13 Eylül 2014 Cumartesi

Aman kafanıza dikkat edin-Erhan Nalçacı/ SOL

İster inanın ister inanmayın, komşunun teki on ikinci kattan şemsiyesini düşürdü. Siyah, büyük, ucunda en az beş santimetrelik sivri demiri olanlardan. Kapalı olan şemsiye dengesini yitirmeden hızlandı, hızlandı ve oradan geçerken kafamın ön tarafına doğru bir ok gibi saplandı. Kafama saplanmasıyla flop diye açılan şemsiyeyle birlikte beni acile kaldırdılar. Şemsiyenin beynimin alın lobuna isabet etmesine rağmen bilincim başından beri yerindeydi. Beyin cerrahisinde iki hafta yattıktan sonra taburcu olup siyasi mücadeleye geri döndüm.
Görünürde sağlam gibiydim, belleğim ve entelektüel yeteneklerin yerindeydi, ama bir tuhaflık olduğunu hissediyordum.
Toplumsal hareketler, mücadeleler, örgütlenmeler, kuramsal eğitimler milyarlarca sinir hücresi arasında oluşan devrelere şekil verirler; değerlerimiz, düşüncelerimiz, inançlarımız bu şekilde kodlanır, bir eylem kılavuzu olarak düşünce yöntemimiz ortaya çıkar.
Kaza sonucunda sosyalist devrime olan inancı kodlayan devrelerin bulunduğu bölge ezilmişti. Bunu basit bir şey olarak görmeyin, sosyalist devrim fikri beynin tümünü birbirine bağlayan ve düşünme yöntemini veren ağın tam odağında durur. Doğanın ve toplumun sürekli değişimi, nitelikçe sıçramalar, sınıf mücadelesine dayanan çelişki ve tarihsel referanslar bu inancı besleyen bir bütünlük oluşturur.
Daha önce bana çok geri gelen düşüncelerin yüzeye vurduğunu şaşkınlıkla fark ediyordum. Düşüncelerimdeki tutarlılık kaybolmuş yerini fikirsel uçuşmalara bırakmıştı.
İnsanın doğasında bulunan bencilliğin sosyalist devrimi ve kuruluşu imkansız kıldığına ilişkin düşünceleri kendimde yakalıyordum. İnsan türlerinin milyonlarca yıl eşitlik içinde yaşadığı ve toplumsal yapının davranışları belirlediği gibi bilgiler beynimden silinmemesine rağmen bunları birleştiremiyordum.
Bu fikrin daha utangaç bir formu, AKP’nin toplumu çok fazla gericileştirdiği ve çürüttüğü, artık bir sosyalist devrimin imkansız olduğuna ilişkin uçuşmalardı.
Sadece bu değil, daha önce her türlü burjuva bulaşıklığının kaynağı olarak gördüğüm liberal düşünceler bana hoş gözükmeye başlamıştı.
“Kürtler özgürleşmeden bu ülke özgürleşmeyecek” fikri artık cazip geliyordu. Eskiden olsa özgürlüğün de sınıfsal bir temeli olduğunu, burjuvazi ve toprak ağalarının özgürlüğü ile işçi sınıfının özgürlüğünün birbiri ile çelişki içinde olduğunu, işçi sınıfının özgürlüğünün eşitlikle geleceğini, sosyalizmin zaten Kürt emekçilerin özgürlüğü anlamına geldiğini şimdi çıkartamıyordum.
Kılıçdaroğlu’nun CHP kurultayında yaptığı konuşmada dile getirdiği “Avrupa Yerel Yönetimler Şartnamesi”nin eskiden uluslararası sermayenin koşulsuz egemenliğinden başka bir anlama gelmediğini hemen ispatlayabilirdim, şimdi bana bu “açılım” tatlı bir özgürlük meltemi gibi gelmeye başlamıştı.
Sosyalist devrime ilişkin umutsuzluk beni daha kestirme yollar aramaya itiyordu. Oysa her komünist, siyasi faaliyetin bir yandan delice bir iradeyle mücadele etmenin bir yandan da namluya sürülmüş bir kurşun gibi sabırla beklemenin çelişkili bütünlüğü olduğunu bilir.
Kafamda ilkesiz ittifaklar şekilleniyor, solda her biri başka yöne bakan beş benzemezin birliği beni heyecanlandırmaya başlıyordu. Bir sabah kalktığımda Parti’nin bir seçim partisi olması ve bütün siyasi yatırımın milletvekili seçimlerine yapılması gerektiği fikriyle uyanıyordum. Bu amaca varmanın gerektirdiği ittifaklar rüyalarıma giriyor, bunun düzen içine hapsolmak anlamına geldiğini ayırt edemiyordum.
Umutsuzluk bazen de radikalizm olarak yüzeye çıkıyor, devletin yasakladığı meydanlara çatışarak girme ve geniş kitlelerin bu eylemle uyanacağı fikri aklıma musallat oluyordu.
Parti’nin başarılı olması için merkez komitesinin yarısının işçi kotasına ayrılması gerektiğini ileri sürebiliyordum. Tesviyeci, soğuk demirci, dökümcü, biçkici kotaları… Eskiden olsa merkez komite üyelerinin mesleklerinden bağımsız kadro özelliğine sahip olması gerektiğini sosyalist iktidar mücadelesi ile hemen birleştirirdim.
Bir komünistin inancının zayıflaması için illaki kafasına şemsiye düşmesi gerekmez tabi ki. İnsanlar burjuva egemenliği altında yaşıyorlar ve çeşitli girdaplarda, kuşatmalarda inançları zayıflayabilir. Böyle arkadaşlara sorumlulukla yaklaşmak, onlara siyasi girdiler yaparak inançlarını tazelemek görevimdi. Şimdiyse bir cereyana tutulmuş gibi tuhaf fikirlerimin altında onları örgütlemenin dayanılmaz hafifliğine kapıldığımı fark ediyordum.
Ruhsal durumum kararsızlaşmıştı. Eskiden amaç disiplini altındaki kolektifin içinde değerliydim. Şimdi ise kendimi bazen orduların başında bir Napolyon gibi, bazen de yaldızlı gözyaşlarını arkasında bırakan bir sümüklü böcek gibi hissediyorum.
***
Şaka, şaka, turp gibiyim. Aman kafanıza dikkat edin diye yazdım; ne olur olmaz bir şey düşer, en değerli yeteneğinizi yitirirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder