Bundan tam 3 yıl 4 gün önce, 28 Haziran 2011’de İslam Konferansı Teşkilatı’nın adı, Kazakistan’ın başkenti Astana’da yapılan 38. Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) oldu ve amblemi de değişti.
Toplantıda, “işbirliği” sözünün örgütün son on yılda neredeyse tamamen değişen felsefesini daha iyi yansıtacağı da savunulmuştu o toplantıda. Yeni amblemi ise Türkiye’den Raciha İpek Öke adında genç bir tasarımcı hazırlamıştı ve logonun Said Nursi’nin “amud-u nurani” tabirini andırdığı öne sürüldü. Aynı şekilde İslam İşbirliği Teşkilatı isminin de yine Said Nursi’ye atfedilen “İttihad-ı İslam” fikriyle de örtüşüyor. Yani bir anlamda İslam coğrafyasındaki gelişmeler, Said Nursi’nin öngörülerini onaylar nitelikte.
Risale Haber adlı internet sitesinde şu anekdot yer alıyor:
“Amûd-u nuranî tabiri Risale-i Nur'un pek çok yerinde geçmektedir. Bunlardan birinde Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağlı Ali Hoca'nın dünyanın düz mü yuvarlak mı olduğu üzerine düştüğü tereddütte şu cevabı verir;
Risale-i Nur bu çeşit mesâili [meseleleri] halletmiş. Küreviyet-i arz [yerin yuvarlaklığı], ulema-i İslâmca [islam alimlerince] kabul edilmiş; dine muhalefeti yok. âyetteki satıh [yer, yüzey] demesi, kürevî olmadığına delâlet [delil olmak] etmiyor. Müçtehidlerce [içtihat edenlerce], "istikbâl-i kıble" [kabe'ye yönelmek ] namazda şart olması ve şart ise bütün erkânda [esaslarda] bulunması sırrıyla, secde ve rükûda istikbal-i kıble lâzım geliyor. Bu ise, yerin, zeminin küreviyetiyle ve şer'an [şeriata göre] kıble Kâbe-i Mükerremenin [müslümanların kıblegahı olan, kıymetli mekan] üstü tâ Arşa kadar ve altı ferşe kadar bir amûd-u nuranî [nurani sütun] olması, küreviyetle istikbal-i erkânda [şartları yerine getirmek] bulunabilir." (Şualar, 14. Şua)
O sırada İİT’nin Genel Sekreterliği’ni Ekmeleddin İhsanoğlu yürütüyordu.
Sudan ve El Beşir olayı zaten yazıldı. Suriye’de Esad’ın yeniden devlet başkanı seçilmesi “geçersiz” sayıldı.
Şimdi şöyle bir uzaktan bakmakta yarar var: 2005 yılından 2014 yılına kadar İKÖ ve sonradan İİT’nın genel sekreterliği görevini yürüten Ekmeleddin İhsanoğlu’nun İslam öğretisinden kendisini sıyırıp da; laik, demokratik ve çağdaş hukuka saygılı bir cumhurbaşkanı olacağının garantisi ne? Yıllarca birlikte çalıştığı, hatta İİT’nin Genel Sekreterliği görevine Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan’ın kulis çalışmasıyla geldiği bilinen İhsanoğlu’nun, cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduğu andan itibaren, başbakan kim olursa olsun, onunla ters düşmesi düşünülebilir mi?
Elbette bütün bunları şimdiden bilmek olanaksız, ama eğer bir terazi olsa elimizde, İhsanoğlu’nun geçmişi ile oturacağı düşünülen koltuktaki geleceği tartılabilse, herhalde İslami kriterlerin ağır basacağı bir cumhurbaşkanı olacağına kesin gözüyle bakabiliriz.
Bütün geçmişini bir anda silip, yepyeni bir “gömlekle” Türkiye’nin bir numaralı koltuğuna oturacağı CHP ve MHP tarafından iddia edilen İhsanoğlu için bir “deneme-yanılma” şansı bulunmamakta. “Vallaha billaha iyi adamdır,” söylemleri ise hiçbir siyasi parti veya kişinin ciddiyetine uymamakta.
“Ya iyi çıkarsa,” ile cumhurbaşkanı gibi önemli bir koltuğun teslim edilmesi düşünülen İhsanoğlu’nun aldığı eğitim gereği istenen şekilde cumhuriyet değerlerini koruyacağı kuşkuludur. Sırf Recep Tayyip Erdoğan gitsin de, kim gelirse gelsin mantığıyla olaya yaklaşmak ise başka bir felaketin kapılarını açıyor.
Soruyorum: Recep Tayyip Erdoğan nereye gidiyor? En ufak bir kuşkusu olduğunda RTE cumhurbaşkanlığı seçimlerine girmez ve başbakan olarak “iktidarını” sürdürür. İhsanoğlu ile “kapışmayı” da sonraya bırakır ve bu kapışmadan da galip geleceği çok açıktır. Ahmet Necdet Sezer kadar bir direnç gösteremeyeceği, onun kadar hukuk bilmediği için zorlanacağı o koltukta İhsanoğlu, bir süre sonra Erdoğan ile “birlikte” çalışmayı tercih edecektir.
Bu, Erdoğan’ın kaybetmesi halinde geçerli olacak durum.
Peki Erdoğan kazanırsa ne olacak? İşte o zaman durum tamamen farklı hale gelir. Herhalde CHP ve MHP’de ciddi bir yönetim değişikliği söz konusu olacaktır.
Kaldı ki, Erdoğan’ın son dakikada “Abdullah Gül kardeşimiz adayımızdır, hayırlı olsun,” demesiyle birlikte, Ekmeleddin projesi tamamen rafa kalkar ve 2015 genel seçimlerinden sonra hızla Devlet Başkanlığı projesine girişilir. En kısa zamanda da yasalardaki değişikliklerle, Abdullah Gül bile görevden alınabilir.
Kaldı ki, Erdoğan’ın son dakikada “Abdullah Gül kardeşimiz adayımızdır, hayırlı olsun,” demesiyle birlikte, Ekmeleddin projesi tamamen rafa kalkar ve 2015 genel seçimlerinden sonra hızla Devlet Başkanlığı projesine girişilir. En kısa zamanda da yasalardaki değişikliklerle, Abdullah Gül bile görevden alınabilir.
Bütün bunlar 2015 seçiminde AKP-BDP işbirliğiyle milletvekili sayılarının 367’yi geçmesiyle gerçekleşecektir.
Bu haliyle muhalefet (her ikisi de) 2015 seçimlerinde hiç şanslarının olmadığını biliyor. Hatta ellerindeki mevcut milletvekili sayısını korumakta bile zorluk çekecekler, koruyamayacaklar da. AKP’nin Meclis’teki sayısını artırması, başkanlık sistemine bir adım daha yaklaşmasına neden olacak, o zaman Abdullah Gül veya Emeleddin İhsanoğlu “sorun” olmaktan çıkarılacaktır.
Tayyip gitsin de kim gelirse gelsin, mantığıyla gireceğimiz Cumhurbaşkanlığı seçiminde ipler tamamen Recep Tayyip Erdoğan’ın elindedir ve herkes bir kenara yazsın, Erdoğan’ın hiçbir yere gideceği yoktur.
Dünkü grup toplantısında verdiği ipuçlarına bakılırsa, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı adayı olacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Ne demişti dün: “AKP’nin çözülüp dağılacağı görüşlerine itibar etmeyiniz. AKP kulis partisi değildir. AKP’nin başına kim gelirse gelsin, önemli olan partinin kimliğidir.”
Yeterince açık değil mi?
Bir de, hiç aklınıza takılıyor mu, neden Erdoğan Ekmeleddin İhsanoğlu ile ilgili hiç görüş bildirmiyor. Yapısına da aykırı. Şimdiye kadar çoktan yerden yere vurmuştu muhtemel rakibini. Aday olmadığı için sataşmıyor denemez, zira nasılsa kendi olmasa da bir AKP’li aday olacağı için, İhsanoğlu potansiyel tehlike ve hedef.
Ama nedense hiç sataşmıyor.
Ahmet Mümtaz İdil/ SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder