14 Eylül 2014 Pazar

Zihinde Geri, Zehirde İleri-MİNE KIRIKKANAT

AKP iktidarı Türkiye’nin kendine yeten geleneksel tarımını bitirdi, tarımcıyı çokuluslu şirketlere borçlanmaya ve halk sağlığına zararları gün geçtikçe daha çok ortaya çıkan kimyasal destekli entansif tarıma mahkûm etti.
Ama ülkemizde ne görsel medya tarımcıları bir tartışma programına çağırıyor, ne de yazılı basın konuyu enine boyuna işliyor…
Oysa yabancı medyalar, tarım modelleri ve tarımcılar üzerine giderek daha çok tartışma açıyor. Neden?
Çünkü su ve besin, tüm canlıların yaşam kaynağı. Dünyada temiz su rezervleri zaten azalıyor, besin ise çokuluslu kimya lobisinin rüşvetle suladığı yoz hükümetlerin onayıyla dünyayı zehirleyen dev şirketlerin doymak bilmeyen kâr iştahasına terk edildi.
Türkiye, AKP iktidarı tarafından besin zincirini tarımdan hayvancılığa her aşama ve alanda tahakkümü altına alan bu çokuluslu şirketlere, eli, ayağı ve gözleri bağlı olarak teslim edilen birkaç ülkeden biri.
Ne var ki yerli tohumu yasaklayan, organik tarım yapılabilecek temiz toprak bırakmayan, doğal gıdalarla besi hayvancılığını yok eden bu politikalar, Türkiye’de doğru dürüst, enine boyuna tartışılmıyor.
***
Örneğin son günlerde, Kızılırmak’a bağlanan Ankara şebeke suyuna atık suların karıştığı iddiaları var.

Başkent BBB Melih Gökçek, kameraların karşısına çıkıp su arıtma şovu yaptı. Güya pisliklerden arıtıldıktan sonra şişelenen şebeke suyundan içti. Ama çeşme suyu içmeyen Sağlık Bakanı başta, kimseyi Ankara musluklarından akan suların içilebilirliğine inandıramadı, inandıramaz.
Bu ülke, kameraların karşısına çay bardağıyla çıkıp “Bakın radyoaktif değil!” diye kafaya diktikten sonra radyoaktiviteye bağlı kanserden ölen bakan da gördü.
Gönül isterdi ki Melih Gökçek de başkentin su şebekesine bağladığı Kızılırmak suyunu, doğruca nehirden, maşrapa maşrapa içsin!
Çünkü asıl sorgulanması gereken ve sorgulanmayan, Kızılırmak suyunun niçin şebekeye bağlandığı değil, nasıl olup da süzülse bile lağım koktuğu, kimyasal atıklarla zehirlendiği…
İşte tam da bu yüzden tarım ve çevre politikalarından söz ediyorum.
AKP iktidarının Türkiye’ye en büyük zararı, en zehirli hıyaneti, bu politikalardır.
Ülkemizin akarsularını, denizlerini, göllerini salt fabrika artıkları kirletmiyor. Tarımda kullanılan kimyasal ilaç ve gübreler, artı hayvanların dışkısı yoluyla toprağa karışan antibiyotikler, kimyasal gıdalar, hem tarlaları zehirliyor, hem de yeraltı sularını…
***
Birkaç yıl önce Fransız televizyonunda, atalarından gördüğü geleneksel yöntemlerle doğal gübre ve böcek kovucu otlar kullanarak organik tarım yapan bir köylüyle, kimyasal gübre ve ilaçları savunan bir uzmanın tartışmasını izlemiştim.
Programın son dakikalarında, tarım köylüsü cebinden bir avuç toprak çıkardı, ağzına attı, çiğnedi, yuttu ve uzmana dönüp: “Bu benim tertemiz toprağım” dedi. “Yedim,yerim ve hasta olmam. Cesaretiniz varsa siz de reklamını yaptığınız kimyasaldan bir avuç yiyin, bakalım o kadar zararsız mı!”
Kimyasal savunucusunun tepkisi ne oldu dersiniz?
Unutmayın ki teröristler, kimyasal gübreyi bomba yapımında kullanıyorlar. Fransız uzmanda da savunduğu haltı yiyecek yürek elbette yoktu. Hırsla yerinden kalkıp, programı terk etti.
Tarımda kullanılan kimyasal zehirlere, ekleyin lağımlara karışan deterjanları, güya temizlik adına kullanılan diğer zararlı maddeleri ve fabrika atıklarını; işte size dolu olduğunda tehlikeli, azaldığında ölümcül bir karışıma dönüşen ırmaklar, göller, barajlar ve sonuçta, balıkların öldüğü denizler.

***
Doğrudur ki bütün dünyada suların, toprakların kirlenme sorunu var. Ama halkın bilinci oranında “ileri” dediğimiz, çünkü her alan ve anlamda seçtiği iktidarlardan hesap sorduğu gelişmiş ülkelerde altyapı sorunu yok. Altyapı dediğimiz temiz su, pis su kanalizasyonları gayet doğru kurulmuş. Fabrika atıkları denetleniyor. Yeraltı sularına lağım ve fabrika artığı sızmıyor. Nehirlere, göllere ve denizlere de akıtılmıyor. Zaten bu nedenledir ki Batı ülkelerinin hemen tamamında, musluktan akan şebeke suyu içilebiliyor.
Musluklarından akan suların yarım yüzyıldır içilemediği tek “ileri demokrasi” Türkiye.
Üç yanı denizle çevrili olup denize girilmesi sağlığa zararlı tek dünya megapolü İstanbul.
Zaten tüm kentleri az ya da çok, ama mutlaka lağım kokan tek NATO üyesi ülke de bizimki!
G NOKTASI
“Sayın Mine Hanım, merhabalar.Lağım Kokusu, İnsan Dokusu adlı son yazınızı ilgiyle ve ibretle okudum.
Yazınızda, ‘Türkiye’nin öteki büyükşehirleri farklı mı’ diye soruyorsunuz.
Ailem ile beraber Hatay’a araçla bir yolculuktan yeni döndüm ve sırayla Samsun, Çorum, Yozgat, Kayseri, Niğde, Nevşehir, Adana illerinin ya içinden ya da civarilçelerinden geçen karayollarından geçerek yolculuk yaptık.
Abartmıyorum, belirli noktalarda her ilin kanalizasyonunu koklayarak geçtik ve hatta aramızda ‘en iğrenç kokan hangisi?’ diye espriler de yaptık.
Bilgilerinize sunmak istedim. Kolay gelsin, başarılar dilerim...”
Prof. Dr. B.T.
“Büyük eser, toprağın sessizliği içinde yaratılandır.”
ERİK GUSTAF GEİJER  

Mine Kırıkkanat
Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder