Sevgili Türkel, 9 yıl geçmiş
sen aramızdan ayrılalı. Hallaç pamuğu gibi savrulduğumuz koca 9 yıl. Gel
eskiden yaptığımız gibi biraz dertleşelim can dostum. İnan çok
ihtiyacım var. Son dönemeçteyiz. Ve önümüzde sadece 65 gün var. 16
Nisan’da Türkiye’nin geleceği referandum ile halkın onayına sunulacak.
Ya ‘Bu ülkede sadece benim dediğim olur’ diyen tek adam ve ‘parti devlet’ sistemine ‘evet’ diyerek geçit verilecek; ya da ‘hayır’ ile “dur bakalım, buraya kadar” denecek.
Sen iyi bir iktisatçıydın Türkel. Ama sadece iktisadı öğrencilerine anlatmak değildi işin. Ülkesini seven bir aydın olarak kaygıların vardı, bu yüzden yazıyordun, tartışma programlarına katılıyordun. Yetmiyordu. Toplumda bir şeyleri düzeltmek, iyileştirmek adına sivil toplum kuruluşlarında aktif görev almaktan hiçbir zaman kaçınmadın. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ndeki katkılarını unutmak mümkün değil. Ama hepsinin ötesinde önemli bir özelliğin vardı: “Haksızlığa asla sessiz kalmazdın.”
Evet Sevgili Türkel,
Bugün geldiğimiz noktada, ülkede yaşanmakta olan rejim değişikliği ile ilgili kaygıları olan; olan bitene seyirci olmak yerine bunu çeşitli demokratik ve barışçı yollarla (yazarak, konuşarak, imza vererek...) dile getirenlere yönelik sistematik bir saldırı var. Bunun son örneğini önceki gün 170 akademisyenin daha, sadece Barış Bildirgesi’ne imza attıkları için Kanun Hükmünde Kararname ile görevlerinden uzaklaştırılmaları ile yaşadık. Aralarında senin meslektaşların, belki öğrencilerin de var.
Kıyım büyük, kıyım acı...
Üniversitelerinden, öğrencilerinden, araştırmalarından uzaklaştırılan pırıl pırıl bilim insanlarından bahsediyorum. Suçları ‘barış istemek’. Onlarla birlikle ülkenin geleceği de kapı dışarı ediliyor. Bilim istenmiyor, onun yerine biat isteniyor Türkelciğim. Akademik özgürlüklerin olmadığı bir sistemde bilimin de yeşeremeyeceği, bilimin olmadığı bir ortamda ekonominin de gelişemeyeceği gerçeği umurlarında bile değil. Türkiye’de bilim yapmanın zorluğunu gören birçok insan çareyi yurtdışına yönelmekte buluyor. Ne acı değil mi geleceğimizin böyle şekilleniyor olması...
Tıpkı basının da aynı şekilde susturulduğu gibi. “Yaşamımda benim için en değerli 2 unsur var. Biri akademik kariyerim, ikincisi de Cumhuriyet gazetesinde yazmak” derdin hep. Ne yazık ki ikisi de susturulmak isteniyor sevgili dostum. Cumhuriyet gazetesinin yazarları, yöneticileri 103 günden beri özgürlüklerinden yoksunlar. 98 günden beri ne ile suçlandıklarını bilemeden iddianamenin hazırlanmasını bekliyorlar.
Sevgili Türkel,
Şaşırmanın da bir sonu olmalı değil mi? Ama olmuyor. Her gün değil, her saat yeni bir karar, yeni bir uygulama çıkıyor karşımıza. Yangından mal kaçırırcasına... Varlık Fonu aldatmacası altında dev kamu şirketleri ve arazileri tek çatıda toplanıyor. Halka ait gelirleri, bütçe denetimini dışına taşınıyor, çiftlik gibi kullanımının yolu açılıyor.
Siyasi ve toplumsal kutuplaşmanın neredeyse son noktasındayız.
Prof. Daron Acemoğlu birkaç ay önce bir uyarıda bulunmuştu “Türkiye’de akademisyenlerin durumu çok kötüleşti. Akademik özgürlük çok önemli, bunu da kaybediyoruz. Düzeltmek için çok az vaktimiz kaldı. Türkiye’de siyasette de ekonomide de durum acil. Siyasi kurumlar ve ekonomik kurumlar birbirini tamamlıyor. Geleceğin büyümesini sağlayabilmemiz için, kaliteli bir büyüme için kapsayıcı kurumları güçlendirmemiz lazım. Sivil toplumu ve bağımsız yargıyı güçlendirmemiz lazım” diyerek... Acemoğlu’nun vurguladığı o “çok az vakit” sona ermek üzere...
Ne yapmalıyız Türkel?
Sen gerçekleri ortaya koyarken, umut aşılamaktan da vazgeçmezdin. Şimdi de sesini duyar gibiyim: “Birleşin. Birleşerek direnin...” Zaten başka çaremiz yok sevgili dostum. Rus yazar Mihail Bulgakov’un, dünya edebiyatında önemli bir yere sahip olan “Usta ile Margarita”sında sıkça dile getirilen bir özdeyiş vardır: “En büyük ahlaki çöküntü korkaklıktır.”
Bugün iktidar elindeki tüm güçleri kullanarak bir korku toplumu yaratıyor. Ya buna teslim olacağız ya da birleşerek güçleneceğiz...
Özlem Yüzak / CUMHURİYET
Sen iyi bir iktisatçıydın Türkel. Ama sadece iktisadı öğrencilerine anlatmak değildi işin. Ülkesini seven bir aydın olarak kaygıların vardı, bu yüzden yazıyordun, tartışma programlarına katılıyordun. Yetmiyordu. Toplumda bir şeyleri düzeltmek, iyileştirmek adına sivil toplum kuruluşlarında aktif görev almaktan hiçbir zaman kaçınmadın. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ndeki katkılarını unutmak mümkün değil. Ama hepsinin ötesinde önemli bir özelliğin vardı: “Haksızlığa asla sessiz kalmazdın.”
Evet Sevgili Türkel,
Bugün geldiğimiz noktada, ülkede yaşanmakta olan rejim değişikliği ile ilgili kaygıları olan; olan bitene seyirci olmak yerine bunu çeşitli demokratik ve barışçı yollarla (yazarak, konuşarak, imza vererek...) dile getirenlere yönelik sistematik bir saldırı var. Bunun son örneğini önceki gün 170 akademisyenin daha, sadece Barış Bildirgesi’ne imza attıkları için Kanun Hükmünde Kararname ile görevlerinden uzaklaştırılmaları ile yaşadık. Aralarında senin meslektaşların, belki öğrencilerin de var.
Kıyım büyük, kıyım acı...
Üniversitelerinden, öğrencilerinden, araştırmalarından uzaklaştırılan pırıl pırıl bilim insanlarından bahsediyorum. Suçları ‘barış istemek’. Onlarla birlikle ülkenin geleceği de kapı dışarı ediliyor. Bilim istenmiyor, onun yerine biat isteniyor Türkelciğim. Akademik özgürlüklerin olmadığı bir sistemde bilimin de yeşeremeyeceği, bilimin olmadığı bir ortamda ekonominin de gelişemeyeceği gerçeği umurlarında bile değil. Türkiye’de bilim yapmanın zorluğunu gören birçok insan çareyi yurtdışına yönelmekte buluyor. Ne acı değil mi geleceğimizin böyle şekilleniyor olması...
Tıpkı basının da aynı şekilde susturulduğu gibi. “Yaşamımda benim için en değerli 2 unsur var. Biri akademik kariyerim, ikincisi de Cumhuriyet gazetesinde yazmak” derdin hep. Ne yazık ki ikisi de susturulmak isteniyor sevgili dostum. Cumhuriyet gazetesinin yazarları, yöneticileri 103 günden beri özgürlüklerinden yoksunlar. 98 günden beri ne ile suçlandıklarını bilemeden iddianamenin hazırlanmasını bekliyorlar.
Sevgili Türkel,
Şaşırmanın da bir sonu olmalı değil mi? Ama olmuyor. Her gün değil, her saat yeni bir karar, yeni bir uygulama çıkıyor karşımıza. Yangından mal kaçırırcasına... Varlık Fonu aldatmacası altında dev kamu şirketleri ve arazileri tek çatıda toplanıyor. Halka ait gelirleri, bütçe denetimini dışına taşınıyor, çiftlik gibi kullanımının yolu açılıyor.
Siyasi ve toplumsal kutuplaşmanın neredeyse son noktasındayız.
Prof. Daron Acemoğlu birkaç ay önce bir uyarıda bulunmuştu “Türkiye’de akademisyenlerin durumu çok kötüleşti. Akademik özgürlük çok önemli, bunu da kaybediyoruz. Düzeltmek için çok az vaktimiz kaldı. Türkiye’de siyasette de ekonomide de durum acil. Siyasi kurumlar ve ekonomik kurumlar birbirini tamamlıyor. Geleceğin büyümesini sağlayabilmemiz için, kaliteli bir büyüme için kapsayıcı kurumları güçlendirmemiz lazım. Sivil toplumu ve bağımsız yargıyı güçlendirmemiz lazım” diyerek... Acemoğlu’nun vurguladığı o “çok az vakit” sona ermek üzere...
Ne yapmalıyız Türkel?
Sen gerçekleri ortaya koyarken, umut aşılamaktan da vazgeçmezdin. Şimdi de sesini duyar gibiyim: “Birleşin. Birleşerek direnin...” Zaten başka çaremiz yok sevgili dostum. Rus yazar Mihail Bulgakov’un, dünya edebiyatında önemli bir yere sahip olan “Usta ile Margarita”sında sıkça dile getirilen bir özdeyiş vardır: “En büyük ahlaki çöküntü korkaklıktır.”
Bugün iktidar elindeki tüm güçleri kullanarak bir korku toplumu yaratıyor. Ya buna teslim olacağız ya da birleşerek güçleneceğiz...
Özlem Yüzak / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder