13 Nisan 2017 Perşembe

Sanatçıların ‘HAYIR’ı... - ZEYNEP ORAL

Nasıl bir Türkiye istiyoruz? Bunun yanıtını bizler, hepimiz vereceğiz... Üç gün sonra kullanacağımız oyla geleceğimizi belirleyeceğiz.
Araştırmalar, “Evet” ve “Hayır”ın at başı yarıştığını söylüyor. Sonuç ne olursa olsun, toplumun yarısı mutlu, yarısı mutsuz olacak. Ama bir de şu var:
Bunca yıllık AKP iktidarının sonunda geldiğimiz nokta korku egemenliğidir. İşini kaybetmekten, mal varlığını yitirmekten, suçlanmaktan, hapsedüşmekten, vay sen de FETÖ’cüsün, PKK’lisin tehditlerinden korkan (ki içinde yaşadığımız bu koşullarda, korkmak çok doğaldır) aklı başında birçok insan seçiminin rengini gizlemek zorunda. Hayır oyu verecek çok insan son ana dek tam tersini söylüyor... Sürprizlere hazır olun!
Sonuç ne olursa olsun... Birlikte yaşayacağız. Birlikte yaşamak zorundayız. Dün Özgür Mumcu’nun gerçekçi ve doğru yazısı “Hayır birleştirir, Evet dağıtır” yazısının ışığında, Türkiye çok kan kaybetse de, yaralanıp berelense de, çok acı da çeksek, birlikte yaşamanın yollarını aramaktan hiç ama hiç vazgeçmemek zorundayız...


Sanatın özü muhaliftir!
 
Son zamanlarda sanatçıların ve yazarların da referandumda kullanacakları oyu açıkladıklarına tanıklık ediyoruz. Benim hatırlatmak istediğim şu:
Sanatın özünde muhalefet vardır.
Sanatta tarafsız olamazsınız...
Sanatta “tarafsız olmak” egemen taraftan olmak demektir, güçten, iktidardan yana olmak demektir. Ezilenin, sömürülenin, haksızlığa uğrayanın, sesini duyuramayanın karşısında olmak demektir. Korku ve tehdit ve baskı düzeninden yana olmak demektir...
Sanat, sanatçının bilinçli eylemiyle, bilinçli bir faaliyetiyle, üretimine mutlak kendi kişiliğini, kendi aldığı tavrı getirecektir. Tavır almak, taraf olma zorunluluğunu getirir.
Biz, yaratıcı olmayan sıradan insanlar, biz izleyiciler, bizler de bilinçli ya da bilinçsiz tavır alıyoruz. Okuduğumuz şiire, dinlediğimiz müziğe, bakmakla yetinmeyip gördüğümüz resme ya da yontuya, izlediğimiz filme ya da oyuna, kendi kişiliğimizle, kendi bilgimizle, kendi kültürümüzle, kısaca beni ben yapan tüm birikimlerimizle, temsil ettiğimiz her şeyin toplamıyla bakıyoruz ve değerlendiriyoruz... Hem zaten, “değer” dediğimiz şey, değer ölçülerimiz “taraf olmaktan” ayrılamaz.
 
Stefan Zweig’den günümüze
İstanbul Film Festivali’nde izlediğim nice film bu tema çerçevesinde gelişiyordu. Hele Stefan Zweig’in (1881-1942) son yıllarını işleyen “Şafak Sökmeden” filmi... Filmin eleştirisine girmeyeceğim. (Josef Hader’in muhteşem oyunculuğuna değinmesem olmaz!)
Yıl 1936 Zweig, faşist Almanya’yı terk etmiş Brezilya’da yaşamaktadır. Buenos Aires’teki 14. PEN Kongresi’ne katılır. Ve susar... Hep susar... Hitler ve Almanya aleyhine bir şey söylemek mi, söylememek mi?
Ve film felsefi tartışmaya dalar diyaloglar aracılığıyla... Neyse ki Zweig eserleriyle tavrını ortaya koydu...
Muhteşem bir açılış sahnesi ve sadece aynalardan izlediğimiz intiharı seçmiş Zweig ve Lotte’nin görüntüleri arasında, benim aklıma hep şu soru takıldı: Acaba konuşsa, haykırsa, HAYIR için savaşsa, ölümü değil yaşamayı seçer miydi?
Son günlerde en sevdiğim “Hayır”, Tülay Günal’ın harika yorumladığı Brecht’in dizeleri aracılığıyla oldu. Paylaşıyorum:
 
“Böylesi çok iyi değiştirmeyelim hiçbir şeyi
Bunu mu diyelim güle oynaya?
Bardağı görelim de ölmeyi mi seçelim susuzluktan?
Boşunu mu alalım dururken dolu bardak?
Yani biz hep dışarıda mı kalalım?
Titreyelim mi soğuktan içeri buyur edilmedik diye
Bekleyelim mi hep nasılsa büyüklerimiz bizden daha iyi düşünür diye?
HAYIR
Bizce en iyisi kalkmak yeter artık demektir
Vazgeçmemek için kırıntısından bile yaşamanın
Karşı çıkmaktır vargücümüzle acıyı doğuranlara
Yaşanır hale getirmektir dünyayı bütün insanlara.
HAYIR”


Zeynep Oral / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder