5 Ekim 2016 Çarşamba

Nuray Mert ile Soner Yalçın'ın ortak noktası-Volkan Algan/SOL

"Türkiye’de sol sınıfını unuttu, sınıf solunu. Başka tercih şansı olduğunu düşünüp kaçak güreşenlere artık daha fazla diyebileceğimiz bir şey yok, ama milyonlarca emekçi için mücadele asıl şimdi başlıyor."


15 Temmuz’daki darbe girişimi herkes için yeni bir durumu ortaya çıkardı. İktidarın belirlediği Türkiye sağı da, onun karşısında konum alan, Türkiye’nin çağdaş yüzünü temsil edenler de eskisi gibi değiller artık. Bunda şaşılacak bir şey yok, eşyanın doğası gereği böyle olmak durumunda.
AKP tabanını şimdilik bir kenara koyalım, çok da derdiğimiz değil aslında. Biz kendi tarafımıza bakalım.
Büyük bir kopuş oldu anlamında söylemiyoruz bunları, her şeyi en baştan tartışmayacağız elbette. Herkesin malumu olan sorunlar yerli yerinde durmaya devam ediyor.
Ama, 15 Temmuz’dan sonra, Türkiye’nin uzun süredir kendince bir “istikrara” kavuşan istikrarsızlık haline alışmış, içten içte bunun bu şekilde devam edemeyeceğini, bir gün, bir şekilde ve yine birileri tarafından dur denileceğini düşünenler şimdi bu metafizik inançlarını da yitirmiş derin bir bunalım halindeler.
Şimdi o metafizik, yenilerini doğuruyor, zaten başka türlü olamazdı. Çünkü yaşananlara bir açıklama getirmekte zorlanıldığı gibi, eldeki son avuntu da gitmiş oldu darbe denemesinden sonra. (Avuntudan kastımız darbe beklentisi değil sadece, bazıları için öyledir elbette ama Erdoğan’ın bir şekilde götürüleceği inancını kastediyoruz)
Şimdi ülkeyi terk etmeyi düşünenlerden, küçük dünyasında tutku arayanlardan, hobisel işlere gömülenlerden, "hayat kısa-vur kendini yola" diyen gezgincilerden, olmadı özel okula veririzcilerden... geçilmiyor ülke.
Tabii bunlara imkanı olanlar için söylüyoruz, ya hayat gittikçe katlanılmaz hale gelen, darbe denemesinden sonra bir kalemde çıkan emek düşmanı yasalarla elindeki son hakları da bir bir tırpanlanan milyonlarca emekçi ne olacak...
Demek ki yeni bir tartışmanın zamanı geldi de geçiyor bile.

**
AKP karşıtı, modern değerlerin taşıyıcısı toplumsal kesimlerin bugüne kadar bir türlü anlamak istemediği, kabullenmekte zorlandığı şey AKP’nin sınıfsal karakteri oldu. Gericilik, cehalet, sanat, çevre, doğa ve tabii insanlık düşmanlığında çok kolay birleşiliyordu; gelgelelim tüm bu özelliklerin temelinde AKP’nin sermaye sınıfının, patronların partisi olması vasfının yattığına sıra geldiğinde aynı coşku ve kararlılığı göremiyorduk.
En berrak ve kararlı halini Gezi’de almış olan AKP karşıtlığının da zayıf karnı burasıydı. 10 milyona yakın yurttaşın sokağa aktığı bir direniş, açık ki bir emekçi tabana yaslanıyor demektir, bunda tartışılacak bir yan yok. Ama bu, hareketin emekçi karakter taşıdığı anlamına gelmiyor. En temel nosyonu özgürlükçülük ve laik hassasiyetler olan Gezi, tam da emekçi karakteri baskın hale gelemediğinden, hemen arkasından gelen manipülasyonlara karşı koyamadı.
O günden 15 Temmuz’a kadar da aslında AKP karşıtı toplumsal kesimlerin temel motivasyonu değişmedi. AKP’nin gerici karakteri, onun patron partisi olma vasfını hep gölgede bıraktı, aradaki bağ bir türlü kurulamadı, aynı tuzaklara defalarca düşüldü.
Üstelik AKP’ye karşı muhalefet cephesi öylesine genişledi ki, hiçbir biçimde yan yana gelemeyecek isimler şimdi fiziken olmasa da siyasi tasnif gereği aynı cepheye düşmek zorunda kaldılar. Bu cephe sosyalist hareketten liberallere, eski cemaatçilerden AKP küskünlerine kadar çok geniş bir alanı tarıyor: Artık herkes laik, herkes demokrat, herkes AKP düşmanı...
Buradan ne bir inanç, ne de enerji çıkar. Çıkmıyor da. Aynısının laciverdini denemek artık kimseye bir heyecan vermiyor, işte bu nedenle de en tehlikeli andayız, kabullenme tehlikesiyle... Ve belki de en umutlu.

**
İçten içe Erdoğan’ın bir gün bir şekilde gideceğine kendisini inandırmış, belki kendine itiraf etmese bile bu ülkeye bir şekilde katlanmak için kendi motivasyonunu buradan sağlamış geniş bir toplumsal kesimin yaşadığı travmanınsa bir başka hayırlı tarafı olabilir. Büyük toplumsal travmalar, büyük sorgulamaları da beraberinde getirebiliyor, tarih bunun örnekleriyle dolu.
Bu travma Erdoğan’ın kalıcı hale geldiğini düşündüğünden değil sadece, zaten nasıl olabilir ki bu, ama belli ki bu muhalif kesimler darbe öncesi içinde düştükleri konformizmin artık sürdürülemez olduğunu fark ettiklerinden yaşanıyor. Anlaşıldı ki beyaz ya da mavi yakalı, sanayi ya da büro çalışanı tüm emekçiler bir sınıf kimliği ile siyasete dahil olmak zorundalar.
Yaşanan derin bunalım ve ümitsizliğin temelinde bu karar anının geldiğinin içten içe hissedilmesi var.
İnsanlar her şeye alışabilirler, hayat tarzı bunların arasında en hafif olanı belki de, çevrenize baksanıza, on yıl önce milyonları sokağa döken uygulamalar bugün vakay-ı adiyeden, günlük, kısa bir cık cık hayıflanması ile geçilir hale geldi.
Hiçbir koşulda alışılamayan, gizlenemez ve giderilemez olan çelişki ise sınıf farkı oluyor. Şimdi o noktadayız.

**
Bazı Erdoğan muhalifleri Stockholm sendromuna tutulmuş durumda: Kimler yok ki burada, Nuray Mert’ten, Soner Yalçın’a kadar, kimi sevdiğimiz kimi sövdüğümüz bir sürü isim. Haksızlık etmeyelim, elbette Erdoğan’a hayran değil bunlar, hatta çoğu değil, ama ondan medet umar hale gelmenin hayranlıktan kalır yanı var mı?
Nuray Mert malum, Erdoğan için “olmasaydı, olmazdık” noktasına gelmiş. Soner Yalçın’sa bugünkü yazısında AKP’nin toplumdaki gerginliği düşürmediğinden yakınıp, gerilimi artıracak uygulamalardan duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş. Niye böyle yapıyorlar sorusuna verdiği yanıtsa parmak ısırtacak cinsten: Devlet yönetmeyi bilmiyorlarmış... Eh yani, o kadar araştırmacı yazar diye bilineceksin, sonra da bunların gericiliğini, hesapçılığını, siyasi dengeleri falan bir yana bırakıp... Neyse daha fazla bir şey demeyelim. Demeyelim çünkü bu bilgi meselesi değil.
Bu iki ismi örnek verdik, çünkü bir tanesi liberal demokrat muhalefetin, diğeri ulusal-sol toplumsallığın sözcüsü olarak kabul görünen ve çok okunan isimler.
Bu bilgi meselesi değil gerçekten, sınıf meselesi. Yanılgının, teslimiyetin temelinde sınıfsal bakış eksikliği yatıyor. Bugün Türkiye siyasetine baktığında emekçileri göremeyenler düzen siyasetinde tek gerçek siyasi aktör olarak kabul ettikleri Erdoğan’dan medet umar hale geliyorlar.
Türkiye büyük bir kapitalist devlettir, düzen bloğundaki tüm kavgalar, gürültüler de bu kabul üzerinden yorumlanabilirse ancak bir sonuca varılabilir. Aksi halde nereye savrulacağınız hiç belli olmaz, hele bu kaosta.
Normal zamanda asla mümkün olmadığı halde OHAL fırsatıyla Meclis’ten alelacele geçirilen emekçi düşmanı yasaların Türkiye solunun gündemini bu kadar az meşgul etmesinde hiç mi gariplik yok? Oysa dananın kuyruğunun koptuğu yer orasıydı, şimdi işçiler kendi kendine tartışıyor bireysel emeklilik konusunu.
Türkiye’de sol sınıfını unuttu, sınıf solunu.
Başka tercih şansı olduğunu düşünüp kaçak güreşenlere artık daha fazla diyebileceğimiz bir şey yok, ama milyonlarca emekçi için mücadele asıl şimdi başlıyor.

Volkan Algan/SOL 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder