Hava güneşliyken, deniz dalgasızken ve yelkenler rüzgârla şişiyorken
aynı gemide olduğumuz akıllarına gelmez o ağaların beylerin. Öyle
dönemlerde mesela, “Benim mahsulüm öldükten sonra mı? 2 senedir anamız
ağlıyor” diye bir soru sorduğunuzda “Ananı da al git” diyeceklerdir
size. Ya da “Taksim 1 Mayıs meydanıdır” mı dediniz, bunda ısrar mı
ettiniz, duyacağınız cevap bellidir: “Ayaklar baş olursa kıyamet kopar”
diyeceklerdir size o ağalar beyler.
60 milyar dolarlık kamu varlığını satarken aynı gemide değilizdir. Sermaye adına 400 milyar dolar borç alırken aynı gemide değilizdir. Yolcu geçiş garantili, hasta yatış garantili, kömür alış garantili ihalelerle birileri semirtilirken aynı gemide değilizdir. Dünyanın en çok vergi ödeyen halkıyken, dünyanın en adaletsiz vergi sistemlerinden birine maruzken, üç kuruş asgari ücrete talim edip açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşarken, Soma’da, Ermenek’de, Torunlar’da, madenlerde ve inşaatlarda beşer onar ölürken aynı gemide değilizdir. Sandığa giderken, oy verirken, “hayır” derken, Gezi’deyken, 7 Haziran’dayken, “terörist” diye azarlanırken, “bombadan daha tehlikeli kitaplar” yazarken, dört ayaklı minarenin dibinde öldürülürken, meydanlarda ölü çocukların cesetleri üzerinde tepinilip anneleri yuhalatılırken, KHK’lerle, OHAL’le yönetilip, açlıkla, işsizlikle terbiye edilmek istenirken, Nuriye 34 kiloya inmişken, aynı gemide değilizdir.
Ne zaman ki, işler tıkırında gitmemeye başlar, hava kararır, deniz dalgalanır, yelkenler rüzgârla dolmaz olur, gemiden batış sinyalleri gelir o zaman birden aynı gemide olduğumuzu keşfederler o ağalar beyler. O zaman başlar koro milli birlik beraberlik şarkısını söylemeye, o zaman arşa varır vatan-millet-Sakarya edebiyatı. Aynı gemide olduğumuza göre batarsak birlikte batacağızdır, bu mesele kişisel bir mesele değil memleket meselesidir, bir olmamız, iri olmamız, diri olmamız gerekmektedir falan filan…
• • •
Bingöl’de Karlıova diye bir ilçe, Karlıova’da Taşlıçay diye bir köy var. 2004’ten bugüne Taşlıçay’da tam 16 kişi Silikozis denilen hastalık yüzünden öldü. 80’i Taşlıçay’da 30’u Karlıova ilçe merkezinde olmak üzere 110 kişi ise halen bu hastalıkla mücadele ediyor. Aslında Silikozis işçi sınıfının yabancısı olduğu bir hastalık değil. Madencilik, yol yapımı, seramik gibi iş kollarında taş ve kum tozuna maruz kalma neticesinde ortaya çıkıyor. Bu iş kollarında hastalığın ortaya çıkışı maruz kalınan tozla orantılı olarak uzun yılları bulurken, “kot taşlama” işinde çalışanlar yoğun miktarda kum tozu soludukları için çabucak bu hastalığa yakalanıyorlar. Günde 12 saate varan çalışma süreleri ve herhangi bir koruyucu maske ya da elbise olmaksızın yapılan çalışma neticesinde yüzlerce işçi çok kısa süre içerisinde hasta oluyor ve sonra da ölüyor.
Taşlıçay köyüne koruculuk dayatılınca köylüler elde avuçta ne varsa satıp büyük şehirlere göçmüşler. Ayda 800 liraya kaçak ve sigortasız, kot taşlamanın ne olduğunu ve sağlıkları üzerindeki etkisini bilmeden çalışmışlar. Hastaların çoğu şimdi köylerinde solunum cihazına bağlı olarak yaşıyor ve ölmeyi bekliyorlar. Cumhuriyet’e konuşan işçilerden 31 yaşındaki Hasan Dündar, içinde bulundukları durumu şöyle anlatıyor:
“Çünkü bu mesleği çabuk kavrıyorduk ve maaşı da iyiydi. Son dönemlerde bazı arkadaşlarımız, atölyede rahatsızlanıp, hastaneye gittiklerinde, belli bir teşhis konulmuyordu. Son zamanlarda köyümüzden Erhan Akyürek adlı arkadaşımız, birden hastalanarak, öldü. O zamandan sonra biz, bu mesleğin tehlikeli olduğundan şüphelenerek, hepimiz işten çıkmaya başladık.
Köye döndükten sonra hepimiz, birer birer hastalanarak, hastanelere gittik. İlk başlarda, bu hastalığın ismini ne biz ne de doktorlar biliyordu. Bir süre sonra hastalardan ölümler yaşanmaya başlayınca, korkmaya başladık. ‘Acaba ben de ölecek miyim?’ korkusu beni de endişelendirmeye başladı. Hepimiz, ‘Sıra bize ne zaman gelecek?’ korkusunu yaşıyoruz.”
• • •
Baktılar gemi su alıyor, birden aynı gemide olduğumuzu keşfettiler. Atatürkçü oldular, antiemperyalist oldular, NATO karşıtı oldular, hatta antikapitalist oldular. “Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde” kalıbına dört elle sarıldılar.
Oysa aynı gemide falan değiliz, Biz Ermenek’de maden ocağı göçüp işçiler suyun altında kaldığında sorulan “Oğlum yüzme de bilmezdi, suyun içinde ne yaptı?” sorusunun ta kendisiyiz, solunum cihazına bağlı silikozis işçileriyiz, işçi çadırlarında, tarikat yurtlarında yanan bedenleriz; onlar ise denetlenmeyen maden ocakları, cezalandırılmayan patronlar, çocukları, kadınları, işçileri göz göre ateşe atanlar, gemilerini böyle yürütenler.
İşte bu yüzden, işte tam da bu nedenle, şimdilerde daha yüksek sesle söylememiz gerekiyor: Aynı gemide değiliz, aynı gemide değiliz, aynı gemide değiliz!
Fatih Yaşlı / BİRGÜN
60 milyar dolarlık kamu varlığını satarken aynı gemide değilizdir. Sermaye adına 400 milyar dolar borç alırken aynı gemide değilizdir. Yolcu geçiş garantili, hasta yatış garantili, kömür alış garantili ihalelerle birileri semirtilirken aynı gemide değilizdir. Dünyanın en çok vergi ödeyen halkıyken, dünyanın en adaletsiz vergi sistemlerinden birine maruzken, üç kuruş asgari ücrete talim edip açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşarken, Soma’da, Ermenek’de, Torunlar’da, madenlerde ve inşaatlarda beşer onar ölürken aynı gemide değilizdir. Sandığa giderken, oy verirken, “hayır” derken, Gezi’deyken, 7 Haziran’dayken, “terörist” diye azarlanırken, “bombadan daha tehlikeli kitaplar” yazarken, dört ayaklı minarenin dibinde öldürülürken, meydanlarda ölü çocukların cesetleri üzerinde tepinilip anneleri yuhalatılırken, KHK’lerle, OHAL’le yönetilip, açlıkla, işsizlikle terbiye edilmek istenirken, Nuriye 34 kiloya inmişken, aynı gemide değilizdir.
Ne zaman ki, işler tıkırında gitmemeye başlar, hava kararır, deniz dalgalanır, yelkenler rüzgârla dolmaz olur, gemiden batış sinyalleri gelir o zaman birden aynı gemide olduğumuzu keşfederler o ağalar beyler. O zaman başlar koro milli birlik beraberlik şarkısını söylemeye, o zaman arşa varır vatan-millet-Sakarya edebiyatı. Aynı gemide olduğumuza göre batarsak birlikte batacağızdır, bu mesele kişisel bir mesele değil memleket meselesidir, bir olmamız, iri olmamız, diri olmamız gerekmektedir falan filan…
• • •
Bingöl’de Karlıova diye bir ilçe, Karlıova’da Taşlıçay diye bir köy var. 2004’ten bugüne Taşlıçay’da tam 16 kişi Silikozis denilen hastalık yüzünden öldü. 80’i Taşlıçay’da 30’u Karlıova ilçe merkezinde olmak üzere 110 kişi ise halen bu hastalıkla mücadele ediyor. Aslında Silikozis işçi sınıfının yabancısı olduğu bir hastalık değil. Madencilik, yol yapımı, seramik gibi iş kollarında taş ve kum tozuna maruz kalma neticesinde ortaya çıkıyor. Bu iş kollarında hastalığın ortaya çıkışı maruz kalınan tozla orantılı olarak uzun yılları bulurken, “kot taşlama” işinde çalışanlar yoğun miktarda kum tozu soludukları için çabucak bu hastalığa yakalanıyorlar. Günde 12 saate varan çalışma süreleri ve herhangi bir koruyucu maske ya da elbise olmaksızın yapılan çalışma neticesinde yüzlerce işçi çok kısa süre içerisinde hasta oluyor ve sonra da ölüyor.
Taşlıçay köyüne koruculuk dayatılınca köylüler elde avuçta ne varsa satıp büyük şehirlere göçmüşler. Ayda 800 liraya kaçak ve sigortasız, kot taşlamanın ne olduğunu ve sağlıkları üzerindeki etkisini bilmeden çalışmışlar. Hastaların çoğu şimdi köylerinde solunum cihazına bağlı olarak yaşıyor ve ölmeyi bekliyorlar. Cumhuriyet’e konuşan işçilerden 31 yaşındaki Hasan Dündar, içinde bulundukları durumu şöyle anlatıyor:
“Çünkü bu mesleği çabuk kavrıyorduk ve maaşı da iyiydi. Son dönemlerde bazı arkadaşlarımız, atölyede rahatsızlanıp, hastaneye gittiklerinde, belli bir teşhis konulmuyordu. Son zamanlarda köyümüzden Erhan Akyürek adlı arkadaşımız, birden hastalanarak, öldü. O zamandan sonra biz, bu mesleğin tehlikeli olduğundan şüphelenerek, hepimiz işten çıkmaya başladık.
Köye döndükten sonra hepimiz, birer birer hastalanarak, hastanelere gittik. İlk başlarda, bu hastalığın ismini ne biz ne de doktorlar biliyordu. Bir süre sonra hastalardan ölümler yaşanmaya başlayınca, korkmaya başladık. ‘Acaba ben de ölecek miyim?’ korkusu beni de endişelendirmeye başladı. Hepimiz, ‘Sıra bize ne zaman gelecek?’ korkusunu yaşıyoruz.”
• • •
Baktılar gemi su alıyor, birden aynı gemide olduğumuzu keşfettiler. Atatürkçü oldular, antiemperyalist oldular, NATO karşıtı oldular, hatta antikapitalist oldular. “Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde” kalıbına dört elle sarıldılar.
Oysa aynı gemide falan değiliz, Biz Ermenek’de maden ocağı göçüp işçiler suyun altında kaldığında sorulan “Oğlum yüzme de bilmezdi, suyun içinde ne yaptı?” sorusunun ta kendisiyiz, solunum cihazına bağlı silikozis işçileriyiz, işçi çadırlarında, tarikat yurtlarında yanan bedenleriz; onlar ise denetlenmeyen maden ocakları, cezalandırılmayan patronlar, çocukları, kadınları, işçileri göz göre ateşe atanlar, gemilerini böyle yürütenler.
İşte bu yüzden, işte tam da bu nedenle, şimdilerde daha yüksek sesle söylememiz gerekiyor: Aynı gemide değiliz, aynı gemide değiliz, aynı gemide değiliz!
Fatih Yaşlı / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder