24 Şubat 2017 Cuma

Gönüllü kulluk! - I-II (MURAT YAYKIN-BİRGÜN)

Geçtiğimiz günler içinde ölen sanat eleştirmeni, yazar John Berger, Görme Biçimleri’nde “Yalnızca baktığımız şeyleri görürüz. Bakmak bir seçme edimidir,” dediği gibi, gelin bugünkü yazımda ‘kulluk’ olgusuna zihne ilk çağrıştırdığı sözlük anlamının dışına çıkarak bakmayı tercih edelim. Bakalım bir şeyler görebilecek miyiz?

II. Dünya Savaşı sonrası Arjantin’e kaçan Eichmann, 1960’da Mossad ajanlarınca yakalanır ve yargılanmak üzere İsrail’e getirilir. Hannah Arendt’in, ‘Eichmann Kudüs’te kitabına konu olan davada Eichmann, savaşta yalnızca amirlere itaat ettiğini, kötülüğe alet edildiğini, ve asıl sorumlunun kendisi olmadığını söyler, af dileği kabul olmaz ve 1962’de idam edilir.

Stanley Milgram’ın bu olaydan esinlenerek yaptığı deneyde; Öğrencilere daha iyi öğrenebilmeleri için yanlış yaptıklarında elektroşok uygulanacaktır. Öğrencilere aslında elektroşok uygulanmaz, bu bir kurgudur, ama onlar rol yaparak denekler tarafından şoka uğratılıyormuş gibi davranırlar. 40 denekten 26’sı, laboratuvar görevlisinin komutlarına itaat ederler ve öğrencilere verdikleri elektroşoku 450 V’a kadar yükseltirler.

Kulluk, kul olma durumu - itaat eden- doğası gereği zorunlu bir boyun eğme olduğuna göre gönüllü olarak, iradeli bir şekilde seçilemez. Eğer kulluk varsa, orada istekli ve iradeli bir seçim yoktur. Ancak gönüllü kulluğun varlığını Platon’un erosunda işlediği Şölen kitabında görürüz. Âşık olunan sevgiliye isteyerek boyun eğme; insanlar ve Tanrılar katında koşulsuz olarak övülür. Çünkü aşk için yapılan bu ‘gönüllü kulluk’, eros’a övgü için mecaz anlamda kullanılan bir deyimdir.
Oysa 1550’lerde Etienne de La Boétie, bir kölelik ilişkisi olarak ‘Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev’ adlı eserinde, tiranın gücünün sadece halkın kendi özgürlüğünden vazgeçen gönüllüğünden kaynaklandığını savunur ve sorar: İnsanlar neden boyun eğmeyi ve isteyerek kulluk etmeyi seçer, neden bir halk bir tirana boyun eğmekten de öte, kendi köleliğini gönüllü olarak ister?

İktidara rızalık göstermezseniz, iktidar kendiliğinden yıkılır.
 
Hükümranlığını kabullenmek başka bir şeydir, boyun eğmeyi, isteyerek, ‘gönüllü kulluk’ olarak yapmaksa başka bir şey. La Boétie’e göre, aslında bunu hiçbir güç sağlayamaz. Gönüllü kulluğun kaynağı, hükümdarın sahip olduğu güçte ve bu gücün yarattığı korkuda değil; tersine bu hükümranlığı isteyerek kabul eden öznenin ya da halkın kendisindedir, der. Ve bir de La Boétie’e göre, yeryüzünde hiçbir tiran, bir halkın gönüllü kulluğu olmadan ayakta kalamaz. Bir halk, gönüllü kulluğundan vazgeçtiğini ilan etsin, o anda, o hükümdarın hükümranlığı biter. Bu nedenle, bu boyun eğme değil; tersine, öznenin ve halkın isteyerek kabul ettiği bir ‘gönüllü kulluktur.’

La Boétie, gönüllü kulluğun üç temel neden üzerine gerçekleştiğini söyler; alışkanlıklar ya da gelenekler, manipülasyon, çıkar sağlamak ya da kâr etmek için kabullenmek.

La Boétie’ye göre, özgür ve eşit doğan insan, güç karşısında boyun eğmektedir, ama bu boyun eğme durumunu; itaatkâr alışkanlıkların içselleştirilmesi, aptallaştırıcı bir eğitim ve tiranın manipülasyonu sonucu, unutmaktadır. Çünkü güç, insana boyun eğdirse de, yine de tek başına, bir insanın bir hükümdara gönüllü olarak kulluk yapmasını sağlayamaz. Tiran, egemenliğinin devamını sağlamak için, etrafında kendisi gibi sistemden yararlanan bir grup insanın belli çıkarlar ve mevkiler elde etmesini sağlar. Tutkulu söylevleri, kutsal sembollerin gösterişli kullanımları, dinleri, batıl inançları ve hurafeleri kullanması; insanlar üzerinde bir tür tapınmaya yol açar ve düşünme kapasitesi uyuşturulan halkın duygu seli içinde hükümdara gönüllü kulluk etme geleneğini sürdürmesini sağlar.
Fransız siyaset bilimci Maurice Duverger’nin; “İktidar, tanındığı için iktidardır, otorite de kabul edildiği için otorite olur,” sözü Boétie’yü destekliyor.

Yine Boetie’ye döneyim; “Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar fazla gözü nereden buldu? Sizden almadıysa, nasıl oluyor da sizleri dövdüğü bu kadar çok eli olabiliyor? Kentlerinizi çiğnediği ayaklar sizinkiler değilse bunları nereden almıştır? Sizinle anlaşmadıysa sizin üstünüze gitmeye nasıl cesaret edebilir? Kendinize ihanet etmeseniz, sizi öldüren katilin yardakçısı olmasanız ve sizi yağmalayan bu hırsıza yataklık etmeseniz o ne yapabilir? Zarar versin diye meyvelerinizin tohumunu dikiyorsunuz...”
“İktidara rızalık göstermezseniz, iktidar kendiliğinden yıkılır.” ( Etienne de La Boétie, Gönüllü Kulluk üzerine Söylev, İmge)

                                                                   ***

İtaate zorlandıkları, uygun zamanı beklemeye mecbur oldukları, kendi aralarında bölündükleri için her zaman en güçlü olamaması insanoğlunun zayıf yönü.

John Berger ‘Şiirin Saati’ adlı yapıtında “Egemenler bizim insanlarımızı alıp öldürdükten sonra şehrin köşelerine bırakıyorlar, saklayabilirlerdi veya yok edebilirlerdi, bir kayıp olayı daha olurdu. Ama o bize bunu göstererek ardımızdan gelene mesaj veriyor,” derken egemenin algı manüplasyonlarının dışında şiddeti de acımasızca kullandığını anlatıyor. İşkence yalnızca karanlık mahzenlerle yapılmıyor, özgürlüklerimizi evlerimizde, sokaklarda, işyerlerimizde her yerde yaşarken teslim aldılar. Bu da işkencedir.

Étienne de La Boétie, (1530-1563) üniversiteyken bir ödev olarak kaleme aldığı ‘Gönüllü Kulluk’* söylevinde (çeviri-Erhan Can Kızmaz, Chiviyazıları Yayınevi) insanların tiranlara neden gönüllü kulluk ederek özgürlüklerini teslim edişlerini anlatırken hayvanları örnek gösteriyor; “Yakalandıklarında, en büyüğünden en küçüğüne kadar, pençeleriyle, boynuzlarıyla, ayaklarıyla ve gagalarıyla öyle bir direnirler ki, ellerinden alınan şeye ne kadar büyük bir değer verdiklerini gösterirler bu yolla. Daha sonra da ele geçirdiklerinde yaşadıkları üzüntüyü dışa vuran pek çok ifadeye sahip olurlar. Onların artık yaşamaktan çok çile çektiklerini, köle olmuş olmaktan hiçbir zaman mutlu olmayıp özgürlüklerinden mahrum edilmeleri nedeniyle sürekli inlediklerini görmek çok kolaydır.” Bu hareketleriyle bize, gönül rızasıyla değil de zor altında itaat ettiğini göstermek istiyorlar gibidir.

“Öküzler boyunduruk altındayken inlerler, kuşlar kafeste ağlarlar...”

Kim ister hayvan çaresizliği içinde yaşamayı? Onlar özgürlükleri için doğası gereği yaşamsal tepkilerini verirken insanın gönüllü kulluğu ne menem bir şey?
Gönüllü kulluğun sebeplerini sıralarken ilk nedenin alışkanlıklar olduğunun altını çizer La Boétie. Haklı da, alışkanlıklar değil midir, kendi yönetimince bizi sürekli olarak biçimlendiren. Eylemlerimiz üzerinde büyük etkiye sahip olan alışkanlığın bize, özellikle, hizmet etmeyi öğretme gücü değil midir?

Roma imparatorluğuna karşı özgürlük mücadelesi vermiş Pontus kralı Mithridates’in (M.Ö 112-63) zehirlenerek ölmekten korktuğu için her gün az dozda zehir alarak, sözkonusu zehire karşı bağışıklık kazanma uğruna sonunda zehire alıştığı söylenir. Zehre alışkanlık... Boétie doğanın üzerimizdeki gücünün, alışkanlığın gücünden daha az olduğunu söyler.

Boyun eğmişliğe karşı önde gelen aracımız verili olanın ötesine bakma kapasitemizdir, gözlerimizi burnumuzun dibinde olandan kaldırıp ufka bakmak ve ötesinde olanı ve dolayısıyla bakmakla görülmeyen; fakat kendisini bir görüntü olarak göstereni hayal etmektir. Alışkanlık kendinizdeki güce bakmayı, gücü görmeyi, keşfetmeyi engellemez mi?

La Boétie’nin, kalabalığı, despotla ilişkisine yönelttiği hareket ne güzeldir; despotun sizi ezdiği güç (potestas) sizin kendi gücünüzden (potentia) başkası değildir. Onun hizmetine girerek kendi gözleriniz, kendi elleriniz, kendi ayaklarınız ve kendi zihinlerinizdir sizleri ezen. Köleleşmenizden çok özgürleşmenize katkıda bulunacak olan kolektif kurumlara onu aktarmak için, sizden gelen bu gücü ‘geri almak’ sadece size bağlıdır.

Cesur insanlara cesur eylemlere ihtiyaç var. “Bu kadar insanın hâlâ gönüllü olarak despotların yanında yer alması, hasta taklidi yapan aslana, inine gelip seni seve seve muayene ederdim; ama inine giden pek çok hayvan izi görmeme rağmen, geri dönen tek bir iz bile görmüyorum, diyen tilkinin bu dediklerini despota söyleyecek tek bir cesur ve yiğit kişinin olmaması yürek burkucudur.” Korkaklığın da bir sınırı vardır.

Size savaşın demiyor La Boétie, sadece desteğinizi geri çekin!

İşe hayır demekle başlayın.


MURAT YAYKIN-BİRGÜN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder