayacağız.
Aslında bu iletileri gönderenlerle aynı görüşteyiz ve hepimiz sorunun sadece adayların seçimlerle belirlenmesi değil, aynı zamanda CHP’de tabandan bir canlanma yaratacak, partiyi büyütecek, iktidar alternatifi haline getirecek hareketlenmeyi gerçekleştirmek olduğunu düşünüyoruz.
Hemen belirtmek isterim, bu konuda bu kadar ısrarcı olmak için illa CHP üyesi veya yandaşı olmak gerekmiyor. Ama şu anda Türkiye’yi demokratik haklar ve laik düzen açısından görece daha iyi bir çizgiye taşımanın tek alternatifi olarak CHP gözüktüğü için, kuruluşa omuz vermek kendi özgürlüğümüz açısından zorunlu gibi geliyor.
Aynı doğrultuda görüş bildiren değerli okurum Ülkü Çelikkanat, ilginç iletisinin bir yerinde aynen şunları yazıyor:
“Size bir sır vereyim: Türkiye İş Bankası emekli müdürüyüm. Yıllar önce emekli olduktan sonra hemen CHP’nin Pendik ilçe teşkilatına gittim. Kendilerine nasıl yardımcı olabileceğimi sordum. Aldığım cevap şaşırtıcıydı:‘Şu anda size verecek bir işimiz yok. Ancak genel başkan İstanbul’a geldiğinde, pankart taşımamıza yardımcı olabilirsiniz.
***
Yukarıdaki öykü şaka değil, gerçek. Emekli bir banka müdüründen hiçbir biçimde yararlanmayı düşünmeyen, en sonunda da ona olsa olsa pankart taşıtmayı aklına getiren böylesine kendi içine kapanmış bir partiden ilk beklenebilecek olan, her şeyden önce kendi yapısını değiştirmesidir. Değerli okurumun verdiği örneğe ben de kendi tanık olduğum bir başkasını ekleyeyim:
CHP’nin barajın altında kaldığı seçimin hemen ertesinde, yönetim kadrosundaki değişikliği olumlu bulan, aralarında profesörlerin ve eski baro başkanlarının da bulunduğu yanılmıyorsam sekiz kişi yeni genel başkanın çağrısı üzerine gidip partiye kaydolur.
Aradan zaman geçer, eski genel başkan geri döner, her şeyin eski hamam eski tas olduğunu düşünen yeni üyeler istifa etmek üzere kaydoldukları, daha doğrusu öyle olduğunu sandıkları ilçeye başvururlar, aldıkları yanıt tüyler ürperticidir:
- İstifalarınızı işleme koymamız imkânsız, çünkü henüz üyelik kaydınız yok.
Dilerseniz bir de delegelerle yapılan bir seçim öyküsü:
Yine yıllar önce, bir arkadaşımın daha ziyade Özal sempatizanı tavırları olan annesi nasıl olmuşsa olmuş, bir yolunu bulup, delege ağası tabir edilen bir avukat tarafından kaydedilmiş. Beyoğlu için oy vermekten döndüklerinde bir toplantıdan sonra aramızda şu konuşma geçti:
- Efendim kimlere oy verdiniz?
- Avukat Bey kime dediyse ona, bir de ben de kişisel olarak Aytekin Kotil’i ekledim.
- Aytekin Kotil isabetli bir isim ama tercih sebebiniz neydi?
- O bir ara burada görevliyken Beyoğlu’nu temizlemek için çok uğraştı, biliyorsun sürdüler, ona destek vermek borçtu.
O zaman tüylerim ürpererek anladım ki, anlı şanlı partili, kimi söyledilerse ona oy vermiş, tek tercihinde de Aytekin Kotil ile Saadettin Tantan’ı birbirine karıştırmış.
***
Yıllar önceye ait bu üç öykünün yansıttığı aksaklıkların bugün de aynı derecede olduğunu söylemek insafsızlık. Ama yenilenme, dinamizm, gençleşme, geniş kitlelere açılma konusundaki zorunluluk bugün de geçerli.
Bunun için “okus pokus” dönemindeki gibi hileli üye kayıtlarına son verecek yeni bir üye kayıt sisteminin oluşması, partinin tabandan tavana yeniden oluşturulması zorunlu.
Genç, eğitimli, katılımcı bir kadroyla, liyakata dayalı yükselme sistemine sahip yeni bir oluşum 21. yüzyıl Türkiyesi’nin ihtiyaçlarına cevap verebilir ancak.
Bu bakımdan üye kayıt sistemini geliştirmeden, ki bu konuda bazı adımlar atıldı, partiyi büyük ölçüde dışa açılmaya zorlamadan bir yere varmak mümkün değil.
Adayların seçimle belirlenmesi, bir dizi yenileşmenin içinde bir anlam taşıyacaktır.
ALİ SİRMEN
26 Ekim 2013 - Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder