14 Mayıs 2017 Pazar

Macron dersleri (I-II) - Nilgün Cerrahoğlu

(I) 

Emmanuel Macron yarın Hollande’dan Cumhurbaşkanlığını devralıyor. Bir yıl öncesinde kimse 39 yaşındaki bu eski ekonomi bakanının bu yere geleceğini tahmin edemezdi. 2016 Aralık’ına dek, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hâlâ Sarkozy ve Hollande’ın yarışacağı tahmin ediliyordu.
Bir dizi umulmadık gelişme, merkez sağ ve solun sade bu yıpranmış iki ismini devre dışı bırakmakla kalmadı, yelpazenin iki yanında Sarkozy ve Hollande’dan boşalan sıralara yerleşmeye talip Fillon ile Manuel Valls de giderek silindiler... 
 
Siyasette çok büyük bir boşluk doğdu ve Macron, gömlek amblemi gibi adının baş harflerini (E.M.) taşıyan “En Marche/Haydi Yürüyelim!” hareketiyle bu boşluğu doldurdu.



Şans ve talih baştan sona yarışta kesintisiz Macron’a yardım etti. “Siyasi bir külkedisi” öyküsünü andıran Macron serüveninde “şans”, böyle azımsanmayacak yer tutuyor.
Ama Macron da önüne çıkan her fırsatı sonuna dek değerlendirmesini bildi.
 
‘Dünün dünyasını’ silkeledi
 
Bunu Macron’un ünlü akıl hocalarından siyasi danışman Alain Minc şöyle anlatıyor: “Macron için ben 2017 seçimlerinin fazla erken olduğunu düşünmüştüm. Bu yüzden ona ‘Sen önce siyasi tabanını oluştur. Sonra 2022’de şansını dene!’ dedim. Ama o buna karşı çıktı. ‘Sen bana dünün dünyasından bahsediyorsun’ dedi: ‘Sistem çözüldü; çöktü, çökecek. Şimdi tam yüklenmenin zamanı!’
“Şans” unsuru yanında Macron’un ikinci özelliği “zamanlamayı iyi kollaması”…ki tabii bu tüm kazananların ortak paydası. 
 
Alain Minc’le birlikte… kurulu düzenin öne çıkan deneyimli isimlerin “rehberliğini” alması da gene bir başka avantaj. Görünenin aksine çiçeği burnunda başkan, çölü bir başına geçmiş değil.
Başta Hollande olmak üzere, sosyalist partinin ağır topları; sosyalistlerin bilahare tarihi hezimete mahkûm olduklarını anladıkları 2017 başından itibaren hep Macron ardında sıralandılar. Partinin kendi adayı Benoit Hamon’a canla başla destek vermek yerine, Macron’u desteklediler.
Hollande’ın başbakanlığını yapan Manuel Valls, mesela Hamon’un yerine ilk fırsatta Macron’a destek vereceğini açıklayan sosyalistlerin başını çekti.
2012’de Hollande’ın kampanya yönetmenliğini yapan, ekonomi ve dışişleri eski bakanlarından Pierre Moscovici, Macron’un “siyasi güdülerine” uluorta övgüler sıralamaktan geri kalmadı.
Macron böylece “marka değiştiren” sosyalistlerin sanki gayri resmi yeni adresi oldu. Seçim sonuçları bunu doğruluyor. Macron’un oylarının belkemiğinin, sosyalist parti seçmenlerinden geldiğini kanıtlıyor.
 
Sosyalistlerin intiharı
 
Sosyalistler neden bunu yaptı? Niye apar topar Macron trenine bindi… sorusunun yanıtı; “sosyalist parti” adına yarışan Hamon’un aldığı zavallı yüzde 6’lık oy oranında gizli.
Sosyalist Cumhurbaşkanı Hollande, Elysée’nin en sönük sahibi oldu ve de halen Avrupa çapında derin bir kriz yaşayan sosyalistler, Fransa’da tam bir iflas kaydettiler. 
 
Macron’u destekleyen önde gelen sosyalistlerden, eski Mitterand kabinesi mensuplarından Jack Lang bu iflası “Sosyalistler intihar etti” diyerek açıklıyor:
“Bu seçimde sola ulaşabilen tek isim Jean-Luc Mélenchon oldu. Ilımlı sol tükendi. Ben buna çok üzülüyorum ama bu yeni bir durum değil. Sosyalistler yıllar zarfında yollarını yitirdiler ve düşünemez oldular. Sarkozy döneminde koşulsuz muhalefete odaklandılar. Çözüm üretmeyi ve düşünmeyi unuttular.” 
 
Merkez soldaki gibi merkez sağdaki çöküşün de mirasçısı olan ve sistemin omurgasını oluşturan iki kanadın çöküşü üzerinde yükselen Macron, bu küller üzerinde –EM damgalı- güçlü kişisel öyküsüne dayalı bir serüven inşa etmeyi başarabildi. 
 
Emmanuel Macron aslında karizmasız biri. Ama siyasi hamlelerini belli ki iyi hesaplıyor ve adımlarını kıvraklıkla atıyor. 
 
“EM-En Marche” hareketini seçimden sonra hızla “Ensemble, La France/Hep Birlikte Fransa” hareketine çevirmesi bunun son örneği. Yeni Cumhurbaşkanı böylece Fransa’nın bölünmüşlüğünü aşmayı öncelikli hedef haline getirdiğini ilan ediyor. Emmanuel Macron, Avrupa’da “kişiselleşen siyasetin” aldığı yeni ve son şeklin ifadesi. 
 
Fransa tüm Avrupa’yı etkileyen güçlü bir laboratuvar olduğu için, siyasetin bu yeni şekli üzerinde daha fazla durmamız gerekiyor.

(II)

 Siyasi partilerin ölümü

“Siyasi partiler de ölür!” Bu cümleyi, 2000’lerin başında ilk kez “Bir döngünün sonu” başlıklı yazısında dostum Miriam Mafai yazmıştı.
Meral Okay’la aynı günde yitirdiğim bu sıradışı siyaset gazetecisi, yazısına sonra şöyle devam ediyordu:
“Siyasi partiler de yaşayan yapılardır ve kendi dışlarında cereyan eden olaylar yüzünden can verebildikleri gibi, ülkeyle artık diyalog kuramadıkları için veya yurttaşların güvenini yitirdikleri için ölürler.” 
 
Zamanında bu yazı beni çok etkilemişti. Çünkü sözü edilen “olgu” bir süredir İtalya’da yaşanmasına rağmen, henüz kimse tarafından daha teşhis edilmemişti.
“Temiz Eller” sürecinde yolsuzluklara bulaşan siyasi sınıf tasfiye edilmiş; “Hıristiyan Demokratlar”la “Sosyalistler” çökmüştü. Avrupa’nın en büyük komünist partisi olan efsanevi “İtalyan Komünist Partisi” de “duvar”ın yıkılmasıyla tarih olmuştu.
Dağılan sol, habire farklı adlar, projeler, fikirler için yan yana geliyor ama bir türlü “yeni kimlik” ve “yeni misyon” etrafında birleşemiyordu.
Sağda “Hıristiyan Demokratlar”dan boşalan yere kişisel hedefleri doğrultusunda şekillendirdiği -“Forza İtalia/Haydi Italia!” adındaki-yeni bir oluşumla hızla Berlusconi sahip çıkmıştı.
Siyasi partiler 20. yüzyılda tanıdığımız, bildiğimiz şekliyle İtalya’da ölmüştü.
 
Déjà vu etkisi
 
Çeyrek yüzyıllık farkla şimdi Fransa’da yaşananlar bende “bunu ben daha önce görmüştüm/déjà vu” etkisi yaratıyor.
Merkez sağda “Cumhuriyetçiler”in önseçiminde önce Sarkozy elendi. Daha sonra Cumhurbaşkanlığı yarışına bu önseçimi kazanarak katılan Fillon yolsuzlukları sebebiyle ilk turda hezimete uğradı ve parti savruldu.
Beri yandan gene bir önseçimden çıkan Benoit Hamon liderliği arkasında durmayan sosyalistler de ilk turda hezimete uğradılar ve partileri un ufak oldu. Ağır top Manuel Valls, sonucu “Sosyalist Parti ölmüştür!” diye yedi düvele ilan etti.
Merkez sağ ve solda açılan bu boşluğu dolduran Macron, Çizme’de bunu ’90’larda yapan Berlusconi’yi andırıyor. 
 
Berlusconi de geleneksel partilerin enkazı üzerinde, o zamana değin kimsenin duymadığı “Forza Italia” adını verdiği bir oluşumla yükselmiş ve birkaç ayda başbakan olmuştu.
Berlusconi, Macron’dan farklı olarak, piyasaya çıktığında herkesin tanıdığı mülti milyarder bir medya patronuydu. 
 
Benzer serveti olmayan Macron ise Fransa’da bile bir yıl öncesinde kimsenin duymadığı bir isim.
Berlusconi “FININVEST” adlı finans ve medya şirketlerinde çalıştırdığı yöneticileri, “Forza Italia”ya sonra milletvekili yapmıştı. 
 
Macron’un böyle bir olanağı yok.
Yeni Fransa Cumhurbaşkanı, bir ay sonraki genel seçimler için, adının baş harflerini taşıyan “En Marche/Haydi Yürüyelim!” hareketine milletvekili adaylarını sivil toplumdan, “internet”ten seçiyor.
 
Televizyon yerine internet
 
“FI” ile “EM” hareketleri arasındaki ortak nokta, ikisinin de geleneksel parti yapıları yerine tamamen “iletişime” abanması.
Önceki yazılarımda da bahsettim. İdeolojiler yerine artık “iletişim” ve “siyaset teknolojileri” kullanılıyor.
Berlusconi zamanında başlıca “iletişim gücü” TV’du. Berlusconi TV’leriyle oy topluyor, seçmenlerini böyle etkiliyordu.
 
Bugün Elysée’ye açılan yolda Macron, Obama’nın “big data” tekniklerine başvuruyor. (Bknz. Sağnak, “Siyasi teknolojilerle yaratılan cumhurbaşkanı adayı”, 29 Nisan 2017)
İnternetin ve yeni siyasi teknolojilerin öncelikli önemini, Avrupa’nın yükselen tüm yeni siyasi oluşumlarında görüyoruz. İspanya’da Pablo Iglesias’la güç kazanan “Podemos”, Yunanistan’da Çipras’la özdeşleşen Syriza, İtalya’da Grillo’nun “5 Yıldız Hareketi” hep elektronik hızla lider etrafında kümelenen “şahıs hareketleri”... 
 
Çipras, Iglesias ve Grillo yok olduğunda bu oluşumların ne olacağını bilmiyoruz. Her şey öyle hızlı akıyor ki, bırakın sonrayı şimdiyi biletam anlayamıyoruz. Örneğin Macron’un nasıl bir lider olacağı bilinmiyor. 
 
Kendini, aydınlanmacı ve cumhuriyetçi değerlerle yurttaşlık haklarında solda, ekonomide sağda konuşlandıran Macron’un öyküsünde büyük boşluklar var. 
 
Oyunu Macron’a kullanan filozof Elisabeth Badinter bu yüzden yeni cumhurbaşkanı için “Onu hiç tanımıyoruz” diyor: “Karakterini bilmiyoruz. Yaptığı reformlara karşı -misal- grevler yapıldığında ne yapar, ne eder? Bilmiyoruz. Macron bugün için hâlâ büyük bir soru işareti...”

Nilgün Cerrahoğlu / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder