“Erdoğan Viyana konuşmasında ağzını açar açmaz, ‘Bizler (II. Viyana Kuşatması’nın padişahı) IV. Mehmet’in, (II. Viyana Kuşatması’nın sadrazamı, komutanı) Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın mirasçılarıyız’ dedi. Avusturyalıların ‘medeniyetler ittifakı eşbaşkanı’ olmakla övünen bir liderden duymak isteyecekleri son cümle herhalde bu olmalı. II. Viyana Kuşatması, ‘medeniyetler çatışmasının’ en baba milatlarından biridir, hâlâ travma olarak anılır ve yaşatılır” demiştim dün…
Okurumuz Yavuz O. bu tespit için; “Yazınıza ilişkin bir hatıramı anlatırsam ViyanaKuşatması’nın ne derece iliklere işlediğini bir kere daha görürsünüz” diye ilave ediyor:
“Yıl 1956 ben tıfıl bir Türk genci güzel Viyana’ya üniversitesinde okumak üzere ilkdefa ayak basıyorum ve henüz Almanca sıfır olduğu için İngilizce ile kendime oda bulabilmek için komisyoncu bir şirkete müracaat ediyorum... Neyse derdimi anlattıktan sonra ismimi yazmakta güçlük çekiyor ve nereden geldiğimi soruyor ‘Türk’ deyince hemen anlıyor ve bir de ne göreyim isim kısmına bana hiçbir şey söylemeden ‘Kara Mustafa Pascha’ yazıyor ve parmağı ile Almanca konuşulan yerlerde kullanılan bizde ‘seni gidi seni’ye eş düşen bir işaret yapıyor. Benimitirazım üzerine güçlükle düzeltiyoruz ve ben o tıfıl halimle kızgınlıktan kıpkırmızı yüzümle odadan çıkıyorum. Yıl 2014 ve TC Başbakanı Viyana’da Kara Mustafa Paşa ile sükse yapacağını zannediyor. Allah akıl versin. 77 yaşında bir okuyucunuz…”
Saygı karşılıklıdır
Erdoğan Viyanalı ev sahiplerine büyük olasılıkla “Merzifonlu Kara Mustafa Paşa” ile caka satmak peşinde değildi. Sanıyorum amacı ezik gurbetçilere; “Bakın sizin burahalklarından bir eksiğiniz yok, fazlanız var. Siz vaktiyle buraları titreten Koca Mustafa’nın torunlarısınız!” diye gaz vererek gönül çelmek ve kendi adına sadece prim toplamaktı...
Konuşmayı baştan sona okuduğunuzda, Erdoğan’ın baş gailesinin bu olduğunu; Avusturya mercilerine yer yer çiçek atmakla birlikte, konuşmanın yapıldığı ülke ortamını çok takmadığını/özünde sadece “Türk’e Türk propagandası” ile meşgul olduğunu görüyorsunuz.
Avusturyalı Dışişleri Bakanı Sebastian Kurz’u da çileden çıkaran tam da bu.
Tam da bu yüzden… Avusturya kamuoyunu hesaba katmadığı ve kale almadığı için “Ev sahibine gösterilen saygı farklı olmalıydı” diye yakınan ve Erdoğan’a dolaylı yoldan “saygısız” imasında bulunan “28 yaşındaki tıfıl”(!) Kurz özetle; “Dün gördüğüm manzara (uyarılara rağmen!) Türkiye’deki seçim kampanyasının Avusturya’ya taşınmış olduğudur. Erdoğan huzursuzluk yarattı” diyor.
Aynı zamanda “uyum bakanı” olan ve başbakanın “Viyana çıkarması” öncesinde ısrarla; “Benim Türk toplumu ile çok iyi ilişkilerim var. Üç yıldır uyum alanında çalışıyorum ve Türk kökenlilerin ülkemiz için büyük kazanım olduğunu düşünüyorum. Bu insanlar ülkemizin yabancı bir parçası değiller, toplumumuzaaitler ve saygı görmeliler. Ancak taraflar kışkırtıcı ifadelerden kaçınmalı” diye konuşan Kurz’un üstelediği kavram “saygı”...
Saygı görmenin tek şartı karşı tarafa da saygı göstermekten geçer.
Muhatabınıza ne ölçüde saygı gösterirseniz o ölçüde saygı görürsünüz.
Kurz sonuçta, “Bize saygı göstermeyen, bizden saygı göremez. Kaybeden göçmenleriniz olur!” demeye getiriyor.
Erdoğan Viyanalı ev sahiplerine büyük olasılıkla “Merzifonlu Kara Mustafa Paşa” ile caka satmak peşinde değildi. Sanıyorum amacı ezik gurbetçilere; “Bakın sizin burahalklarından bir eksiğiniz yok, fazlanız var. Siz vaktiyle buraları titreten Koca Mustafa’nın torunlarısınız!” diye gaz vererek gönül çelmek ve kendi adına sadece prim toplamaktı...
Konuşmayı baştan sona okuduğunuzda, Erdoğan’ın baş gailesinin bu olduğunu; Avusturya mercilerine yer yer çiçek atmakla birlikte, konuşmanın yapıldığı ülke ortamını çok takmadığını/özünde sadece “Türk’e Türk propagandası” ile meşgul olduğunu görüyorsunuz.
Avusturyalı Dışişleri Bakanı Sebastian Kurz’u da çileden çıkaran tam da bu.
Tam da bu yüzden… Avusturya kamuoyunu hesaba katmadığı ve kale almadığı için “Ev sahibine gösterilen saygı farklı olmalıydı” diye yakınan ve Erdoğan’a dolaylı yoldan “saygısız” imasında bulunan “28 yaşındaki tıfıl”(!) Kurz özetle; “Dün gördüğüm manzara (uyarılara rağmen!) Türkiye’deki seçim kampanyasının Avusturya’ya taşınmış olduğudur. Erdoğan huzursuzluk yarattı” diyor.
Aynı zamanda “uyum bakanı” olan ve başbakanın “Viyana çıkarması” öncesinde ısrarla; “Benim Türk toplumu ile çok iyi ilişkilerim var. Üç yıldır uyum alanında çalışıyorum ve Türk kökenlilerin ülkemiz için büyük kazanım olduğunu düşünüyorum. Bu insanlar ülkemizin yabancı bir parçası değiller, toplumumuzaaitler ve saygı görmeliler. Ancak taraflar kışkırtıcı ifadelerden kaçınmalı” diye konuşan Kurz’un üstelediği kavram “saygı”...
Saygı görmenin tek şartı karşı tarafa da saygı göstermekten geçer.
Muhatabınıza ne ölçüde saygı gösterirseniz o ölçüde saygı görürsünüz.
Kurz sonuçta, “Bize saygı göstermeyen, bizden saygı göremez. Kaybeden göçmenleriniz olur!” demeye getiriyor.
Kalan ‘Türkennot’ mirası
Erdoğan yandaş ve karşıt gösterilerle; Avrupa’nın en düzenli şehirlerinden biri olan Viyana’da kasırga etkisi yaratmakla kalmıyor; resmi olmayan özel bir geziye çıkmasına rağmen, 200 bin yeniçeriyle zamanında Avusturya başkentini kuşatan Kara Mustafa Paşa misali dev refakatçi ordusuyla şehre dalıyor…
Yetmezmiş gibi bir de Viyana konuşmasında “Kara Mustafa’nın mirasçılarıyız, Viyana ortasından geçen Tuna Nehri, tarih boyunca İstanbul’a akmıştır. Bugün de İstanbul Boğazı’na akar” minvalinde “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik!” edebiyatı yapınca Avusturyalılar çileden çıkmış olmalı.
Viyana’dan “Tuna’yı İstanbul Boğazı’na” akıtan başbakan; Avusturya’ya hareket etmeden önce keşke, Türkçeye de çevrilen büyük İtalyan yazarı Claudio Magris’inTuna kitabını okusaydı.
Avrupa’nın sayılı “Orta Avrupa-Tuna” uzmanlarından olan Magris; II. Viyana Kuşatması’nı tasvir ettiği “Hilalin Dehşeti” adlı bir yazısında; “Başbakanın torunu olmakla övündüğü” Kara Mustafa’nın izini şöyle anlatır:
“Viyana’yı 200 bin kişiyle kuşatan Kara Mustafa’nın ordusu, sadece askerlerdenibaret değildi. Ordunun içinde aynı zamanda teknisyenler, artizanlar, hokkabazlar, şairler, sadrazamın 1500 cariyesi, cariyelerin teslim edildiği karaderili harem ağaları da bulunuyordu…
60 günlük Viyana kuşatması, abartılı bu ayrıntılarıyla birlikte hâlâ bugüne ait bir olaymış gibi hatırlanır. Orta Avrupa tarihinin katmanları, aradan geçen yüzyıllara rağmen, hâlâ sonuçlanmamış çatışmaları ve açık yaralarıyla canlı kalan, bu haliyle eski büyük bir ağacın köklerinde ve dallarındaki yaşam damarlarını andırır. Almancada gerçekte tercüme edilmesi çok güç ‘Türkennot’ adında bir sözcükvardır. Sözcüğün anlamı acı, karşı konulmaz çaresizlik, bela ve Türk dehşeti demektir…”
Viyana’ya porselen dükkânına giren bir fil gibi dalan Erdoğan; “Kara Mustafa” adını ağzına aldığı anda ardında, orada yaşayan göçmenlere, bu anıyla her gün baş edilecek bir “Türkennot” mirası bırakıyor.
Erdoğan yandaş ve karşıt gösterilerle; Avrupa’nın en düzenli şehirlerinden biri olan Viyana’da kasırga etkisi yaratmakla kalmıyor; resmi olmayan özel bir geziye çıkmasına rağmen, 200 bin yeniçeriyle zamanında Avusturya başkentini kuşatan Kara Mustafa Paşa misali dev refakatçi ordusuyla şehre dalıyor…
Yetmezmiş gibi bir de Viyana konuşmasında “Kara Mustafa’nın mirasçılarıyız, Viyana ortasından geçen Tuna Nehri, tarih boyunca İstanbul’a akmıştır. Bugün de İstanbul Boğazı’na akar” minvalinde “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik!” edebiyatı yapınca Avusturyalılar çileden çıkmış olmalı.
Viyana’dan “Tuna’yı İstanbul Boğazı’na” akıtan başbakan; Avusturya’ya hareket etmeden önce keşke, Türkçeye de çevrilen büyük İtalyan yazarı Claudio Magris’inTuna kitabını okusaydı.
Avrupa’nın sayılı “Orta Avrupa-Tuna” uzmanlarından olan Magris; II. Viyana Kuşatması’nı tasvir ettiği “Hilalin Dehşeti” adlı bir yazısında; “Başbakanın torunu olmakla övündüğü” Kara Mustafa’nın izini şöyle anlatır:
“Viyana’yı 200 bin kişiyle kuşatan Kara Mustafa’nın ordusu, sadece askerlerdenibaret değildi. Ordunun içinde aynı zamanda teknisyenler, artizanlar, hokkabazlar, şairler, sadrazamın 1500 cariyesi, cariyelerin teslim edildiği karaderili harem ağaları da bulunuyordu…
60 günlük Viyana kuşatması, abartılı bu ayrıntılarıyla birlikte hâlâ bugüne ait bir olaymış gibi hatırlanır. Orta Avrupa tarihinin katmanları, aradan geçen yüzyıllara rağmen, hâlâ sonuçlanmamış çatışmaları ve açık yaralarıyla canlı kalan, bu haliyle eski büyük bir ağacın köklerinde ve dallarındaki yaşam damarlarını andırır. Almancada gerçekte tercüme edilmesi çok güç ‘Türkennot’ adında bir sözcükvardır. Sözcüğün anlamı acı, karşı konulmaz çaresizlik, bela ve Türk dehşeti demektir…”
Viyana’ya porselen dükkânına giren bir fil gibi dalan Erdoğan; “Kara Mustafa” adını ağzına aldığı anda ardında, orada yaşayan göçmenlere, bu anıyla her gün baş edilecek bir “Türkennot” mirası bırakıyor.
NİLGÜN CERRAHOĞLU
Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder