23 Eylül 2016 Cuma

Tarık Akan ve ‘13 Aralık’- Meriç Velidedeoğlu

Geçen hafta cuma günü çok erken saatlerde tüm Türkiye’ye yayılmıştı “Tarık Akan”ın bedensel olarak aramızdan ayrılışı; bu üzücü duyuruyu “TV”de izlerken,“Ergenekon Kumpas Davası”na karşı Cumhuriyet’in bahçesinde okuyucularla birlikte (5.3.2009) başlattığımız eyleme Tarık Akan’ın daha ilk günlerde katılmasını anımsadım. 
Bu destek bizim için çok önemliydi, çünkü henüz kırk, elli kişiydik; gazetenin yazarlarının bile hemen hemen hiç dikkatini çekmemiştik. 

Tarık Akan’ın -zaman zaman da olsa- aramızda oluşuyla bir kıpırdanış başladı; gittikçe çoğaldık; bahçeye sığmaz olunca da, henüz başlamış olan “Silivri Çadır Mahkemesi”ndeki duruşmalara katılmaya karar verdik; “Simgesel Eylem Grubu”muzun düzenlemesiyle kesintisiz gidiyorduk. 

Tarık Akan da duruşmalara katılırdı, sessiz, ama kararlı, dimdik bir duruşla; onun katılışı basının ilgisini artırıyordu kuşkusuz; ne ki basına, “TV” kameralarına öyle uzun uzun demeçler verdiğine, konuşmalar yaptığına -duruşmaların sıkı bir izleyicisi olarak- hiç tanık olmadım desem yeridir.
 
Anımsanacağı gibi, bir süre sonra, duruşmalara halkın katılımının engellenmesi, “13 Aralık 2012” günkü “Barikat Savaşımı”nı yarattı; duruşmayı izlemeye gelenlerin yolu, mahkeme binasından iki ya da üç yüz metre uzaklıkta ve aşağıda kalan bir alanda, yoğun jandarma erleriyle korunan, çelik tel örgü engellerle kesilmişti. 
Engellere yüklenen on binlerin attığı sloganlar mahkeme salonuna dek ulaşıyor, yoğun önlemlere karşın sesler kesilemiyordu.
 
Oysa mahkemede de benzer bir durum yaşanıyordu, üstelik duruşma salonunu savaş alanına çeviren bu durum daha mahkeme binasının bahçe kapısında başlıyordu; demir parmaklıklı giriş kapısı, jandarma erlerince tutulmuştu, giriş izni onlara bağlıydı; kapıdan geçip bahçeye girince de yine bir jandarma taburunu aşmak gerekiyordu, binanın kapısına varıp içeri girince, durum daha da çetinleşirdi, çünkü çelik zırhlar içinde çelikten yapılmış insanlara benzeyen eli silahlı“robokop”lar arasından onlara değmeden salona girip oturmak oldukça ustalık isterdi... 

Aslında bu düzenlemeye alışmıştık, ama “o”, “13 Aralık” günü silahlı robokoplar göze batacak kertede çoğalmıştı, nedenini duruşma sırasında anlayacaktık. 
Duruşma başladığında, “yargıç heyeti”nin, altı aydır, artık iyice çığrından çıkan tutumlarını, “savunma hakkı”nı tanımamayı sürdürmeleri karşısında, iyice bunalan bir “savunman”, bu temel haklarını yüksekçe bir sesle dile getirince, “Başkan”, bu savunmanı “dışarı atmak” için robokopları çağırıp üzerine yolladı; çelikten oluşan bu kuşatmaya karşı tüm savunmanlar da bu arkadaşlarının çevresinde toplanıp onu koruyan bir duvar oluşturdular. 

Kuşkusuz salonu dolduran izleyiciler ile “40”ı aşkın (CHP) milletvekili de hep birlikte ayağa kalktı; ne ki anında robokoplar iki sıra oluşturarak, halka ve halkın vekillerine karşı kürsüyü dolaysiyle yargıçları, savcıları korumaya aldılar; hemen ardından da izleyicileri jandarmalar sarıverdi; ayrıca sanıkların bulunduğu bölüm de, yine jandarma erlerince kuşatıldı; yetmedi, mahkeme salonunun her iki kapısı da kapatılıp içten ve dışarıdan yığınla jandarma eri tarafından tutuldu... 

Duruşmaları ve bu duruşmayı izleyen bizler, dışarıdakilerden nasıl kesintisiz haber alabiliyorsak, onlar da duruşmada olan biteni anında öğrendiklerinden, salondaki bu son durumu duyar duymaz, vargüçleriyle çelik engellere yüklenmeye başlamışlar. 
İşte bu inanılmaz kasırganın en önünde olan, öncülerden biriydi Tarık Akan.
 
Üstelik engelleri devirmekle iş bitmiyordu mahkeme binasına doğru yola çıkabilmek için; anlaşılacağı gibi bu engelleri koruyan silahlı, coplu görevlilerle de çatışmak gerekiyordu, dolaysiyle -neredeyse-boğaz boğaza bir dövüş başlamıştı ve Tarık Akan yine en öndeydi... 
Bütün bunları, geçen pazar günkü, Tarık Akan’ı uğurlama töreninde bir kez daha yaşadım; cami avlusunda başucuna ulaşınca da, “bir kez daha yazacağım” diye söz verdim!.. 
Umarım çok eksik yazmamışımdır...

Meriç Velidedeoğlu
Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder