Cumhurbaşkanı “altı doldurulmamış sözlerle sürece sahip çıkıyormuş gibi görünme” konuşmalarını hep yapıyor. Ama esasen hiçbir şey söylemiyor. Yeni bir hikâye yazmak istiyor ama o hikâyenin yazılması memlekette demokrasi rüzgarlarının esmesine bağlı. O rüzgârın koltuğunu sallayacağını düşünüyor olmalı ki kapıları, pencereleri kapalı tutuyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bakanları ile Saray’ında yaptığı toplantının ardından “kameraların karşısına geçti” ve Terörsüz Türkiye süreciyle ilgili açıklamalar yaptı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin başlattığı ve sonunda AKP, MHP ve DEMP milletvekillerinden oluşan bir TBMM heyetinin Abdullah Öcalan’ı ziyaret etmesine kadar varan bu süreçte heyecanla beklediğim şey Cumhurbaşkanı’nın bu konuda elle tutulur bir açıklama yapması.
Hep soruyorum ama yanıt alabildiğimi söyleyemeyeceğim soruları sizler de biliyorsunuz:
Cumhurbaşkanı bu konuda ne düşünüyor? Sürecin bir sonraki adımı ne olacak?
Memlekete demokrasi gelmeden ve hukuk yeniden egemen olmadan böyle bir süreci sürdürebilmek mümkün mü?
Bakanlarıyla 3 saat 15 dakika süren bir toplantıdan sonra Erdoğan’ın “Terörsüz Türkiye Süreci” ile ilgili açıklamalar yaptığını duyunca heyecan içinde neler söylediğini okudum.
Bu kadar uzun toplantıdan sonra gerçekten somut bir şeyler söyleyebileceğini ümit etmiştim.
Heyhat!
Cumhurbaşkanı bir kez daha çok şey söyleyip, hiçbir şey anlatmamayı başarmış.
İşte bu konuda söyledikleri:
* “Tehditler karşısında ürkecek, korkacak, çekinecek bir millet, böyle bir devlet, böyle bir ülke hiç değiliz. Türkiye hedeflerine er ya da geç, öyle ya da böyle ama mutlaka ulaşacaktır.”
* “Terörsüz Türkiye süreciyle ekonomik şahlanışımızın, huzurumuzun, kardeşliğimizin önündeki en büyük engellerden birini ortadan kaldırmanın çabası içindeyiz.”
* “Tahriklere kapılmadan, provokasyonlara aldanmadan, öfkenin diline teslim olmadan bu kuşağın kuvveden fiile çıkması için çalışacağız.”
* “Kürt, Arap kardeşlerimizle, bölgemizdeki dost, kardeş topluluklarla kalplerimiz bin yıldır beraber atıyor. Gelecekte de birlikte atmaya devam edecek.”
Ne anladınız?
Süreç nasıl gelişecek?
TBMM’de hangi adımlar atılacak? Örgüt söz verdiği gibi silahlarını bırakıyor mu?
“Demokratik siyasetin önü” nasıl açılacak?
Kusura bakmasın ama bu sözleri, Türkiye’yi tek başına yöneten bir güç sahibine yakıştıramadım.
Bu sözlerin bende bıraktığı izlenim şu ki Cumhurbaşkanı ya ne yapacağını bilmiyor ya da içinden bu konuda bir adım atmak gelmiyor.
Cumhurbaşkanı bu tür “altı doldurulmamış sözlerle sürece sahip çıkıyormuş gibi görünme” konuşmalarını hep yapıyor. Ama esasen hiçbir şey söylemiyor.
Üç gün önce de İlim Yayma Vakfı’nın ödül töreninde bu konuda şunu söylemişti:
“86 milyonla birlikte, kendini bu topraklara ait hisseden on milyonları da yanımıza alarak hep beraber yepyeni bir destan yazmaya başlayacağız.”
86 milyonun kim olduğu belli: Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan T.C. vatandaşları.
Peki “kendisini bu topraklara ait hisseden on milyonlar” kim?
Kim olduklarını bilmediğimiz bu “on milyonları” yanımıza almamız niye gerekiyor?
Başı sonu belli olmayan böyle konuşmalar bir tek şeye işaret eder: Cumhurbaşkanı’nın bu konuda bir planı, hazırlığı filan yok.
Yeni bir hikâye yazmak istiyor ama o hikâyenin yazılması kaçınılmaz olarak memlekette demokrasi rüzgarlarının esmesine bağlı.
Ve Cumhurbaşkanı o rüzgârın koltuğunu sallayacağını düşünüyor olmalı ki ısrarla kapıları, pencereleri kapalı tutuyor.
* * *
Devletin cebinden beslenenler
Kamu kaynaklarının yolsuzluklarla eritilmesinin, kamu yönetimindeki aşırı israfın engellenememesinin bedelini ücretliler başta olmak üzere memleketin dar gelirli insanları öder.
Dünyanın her yerinde böyledir.
Üretim ve eğitim için harcanabilecek kıt kaynaklar, iktidar çevresinde toplanmış bir oligarşik yapıya aktarılır, işçiler, memurlar, köylüler, emekliler geriye kalan kırıntılar ile idare etmek zorunda kalırlar.
Onun için de böyle ülkelerde demokratik hakların kullanımı kısıtlanır, basın üzerine ağır baskılar getirilir ki halkın çektiği sıkıntıların asıl kaynağını gözlerden saklayabilmek mümkün olabilsin.
Bugün Türkiye’de yaşadığımız sorunların altında da bu gerçek yatıyor.
Çiğdem Toker, her şey rağmen mesleğinin gereklerini yerine getirerek bu gerçekleri görmemizi sağlayan bir meslektaşım.
T24’teki yazılarının yanı sıra yayınladığı kitaplarla da bugün yaşadığımız gerçeklerin üzerinin örtülmesini engelliyor, kamu kaynaklarını sömürmek üzerine kurulan düzeni ifşa ediyor.
Toker’in yeni yayınlanan kitabı “Yap İşlet Devret Projelerine Devletin Cebinden Büyük Simbiyoz” adını taşıyor. (Tekin Yayınevi, 590 sayfa)

“Simbiyoz” kelimesi, iki veya daha fazla biyolojik tür arasında karşılıklı yarar sağlayan uzun süreli bir ilişkiyi tanımlamak için kullanılıyor.
Türkiye’nin malum müteahhitleri ve devlete hâkim olan siyasi gücün karşılıklı ilişkisini açıklamak için!
Çok büyük kamu kaynaklarının, “ticari sır” gerekçesinin ardına saklanmış sözleşmelerle bazı şirketlere aktarılmasının kimler arasında, nasıl bir simbiyotik ilişkiye yol açtığını uzun uzun anlatıyor.
Özellikle ulaştırma alanında KÖİ modeline konu olan projeleri mercek altına alıyor.
Çiğdem Toker, “ticari sır” bahanesiyle halkın ve Sayıştay’ın denetiminden kaçırılan Yap İşlet Devret projelerinin uygulama sözleşmelerinden bazılarına da ulaşmış.
Bu kitap, Toker’in daha önce yayınlanan Olağan İşler ve Milletin Cebinden isimli kitapları ile birlikte bir üçlemenin son halkası.
Fikri takibi asla bırakmayan bir gazetecinin, bugünleri ileride daha iyi anlayabilmemiz için tarihe düştüğü bir not da diyebiliriz.
Mehmet Y. Yılmaz /T24


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder