3 Temmuz 2017 Pazartesi

Bilim ya da din; teori ya da hurafe; 2 Temmuz Sivas ya da aydınlanma - İLKER BELEK

Dinin etkisi arttıkça nasıl düşüneceğimiz, yaşayacağımız, yaşamı nasıl anlamlandıracağımız gibi konular da önemli hale geliyor. Dünyanın doğusunda İslam; daha da doğusunda Taoizm, Budizm; batısında Evangelizm, Baptistlik gibi değişik Hristiyanlık dalları…
Dinin etkisinin artması; siyasallaşması, dünyayı yönetme inisiyatifine soyunması anlamına geliyor. Din, etkisini artırmak hırsıyla karakterize bir genetik şifreye sahip bulunuyor.

                                                                           *****
Dinin etkisi arttıkça din ile bilimin aynı geçerlilik düzeyine sahip oldukları iddiası da yayılıyor. Bu iddia dinin etkisini artırmak için özellikle ortaya atılıyor.
Gerçek ise tam tersi.
Bilim insanın en yakın çevresinden başlamak üzere dünyayı anlama ve değiştirme faaliyetidir.  İlk atalarımızdan başlamak üzere bizi tanımlayan temel özellik budur.
Avının peşinden koşan Homo Habilis’in davranışlarında da, atom altı ölçekteki Higgs Bozonu’nu verilendirmeye çalışan kuantum fizikçisinin pür dikkatinde de aynı dürtü mevcuttur: Gerçeğe olan mecburiyet ve tutku.
Bilim tüm insanlar için yaşamsal etkinliktir. İnsanlar suyun kaynama noktasına dair yasayı tam olarak bilmeseler de günlük hayatlarında onu kullanırlar. Suyu kaynatmak gerektiğinde hiç kimsenin aklına doğaüstü güçleri yardıma çağırmak gelmez.
Bilim bu anlamıyla her insanın amatör faaliyetidir. Doğanın, pratiğin içindedir. Bir ölçüde kendiliğindendir. Gereksinimlerden kaynaklanır. Gerçekliği kavramadan, hayatta kalmak, insan olmak mümkün değildir.
Her insan kendi yaşam alanı içerisinde zorunlu olarak diyalektik materyalisttir.
Din ise tamamen farklıdır. Din insanın insan olmakla alakalı bir özelliği değildir. İnsanların yaşayabilmek için dine gereksinimleri yoktur. İyi ve ahlaklı olmak, toplum olarak bir arada yaşayabilmek için dine ihtiyaç bulunmaz. Hatta çoğu kez tersi doğrudur: İnsanlığın gördüğü en büyük vahşetler her dönemde din adına gerçekleştirilmiştir.
Her din kendisine inanmayı şart koştuğuna göre farklı inançlara tahammülü yok demektir. Hoşgörüsüzlük dinde karakter özelliğidir.
Din insanın yaşamına bundan yalnızca 6000 yıl kadar önce dahil olmuştur. Öncesindeki 3 milyon yıllık dönemde insan tanrısız ve bu manada inançsız yaşamıştır.
Din toplumsal gelişimin belli bir evresinde, sınıflı toplum aşamasında, siyasetle eş zamanlı olarak, kralların marifetiyle, halk sınıflarını sömürmek için toplumların yaşamına dahil edildi.

                                                                           *****
Bilim ile dini aynı düzeye yerleştirenler aynı zamanda bilimsel düşünceyi küçümseyen, bilgi elde etmek için gereken disiplinli çalışmayla, üfürmeyi, boş inancı aynı kefeye koyan kötü niyetlilerdir.
Bilgi üretmek zor iştir. İki tür bilginin olduğunu söyleyebiliriz:
İlki doğanın içinde hazır olanın açığa çıkarılmasına ilişkindir. Örneğin yer çekimi, doğal seçilim ve kuantal ölçeğin hareketlerine dair bilgiler böyledir. Bu anlamda bilgi insanın zaten gözünün önünde belki de milyonlarca yıldır devam etmekte olan hareketin yasalarının keşfidir.
İkinci tür bilgi ise buraya dayanarak üretilen bilgidir. Yer çekimi yasasını keşfettikten sonra gökte uçacak uçaklar geliştirmemiz, doğal seçilimin farkına vardıktan sonra antibiyotiklere direnç kazanmış bakterileri yok edecek yeni ilaçlar keşfetmemiz, kuantal ölçeğin partiküllerinden yararlanarak tıbbi görüntüleme cihazları üretmemiz bu sınıftandır.

Bilgi üretimi gözlemle, veri toplamayla ve sonra bunların üzerine hipotez inşa ederek başlar. Bilim için her iddia ispatlanmaya muhtaç bir hipotezdir. Hipotezsiz bilim, gözlemsiz, gerçekliğe dayanmayan hipotez olmaz. Bilimde akıldan geçtiği gibi konuşulmaz. Kanıtsız konuşana insan denmez.

Hipotezi hurafeden ayıran şey test edilmeye cesaret gösterebilmesidir. Hipotez alçakgönüllüdür, böbürlenmez, ama kendisini feda edecek ve mevcut bilgilerimize bayrak açacak kadar da cesurdur.
Testi geçen hipotez yasa haline gelir, geçemeyen çöpe atılır, isteyen ona inanmaya devam edebilir, ama saçmalamış olur. Yasalar birleşerek daha kapsayıcı açıklayıcılığa sahip teoriyi oluştururlar. Teori geçerliliği kanıtlanmış epistemolojik bütünlüktür. Teorileşmiş bilgi artık boyun eğmez.

Bilimde inanmak diye bir şey yoktur. “Bana göre” türünden açıklamaların bilim dünyasında hiçbir kıymeti bulunmaz. “Bana göre”leriniz gerçekten de size göredir ve başka hiç kimseyi bağlamaz. Kutsal kitaplar, fetvalar bilimde anlam taşımaz.

Bu anlamda bilim katıdır, hiyerarşiktir, sınanmamış laflara pabuç bırakmaz. Bilimde halk çoğunluğuna dayalı demokrasi işlemez.

İnancın sorgulanmaz kabul edilmesine karşılık, yasa ve teoriler her daim sorgulanmaya açıktır. İnancın saçmalığı ile bilimin gücü bu özelliklerinden kaynaklanır.

                                                                            *****
Bütün bunlar AKP’nin ve O’nun yandaşlarının akıl ve bilim dışı yaklaşımlarını, din adına insanlık dışı işler çevirmekten sakınmayanların ruh hallerini anlamak için önemli.

Sivas’ı yakanlar, zamanında onların avukatlığını üstlenmiş olanlar, Ortadoğu’da ve dünyanın büyük merkezlerinde inançları uğruna katliamlar gerçekleştirenler aynı ideolojik zeminden, dinden besleniyorlar. Gerçekleri ve insanlığı kendi dar ufuklarında yok ediyorlar.

Bunların ideolojik referansları neredeyse belirsiz bir sınır çizgisiyle ancak birbirinden ayrılabiliyor. Din toplumda bir kez etki göstermeye başladığında, inanç adına nelerin yapılabileceği konusunda Sivas, Reyhanlı, Paris, Londra yalnızca birer ayrıntı olarak kalıyor.

                                                                             *****
Herkesin inanabileceğini, ama inandığını toplumsallaştırma hakkının bulunmadığını söylememizin de, eğitimin laikleştirilmesini insanın yaşayabilmesi için zorunlu görmemizin de, bilimin halklaştırılması gereğine sürekli vurgu yapmamızın da nedeni hep bunlardır.

İlker Belek /SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder