Soçi’de onaylanan Suriye’nin egemenliği, yenilmezliğidir. Rusya ile İran bu gerçeği, Suriye’yi mahvedenler arasında bulunan AKP Genel Başkanı’nı da aralarına alarak duyurdular tüm dünyaya. Genel Başkan
orada, tüm dünyaya Suriye’nin egemenliğini tanıyacağına/koruyacağına
söz vermiştir, bir kez daha. Dolayısıyla başından beri mezhepçi
duygularla yaklaştığı Suriye trajedisinde artık kaybetmiş bir aktördür. Astana, Cenevre ya da Soçi
görüşmelerinde Suriye’de savaşan cihatçı gruplar üzerindeki etkisi
nedeniyle yer alan, bu grupları denetlenmesi istenen bir ülke olmuştu
Türkiye. Bu toplantılarda bulunmasının nedeni buydu.
Yandaş medyanın Türkiye’yi Suriye’de krizi bitiren ülkeler arasında göstermesi artık yüzsüzlükte son nokta. Suriye krizine Rusya ile İran’ın nokta koyduğunu dünya alem biliyor. Türkiye yaratılmasında büyük katkıda bulunduğu Suriye Krizi’nin en büyük kaybedenidir, lamı cimi yok.
Washington Post’un dünkü sayısında yer alan haber önemli. ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde (Esad’ın Kürtlere bıraktığı yerlerdir buralar, malum) PYD eliyle bir otonom bölge oluşturmak istediğini yazdı gazete. Yapabilir mi yapamaz mı zaman gösterir, ancak buradan ABD’nin IKBY Lideri Barzani’ye Bağımsızlık Referandumu öncesi verdiği desteği daha sonra çekmesinin nedenini anlamamıza yarayacak ipuçları çıkarabiliriz. IKBY referandumunun başta Irak merkezi hükümeti olmak üzere, Türkiye ile İran’ın tepkisini çekmesini dikkate almak zorunda kaldı ABD, Rusya etkisiyle de. Suriye’de Otonom Kürt Bölgesi oluşturma koşulları daha uygun. Böyle bir bölgeden rahatsız olacak tek ülke Türkiye, ABD de buna pek fazla aldıracak değil. Zaten başından beri PYD ile işbirliği yaptığını söylemiş bulunuyor. Burada bir otonom bölge görebiliriz yakında.
Yani Suriye’ye mezhepçi yaklaşımının bedelini ödeyen Türkiye ciddi bir kaybeden durumundadır.
Bölgenin diğer bir kaybedeni de Suudi Arabistan tabii ki.
Şu Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin istifa komedisi gerçekten akıllara seza bir durumdu. Riyad’a yaptığı bir ziyaret sırasında istifa ettiğini duyuran Lübnan Başbakanı, gerekçe olarak Hizbullah ile İran’ın, yaşamına yönelik “tehditlerini” ileri sürmüş, tam on beş gün boyunca da ülkesine dönmemişti. Hariri’nin Suudi Arabistan tarafından alıkonulduğu ileri sürülmüştü. Gerçekten de Hariri’den uzun süre ses seda çıkmamış, Başbakan istifa kararının(!) ardından tek bir kelime etmemişti. Araya Fransa’nın girmesiyle Paris’e giden, ardından da Lübnan’a geçen Hariri, Lübnan Meclisi’nde “sizlerle beraberim” diyerek istifasını geri aldı. Riyad’da ne olduğunu, Suudi Arabistan tarafından istifaya zorlanıp zorlanmadığını açıklayacak değil belki ama kendisi yerine kardeşi Baha’nın Başbakan olmasını istediği belli olan Suudi Arabistan’ın bu planının Fransa’nın “arabulucu” olmasıyla düştüğünü söylemek mümkün.
Genç Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın, “Uluslararası komplo”culuktaki ilk başarısızlığıdır bu. Lübnan’da istediği değişikliği gerçekleştiremedi. Lübnan’da etkili olduğunu sandığı güçler bu “operasyonu”nun arkasında durmadı. Uluslararası ortam da Lübnan’da kurulmuş olan dengenin bozulmasına izin vermedi. Bazı merkezlerde her zaman geçerli olan İran, Suriye, Hizbullah antipatisi bu kez işe yaramadı. Suriye’de altı yıldır sürdürülen emperyal kaynaklı savaşın, emperyal merkezlerin aleyhine yenilgiyle sonuçlanmak üzere oluşu Ortadoğu’daki dengeleri değiştirmek üzere. Bu değişimde Hizbullah’ın, İran’ın elbette Suriye’nin büyük katkısı var. Özellikle Lübnan’da istikrarın korunmasında, tüm güçler hemfikirdir bunda, Hizbullah çok etkili. Ülkedeki kırılgan yapının uzun zamandır korunmasında gayret gösterdiği biliniyor. Lübnan’daki her kesimden politik çevre bu konuda Hizbullah’ın hakkını teslim ediyor. O nedenle Suudi Arabistan’ın bu girişimi Lübnan’ın Hizbullah kaynaklı istikrar gerçeğine çarptı.
Suudi Arabistan’ın genç veliahtı MBS, önceki yöneticilerin Suudi Arabistan’ı ülke dışı operasyonlarda “batağa” soktukları gerekçesiyle eleştirip, ekonomik gerekçeleri de ileri sürerek tasfiye etmeye başladı bilindiği gibi. Hızlı çıkış yapmasına rağmen kendisi de Lübnan gibi çok denklemli, çok kırılgan bir ülkede gerçekleştirmeye çalıştığı “komplo”da kelimenin tam anlamıyla çuvalladı.
AKP Genel Başkanı ile Veliaht Prens yenilgide ortaklar, görüldüğü gibi.
MUSTAFA K. ERDEMOL / BİRGÜN
Yandaş medyanın Türkiye’yi Suriye’de krizi bitiren ülkeler arasında göstermesi artık yüzsüzlükte son nokta. Suriye krizine Rusya ile İran’ın nokta koyduğunu dünya alem biliyor. Türkiye yaratılmasında büyük katkıda bulunduğu Suriye Krizi’nin en büyük kaybedenidir, lamı cimi yok.
Washington Post’un dünkü sayısında yer alan haber önemli. ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde (Esad’ın Kürtlere bıraktığı yerlerdir buralar, malum) PYD eliyle bir otonom bölge oluşturmak istediğini yazdı gazete. Yapabilir mi yapamaz mı zaman gösterir, ancak buradan ABD’nin IKBY Lideri Barzani’ye Bağımsızlık Referandumu öncesi verdiği desteği daha sonra çekmesinin nedenini anlamamıza yarayacak ipuçları çıkarabiliriz. IKBY referandumunun başta Irak merkezi hükümeti olmak üzere, Türkiye ile İran’ın tepkisini çekmesini dikkate almak zorunda kaldı ABD, Rusya etkisiyle de. Suriye’de Otonom Kürt Bölgesi oluşturma koşulları daha uygun. Böyle bir bölgeden rahatsız olacak tek ülke Türkiye, ABD de buna pek fazla aldıracak değil. Zaten başından beri PYD ile işbirliği yaptığını söylemiş bulunuyor. Burada bir otonom bölge görebiliriz yakında.
Yani Suriye’ye mezhepçi yaklaşımının bedelini ödeyen Türkiye ciddi bir kaybeden durumundadır.
Bölgenin diğer bir kaybedeni de Suudi Arabistan tabii ki.
Şu Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin istifa komedisi gerçekten akıllara seza bir durumdu. Riyad’a yaptığı bir ziyaret sırasında istifa ettiğini duyuran Lübnan Başbakanı, gerekçe olarak Hizbullah ile İran’ın, yaşamına yönelik “tehditlerini” ileri sürmüş, tam on beş gün boyunca da ülkesine dönmemişti. Hariri’nin Suudi Arabistan tarafından alıkonulduğu ileri sürülmüştü. Gerçekten de Hariri’den uzun süre ses seda çıkmamış, Başbakan istifa kararının(!) ardından tek bir kelime etmemişti. Araya Fransa’nın girmesiyle Paris’e giden, ardından da Lübnan’a geçen Hariri, Lübnan Meclisi’nde “sizlerle beraberim” diyerek istifasını geri aldı. Riyad’da ne olduğunu, Suudi Arabistan tarafından istifaya zorlanıp zorlanmadığını açıklayacak değil belki ama kendisi yerine kardeşi Baha’nın Başbakan olmasını istediği belli olan Suudi Arabistan’ın bu planının Fransa’nın “arabulucu” olmasıyla düştüğünü söylemek mümkün.
Genç Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın, “Uluslararası komplo”culuktaki ilk başarısızlığıdır bu. Lübnan’da istediği değişikliği gerçekleştiremedi. Lübnan’da etkili olduğunu sandığı güçler bu “operasyonu”nun arkasında durmadı. Uluslararası ortam da Lübnan’da kurulmuş olan dengenin bozulmasına izin vermedi. Bazı merkezlerde her zaman geçerli olan İran, Suriye, Hizbullah antipatisi bu kez işe yaramadı. Suriye’de altı yıldır sürdürülen emperyal kaynaklı savaşın, emperyal merkezlerin aleyhine yenilgiyle sonuçlanmak üzere oluşu Ortadoğu’daki dengeleri değiştirmek üzere. Bu değişimde Hizbullah’ın, İran’ın elbette Suriye’nin büyük katkısı var. Özellikle Lübnan’da istikrarın korunmasında, tüm güçler hemfikirdir bunda, Hizbullah çok etkili. Ülkedeki kırılgan yapının uzun zamandır korunmasında gayret gösterdiği biliniyor. Lübnan’daki her kesimden politik çevre bu konuda Hizbullah’ın hakkını teslim ediyor. O nedenle Suudi Arabistan’ın bu girişimi Lübnan’ın Hizbullah kaynaklı istikrar gerçeğine çarptı.
Suudi Arabistan’ın genç veliahtı MBS, önceki yöneticilerin Suudi Arabistan’ı ülke dışı operasyonlarda “batağa” soktukları gerekçesiyle eleştirip, ekonomik gerekçeleri de ileri sürerek tasfiye etmeye başladı bilindiği gibi. Hızlı çıkış yapmasına rağmen kendisi de Lübnan gibi çok denklemli, çok kırılgan bir ülkede gerçekleştirmeye çalıştığı “komplo”da kelimenin tam anlamıyla çuvalladı.
AKP Genel Başkanı ile Veliaht Prens yenilgide ortaklar, görüldüğü gibi.
MUSTAFA K. ERDEMOL / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder