20 Ocak 2017 Cuma

Hayatı okulda öğrenmek (1-2) - Deniz Kavukçuoğlu

(1)

Eskişehir’in Gündoğdu Mahallesi’ndeki Kent Park’tan bir kolu geçen Porsuk Çayı’nın donan kısmında bisiklete binen biri 11, öbürü 12 yaşındaki Batuhan Gürdoğan ve Alican Türk adlarında iki arkadaş suyun karşı yakasına geçmeye çalışırken buzun kırılması sonucu yaşamlarını yitirdiler.
Her duyana derin üzüntü veren bu genç ölümlerin nedeni hiç kuşkusuz bilgisizlikti. Size, “Alageyik Sokağı Bir Liman mıydı?” (Can Yayınları) adlı kitabımdan bir anımı alıntılamak istiyorum. Yıl 1956, yer Almanya’nın Bremen kenti. Yaşım 13. Devam ettiğim okulda, sınıfça, buz tutmuş bir gölde kaymaya götürmüştü öğretmenimiz. 


***
“Buzun üzerinde ancak dört beş günde öğrenilecek şeyleri bir iki saate sığdırmaya çalışıyorum. Gölde, bir dere ağzına doğru hızla kayarken, bir iki kez durmayı, bunu beceremeyince de yavaşlamayı denemiş ama başaramamıştım. Artık yoluma devam edip derenin üzerinde ilerlemekten başka çarem yoktu. Bu sırada (sınıf arkadaşım) Walter’in, ‘Deniz, hemen dur, sakın dereye girme!’ diye bağırdığını duymuştum. Fakat ses arkamdan değil, solumdan bir yerlerden gelmişti. Düşerim korkusuyla başımı sesin geldiği yöne çeviremiyordum. Walter’in aynı uyarıyı yineleyen sesi kısa bir süre sonra geride kalmıştı. Yüz metre kadar kıyıda yanım sıra koştuktan sonra güçten kesilip olduğu yerde kalmış olmalıydı.
Derenin ağzına geldiğimde
Walter’in haykırışlarının nedenini anlamıştım. Buz, derenin ağaç dallarının gölgelediği kıyı bölgelerinde koyu bir renk almıştı. Renk koyulaşmaları buzun o bölgelerde inceldiğini gösteriyordu. (…) Dere yönüne kaymakla çok büyük bir yanlış yapmıştım, ama bunu düşünmek için çok geçti artık… Derenin üzerine uzanan ağaç dallarından birini yakalayarak durmayı denememin de bir yararı olmayacaktı. Tam tersine dal beni kıyıya, buz tabakasının ağırlığımı taşıyamayacak kadar inceldiği bölgeye çekecekti. Yere yuvarlanmayı zaten göze almıştım, ama ayaklarımda patenlerim, üstümde yakası kürklü kalın gocuğumla kırılan buzların arasından suya dalmak felaket olurdu. Kafamdan bunları geçirdiğim sırada derenin yirmi otuz metre sonra sağa kıvrıldığını görünce paniğe kapılmıştım. Yönümü belirlemeyi beceremediğimden dümdüz gidecek, derenin kıvrıldığı yerde kıyıya çarpıp duracak, ama suyun dibini de boylayacaktım. (…)”
Göle gelirken otobüste yanımda oturan Walter’in söyledikleri aklıma geldi. “Zorda kalırsan patenlerini içe doğru çevir, durursun ama düşersin, kendini kolla!” demişti. Öyle yaptım. Zınk diye durur gibi oldum, ama aynı zamanda da yüzüstü buza kapaklandım. Kıpırdamadan öylece yatıyordum. Yine kıyıdan bağıran Walter’in sesini duydum: “Sen aptal, salak, kafasız bir eşeksin!..”

 
***
Kendince haklıydı arkadaşım. Ne var ki o okuldaki beden eğitimi derslerinde yüzmeyi, buzda kaymayı öğrenirken bizim ülkemizde aynı dersler “terazi lastik jimnastik” düzeyinde anlamsızdı. Bunu nereden bilsindi Walter?
Porsuk Çayı’nda buzun altında can veren o iki çocuğa ilişkin acı haberi duyduğumda aklıma o anım geldi. O tarihte onlarla aşağı yukarı aynı yaştaydım. Bugün hayattaysam bunu Bremen, Lothringer Schule’deki sınıf arkadaşım Walter Lange’ye borçluyum.
Onun okuldan aldığı hayat dersi beni olası bir ölümden kurtarmıştı.


(2)

Çarşamba günkü yazımda ülkemiz okullarında verilen beden eğitimi derslerinin “terazi lastik jimnastik” düzeyinde anlamsız olduğundan söz etmiştim. Doğal ki bunun birçok okulumuzda istisnaları da vardır, bunları kastetmiyorum.
Gelişmiş ülkelerde bu dersler ilkokuldan itibaren bölgesel ihtiyaçlara göre ortaöğretim sonlanana kadar veriliyor. Kışları karlı, buzlu geçen bölgelerde çocuklara kayak, buz pateni, kızak kayma gibi dersler verilirken, sıcak bölgelerde bu derslerin yerini yüzme, sutopu gibi sporlar alıyor. Atletizm ise tüm bölgelerin vazgeçilmesi.
Bizde ise varsa yoksa top peşinde koşturmak. Okullarımızı büyük çoğunluğunda doğru dürüst bir basketbol ya da voleybol sahası olmadığı gibi yer jimnastiği ve aletli jimnastik için gerekli donanıma sahip kapalı salon sayısı da çok az.
Millî Eğitim Bakanlığı’nın okullardaki ders müfredatını değiştirirken, bu eksiklikleri de göze alması gerektiğini düşünüyorum.

***
Çünkü her yıl yaz aylarında göllerimizde, ırmaklarımızda, derelerimizde, göletlerimizde yüzlerce insan yüzme bilmemeleri nedeniyle boğularak can veriyor. (Bu arada uzun yıllar yaşadığım Almanya’da çok sayıda Türk ailesinin İslami inançları nedeniyle kızlarını okullardaki yüzme derslerine göndermediklerini, bu nedenle mahkemelik olduklarını belirtmeliyim). Kış aylarında ise göllerimiz, göletlerimiz, ırmak ve derelerimiz buz üzerinde dolaşan, oynayan çok kişiye mezar oluyor. Okullarda verilen tüm derslerin nihai amacı çocuklara ilkokuldan başlayarak hayatı öğretmektir.
Bu satırları yazarken, dört gün önce Eskişehir’de, buz tutan Porsuk Çayı’nda bisikletle dolaşırken, kırılan buz nedeniyle yaşamlarını yitiren iki çocuğumuzu düşünüyorum.
Bu bağlamda özellikle okul dışında verilen beden eğitimi dersleri ve sınıf gezileri çocuklara kendi çevrelerindeki doğayı tanımaları açısından büyük olanak sağlamaktadır.


***
Biliyorum, Milli Eğitim Bakanlığı bu eksiklikleri gidermek için parmağını oynatmayacaktır. Bakan’ın ve bakanlık yetkililerin akılları Darwin’in evrim teorisine, Kurtuluş Savaşı’mızın önderi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, aydınlanmacılığımızın mimarı Mustafa Kemal Atatürk’ü ve onun en yakın arkadaşı Garp Cephesi Kumandanı, Lozan kahramanı, parlamenter demokrasimizin siyasal yol göstericisi İsmet İnönü’yü “nasıl yaparız da ders kitaplarından çıkarıp unuttururuz” projelerine takılmış.
Yeri gelmişken siz sevgili okurlarımdan gözden kaçırmış olanlar varsa onlara değerli arkadaşımız Orhan Bursalı’nın 15.1.2017 tarihli, “Ağzınızla Kuş Tutsanız Ülkeyi Düzlüğe Çıkartamazsınız” başlıklı yazısını okumalarını öneririm. 


***
Evet, hayat okulda öğrenilir, doğal ki dersler beyinlerini hurafelerden arındırmış aydın öğretmenler tarafından verildiğinde… Aynen bize, Haydarpaşa Lisesi’ndeki biyoloji derslerine “Bu dersin adı Yunanca bios logos kökünden gelir, hayat bilimi/ incelemesi demektir” diyerek başlayan, yetişkin bir solucandaki boğum sayısının 27-32 arasında mı yoksa daha mı fazla olduğunu öğretmek yerine bizi sahaflara, tarihi çarşılara götüren, meyveleri, sebzeleri vitaminleri tanıtan, nasıl dinç kalınacağını anlatan sevgili hocam Halit Avan’ı rahmetle, saygıyla anıyorum.
Eğer hayatı sevmişsem, anlamışsam bir ölçüde onun sayesindedir.



Deniz Kavukçuoğlu / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder