2 Kasım 2016 Çarşamba

Saat kaç, bilemeyen ülke - AYDEMİR GÜLER

Yaz saati uygulamasının hatırladığım eski bir uygulamasında, o zamanlar adı henüz İstanbul Sinema Günleri’ydi, seansı şaşırmıştık. Yalnız değildim, bayağı kalabalıktık. Şimdilerde bayağı partizanca randevularda devam ediyor şaşırmışlığımız… Biz böyleyken millet ne yapsın?

Ancak 2016 itibariyle durum kategorik olarak farklı. Ülkemiz saatini yılda iki günlüğüne şaşırmakla kalmıyor. Birkaç yıl önce yabancı veya gerçekçi dostlarımdan duyduğum takdirler oluyordu Türkiye’ye dair. Her gelişlerinde havaalanlarını daha da gelişmiş buluyorlardı. Caddeler parlıyor, beton malzemeli de olsa modernite yükseliyordu. Para akıyordu ve parlatıyordu. Törkiş Erlayns mı? Benzeri yoktu… Yerli gerçekçilerimiz ise Türk firmalarının dünya kapitalizminin yükselen yıldızı olduğunu, inşaatta zirveye tırmandığımızı, bankacılık sisteminin güvenilirliğini işaret ediyorlardı. Koca Fransa, bir zamanlar yıldız İtalya’sı ve daha niceleri nal topluyordu, İngiltere bir üçüncü dünya görüntüsü veriyordu… Türkiye’nin çizdiği tablo açısından hiç de haksız değillerdi ve zaten benim burada andığım dostlarım ne AKP’ci, ne kapitalizm hayranıydılar. 

Şimdi meselemiz saatini bilmemek değil. Türkiye dökülüyor!

Kestirmeden söyleyeyim, bu kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasının tezahürlerinden biridir. Türkiye, dünyanın “en satıcı” ve hatta neredeyse (AKP’nin ılımlı-uyumlu İslam halini hatırlayın) en bir model yöneticilerine kavuşma şansını yakalayan bir kapitalist ülke olarak parayı çekiyordu. Para? Dünyada ondan çok vardı! Marx’ın, kâr oranlarının eşitlenmesini anlatırken dalga geçtiğini düşünmüşümdür hep; kârlılık hangi sektörde yüksekse sermaye oraya akar ve bu akışın sonucunda belli bir sürede oranlar eşitlenir. Ama dank etmesi zaman alır ve bir dönemin adamı vezir eden sektörü, bakmışsınız rezil etmiş! Yaşananın kitaptaki sade karşılığı budur ve bu gözlem/analiz Marx’ın ayrıcalığı da değildir. Neo-klasik giriş kitaplarında bu akılsızlık böbürlene böbürlene anlatılır.

Türkiye de şişti, doldu, taştı ve çöküyor.

Keşke kapitalizm ve onun kâr edenleri kendi başlarına çökselerdi! Ne yazık ki, hayat böyle değildir ve kapitalistler beraberlerinde bütün toplumu bataklığa çekerler. En basiti, işsizlik de taşar. Ona lümpenleşme eşlik eder. Şık şıkıdam, elegan ve eğitimli, gayet modern kapitalistler asla viski alamaz duruma düşmeyeceklerdir. Ama onlar, düşen karlar karşısında ağlaşırken ve hem birbirlerinin, hem de istihdam ettikleri yoksulların kuyusunu kazarken, örgütlenmek yerine lümpenleşme yoluna giren emekçiler insanın en insanlık dışını resimlerini yaratırlar. Bali çeker, sokağa düşen çocukları. Üstünlüğünü cinsel eyleminde tatmin etmenin dibine vurur ve kediye köpeğe göz koyarlar en sapkınları. İşsizlerin, toplam nüfuslarından göçmenleri ve kadınları kovmaya kalkmaları emekçilerin en kolay gericilik pratiğidir. Göçmenleri milliyetçilikle kovalamaya, kadınları dinsel taassupla eve kapamaya, dövüp tecavüz etmeye meylederler. Hep birlikte biat ettiklerinde onları kurtaracak güçlü otorite aramaya koyulurlar.

Örgütlenmeye ve insanlıklarını korumaya yönelenler aynı anda hem onları bataklığa iten kapitalistlerle, hem de bataklığa çeken sınıfdaşlarıyla mücadele etmek zorundadırlar.
Olan budur ve Türkiye’nin 21. yüzyıl başında hızla tanıştığı (post-)modernitenin sonuna gelinmiştir. Törkiş erlayns’ın itibarının peşine takılan havayolu şirketleri rötar rekortmenidir. Havalimanlarıysa dökülmektedir. Duble yol şampiyonası çoktan bitmiş, iş “şuraya bi tünel açsak be başkan, bizim emmioğlu aç kaldı aylardır”a dönmüştür. Teknoloji geyiğinden kırılan enerji tekelleri, gözlerini yeni saat sistemi sayesinde birkaç ayı kurtarmaya dikmiş olabilirler. Hükümet belki buna yatıyordur, belki de gerçekten tasarruf peşindedir. Ama sonuç gariptir; tasarruf olsun diye zamanında yaz saati uygulamasına geçen Türkiye'nin mevcut hükümeti, adına kış saati dedikleri uygulamayı kaldırayım derken Türkiye'ye gerçek saat dilimini terk ettirmiştir! Konut sıkıntısına çare diye masaya sürülen TOKİ’nin açtığı yoldan ayrıcalıklı trafik canavarları olarak çıkan beton araçları ve hafriyat kamyonları büyük kentlerde insan ezip duruyor!

Bu örnekler ve sizin ekleyebileceğiniz niceleri koskoca bir pakettir. Kapitalizm daha kârlı diye imamlara emanet edildi. Ne cumhuriyet kaldı, ne laiklik, ne kadın özgürlüğü, ne insan hakkı…

Saat kaç, bilmeyen bir ülkede yaşanabilir mi? Ne demiş Engels: Özgürlük zorunluluğun bilincidir… Zorunluluk örgütlenmek ve mücadele etmekten başka ne olabilir?

Aydemir Güler
SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder