Cumhurbaşkanı Erdoğan mağduriyet yaratma konusunda çok başarılı. Sağın
sağdan, kutuplaştıranın ötekileştirenden başka dostu olmadığını yerinde
tespit ederek vakit kaybetmeden harekete geçiyor. Allah’ın lütfu bir
yetenek. Portakal bıçaklamaktan inekleri sınır dışı etmeye kadar zengin
protesto birikimine sahip kitleler üzerinde de etkisi tartışılmaz. 6
Mart akşamı bir televizyon programında “15 Mart’ta Hollanda’da seçim
var. İktidar partisi ile aşırı sağcı Wilders arasında çok az fark var.
15’inden önce orada bizim bir etkinliğimiz mümkün görünmüyor” diyen
Başbakan Yıldırım’ın ise belli ki ayağına gelen topu gole çevirme
refleksi zayıf. İddiaya göre Yıldırım, Hollanda’ya karadan çıkartma
yapan Bakan Fatma Betül Sayan Kaya’yı “Ben gidilmeyecek demedim mi?”
diye azarlamış. Yayımlanan 2016 faaliyet raporuna göre, 81 ilde mevlit
okutma dışında birçok hedefin gerçekleştirilme oranı “0” olarak
belirtilen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nı yöneten Bakan Kaya,
diplomasi tarihine, öngörülemeyeni yaparak, girmeye hak kazandı.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise AKP’nin monşerlerin tekelinden
kurtardığı ülkeler arası diyaloğu, Hollanda Başbakanı Rutte’ye hitaben
“sen neyin lalesisin?” seviyesine taşıyarak, çok yönlü ve yerli dış
politikamızın neferi oldu. Unutulmayacak.
Türkiye ve Hollanda arasında yaşanan diplomatik kriz, aşırı sağcı partiye oy kaptırmak istemeyen Rutte’ye atlı, köpekli polislerinin de desteğiyle birinciliğini korumasında destek olmuş olabilir. “Burada istenmiyorsunuz” temalı göçmen karşıtı videolar çeken Wilders’ın son düzlükte dikkat çekmesini sağlamış olabilir. Ancak oy verirken parti programlarını da okuyan hatırı sayılır bir seçmeni olan Hollanda’da önceki gün gerçekleşen seçimin bana göre en büyük galibi, parlamentodaki sandalye sayısını 4’ten 14’e çıkaran Yeşiller Partisi. Camileri kapatıp Kuran’ı yasaklamak isteyen, göçmen karşıtı Wilders gibi Avrupa’da yükselen aşırı sağa bir dalga kazandırmasından endişe duyulan ilk seçim sınavı için sevindirici. Türkiye’de ise krizin motivasyonsuz evetlere hareket kazandırmasının umut edildiği açık. AKP’liler neşeyle “evetler 2 puan arttı” diye açıklama yapıyor. 2008 yılında Türkiye’nin büyükelçilikleri, konsoloslukları, siyasi görüşüne bakılmadan bütün vatandaşlara aittir, denilerek AKP tarafından Türkiye’nin diplomatik temsilciliklerinde iç siyasete dair konuşmalar yapılmasına getirilen sınırlamanın, bizzat AKP’liler tarafından havadan, karadan delinmesi için harcanan bu çaba iktidara 2 puan getirirken, ülkeden çokça itibar götürdü.
AKP’nin kendisini devletle eşitleyip, parti çıkarını milli çıkar gibi sunmasının ve Avrupa tarafından reddedilenin, topraklarında bir siyasi partinin propaganda çalışması değil de, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığıymış gibi yansıtmasındaki amaç kuşkusuz, “Avrupa’nın Türkiye” ile sorunu var algısının içini doldurmak için. İşlevini yitiren iç düşman yerine dış düşman yaratarak, başkanlık için ikna edilemeyen kararsızları, milli değerler/çıkarlar etrafında toplayıp, dışında kalanları da “ülkesinin yanında durmayan hainler” kümesine dahil etmek, “hayır diyen teröristtir” den sonra denenen yeni bir strateji. Diplomasiyle çözülebilecek bir konunun bu denli köpürtülmesinin referandum odaklı ve iç siyaseti yönlendirme amaçlı bir gerginlik olarak hesaplandığının anlaşılması, daha önceki Rusya ve İsrail örneklerindeki gibi geri adım atılacağı, özür dilenip, gerekirse “gemiye binip Gazze’ye ben mi gidin dedim” gibi açıklamalarla kapatılabilecek bir meseleye dönüşmesi şaşırtıcı olmaz. Türkiye’nin en büyük yabancı yatırımcısı Hollanda ve en büyük ticaret ortağı Almanya “neyin lalesinin sen”lere, “Nazi kalıntısı”lara kolayca kurban edilmeyecektir.
Bu krizin, “3. havalimanımızı kıskanıyorlar” a ek olarak iç siyasete dönük başka bir argümanı daha desteklediği AKP’lilerin yaptığı açıklamalarda kendini gösteriyor. “Faşist, Nazizmin günümüzdeki temsilcileri olan AB ülkeleri bize Avrupa’nın demokratik değerlerinden zinhar söz etmesin!” , “Avrupa bana demokrasi konusunda nasıl ders vereceksin?”, “Öyle Türkiye hakkında bilmem ne raporu hazırlamak falan geç o işleri.” Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin anayasal konularını incelemekle görevli Venedik Komisyonu’nun başkanlık referandumuyla ilgili görüşünü sunduğu raporda Türkiye’nin köklü parlamenter geleneğinden tehlikeli bir geri gidiş olduğu vurgulanıyor. Avrupa Konseyi nisan ayında raporu oylayacak. Kabul edilirse, Türkiye yeniden demokrasiden uzaklaşan uygulamalar gerekçesiyle denetleme mekanizmasının içine alınacak. AKP’nin laleli diplomasi ile üzerini örtmeye çalıştığı gerçek milli meselemiz budur.
GÖZDE BEDELOĞLU / BİRGÜN
Türkiye ve Hollanda arasında yaşanan diplomatik kriz, aşırı sağcı partiye oy kaptırmak istemeyen Rutte’ye atlı, köpekli polislerinin de desteğiyle birinciliğini korumasında destek olmuş olabilir. “Burada istenmiyorsunuz” temalı göçmen karşıtı videolar çeken Wilders’ın son düzlükte dikkat çekmesini sağlamış olabilir. Ancak oy verirken parti programlarını da okuyan hatırı sayılır bir seçmeni olan Hollanda’da önceki gün gerçekleşen seçimin bana göre en büyük galibi, parlamentodaki sandalye sayısını 4’ten 14’e çıkaran Yeşiller Partisi. Camileri kapatıp Kuran’ı yasaklamak isteyen, göçmen karşıtı Wilders gibi Avrupa’da yükselen aşırı sağa bir dalga kazandırmasından endişe duyulan ilk seçim sınavı için sevindirici. Türkiye’de ise krizin motivasyonsuz evetlere hareket kazandırmasının umut edildiği açık. AKP’liler neşeyle “evetler 2 puan arttı” diye açıklama yapıyor. 2008 yılında Türkiye’nin büyükelçilikleri, konsoloslukları, siyasi görüşüne bakılmadan bütün vatandaşlara aittir, denilerek AKP tarafından Türkiye’nin diplomatik temsilciliklerinde iç siyasete dair konuşmalar yapılmasına getirilen sınırlamanın, bizzat AKP’liler tarafından havadan, karadan delinmesi için harcanan bu çaba iktidara 2 puan getirirken, ülkeden çokça itibar götürdü.
AKP’nin kendisini devletle eşitleyip, parti çıkarını milli çıkar gibi sunmasının ve Avrupa tarafından reddedilenin, topraklarında bir siyasi partinin propaganda çalışması değil de, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığıymış gibi yansıtmasındaki amaç kuşkusuz, “Avrupa’nın Türkiye” ile sorunu var algısının içini doldurmak için. İşlevini yitiren iç düşman yerine dış düşman yaratarak, başkanlık için ikna edilemeyen kararsızları, milli değerler/çıkarlar etrafında toplayıp, dışında kalanları da “ülkesinin yanında durmayan hainler” kümesine dahil etmek, “hayır diyen teröristtir” den sonra denenen yeni bir strateji. Diplomasiyle çözülebilecek bir konunun bu denli köpürtülmesinin referandum odaklı ve iç siyaseti yönlendirme amaçlı bir gerginlik olarak hesaplandığının anlaşılması, daha önceki Rusya ve İsrail örneklerindeki gibi geri adım atılacağı, özür dilenip, gerekirse “gemiye binip Gazze’ye ben mi gidin dedim” gibi açıklamalarla kapatılabilecek bir meseleye dönüşmesi şaşırtıcı olmaz. Türkiye’nin en büyük yabancı yatırımcısı Hollanda ve en büyük ticaret ortağı Almanya “neyin lalesinin sen”lere, “Nazi kalıntısı”lara kolayca kurban edilmeyecektir.
Bu krizin, “3. havalimanımızı kıskanıyorlar” a ek olarak iç siyasete dönük başka bir argümanı daha desteklediği AKP’lilerin yaptığı açıklamalarda kendini gösteriyor. “Faşist, Nazizmin günümüzdeki temsilcileri olan AB ülkeleri bize Avrupa’nın demokratik değerlerinden zinhar söz etmesin!” , “Avrupa bana demokrasi konusunda nasıl ders vereceksin?”, “Öyle Türkiye hakkında bilmem ne raporu hazırlamak falan geç o işleri.” Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin anayasal konularını incelemekle görevli Venedik Komisyonu’nun başkanlık referandumuyla ilgili görüşünü sunduğu raporda Türkiye’nin köklü parlamenter geleneğinden tehlikeli bir geri gidiş olduğu vurgulanıyor. Avrupa Konseyi nisan ayında raporu oylayacak. Kabul edilirse, Türkiye yeniden demokrasiden uzaklaşan uygulamalar gerekçesiyle denetleme mekanizmasının içine alınacak. AKP’nin laleli diplomasi ile üzerini örtmeye çalıştığı gerçek milli meselemiz budur.
GÖZDE BEDELOĞLU / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder