27 Şubat 2017 Pazartesi

İş insanı ve devlet yönetimi - İZZETTİN ÖNDER

AKP iktidarı, elemanlarının çoğu iş çevresinden geldiği için, genel niteliği ile iş insanı partisi olarak görülebilir. Devlet yönetimini ele geçiren kadro iş insanı ağırlıklı olunca da, kamusal faaliyetlerin yönlendirildiği alan ve karar alma süreçleri gibi çeşitli açılardan alışılagelmiş devlet yönetimi mantığı ile uyuşmuyor. Sanırım, bundan dolayıdır ki, halkımızın bir kısmı günümüz icraatını fevkalade buluyor, bir kısmı ise şiddetle yeriyor. Bu iş ABD’de de Trump’ın iktidara gelmesiyle benzer şekilde ortaya çıkmaktadır. Konuşma üslubundan tutalım da, karar alma ve davranış biçimleri şimdilik ABD’de de yadırganmaktadır. İleriki dönemlerde çeşitli Avrupa ülkelerinde de benzer gelişmelere tanıklık edeceğiz gibi gözüküyor. Daha doğrusu, siyasilerin bizzat iş çevresinden gelmiş olması gerekmiyor, ancak yeni gelişmeler bağlamında önemli olan devlet yönetimine hâkim zihniyetin iş dünyası zihniyeti olmasıdır.


Kamu hizmetlerinin maliyetli olması nedeniyle, hizmet sunumunda, kaynakların etkin kullanımı açısından temel ekonomi kurallarının geçerli olması zarurettir. Ancak, kaynakların etkin kullanımı ile piyasanın etkinliği her hal ve koşulda örtüşmez. Piyasa etkinliğinin sağlandığı birçok işlemlerde amaçsal etkinlik ya da etkenlik gerçekleştirilmemiş olabilir. İşte, piyasa mantığı ile kamu mantığı arasındaki temel fark etkinlik ile etkenlik arasındaki farktır. Şöyle ki, piyasa mantığında etkinlik koşulunda, piyasaya yansıyan tercihler doğrultusunda taleplerin karşılanması ve olabilen en yüksek kâr sağlanması esastır. Oysa etkenlik mantığında, piyasaya yansıyan tercihlerden farklı olarak, piyasa dışı yöntemlerle kamu yararı oluşturulması hedefi öndedir. Açıktır ki, piyasa mantığı ile çalışan etkinlik kuralında sermaye sahipliği ve onun belirlediği gelir dağılımı, daha doğrusu gelir bozukluğu başattır.

Bu kısa açıklamadan da anlaşılabildiği gibi, piyasa kuralı ile yürütülen işlemlerde doğrudan karşılık bulunmaktadır. Bundan dolayı, piyasaya yansıyan talepler karşılanabilmektedir. Diğer bir deyişle, piyasada alıcısı bulunmayan ve bundan dolayı para karşılığında satılamayan ürün ya da hizmet özel kesim tarafından üretilmez. Piyasada bedel ödeyerek alıcısı bulunmayan mal veya hizmetlerin üretilebilmesi için birilerinin söz konusu üretim için kaynak ayırması gerekir. Şu hale göre, etkenlik kuralına göre üretim yapılabilmesinin bir anlamı gelir dağılımına müdahale etmektir. Gelir dağılımına müdahale kamusal erk olarak devletin görevi olduğu halde, mülkiyet hakkının kutsandığı ve güç ilişkisinin başat olduğu toplumlarda siyasal erkin manevra alanı sosyal dengelerle sınırlıdır. Bu kısa açıklamalarla çizdiğim tablo çok kaba hatlarla kapitalist sistemin işleyişindeki genel bozuklukların genel çerçevesidir.

Kamusal erkin iş insanı zihniyeti ile çalışmasının en mahzurlu yanını, özellikle ekonomik sistem sıkışıklıklarının yaşandığı aşamalarda iş insanı zihniyeti ile sürdürülen kamusal faaliyetlerin topluma ve gelecek nesillere anormal yükler yıkma eğilimine giriyor olmasıdır. Türkiye’nin kapitalistleşme çizgisinde özellikle de son onbeş yılda girişilen faaliyetler böylesi patolojik yürüyüşü gözler önüne serer. Nüfusun ülkede asimetrik dağılımın İstanbul ve diğer bazı önde gelen büyük kentlerde zorunluluk haline soktuğu hizmetler böylesi etkenlikten sapmanın çok açık ve net örneğidir. İstanbul’da trafiğin içine girdiği karmaşa ve bu karmaşayı aşmak için durmadan köprüler, tüneller ya da yeraltı tren inşaatı bir şehrin sahte ilerleme simgesi olabilir, ama genelde ülkenin ve uygulanan politikaların aleyhine işleyen aşırı maliyetlerdir. Kentlerin optimum büyüklükleri ve hizmet sunumunda verimlilik açılarından İstanbul normal bir kent olarak değil, geç kapitalistleşen ekonomideki kıt kaynakların etkinsiz dağılımının yarattığı ilave maliyet olarak görülür. Ne gariptir ki, siyasi kadrolar uyguladıkları politikaların sonucu olarak toplumun baş başa kaldığı ve gelecek nesillere sarkan maliyetleri siyasi başarı olarak topluma yansıtabilmektedir. Böylesi yanlış politikaların maliyeti salt görünen ve muhasebe kayıtlarına geçen maliyetlerden de ibaret değildir. Örneğin, İstanbul’un kilit olan trafiğinde her gün insanların kaybettikleri zaman ve enerji hiçbir muhasebe kaydına geçmeyen çok ciddi maliyettir. Anadolu ve Rumeli yakalarının inanılmaz yeraltı ve yerüstü, hatta deniz altı ve deniz üstü yaya ve vasıta trafiğine olanak sağlayan geçitler bir yere kadar anlamlı, fakat optimum noktadan sonra topluma ve gelecek kuşaklara anlamsız maliyetler yıkan sonuçlardır. Zira söz konusu maliyetler birer sonuçtur. Karşılaştığımız bu sonuçlar aslında kentin aşırı kalabalıklaşmasının da sonucu değildir. Çünkü kentin böylesi kalabalıklaşması da bir ara sonuç olup, kalabalıklaşma da ekonomik gerilik içinde uygulanan yanlış politikaların sonucudur. Aklıselimle hareket edilmiş olup, İstanbul’un trafik sorununun çözümü için yapılan yatırımlar ve kaybedilen insan enerjisinin parasal karşılığı ile Anadolu’ya anlamlı yatırırım yapılmış olsa idi kalkınmanın nimetleri ülkede daha dengeli dağıtılmış olacağından İstanbul’da bu yığılma olmazdı. Geçmiş iktidarlar kadar, fakat AKP daha da şiddetli bir şekilde, aynen Osmanlı döneminde olduğu gibi, Anadolu’yu ihmal ederek, Batı’ya ve özellikle de İstanbul’a büyük ağırlık koymuştur. İstanbul’a bu denli ağırlık verilerek oluşturulan rantlar aslında toplumsal anlamda yeni gelir olmayıp, Anadolu’dan ya da sair bölgelerden belirli bölgelere yapılan gelir aktarımlarıdır.

Denebilir ki, söz konusu kamu yatırımları özel sektör alanını daraltabileceğinden özel kesim bu gelişmeye karşı çıkabilir. Bu sav genel bakışta doğru olmakla beraber, durgunluk dönemlerinde kamu harcamaları, iş olanakları yaratılması ve sermaye kullanımı açılarından özel kesimin lehinedir. Görülüyor ki, fiilen karar verici ve icracı olarak kamu kesimi ortaya çıktığı halde, arka planda özel kesiminin etkili olduğu gün gibi ortadadır. Hal böyle olunca, yanlış karar alanın da israfa yol açanın da kamu kesimi olduğu algılanmakla beraber, aslında tokmağın özel kesimin elinde olduğu nettir.
Özel kesimin bizatihi kendi icraat ve harcamalarında da piyasa kuralına göre etkinliğe uyulduğu halde, aynı anda muazzam bir etkensizlik yaratıldığı ve kaynak israfı oluşturulduğu birçok hizmet alanında görülmektedir. Bu halin çok tipik örneğini çeşitli parlak isimlerle kurulmuş hastane hizmetlerinde görmekteyiz. Çoğu özel hastaneler, tedavi ile ilgili olmaksızın lüks otelden farksız görüntüsü ile, olağanüstü bozuk gelir dağılımında piyasa etkinlik kuralına uygun olduğu halde, etkenlik kuralından fersah fersah uzakta ve müthiş kaynak israf odağıdır.

İzzettin Önder / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder