Trump yönetimi ile birlikte “dinci dünyaya” da hoş geldiniz... Amerika; “kurucu babaları”, uhrevi âleme başkaldırıyla şekillenmiş Anglo-Sakson sekülarizmini olmazsa olmaz kılmışlarsa bile, “dindarlığın” el üstünde tutulduğu bir diyardır. Vaktiyle kanlı kavgaların getirdiği inançlar arası denge gözetilir. Donald Trump ise bu dengeyi tüm dünyayı etkileyecek şekilde sarsacağının işaretlerini veriyor.
***
Yani, Trump’ın “radikal İslamcı terörle mücadele” söylemini tutturmasına şaşırmamalı. Obama gibi bir din ile şiddet biçimini birlikte kullanmaktan kaçınmayacağı anlaşılırken, Merkel gibi “İslamcı” ve “İslami” gibi “entelektüel” bir ayrıma da gitmeyeceği aşikâr.
Geçen hafta başka alametler de belirdi. Trump, kiliselerin siyasi partilere fon sağlaması yasağını kaldıracağını ilan etti. “Dini temsilcilerimizin özgürce ve bedel ödetilme korkusu olmadan konuşabilmelerini sağlayacağım” dedi. Odaklandığı diğer mevzu şiddet içeren ideolojilerle mücadele programını, misal beyaz ırkın üstünlüğünü öne sürenleri çıkartacak şekilde değiştirip, yalnızca “İslamcı aşırılıkla mücadele”ye öncelik vermek.
***
Trump, gündemini hayata geçirirse, ABD gibi bir
ülkede dinin siyasete alet edilmesinin sonuçlarını göreceğiz.
Bilmediğimiz mevzu değil. Bizler dini ideolojinin yarattığı güçlü
zeminde ulus devletlerini kurmuş modernleşme yanlılarının kaçınılmaz
olarak güçlü reaksiyonlar geliştirdiği diyarların insanlarıyız.
Modernleşmenin “Cebrail dokunuvermiş gibi hazır bulunacağı bir atmosfer, kültür ve bilincin olabileceğini” düşünen yoksa eğer, neden ve nasıl laikliğe yöneldiklerini gayet iyi idrak edebiliriz. İslamcı ideoloji de tıpkı Bannon’unki gibi dünyevi âlemin dini kaideler çerçevesinde şekilleneceği bir “medeniyet projesine” sahip. O halde bu akla, “gelin orta formül bulalım” demek ancak “naifliğe” girebilir.
***
Bu naifliğin bizim coğrafyada örneklerini Tunus’ta ve Mısır’da gördük. Tunus’ta laik güçler sıkı direniş sergilemeseydi “ılımlı” denilen Ennahda’nın tümüyle şeriata dayalı anayasa yapacağını anlatmıştım. Mısır’da da kendini “muktedir” sandığı andan itibaren verili şeriat hükümlerine dudak büküp “ötekileri” ezen bir İhvan gördük. Proje toplumun diğer yarısının isyanı ve bunu fırsat bilen orduya tosladı. Tabii bu süreçleri anlarken “naiflikler” bitmiyor. Misal geçen eylülde “Müslüman Kardeşler Arasında” (Inside the Brotherhood) isimli kitap yayımlamış önemli bir araştırmacı olan Hazem Kandil. New Left Review’de kendisiyle uzun bir söyleşiyi okuyunca ağzım açık kaldı. Şöyle diyor:
“Her İslamcıda, ‘eğer iyi Müslümanlardan oluşan bir toplum yaratırsanız, bunu hayır izleyecektir’ inancı bulunur. Zamanla bu (ideoloji) günlük politikalardan ziyade kişisel bir inanç meselesi haline gelebilir. İhvan Mısır’da bir süre iktidarda kalıp hükümet etme gereklerini yerine getirmek zorunda kalsaydı, kanaatimce olacak olan buydu. Fakat yapamadıkları için orijinal ideolojilerine yakın kaldılar, çünkü hükümette hiç denenmediler. Tıpkı diğer İslamcı hareketlerde olduğu gibi.”
Ne yalan söyleyeyim kulağımda “Yıldarado’nun sesi” çınladı. Kandil de siyasal İslamcı İhvan’ın “mağduriyet”ten “muktedir” olmaya geçtiğindeki tutumunu ideolojisine bakarak sorgulamak yerine, her şeyi “yarım kalmaya” bağlayıp “serzenişi” seçiyor. Mısır İhvan’ının devrimin asıl sahibi solcu ve liberalleri kenara itip “ordu-millet el ele” sloganı atmalarını “hataya” yoruyor.
***
Kandil’in yazdıkları liberallerin ve solun
siyasal İslamcılıkla karşılıksız aşkını anlamak açısından bilhassa
önemli. Başa dönersek, dini ideoloji üzerinde yükselen siyasetin ne
denli “dönüştürülür” olduğuna dair iyi düşünmeli. Aksi halde Bannon’dan nasıl şikâyet edebiliriz ki?Ceyda Karan / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder