Dün, kendi yazımın başına oturmazdan önce Cumhuriyet’in kültür sayfasını açıyorum ki…
Halikarnas Balıkçısı öleli kırk yıl olmuş!
Hani şu gençliğinde mahkeme kararıyla Bodrum’a sürgün edilen ve sürgününün ilk sabahında, kalacağı evin denize bakan kapısını açmasıyla birlikte: “Heyy! Açılan kapı birdenbire gözlerime ve gönlüme açık denizleri, kıyı ve adaları verdi. Batı göğünde günün ufka veda edişi turuncu ve kıpkırmızı çizgiler çekmişti. Onların üstünde Bodrum Kalesi kapkara bir siluet kesinliğinde yükseliyordu. Kıyıda beyaz evler pembeleşmiş, denizin mavisi de koyu menekşe olmuştu. Dalgalar eve doğru gelirken tepeleriyle güneşin son ışığını kapıyorlar, uçlarından kırmızı kırmızı kıvılcımlar savurarak kapının iki adım ötesini pembe köpükleriyle yalıyorlardı. Köpükle kapının arasında kum ve gümüş teller gibi parıldayan kuru yosunlar vardı…” (Halikarnas Balıkçısı, Mavi Sürgün).
Sürgün evinden denize kanatlanan ilk bakışları ile birlikte sürgüne gönderilmiş olan Cevat Şakir de bir dönüşümü yaşayacaktır. Oxford mezunu Cevat Şakir, Ege Denizi’nin bu ilk renk cümbüşü ile birlikte Cevat Şakir’liğini, Venüs’ün bembeyaz köpüklerden doğması gibi, bundan böyle Halikarnas Balıkçısı’nın kimliğinde eritecektir. Denizin uçsuz bucaksız maviliği, akşam saatlerinin mavi-kara yakamoz şölenleri ve nihayet erken sabah saatlerinin bir günü bin gün edebilen bereketi, Cevat Şakir’in hamurundan Ege’nin ve antikçağın büyük tarihçisi Halikarnas Balıkçısı’nı yoğuracaktır. Balıkçı, Bodrum’un ilk adı “Halikarnas”ı boşuna adının bir parçası kılmamıştır. Sonradan hayatı boyunca savunacağı ve bilge öğrencileri Sabahattin Eyuboğlu ile Azra Erhat’ın da mayalarına katacağı bir tarih tezi, artık hızla şekillenecektir. Halikarnas, bir zamanların Cevat Şakir’i için tarihin sürekliliğinin, bir başka deyişle bu toprakların tarihinin sadece Cumhuriyet’le, Osmanlı’yla, Selçuklu’yla veya Bizans’la sınırlanamayacağının, fakat ancak antikçağ ve daha da öncesinden başlayıp bugüne uzanan bir bütün olarak ele alındığında gerçekçi bir tarih yazımı olabileceğinin güçlü simgesidir.
Böyle geniş yelpazeye yayılmış bir tarih görüşü, elbette ‘İliada’ ve ‘Odysseia’yı da Bizans’ı da, onlardan çok öncesini ve bütün sonrasını da bizim tarihimiz kılar. Ve ancak yine böyle bir tarih anlayışı, o geçmişin ardından “dindar gençlik” hedefine kilitlenmiş bir iktidarda demir atmış oluşumuzun hesabını bütün acımasızlığı ile önümüze somutlaştırabilir.
“Vergilius’un Ölümü”nün hemen başında, imparatorluk filosundan kölelerin taşıdığı bir tahtırevan ile Brundisium kıyılarına indirilen hasta şairVergilius’un saraya uzanan yolu, romanın yazarı Hermann Broch’un “Sefalet Sokağı” diye adlandırdığı uzun bir sokaktan geçer. Bu, dış dünyaya karşı artık görkeminin doruğuna varmış Roma İmparatorluğu’nun içe dönük yüzünü umarsız bir biçimde kirleten bütün kötülüklerini sergileyen bir sokaktır ve Halikarnas’tan Cevat Şakir’in Bodrum’una, oradan da Balıkçı’nın ardından bugünün kalıntılarına uzanan bir metafor olarak da kullanılabilir!
Halikarnas Balıkçısı öleli kırk yıl olmuş!
Hani şu gençliğinde mahkeme kararıyla Bodrum’a sürgün edilen ve sürgününün ilk sabahında, kalacağı evin denize bakan kapısını açmasıyla birlikte: “Heyy! Açılan kapı birdenbire gözlerime ve gönlüme açık denizleri, kıyı ve adaları verdi. Batı göğünde günün ufka veda edişi turuncu ve kıpkırmızı çizgiler çekmişti. Onların üstünde Bodrum Kalesi kapkara bir siluet kesinliğinde yükseliyordu. Kıyıda beyaz evler pembeleşmiş, denizin mavisi de koyu menekşe olmuştu. Dalgalar eve doğru gelirken tepeleriyle güneşin son ışığını kapıyorlar, uçlarından kırmızı kırmızı kıvılcımlar savurarak kapının iki adım ötesini pembe köpükleriyle yalıyorlardı. Köpükle kapının arasında kum ve gümüş teller gibi parıldayan kuru yosunlar vardı…” (Halikarnas Balıkçısı, Mavi Sürgün).
Sürgün evinden denize kanatlanan ilk bakışları ile birlikte sürgüne gönderilmiş olan Cevat Şakir de bir dönüşümü yaşayacaktır. Oxford mezunu Cevat Şakir, Ege Denizi’nin bu ilk renk cümbüşü ile birlikte Cevat Şakir’liğini, Venüs’ün bembeyaz köpüklerden doğması gibi, bundan böyle Halikarnas Balıkçısı’nın kimliğinde eritecektir. Denizin uçsuz bucaksız maviliği, akşam saatlerinin mavi-kara yakamoz şölenleri ve nihayet erken sabah saatlerinin bir günü bin gün edebilen bereketi, Cevat Şakir’in hamurundan Ege’nin ve antikçağın büyük tarihçisi Halikarnas Balıkçısı’nı yoğuracaktır. Balıkçı, Bodrum’un ilk adı “Halikarnas”ı boşuna adının bir parçası kılmamıştır. Sonradan hayatı boyunca savunacağı ve bilge öğrencileri Sabahattin Eyuboğlu ile Azra Erhat’ın da mayalarına katacağı bir tarih tezi, artık hızla şekillenecektir. Halikarnas, bir zamanların Cevat Şakir’i için tarihin sürekliliğinin, bir başka deyişle bu toprakların tarihinin sadece Cumhuriyet’le, Osmanlı’yla, Selçuklu’yla veya Bizans’la sınırlanamayacağının, fakat ancak antikçağ ve daha da öncesinden başlayıp bugüne uzanan bir bütün olarak ele alındığında gerçekçi bir tarih yazımı olabileceğinin güçlü simgesidir.
Böyle geniş yelpazeye yayılmış bir tarih görüşü, elbette ‘İliada’ ve ‘Odysseia’yı da Bizans’ı da, onlardan çok öncesini ve bütün sonrasını da bizim tarihimiz kılar. Ve ancak yine böyle bir tarih anlayışı, o geçmişin ardından “dindar gençlik” hedefine kilitlenmiş bir iktidarda demir atmış oluşumuzun hesabını bütün acımasızlığı ile önümüze somutlaştırabilir.
“Vergilius’un Ölümü”nün hemen başında, imparatorluk filosundan kölelerin taşıdığı bir tahtırevan ile Brundisium kıyılarına indirilen hasta şairVergilius’un saraya uzanan yolu, romanın yazarı Hermann Broch’un “Sefalet Sokağı” diye adlandırdığı uzun bir sokaktan geçer. Bu, dış dünyaya karşı artık görkeminin doruğuna varmış Roma İmparatorluğu’nun içe dönük yüzünü umarsız bir biçimde kirleten bütün kötülüklerini sergileyen bir sokaktır ve Halikarnas’tan Cevat Şakir’in Bodrum’una, oradan da Balıkçı’nın ardından bugünün kalıntılarına uzanan bir metafor olarak da kullanılabilir!
AHMET CEMAL
14 Ekim 2013 - Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder