10 Haziran 2017 Cumartesi

Diyalektik ramazanizm! - ORHAN GÖKDEMİR

Milattan önceki son yüzyıl içinde kuruldu. Akdeniz’in etrafına yayıldı. Böylece Akdeniz bir imparatorluk gölü haline geldi. Dünya nehir uygarlıklarından iç deniz uygarlıklarına geçiyordu. Kuruluşundan 500 yıl sonra Doğu ve Batı olarak bölündü. Batıda kalan bölüm German kavimlerinin saldırısına uğradı, bu saldırılarla yeniden şekillendi, bir Roma-German sentezine dönüştü. Doğuda kalan bölümünün ömrü daha uzun oldu. Fakat onlar da önce Slavların, sonra Moğollardan kaçan kavimlerin istilası uğradı, küçüldü ve yıkıldı.

Roma İmparatorluğunun 5. yüzyılda böylesine sert bir çöküş yaşamasının tarihsel nedenleri var. İmparatorluk köleci bir toplum düzenine dayanıyordu, fakat o temelin esası olan köleler ve serfler ayaktaydı. Barbar saldırıları geldi üzerine. İlkel komünal bir hayat süren barbarlar köleci toplumu dağılışına ebelik etti. Antikitenin ipini çekip Ortaçağ için yolu açmış oldu.

6. yüzyılın başında German kabileleri bütün Avrupa’ya yayılmış durumdaydı. Vandallar Kuzey Afrika’daydı. Vizigotlar İspanya’ya, Ostragotlar İtalya’ya, Franklar Galia’ya, Anglar ve Saksonlar Britanya’ya yerleştiler. Fransa, Almanya, İtalya, İngiltere böyle oluştu. Orta ve Doğu Avrupa’da Slav kavimleri ağırlıktaydı. Onlar da Germanlar gibi ilkel komünal bir hayat sürüyorlardı. Onların itişip kakışmaları Doğu Roma ile oldu. Rus, Bulgar, Sırp, Hırvat kimliği o itiş kakışmaların içinde şekillendi. Bu denkleme Urallardan göçüp gelen Macarların katılmasıyla Balkan sahnesi tarih için hazırlandı. Doğuda ve Batıda, hareket halindeki bütün barbar kavimler fethettikleri kültür tarafından fethedildiler, Hıristiyanlaştılar. Dini Batı Roma’yla ilişkilerinden öğrenen Batı Avrupalılar Katolik oldu. Doğu Roma etkisiyle Hıristiyan olan Slavlar Ortodokslukta karar kıldı. Bugün hala Doğu ile Batı arasındaki sınır Katoliklik ile Ortodoksluk arasındaki, bir başka deyişle Doğu Roma ile Batı Roma arasındaki sınırdır.

Ama önemli olan şey bu dinselleşmenin köleci toplumun yıkıldığı, yerine feodal ilişkilerin ikame edildiği bir dönemde gerçekleşmiş olması.
Tıpkı Germanların Batı Roma’nın köleci temelini yıkıp onu feodalizme zorlaması gibi, Slavlar da Bizans’a hücum ederek dayandığı toplumsal ilişkileri parçaladı. İmparatorluğun Balkan yarımadasındaki bütün topraklar hızla Slavların eline geçti. İmparatorluk Güneyden de barbar baskısı altındaydı. Suriye ve Mısır’ı ele geçiren Müslüman Araplar imparatorluk topraklarını hızla küçültüyordu. Böylece Bizans Küçük Asya ve Balkan Yarımadasının güney bölgesine sıkışıp kaldı. Bu istilaları takip eden iki yüzyılda Bizans’ta feodal ilişkiler sağlam bir şekilde yerleşti. Köle emeğinin verimsizliğine sihirli bir çözüm bulunmuştu…

                                                                              ***

Bugünkü Hıristiyanlığı şekillendiren şey kölecilikten feodalizme geçişin dinamikleridir. İmparator Konstantin tarafından Hıristiyanlığın bir devlet dini haline getirilmesinden, Katoliklik ve Ortodoksluğun ayrışmasına kadar o tarih tarafından biçimlendirildiler.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika bu dönüşümden azade değildi. Arap coğrafyası da köleci toplumdan feodalizme geçişin sancılarını yaşıyordu. Arapların feodalizme geçişine yeni bir dinin doğuşu eşlik etti. Kavimlerin birleştirilmesine, Bedevilerin boyun eğmesine yardım edecek yeni bir inanç gerekiyordu, İslam bunun için biçilmiş kaftandı. O da tıpkı Hıristiyanlık gibi sıradan insanlara itaati telkin ediyordu. Kölelere iyi davranmak erdemdi, mümkünse itaatkâr kölelere özgürlüğü verilmeliydi. Özel mülkiyet korunmalı, başkalarının malına mülküne göz dikilmemeliydi. İnsan ne kadar yoksul olursa olsun sabırlı olmalı ve tanrısının yardımı için dua etmeliydi. Olur da tanrı duasını duymazsa sabrı nedeniyle cennette rahat ve eğlenceli bir yaşam garantiydi. Bunlar, ilkel komünal ilişkilerin dağıldığına, yerine sınıfsal bir ilişkinin kurulduğuna delaletti. Yeni din marifetiyle Arap kabileleri birleşti, kısa zamanda bir devlete dönüştü.

Özeti şu: Germanlar, Slavlar, Araplar feodalizme ilkel komünal toplumdan geçti. Özel mülkiyetin, sınıfların ve devletin olmadığı bir halden çıkıp gelmişlerdi. Özel mülkiyetle tanıştılar, sınıflar oluştu ve devlet ortaya çıktı. Roma İmparatorluğunu oluşturan halklarsa feodalizme kölecilikten geçtiler. Sınıf ve devletle zaten tanışıktılar. Yaptıkları şey kârlı olmayan köle emeğini kaldırmak ve yerine üretken köylü emeğini geçirmekten ibaretti. Köle bir mal olmaktan çıkıyor, bağımlı bir hizmetkâra dönüşüyordu.

Hıristiyanlık ve İslam sınıfsal ilişkinin inceldiği bir dönemin inançlarıdır.

                                                                            ***

O nedenle her iki dinin çıkışında devlet var. Hıristiyanlığı bir din haline getiren Konstantin’dir. 325 yılında İznik Konsilini topladı. Konsilin temel tartışması Mesih İsa’nın gerçek tanrı olup olmadığıydı. Konsildekilerin çoğunluğu Konstantin’in isteği uyarınca İsa’nın tanrı olduğuna karar verdi. “İznik İnanç Bildirisi” aslında yepyeni bir dinin ve yeni bir tanrının doğuşunu müjdeliyordu.
Araplarda duruma müdahale edecek devlet yoktu, haliyle işler başka türlü halledildi. Ali’yi öldürerek iktidara sahip olan Muaviye, halifeliğini tanımayanları sert bir şekilde bastırdı ve iç karışıklıklara son verdi. Zaten halifeliği de askeri birlikler tarafından ilan edilmişti. Böylece sadece sözde var olan bir kurumu, halifeliği, gerçek bir kurum haline dönüştürdü. Ardından yeni fetihlere girişti. Halifeliğin merkezini Mekke’den Şam’a taşıdı. Mekke karşısında Şam, iktidarın kaynağının artık din olmadığının, tam tersine dinin kaynağının devlet olduğunun bir sembolüydü. Din, devletin ihtiyacına göre Şam’da şekillendi. Yani İslam da tıpkı Hıristiyanlık gibi devlet marifetiyle örgütlü bir dine dönüştü. Nitekim Muaviye’nin ölümünün ardından çıkan iç karışıklıklar sırasında Yezid’in birlikleri Mekke’yi kuşatıp mancınıklarla taşa tuttu. Hacer-i Esved o çatışmada isabet alarak parçalandı ve Kâbe yıkıldı.

Bütün bu hayhuyun ezilenlere getirdiği yenilik şu: Kölelerin aksine bağımlı köylüler daha iyi çalışmak için bir takım saiklere sahipti. Kölelerin asla yapmayacaklarını yaptılar, daha fazla üretebilmek için toprağı ekip biçme yöntemlerini geliştirmeye çalıştılar, kullandıkları aletleri yetkinleştirdiler. Öyle ki birçok toprak sahibi toprağı azat ettiği kölelere kiralayıp mahsulden vergi almayı daha kazançlı görmeye başladı. Tek tanrılı dinler hem bu dönüşüm için altyapıyı hazırlıyor, hem de köle ile efendiyi, köylü ile toprak sahibini bir arada tutuyor, birleştiriyordu.

                                                                              ***

Agibalova ve Donskoy’un muhteşem “Ortaçağ Tarihi” ve benim “Din ve Devrim” kitabından özetledim. Bütün bunları hatırlatmamın nedeni, Haziran Direnişi ile birlikte ünlenen “antikapitalist müslüman” meselesine değinmek. Yeryüzü sofraları kuruyorlar her ramazanda. Bu sofraların varsayımı İslamda eşitlikçi bir damar olduğu yönünde. İşte tarih. Kölelere eziyet etmemede, hoş görmede, azat etmede bir eşitlik yoktur. Zalimin insafına kalmış, bırakılmış bir özgürlük, özgürlük değildir. Sadakada paylaşma yoktur. Bunlar aşırılıklarını törpülemek isteyen bir çağın biçare önlemleridir.

Acı çeken ruhların hızla çoğaldığı bir çağdayız hâlâ, evet. Ve din, kim bilir kaçıncı kez acılarını dindirme iddiasıyla yeniden kendisi etrafında toplanmaya çağırıyor ezilenleri. Oysa o ezilenler eski dini çağrılardan bakiye isimleri taşıyor. Musa ve İsa, Muhammet’in kendisi gibi mazlum olduğunu biliyor, bu yolla kurtuluşun imkânsız olduğunu hissediyor. Çok açık, ezilenler için devlet neyse din de odur. Her ikisinin varlık nedeni ezilenlerdir, her ikisi de ezilenler ezenlere isyan etmesin diye vardır.

Demem o ki dinin ezilenlerin acılarına son verme gücü yoktur. Ona ancak zulme karşı sabır telkin edebilir. Din dün kölecilikle ve feodalizmle bütünleştiği gibi bugün de kapitalizme, piyasa toplumuna uyum sağlamış, bütünleşmiştir. Daha dün dine dayanarak iktidar olan muktedir Ohal aracılığıyla grevleri önleyerek patronlara ne kadar büyük bir hizmet yaptığını anlatıyordu. Devletsiz olmaz din. Zalime, zorbaya itiraz etmez. Yani yeryüzü sofrasında yakalayabileceğimiz bir eşitlik ve özgürlük yoktur. Tek çaresi var bunun, derhal ayağa kalkmak…


Sevgili arkadaşım İlker Belek’in sözü ile bitireyim: Laiklik ve özgürlük için ayağa kalkan yer sofrasına çökmez.

Diyalektik ramazanizmin değil, diyalektik Marksizm’in sözüdür bu!

Orhan Gökdemir / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder