Erdoğan ve arkadaşlarının muazzam bir basınç altında oldukları
görülüyor.
Ama öte yandan Ankara’nın Moskova ve Tahran’la ortak Suriye politikası ilan etmesini büyük açılım diye yorumlayanlar var.
Nasıl büyük açılımsa, Rusya ve İran’ın müttefiki olan Şam, TSK’yı işgalci olarak mahkûm etmekten hiç de geri adım atmıyor. Buna karşılık Moskova-Tahran ortaklığı AKP hükümetini Suriye’deki Kürt faktörü konusunda Şam’a demir atmaya mecbur bırakmış bulunuyor. Esad işgalci suçlamasında ısrar ediyor, ama Erdoğan ekibi uzun süredir dile getirilen espriyi yaşama geçirmeye başladı bile. Esed sözcüğü değiştiriliyor…
Değişecek mecburen.
Ama kurtarır mı?
TSK’nın Suriye topraklarındaki varlığının meşru olduğu tezinin yanında duracak ve Türkiye’yi satmayacak kimse kaldı mı?
TSK’nın operasyonlarına destek veren veya ses etmeyen uygar dünyayı kast ediyorum…
Yakında Türk Dışişleri “bari Süleyman Şah türbesine bekçi bırakmamıza izin verin” deme noktasına gelebilir!
Bu aralar AKP güvenlik güçlerinin IŞİD’e ve Suriye’ye taşınan silah ve mühimmata operasyon üstüne operasyon düzenlemesinin mevsimidir.
Bütün IŞİD’çiler hayatlarının bir evresinde Erdoğan’cı ve bütün AKP’liler en azından IŞİD sempatizanı olmuşken, bu mevsimin sancılı ve uzun süreli olması kaçınılmazdır.
Aptallara yapılan yorum servisine göre Türkiye, iki komşu ülkenin Ortadoğu’da başlarına buyruk iş yapmasını, kollarına girerek ve diplomasi mahareti sergileyerek önlüyor. Bunun saçma olduğu açık. AKP uzun zamandır hazırlandığı zorunlu dönüşü gerçekleştiriyor yalnızca. Bu tür “özeleştiriler”in bedeli olur.
Lakin ABD’nin çıkardığı hesabı fazla bulup, başkalarından fiyat teklifi isteyen Erdoğan ve arkadaşlarının sıfırı tükettiklerini söyleyemiyoruz. Çünkü hep daha vereceği çok malı mülkü olan bir eski zengin gibi görünen Türkiye kredi kapısı bulmaya devam edebiliyor. Bu kapılar genel olarak hiçbir zaman tamamen kapanmaz. Doğrudan veya Körfez dolaylarından bulunacak kaynakların her defasında politik faizi daha yüksek olacaktır. AKP hayatını kendi politikasına değil, memlekette ipotek konacak değerlerin tükenmemesine borçludur.
“Rıza Sarraf direnişinde” Ankara yolun sonuna geldi.
Hayırsever iş adamı artık ihanet çetesinin içinde sayılıyor. Bu arada Amerikan hukuk sisteminin hain türetme kapasitesinin çok yüksek olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Suçlu bulup itirafçı yapıyorsunuz. İstihbarat teşkilatlarının tetikçi yetiştirmesi üstüne çok film çevrildi. Doğruymuş. Ve AKP dolaylarında suçludan bol ne var!
Komploya Mısır da katıldı. Türkiye’nin Müslüman Kardeşler aracılığıyla Kahire’yi ele geçirme planlarına kalkıştığı ve ajan faaliyetinin deşifre edilmesi hafif bir haber değil. Erdoğan’ın Mursi hassasiyetinden geriye rabia işareti bile kalmadı son zamanlarda. Dolayısıyla zamanlama mükemmeldir ve Sisi bile intikam saatinin geldiğini ilan etmektedir. Herhalde açık; Türkiye’nin Mısır ve Suriye olmaksızın Ortadoğu’da ne geleceği ne varlığı kalır. Bu durum artık tescilleniyor.
Tablo böyle gelişirken Kürt hareketlerinin umutlanmaya hakları olacaktır. Böyle bir iktidarın genel olarak anti-Kürt diyebileceğimiz çizgiyi sürdürmesinin zemini zayıftır. Hele pazarlık masasının adı 2019 olmuşken…
Seçimi merkeze koyan bir iktidar, muhalefet açısından kolay hedef haline gelir. Herkesin pazarlığı yukarıya çektiği bir masadan AKP’nin kolu kanadı yerinde kalkması biraz zor görünüyor. Tabii bu arada kimse partiden ve belediyeden tasfiye edilen kadroların dünya işlerinden el ayak çektiğini düşünmesin…
Sözün ucunu daha ekonomiye getirmedik bile: AKP’ye can simidi atılması artık Erdoğan’ın elinde değildir. Türkiye ekonomisi iptedir ve ipten alınıp alınmayacağı karar konusudur. Bu ülke hiç bu kadar kırılgan hale geldi mi?
Bunca laf başlığa dönebilmek içindi. Hakikaten bu kadar baskıdan sağlam çıkılmaz. Herkesin birbirine sorduğu sorunun, “bu iş nereye varacak”ın yanıtı bu.
Ancak bu yanıt iki nedenle önemsizleşmiş bulunuyor.
Bir: AKP birkaç vartayı daha atlatsa bile, sahip olduğu politik gücü ve kapasitesi baş aşağı gitmektedir. Raundu ayakta bitirse bile Erdoğan’ın maçı kazanamayacağını herkes biliyor.
İki: Bu işlerin nereye varacağından daha fazla önem taşıyan soru “bizim” ne yapacağımız. Yukarıdaki it dalaşı, Erdoğan’ın sonunu veya başka bir şeyi etkilediği kadar, belki bunlardan daha fazla Türkiye’yi büyük bir değişim için elverişli hale taşımaktadır.
Büyük değişim için işçi sınıfının ne kadar güç biriktirdiği sorusu “ne olacak memleketin hali”nden tarihsel olarak daha önemlidir.
Aydemir Güler / SOL
Ama öte yandan Ankara’nın Moskova ve Tahran’la ortak Suriye politikası ilan etmesini büyük açılım diye yorumlayanlar var.
Nasıl büyük açılımsa, Rusya ve İran’ın müttefiki olan Şam, TSK’yı işgalci olarak mahkûm etmekten hiç de geri adım atmıyor. Buna karşılık Moskova-Tahran ortaklığı AKP hükümetini Suriye’deki Kürt faktörü konusunda Şam’a demir atmaya mecbur bırakmış bulunuyor. Esad işgalci suçlamasında ısrar ediyor, ama Erdoğan ekibi uzun süredir dile getirilen espriyi yaşama geçirmeye başladı bile. Esed sözcüğü değiştiriliyor…
Değişecek mecburen.
Ama kurtarır mı?
TSK’nın Suriye topraklarındaki varlığının meşru olduğu tezinin yanında duracak ve Türkiye’yi satmayacak kimse kaldı mı?
TSK’nın operasyonlarına destek veren veya ses etmeyen uygar dünyayı kast ediyorum…
Yakında Türk Dışişleri “bari Süleyman Şah türbesine bekçi bırakmamıza izin verin” deme noktasına gelebilir!
Bu aralar AKP güvenlik güçlerinin IŞİD’e ve Suriye’ye taşınan silah ve mühimmata operasyon üstüne operasyon düzenlemesinin mevsimidir.
Bütün IŞİD’çiler hayatlarının bir evresinde Erdoğan’cı ve bütün AKP’liler en azından IŞİD sempatizanı olmuşken, bu mevsimin sancılı ve uzun süreli olması kaçınılmazdır.
Aptallara yapılan yorum servisine göre Türkiye, iki komşu ülkenin Ortadoğu’da başlarına buyruk iş yapmasını, kollarına girerek ve diplomasi mahareti sergileyerek önlüyor. Bunun saçma olduğu açık. AKP uzun zamandır hazırlandığı zorunlu dönüşü gerçekleştiriyor yalnızca. Bu tür “özeleştiriler”in bedeli olur.
Lakin ABD’nin çıkardığı hesabı fazla bulup, başkalarından fiyat teklifi isteyen Erdoğan ve arkadaşlarının sıfırı tükettiklerini söyleyemiyoruz. Çünkü hep daha vereceği çok malı mülkü olan bir eski zengin gibi görünen Türkiye kredi kapısı bulmaya devam edebiliyor. Bu kapılar genel olarak hiçbir zaman tamamen kapanmaz. Doğrudan veya Körfez dolaylarından bulunacak kaynakların her defasında politik faizi daha yüksek olacaktır. AKP hayatını kendi politikasına değil, memlekette ipotek konacak değerlerin tükenmemesine borçludur.
“Rıza Sarraf direnişinde” Ankara yolun sonuna geldi.
Hayırsever iş adamı artık ihanet çetesinin içinde sayılıyor. Bu arada Amerikan hukuk sisteminin hain türetme kapasitesinin çok yüksek olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Suçlu bulup itirafçı yapıyorsunuz. İstihbarat teşkilatlarının tetikçi yetiştirmesi üstüne çok film çevrildi. Doğruymuş. Ve AKP dolaylarında suçludan bol ne var!
Komploya Mısır da katıldı. Türkiye’nin Müslüman Kardeşler aracılığıyla Kahire’yi ele geçirme planlarına kalkıştığı ve ajan faaliyetinin deşifre edilmesi hafif bir haber değil. Erdoğan’ın Mursi hassasiyetinden geriye rabia işareti bile kalmadı son zamanlarda. Dolayısıyla zamanlama mükemmeldir ve Sisi bile intikam saatinin geldiğini ilan etmektedir. Herhalde açık; Türkiye’nin Mısır ve Suriye olmaksızın Ortadoğu’da ne geleceği ne varlığı kalır. Bu durum artık tescilleniyor.
Tablo böyle gelişirken Kürt hareketlerinin umutlanmaya hakları olacaktır. Böyle bir iktidarın genel olarak anti-Kürt diyebileceğimiz çizgiyi sürdürmesinin zemini zayıftır. Hele pazarlık masasının adı 2019 olmuşken…
Seçimi merkeze koyan bir iktidar, muhalefet açısından kolay hedef haline gelir. Herkesin pazarlığı yukarıya çektiği bir masadan AKP’nin kolu kanadı yerinde kalkması biraz zor görünüyor. Tabii bu arada kimse partiden ve belediyeden tasfiye edilen kadroların dünya işlerinden el ayak çektiğini düşünmesin…
Sözün ucunu daha ekonomiye getirmedik bile: AKP’ye can simidi atılması artık Erdoğan’ın elinde değildir. Türkiye ekonomisi iptedir ve ipten alınıp alınmayacağı karar konusudur. Bu ülke hiç bu kadar kırılgan hale geldi mi?
Bunca laf başlığa dönebilmek içindi. Hakikaten bu kadar baskıdan sağlam çıkılmaz. Herkesin birbirine sorduğu sorunun, “bu iş nereye varacak”ın yanıtı bu.
Ancak bu yanıt iki nedenle önemsizleşmiş bulunuyor.
Bir: AKP birkaç vartayı daha atlatsa bile, sahip olduğu politik gücü ve kapasitesi baş aşağı gitmektedir. Raundu ayakta bitirse bile Erdoğan’ın maçı kazanamayacağını herkes biliyor.
İki: Bu işlerin nereye varacağından daha fazla önem taşıyan soru “bizim” ne yapacağımız. Yukarıdaki it dalaşı, Erdoğan’ın sonunu veya başka bir şeyi etkilediği kadar, belki bunlardan daha fazla Türkiye’yi büyük bir değişim için elverişli hale taşımaktadır.
Büyük değişim için işçi sınıfının ne kadar güç biriktirdiği sorusu “ne olacak memleketin hali”nden tarihsel olarak daha önemlidir.
Aydemir Güler / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder