20 Nisan 2017 Perşembe

Erdoğan’ın meşruiyet krizi - Nilgün Cerrahoğlu

16 Nisan referandumu Erdoğan iktidarının uluslararası meşruiyetine son darbeyi indirdi.
Darbelerin ilki Gezi ile gelmişti.
İkincisi 15 Temmuz’un ardından dumur etkisi yaratan kitlesel işten çıkarmalar, tutuklamalar ve basına tırmandırılan baskılarla yaşandı.
Sonuncusu, OHAL’de gerçekleştirilen “rejim referandumunun”, dünyanın gözleri önünde kayda geçen kirli sonucu oldu.
“New York Times” bu büyük aşınma sürecini kısaca “Erdoğan’ın meşruiyeti, uluslararası gözlemcilerden gelen seçim usulsüzlükleri iddialarıyla daha da sarsıldı” diyerek ifade ediyor.
YSK’nin “mühürsüz oy” açıklamasını ve “kıl payı zafer”i izleyen saatlerde dünya liderleri sessizliğe gömüldü.
“Atı alan Üsküdar’ı geçti” ifadesiyle kendi kendine gelin güvey olan RTE’yi öncelikle yalnız Azerbaycan, Katar, Bahreyn, Gine, Cibuti, Pakistan “tebrik” etti.
AB, “AGİT raporunu bekliyoruz!” demekle yetindi.
 
Merkel ağzının içinde, “Sonuçlar Türk halkının bölündüğünü gösteriyor” babında bir şeyler geveledi. 
 
Trump’ın telefonu ise bir gün sonra geldi. RTE bunu CNN International’dan heyecanla ilan ederken o da ne? Beyaz Saray’dan soğuk duş gibi bir açıklama ile; “Görüşmenin amacı referandum sonuçları değil, Suriye gibi ortak konuları konuşmaktı. ABD’nin çıkarları için (eli mahkûm?) bazı ülkelerle çalışmak zorundayız” dendi.

Tavşana kaç tazıya tut
Bütün bunlar ne anlama geliyor? Kulakları sağır eden bu sessizliklerin, nalına mıhına açıklamaların, gerdan kıran, bel kıvıran bu dansöz hareketlerinin anlamı ne?
Trump’tan başlayalım...
Trump’ın asla ve kata “demokrasi” gibi bir davasının olmadığını biliyoruz. Olsaydı Beyaz Saray’da ilk ağırladığı Müslüman liderlerden biri Sisi olmazdı...
Trump, referandum sonrasında belli ki Ankara’yı, Ortadoğu satrancında Putin’e kaptırmak istemiyor.
Moskova ve Washington arasında Türkiye üzerinde süregiden çekişmenin ne kertede önem taşıdığını, Putin’in de atik tetik biçimde Trump’ı izleyen saatlerde Erdoğan’ı aramasından anlayabiliyoruz.
Bu durumda bir yanda dünyanın kucağının ortasına bırakılmış referandumu çok açıkça “şaibeli ve meşruiyetten uzak” bulan AGİT açıklamaları var. Öte yanda “tavşana kaç tazıya tut” diyen dünya liderleri.
16 Nisan “meşruiyet sorunsalını” herkes biliyor ama AGİT dışındaki bütün uluslararası aktörler halen ya ıslık çalma modunda tavana bakıyorlar, ya birbirlerinin attıkları adımları izliyorlar.
Trump ile Putin bir yanda.. Avrupa öte yanda...

Trump RTE ile AB’yi böler mi?
Uluslararası düzen o kadar büyük belirsizlikler içinde ki Trump’ın “telefon hamlesi”ni, demokrasi konusunda daha hassas olan Avrupa’yı bölmek için devreye soktuğunu iddia edenler bile çıkıyor.
Bu görüştekiler, “Brexit” başta olmak üzere AB’yi bölmek için her fırsatı değerlendiren Trump’ın.. Erdoğan’ı da, Avrupa’yı bölmek için kullanmaktan çekinmeyeceğini ileri sürüyorlar.
Avrupa kamuoyunda farklı görüşler ortaya çıkıyor.
Konunun “meşruiyet” yönüyle fazla meşgul olmayıp; “Türkiye Erdoğan’la çoktan bir Ortadoğu ülkesi olmuştu. Başka ne beklenirdi ki? Biz kendi çıkarımıza bakalım” diyen muhafazakârlarla, Türkiye’de yatırım yapan iş çevreleri karşısında; yüzde 49’un Türkiye’deki demokrasi mücadelesini hassasiyetle önemseyen ve ciddiye alan sol kesimler var.
İtalya’nın tanınmış sol siyasetçilerinden Pierro Fassino’nun bu bağlamda “Unita” gazetesinde kaleme aldığı “Biz ve eğilmeyen demokratik Türkiye” başlıklı yazısından satırlarla bitiriyorum bu yazıyı:
“Bilinmeli ki, bu yalnız Türk yurttaşlarını ilgilendiren bir mücadele değil. Türkiye’nin jeopolitik konumuna göz atmak, bu ülkenin Avrupa, Akdeniz ve Ortadoğu’nun istikrarı için ne denli önemli olduğunu anlamaya yeter. AB’nin bu ülkeye karşı bir sorumluluğu var. Otokrasiye boyun eğmeyen, özgürlük, laiklik, demokrasi ve hukuk devletine dayalı bir toplumda yaşamak isteyen, bakışını Avrupa’ya doğrultan Türkiye öyle küçük bir azınlık değil, koskoca ülkenin yarısı. O Türkiye’nin yanında durmak ve yalnız bırakmamak boynumuzun borcudur.”

Nilgün Cerrahoğlu / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder