6 Kasım 2016 Pazar

Ecevit ve cilvebaz kader - AHMET TAN

Bülent Ecevit’in aramızdan ayrılışının dün 10. yılı idi. İki gün önce de, TayyipErdoğan’ın başımıza gelmesinin 15. yılına girdik.
“İki olayı aynı haftada, aynı paragrafta buluşturan kader utansın!” diyen olursa...
“Makul şüpheli” sayılır ve devamında da sabahın köründe “gözaltına alınıp sonra da denetimli serbestliğe” falan maruz bırakılır mı?
Bir Allah bilir, bir de kudret sahipleri!
Kader dişi midir, erkek midir bilmek zor. Ama “kaderin cilvesi” diye bir deyimimiz var.
“Cilvebaz” da olduğuna göre, kader hanım, Allah muhafaza, aklımızı başımızdan alabilir;
Ve hatta KHK’ye falan maruz bırakabilir... Bir örgüte üye olmadan, örgütçü bile yapabilir.
Tek satır yazı yazmadan fikir; tek söz söylemeden zikir suç işletebilir.
Özetle cilvebaz kaderden her şey beklenir...
***
Bülent Ecevit de, kaderin her türlü işvesine maruz kaldı.
Yüzde 42 oy aldığı halde hükümet kuramadı. Baskılar üzerine “kumar borcu olmayan vekil” transferine bile yöneldi. Hükümet oldu. İktidar olamadı. İki kez darbeye uğradı. Hapse atıldı. Suikast girişimine uğradı. Defalarca yargılandı. Kendisini hep gazeteci olarak tanımladı. Bir gazeteciye verilecek en ağır ceza kalem yasağı idi.
Yıllarca “yasaklı” yaşadı.
Demokrasi ve adalet arayışı hiç durmadı. Son olarak çıkardığı derginin adıydı Arayış. Bir arkadaşının adı ile (Necdet Onur) çıkardı o dergiyi. Üç ay bile yayımlanmadan, “Hak - Hukuk - Adalet” konusunda yazdığı yazısı, bugünün KHK’si o günün MBK’si kararıyla derginin sayfalarından kazınmak suretiyle çıkartıldı.
Zamanın (ve Ecevit’in) ruhunu şad etmenin en kestirme yolu, 12 Eylül faşist askeri darbe günlerindeki o 35 yıl önceki yazıyı buraya almak. İnşallah yazının da, Cumhuriyet’in de başına bir şey gelmez.
İşte o yazı:
“ İnsanlar bir ölçüye kadar özgürlük kısıntılarına, baskıya, zulme katlanabilirler, ama haksızlığa, adaletsizliğe katlanamazlar.
En zayıf, en ürkek insan bile haksızlık, adaletsizlik karşısında tepki duyar ve tepkisini hiç beklenmedik biçimde ve ölçüde açığa vurabilir.
Toplumda huzur sağlamanın, insan ilişkilerini de yurttaş-devlet ilişkisini de sağlıklı ve düzgün yürütebilmenin başta gelen koşulu adalettir.
Adaletin dayanağı ise, yargı erkinin, yargı organlarının bağımsızlığıdır.
Yargı organları yeterince bağımsız değilse, yargıçlar yeterince güvenceden yoksunsa, mahkemelerin vereceği en adaletli kararlar bile inandırıcı olamaz; halk, adalet inancını, devlete güvenini yitirir.
Adalete inanç ve devlete güven sarsıldıkça da, hakkına razı olmayanlar artar, yargı organları dışında hak arama eğilimleri yaygınlaşır, toplumsal ilişkiler zedelenir ve en kötü anlamıyla anarşi ortaya çıkar. O durumda, anarşiyi önlemenin, koyu bir baskı rejimi kurmaktan başka çaresi görülemez olur ve demokratik hukuk devletinin yolu tıkanır.
Onun için, yargı erkinin bağımsızlığı, adaletin dayanağı olduğu kadar, demokrasinin de gereğidir.
Eğer Türkiye’de gerçek demokrasi amaçlanıyorsa, yargı erkinin bağımsızlığını ve yargıç güvencesini zedelemekten kaçınılmalıdır.” (30 Mayıs 1981)

Kürt Ecevit
Ecevit ölümünden iki yıl önce de aile kökleriyle ilgili samimi açıklamalar yapmıştı:
“Benim gözümde Kürt-Türk ayrımı yoktur” demiş ve eklemişti:
“Dedem, Mustafa Şükrü Efendi ‘Kürtzade’ olarak tanınıyormuş. “Kastamonu’nun Daday ilçesine babamın doğduğu köyde, onun adına bir ilkokul yapılmıştı. Ben ilk olarak orada köyün ileri gelenlerinden öğrenmiştim. Sadece ailenin değil, köyün tamamı, Doğu’dan gelmiş. Kürt kökenli olabilir. Mesela rahmetli annemin ailesi de Boşnaktı.” (Akşam gazetesi 04.08.2016)

Ahmet Tan / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder