Bu kadar tape arasında, hiçbir şey geldiğimiz zavallı noktayı, Erdoğan - Demirörentapesi kadar açık bir biçimde bize gösteremezdi. Tapeyi defalarca dinledim ve her seferinde Atatürk’ün yoksul bir Cumhuriyeti bağımsız bir devlet yapabilmek için verdiği iktisadi kararlar ve çırpınmalar aklıma geldi. Ne olursa olsun, bir burjuva sınıfı oluşturulmalıydı. Bu ülkede, demokrasinin işleyebilmesi için bu vazgeçilmez bir şarttı.
Çünkü daha iyisi olmadığı için örnek alınan Batı demokrasilerinde, demokrasinin temeli burjuva devrimleriyle atılmıştı. Bu durumda burjuvanın bile olmadığı genç Cumhuriyet’te bazı girişimciler devlet eliyle desteklenecek ve bir zorlama burjuvazi ve sanayi grubu oluşturulacaktı.
Devlete direkt göbek bağıyla bağlı sanayi grubu oluşturulması uzunca bir süre Türkiye’yi idare etti. Ve güçlendi. Öyle ki bu grup, tüm siyasilerden farklı bir yol izleyen ve gelir eşitsizliğini dikkate alan, yoksuldan yana tavır koyan Ecevit hükümetini devirmekte çok başarılı bir rol oynadılar. Ülke onlarındı! Tüm darbeler onların daha güçlü olması için yapıldı. Solun en ufak bir başkaldırısında, hemen durumu kendi lehlerine çevirmeyi başardılar.
Devlet artık onlarındı! İstedikleri ihaleyi alabilir, istedikleri yasaları çıkartabilirlerdi.
Sonra bir şey oldu. Yeni bir oluşum, farklı bir sınıf bile diyebiliriz, yönetime geldi. Bu sınıfı önce küçümsediler, ardından hemen uzlaştılar, gazeteleriyle, televizyonlarıyla bu yeni yönetimi sonuna kadar desteklediler, bir süre bu yeni oluşumda onların her dediğini yaptı, her istediği yasayı çıkardılar. Ama ne zaman ki, bu oluşum gelir pastasından pay almaya başladı, daha önce pek bir rahata alışmış olan sözüm ona sanayiciler tedirgin oldular.
O da ne, kendilerine verilmesi gereken maden arama izinleri, hiç bilmedikleri, şimdiye kadar hiç görmedikleri sermaye gruplarına da verilmeye başlanmıştı. Bir gün ona, bir gün ötekine verilen devlet ihaleleri, bu yeni gelişmekte olan gruba kaydırılıyordu.
Akıllı olanlar hemen bu yeni gruba nasıl dahil olurum diye düşünmeye başladı. Bu durumda güçlü olabilmek için medyaya ihtiyaçları vardı. Bu işe girdiler ve hemen yeni oluşumun yanında yer aldıklarını beyan ettiler. Bunun için, programlarını değiştirdiler, muhalif gazetecileri hemen işten attılar. Tek dertleri, yeni oluşumun başına yaranmak ve arkasından bir randevu koparıp devlet ihalelerinde aslan payını yeniden almaktı. Demokrasi, insan hakları, sendikalar, yargı bağımsızlığı umurlarında bile değildi. Varsa yoksa aslan payı.
Bunları çok iyi okuyan ve hiçbir kurala uymayan bir başbakan vardı. Onları azarlayan bir Başbakan!
Şaşırdılar, kem küm ettiler. Ağladılar, evet, yaşını başını almış bir işadamının bir başbakan karşısında ağlaması, dünyanın hiçbir yerinde olmaz! Ama bizde oldu, ektiklerini biçiyorlar. Birbirlerine çok benziyorlar, ikisinin de bu ülke umurlarında değil.
Ve biz bu koşullarda yaşamayı hak etmiyoruz! Etmediğimizi de hem azarlayan Başbakan’a hem de sulu gözlü işadamına da göstermemiz gerekiyor!
Bu arada, Beyoğlu’nda Demirören’lere ait bir kocaman AVM var. Yarısı kaçak. Ve tam bir estetik faciası. Eh, gazete almanın bu kadar bir faydası olsun. Ama durun bu çok küçük bir pay, olmaz ki…
IŞIL ÖZGENTÜRK
Cumhuriyet
Çünkü daha iyisi olmadığı için örnek alınan Batı demokrasilerinde, demokrasinin temeli burjuva devrimleriyle atılmıştı. Bu durumda burjuvanın bile olmadığı genç Cumhuriyet’te bazı girişimciler devlet eliyle desteklenecek ve bir zorlama burjuvazi ve sanayi grubu oluşturulacaktı.
Devlete direkt göbek bağıyla bağlı sanayi grubu oluşturulması uzunca bir süre Türkiye’yi idare etti. Ve güçlendi. Öyle ki bu grup, tüm siyasilerden farklı bir yol izleyen ve gelir eşitsizliğini dikkate alan, yoksuldan yana tavır koyan Ecevit hükümetini devirmekte çok başarılı bir rol oynadılar. Ülke onlarındı! Tüm darbeler onların daha güçlü olması için yapıldı. Solun en ufak bir başkaldırısında, hemen durumu kendi lehlerine çevirmeyi başardılar.
Devlet artık onlarındı! İstedikleri ihaleyi alabilir, istedikleri yasaları çıkartabilirlerdi.
Sonra bir şey oldu. Yeni bir oluşum, farklı bir sınıf bile diyebiliriz, yönetime geldi. Bu sınıfı önce küçümsediler, ardından hemen uzlaştılar, gazeteleriyle, televizyonlarıyla bu yeni yönetimi sonuna kadar desteklediler, bir süre bu yeni oluşumda onların her dediğini yaptı, her istediği yasayı çıkardılar. Ama ne zaman ki, bu oluşum gelir pastasından pay almaya başladı, daha önce pek bir rahata alışmış olan sözüm ona sanayiciler tedirgin oldular.
O da ne, kendilerine verilmesi gereken maden arama izinleri, hiç bilmedikleri, şimdiye kadar hiç görmedikleri sermaye gruplarına da verilmeye başlanmıştı. Bir gün ona, bir gün ötekine verilen devlet ihaleleri, bu yeni gelişmekte olan gruba kaydırılıyordu.
Akıllı olanlar hemen bu yeni gruba nasıl dahil olurum diye düşünmeye başladı. Bu durumda güçlü olabilmek için medyaya ihtiyaçları vardı. Bu işe girdiler ve hemen yeni oluşumun yanında yer aldıklarını beyan ettiler. Bunun için, programlarını değiştirdiler, muhalif gazetecileri hemen işten attılar. Tek dertleri, yeni oluşumun başına yaranmak ve arkasından bir randevu koparıp devlet ihalelerinde aslan payını yeniden almaktı. Demokrasi, insan hakları, sendikalar, yargı bağımsızlığı umurlarında bile değildi. Varsa yoksa aslan payı.
Bunları çok iyi okuyan ve hiçbir kurala uymayan bir başbakan vardı. Onları azarlayan bir Başbakan!
Şaşırdılar, kem küm ettiler. Ağladılar, evet, yaşını başını almış bir işadamının bir başbakan karşısında ağlaması, dünyanın hiçbir yerinde olmaz! Ama bizde oldu, ektiklerini biçiyorlar. Birbirlerine çok benziyorlar, ikisinin de bu ülke umurlarında değil.
Ve biz bu koşullarda yaşamayı hak etmiyoruz! Etmediğimizi de hem azarlayan Başbakan’a hem de sulu gözlü işadamına da göstermemiz gerekiyor!
Bu arada, Beyoğlu’nda Demirören’lere ait bir kocaman AVM var. Yarısı kaçak. Ve tam bir estetik faciası. Eh, gazete almanın bu kadar bir faydası olsun. Ama durun bu çok küçük bir pay, olmaz ki…
IŞIL ÖZGENTÜRK
Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder