Köpek, insanın en eski ve sadık dostudur.
Günümüzden 12-15 bin yıl öncesinde, son buzul devrinin ardından yeryüzünde iklim değişimi koşullarında iki “hayvan”ın karşılıklı yardımlaşma ve işbirliğinin sonucu önü açılmış bir dostluktur bu.
Yeryüzünün yeni ortamında “avcı-toplayıcı” yaşam sürdüren insanın en çok avladığı, buzul devri koşullarına uyarlı hayvanların soyunun tükenmesi, avcılık faaliyetini çok kısıtlı hale getirdi.
İşte bu şartlar altında köpek, kuvvetli koku alma duyusu ve iz sürme yetisi ile insana avlanmada yardımcı oldu. Buna karşılık insan da diğer yırtıcı hayvanlar karşısında köpeği koruma ve himayesi altına aldı.
10 bin yılı aşkındır süren bu dostluğa köpek, hiçbir zaman ihanet etmemiştir.
İnsan ise sadece köpeğe değil, kendisiyle aynı biyolojik kompozisyona sahip diğer hayvanlara da, bunun yanı sıra “nebatat”a da (bitkilere, ağaçlara, ormanlara), nihayet “doğal” bir parçası, bağlısı, bağımlısı olduğu tabiata da ihanet etti.
İnsanın bu ihanetinin itici gücü, “eşref-i mahlukat” ifadesidir.
Antropolojik tabirle “homosantrizm”, yani insan-merkezcilik...
İnsanın kendi dışında kalan canlılık âlemine yönelik yıkıcı tahripkârlığını dine dayanarak meşrulaştırmada ha bire önümüze konan o harcıâlem, hatta “bidat” ifadenin karşısında durmak gerekir: İnsan, “eşref-i mahlukat” falan değildir!..
Kur’ân’da hiçbir yerde “eşref-i mahlukat” ifadesi geçmez. (“Yarattıklarımızın birçoğuna onları üstün kıldık” ayeti de bu ifadeye karşılık gelmez.)
Buna karşılık Tîn Sûresi’nde, “İnsanları en güzel kıvamda yaratmışızdır. Sonra alçakların en alçağına döndürmüşüzdür” denmektedir.
Yani dinde bile insan, “yaratılmışların en şereflisi” sayılmak ne kelime, iyilik kadar kötülüğe de, güzellik kadar çirkinliğe de, doğruluk-dürüstlük kadar yalan-dolana da ve erdemlilik kadar alçaklığa da yatkın bir varlık olarak önümüze konmaktadır.
Dolayısıyla “kedi-köpek sever” diye küçümsenip aşağılanan hayvan dostu insanlar karşısında “beton-sever”liğin dinen caiz kılınabileceği, “eşref-i mahlukat” diye bir tabir dinin özünde yok.
Bu tabirle aynı doğrultuda “Her şey insan için”, “İnsandan daha değerlisi var mı” gibi ifadelerle yıllardır orman, dağ, tepe, bayır demeden her yeri insana mesken kılma yolunda izlenen bu yıkıcı insanmerkezciliğin bedelini, insana binlerce yıllık dost hayvanlar ödüyor.
Yaşadığımız mahalleler, çalıştığımız mekânlar, dinlenip tatil yaptığımız beldeler, diğer canlılar hilafına, bir bakıma hayvanlardan çalınarak insana mahsuslaştırılıyor.
Sonuç, sokakta, apartmanda, çalışma ortamında bir yanda (amiyane deyişle) “kedi- köpek tantanası” istemeyen “insan”lar;
Diğer yanda ise “Aslında biz yanlış yerdeyiz!” diye içten içe düşünen ve kendince belediye ekiplerinin şerrinden, çalıştığı yerdeki otoritelerin gadrinden, kendisiyle sitede, sokakta, işyerinde aynı hayatı paylaşanların nefretinden bu hayvanları korumaya çalışan bizler!..
İşte o “Biz”ler adına önceki gün Türkiye genelinde 80 farklı noktada 200 sivil toplum örgütünün desteğiyle eylemler gerçekleştirildi.
Hayvan sevgisi olmayanın insan sevgisi hiç olmaz diye düşünenler, Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından Hayvanları Koruma Kanunu’nda yapılması planlanan değişiklikleri protesto etmek amacıyla cadde ve meydanlardaydılar.
Hürriyet’te Fırat Alkaç’ın haberinden öğrendiğimiz üzere, Hayvanların Yaşam Hakları Konfederasyonu Başkan Yardımcısı Şebnem Aslan, yasa tasarısının hayvanları korumayacağını; ilçe belediyelerinde kısırlaştırma merkezlerine gerek görmediği için katliamlara yeşil ışık yakacağını; “itlafsever” belediyelere yaptırımlar içermediğini; ve hayvanlar üzerinde işkenceli deneylerin önünü açacağını belirtmiş.
“Can dostlarımızı sürgüne, hapse, eziyet ve ölüme göndermeyeceğiz” sloganıyla yürüyen hayvan dostlarının şu mesajlarını içtenlikle paylaşalım:
Hayvan, hak sahibi olan bir varlıktır!
Hiçbir hayvan kaderine terk edilemez!
Yaşam hakkı, tüm hakların üzerinde korunması gereken en kutsal haktır!..
Ve ekleyelim: Eğer şu âlemde insana bir “şeref” varsa, işte bu mesajlara riayetindendir!..
Aksi halde ortada “Eşref-i Mahlukat” ne kelime, tam bir “Eşed-i Mahlukat” (yaratılmışların en katısı, şiddetlisi) vardır.
Tayfun Atay / CUMHURİYET
Günümüzden 12-15 bin yıl öncesinde, son buzul devrinin ardından yeryüzünde iklim değişimi koşullarında iki “hayvan”ın karşılıklı yardımlaşma ve işbirliğinin sonucu önü açılmış bir dostluktur bu.
Yeryüzünün yeni ortamında “avcı-toplayıcı” yaşam sürdüren insanın en çok avladığı, buzul devri koşullarına uyarlı hayvanların soyunun tükenmesi, avcılık faaliyetini çok kısıtlı hale getirdi.
İşte bu şartlar altında köpek, kuvvetli koku alma duyusu ve iz sürme yetisi ile insana avlanmada yardımcı oldu. Buna karşılık insan da diğer yırtıcı hayvanlar karşısında köpeği koruma ve himayesi altına aldı.
10 bin yılı aşkındır süren bu dostluğa köpek, hiçbir zaman ihanet etmemiştir.
İnsan ise sadece köpeğe değil, kendisiyle aynı biyolojik kompozisyona sahip diğer hayvanlara da, bunun yanı sıra “nebatat”a da (bitkilere, ağaçlara, ormanlara), nihayet “doğal” bir parçası, bağlısı, bağımlısı olduğu tabiata da ihanet etti.
İnsanın bu ihanetinin itici gücü, “eşref-i mahlukat” ifadesidir.
Antropolojik tabirle “homosantrizm”, yani insan-merkezcilik...
İnsanın kendi dışında kalan canlılık âlemine yönelik yıkıcı tahripkârlığını dine dayanarak meşrulaştırmada ha bire önümüze konan o harcıâlem, hatta “bidat” ifadenin karşısında durmak gerekir: İnsan, “eşref-i mahlukat” falan değildir!..
Kur’ân’da hiçbir yerde “eşref-i mahlukat” ifadesi geçmez. (“Yarattıklarımızın birçoğuna onları üstün kıldık” ayeti de bu ifadeye karşılık gelmez.)
Buna karşılık Tîn Sûresi’nde, “İnsanları en güzel kıvamda yaratmışızdır. Sonra alçakların en alçağına döndürmüşüzdür” denmektedir.
Yani dinde bile insan, “yaratılmışların en şereflisi” sayılmak ne kelime, iyilik kadar kötülüğe de, güzellik kadar çirkinliğe de, doğruluk-dürüstlük kadar yalan-dolana da ve erdemlilik kadar alçaklığa da yatkın bir varlık olarak önümüze konmaktadır.
Dolayısıyla “kedi-köpek sever” diye küçümsenip aşağılanan hayvan dostu insanlar karşısında “beton-sever”liğin dinen caiz kılınabileceği, “eşref-i mahlukat” diye bir tabir dinin özünde yok.
Bu tabirle aynı doğrultuda “Her şey insan için”, “İnsandan daha değerlisi var mı” gibi ifadelerle yıllardır orman, dağ, tepe, bayır demeden her yeri insana mesken kılma yolunda izlenen bu yıkıcı insanmerkezciliğin bedelini, insana binlerce yıllık dost hayvanlar ödüyor.
Yaşadığımız mahalleler, çalıştığımız mekânlar, dinlenip tatil yaptığımız beldeler, diğer canlılar hilafına, bir bakıma hayvanlardan çalınarak insana mahsuslaştırılıyor.
Sonuç, sokakta, apartmanda, çalışma ortamında bir yanda (amiyane deyişle) “kedi- köpek tantanası” istemeyen “insan”lar;
Diğer yanda ise “Aslında biz yanlış yerdeyiz!” diye içten içe düşünen ve kendince belediye ekiplerinin şerrinden, çalıştığı yerdeki otoritelerin gadrinden, kendisiyle sitede, sokakta, işyerinde aynı hayatı paylaşanların nefretinden bu hayvanları korumaya çalışan bizler!..
İşte o “Biz”ler adına önceki gün Türkiye genelinde 80 farklı noktada 200 sivil toplum örgütünün desteğiyle eylemler gerçekleştirildi.
Hayvan sevgisi olmayanın insan sevgisi hiç olmaz diye düşünenler, Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından Hayvanları Koruma Kanunu’nda yapılması planlanan değişiklikleri protesto etmek amacıyla cadde ve meydanlardaydılar.
Hürriyet’te Fırat Alkaç’ın haberinden öğrendiğimiz üzere, Hayvanların Yaşam Hakları Konfederasyonu Başkan Yardımcısı Şebnem Aslan, yasa tasarısının hayvanları korumayacağını; ilçe belediyelerinde kısırlaştırma merkezlerine gerek görmediği için katliamlara yeşil ışık yakacağını; “itlafsever” belediyelere yaptırımlar içermediğini; ve hayvanlar üzerinde işkenceli deneylerin önünü açacağını belirtmiş.
“Can dostlarımızı sürgüne, hapse, eziyet ve ölüme göndermeyeceğiz” sloganıyla yürüyen hayvan dostlarının şu mesajlarını içtenlikle paylaşalım:
Hayvan, hak sahibi olan bir varlıktır!
Hiçbir hayvan kaderine terk edilemez!
Yaşam hakkı, tüm hakların üzerinde korunması gereken en kutsal haktır!..
Ve ekleyelim: Eğer şu âlemde insana bir “şeref” varsa, işte bu mesajlara riayetindendir!..
Aksi halde ortada “Eşref-i Mahlukat” ne kelime, tam bir “Eşed-i Mahlukat” (yaratılmışların en katısı, şiddetlisi) vardır.
Tayfun Atay / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder