“Bankacılığın En Uzun Yılı”: Erdem ve liyakat dolu “eski Türkiye”-Yalçın Doğan-
“Altınok, Hazine Genel Sekreteri olarak bir genelge hazırlıyor, genelgeyi bütün kamu kurumlarına gönderiyor, ‘yılbaşı ve bayramlarda hediye kabul edilmeyecek’ talimatı içeren bir genelge”
“Bankamızın size küçük bir yılbaşı hediyesi.”
Neydi o hediye?..
İpek bir halı.
Türkiye’de mali yasaları en iyi bilenlerin başında gelenlerden, hatta kendisine “ayaklı mevzuat” adı verilen, mali konularda iktidarların gözdesi bir uzman var:
Tevfik Altınok.
2000 yılı Kasım ayında Türkiye’de bazı bankalar batıyor, mali sektöre dinamit atılmış gibi, ekonomi baş aşağıya gidiyor, tarihimizin en büyük krizlerinden biri.
Önce 10 banka batıyor, derken batan banka sayısı 17’ye çıkıyor. 17 bankaya devletin el koyması kararlaştırılıyor. Ama, nasıl el konulacak, o bankalar sonra ne olacak, o bankalarda parası olan yurttaşlar, bankaların yaptığı işlemler ne olacak?..
Çok çetrefil bir iş. Böylesine büyük ve karmaşık mali krizi yönetmek ve çözüm bulmak için dönemin DSP - ANAP - MHP koalisyonu hiç tereddütsüz Tevfik Altınok’a görev veriyor.
Ender bir kariyer
Maliye müfettişliğinden gelen Altınok mesleğinde hızla yükselirken, Hazine’ye geçiyor. Orada da yükseliyor, bir ara Washington mali temsilciliğine atanıyor, oradan Hazine Genel Sekreteri olarak dönüyor.
Altınok deneyimli.
1982’de Türkiye’de mali piyasalar yine allak bullak. Her köşe başında bir bankerin türediği o dönemde, hesapsız yüksek faiz veren bankerlerin en büyüğü Kastelli batıyor ve yurt dışına kaçıyor. İnsanlar paralarını kurtarmak amacıyla bankerlere hücum ediyor.
Sorunu mali yasalar çerçevesinde Tevfik Altınok çözüyor. Kimse zarara uğramıyor.
2000 yılı Kasım ayında bankalar arka araya devrilirken, siyasi iktidar banker deneyiminden bildiği Tevfik Altınok’u göreve çağırıyor.
Ama, o artık devlette değil, özel kesimin önde gelen büyüklerinden Koç Holding’de, holdingin mali işlerini yürütüyor.
Meslekte aldığı eğitime göre, “devlet göreve çağırırsa, gidilir”, o da gidiyor ama, ne gidiş, maceralarla dolu!..
Anılar tarih kitabı gibi
Orada geçen bir yılın öyküsünü Tevfik Altınok şimdi yazdığı kitapta anlatıyor.
“Bankacılığın En Uzun Yılı, Batan Bankaların Kısa Hikayesi” başlığını taşıyan kitap geçen hafta yayınlanıyor. Kitabı bir nefeste okuyorum.
Birlikte çalıştığı arkadaşlarını, batan bankaların sahip ve yöneticileriyle yaşadıklarını, mali sisteme yara vermeden bankaların nasıl kurtarıldığını anlattığı kitabı öyle yazmış ki, o konuyu aşan pek çok olayı öğreniyorsunuz. Anılar aynı zamanda bir dönemin tarihi.
Kitap bugün çoktan unutulmuş bir gerçeği sergiliyor.
Şimdiki iktidarın “eski Türkiye” diye küçümsediği yıllarda “bugün adı bile geçmeyen bürokratik ahlakı, devlette liyakati ve devletin işleyişini” anlatan kitap, bir de bu açıdan değerli.değerli.
Hediye ve genelge
Batan bankalar arasında İktisat Bankası da var. Tevfik Altınok o bankadan da sorumlu.
İşte, o sırada İktisat Bankası sahibi Erol Aksoy Tevfik Altınok’a yılbaşı hediyesi olarak ipek halı gönderiyor.
Tevfik Altınok ne yapıyor?..
“O bankanın işlemlerinden sorumlu iken, oradan gelen hediyeyi kabul edemem” diyor ve halıyı geri gönderiyor.
Devletin herhangi bir kurumunda, herhangi bir makamında, hele de Maliye Bakanlığı ve Hazine’de görev yapanlara hediye gönderen çok.
Ne yapmak gerek?..
“Altınok Hazine Genel Sekreteri olarak bir genelge hazırlıyor, genelgeyi bütün kamu kurumlarına gönderiyor, ‘yılbaşı ve bayramlarda hediye kabul edilmeyecek’ talimatı içeren bir genelge.” (Adı geçen kitap, s.257.)
Öyle görmüş, öyle yetişmiş, o ahlakı edinmiş, geçmişte de benzer durumlarda, devletle işi olan kişilerin ona gönderdikleri hediyeleri geri çevirdiği gibi.
İkinci ahlak dersi
Bugün kimsenin aklına bile gelmeyen, çoktan unutulan başka bir ahlaki tavır daha var.
Hazine Genel Sekreteri iken Koç Holding’e geçiyor. Koç Holding’den ayrılıp, yeniden Hazine Genel Sekreterliği’ne döndüğünde...
“Koç Holding’in Hazine ile ilgili işleriyle bağlantılı hiçbir toplantıya katılmıyor!..” (A.g.k., s. 191.)
Son yirmi yıldır gördüklerimize, duyduklarımıza ne kadar yabancı!..
Mahkemeler beş yıl sürdü
Bir yıl süren çalışmalar sonunda 17 banka kazasız belasız devlete teslim ediliyor, başarıyı sevinçle kutlarken...
İnanmayacaksınız!..
“Devleti zarara sokmak, emniyeti suistimal, dolandırıcılık” suçlarından 2004 yılında AKP iktidarı Altınok ve arkadaşları hakkında davalar açıyor.
Mahkemeler beş yıl sürüyor, elbette aklanıyorlar.
Daha ne ayrıntılar!..
Çok yönlü büyük bir mali krizin nasıl yönetildiğini öğrenmek ve fakat bugünü anlamak için dünü en iyi anlatan kitaplardan biri.
Derslerle dolu!.. /././
Trump, kripto para ve pompalanan sahte umutlar -Mustafa Durmuş-
Hali hazırda neredeyse 1 trilyon dolara yaklaşan Pentagon’un savaş bütçesi Trump ile daha da büyürken, halka dönük sağlık harcamaları ve sosyal transfer harcamalar kısıntıya uğratılabilir.
Ecevit, Avcıoğlu, CHP ve adaylık yarışı -Tolga Şardan-
AKP’nin başlatmak istediği ancak ittifak ortağı MHP’nin önünü kestiği Kürt açılımı konusunda CHP de İmamoğlu üzerinden yürümeye çalışıyor. Kürtlerin en yoğun olduğu kent İstanbul’da DEM Parti adayı Meral Danış Beştaş’ın yüzde 2.12 oy aldığı son yerel seçimde, İmamoğlu’nun AKP’nin adayı Murat Kurum’a attığı yüzde 11’den biraz fazla oy farkında Kürtlerin oyu var.
Türk Solu’nun iki önemli ismi, Yön Hareketi’nin kurucusu Doğan Avcıoğlu’nun 4 Kasım’da ve eski Başbakan Bülent Ecevit’in 5 Kasım’da ölüm yıldönümü anmaları vardı, bu hafta içinde.
Avcıoğlu, yaşamı boyunca ülkedeki kalkınmanın Kemalist-Sosyalizm üzerinden gerçekleşeceği tezini savundu. Kemalizm üzerinden savunduğu fikirlerinde zaman zaman ağır eleştirilerin hedefi oldu.
Yine de “sol aydın” konumuyla fikirlerini ölünceye değin seslendirmekten geri kalmadı. “Türkiye Düzeni / Dün, Bugün, Yarın” adlı iki ciltlik eserinde bu coğrafyada nefes alan toplumun refah düzeyinin yükseltilmesi hakkında önemli tespitler ve kavramlara yer verdi.
Avcıoğlu’nun yazılarını buraya sığdırmak elbette mümkün değil.
Ancak 1980’de yayımlanan “Anglosaksonlar Açısından Türkiye’de Parlamentoculuk, Devrim ve Demokrasi Üzerine” adlı kitabından küçük bir alıntı yaptım:
“Türkiye gibi azgelişmiş ülkeler kalkınabilmek için köklü bir düzen değişikliğine ve devrimci atılımlara muhtaçtır. Bu nedenle, devrimciliği değil, tutuculuğu kolaylaştıran parlamenter sistem, kalkınma çabasındaki ülkeler için elverişli bir sistem değildir” tespitini yaptı. (S. 364, Tekin Yayınevi)
Hareketinin adıyla yayımladığı Yön Dergisi’nin 1966’daki 158. sayısında Avcıoğlu, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Seçmenler, egemen zümrelerin ekonomik ve ideolojik baskısı ile aşiret, ırk, mezhep bağlarının tutucu etkilerden kurtulabilmiş ve sınıf çıkarlarını az çok görebilecek duruma gelebilmiş olsaydılar, hiç şüphe yok, genel oy batıdaki gibi ilerici bir rol oynayacaktı. Ama yalnız Türkiye değil, azgelişmiş ülkelerin çoğunda durum bu değildir. Anonim şirket, nasıl yönetimde sıfır olan küçük hissedarlar sayesinde az sayıda kapitalistin sınırlı sermaye ile diktatörlüğüne yol açıyorsa, yarı feodal bir sosyal yapı içinde de, batı politik sistemi ağa ve eşrafın oy paketleriyle politik hayatta ağır basmasını sağlamaktadır.”
Ecevit’ten “Devrimcilik ve Doktrin”
Eski Başbakan Bülent Ecevit ise, 1974 – 2002 arasında hem CHP’de hem de DSP’de dört kez başbakanlık yaptı.
Sol aydın olarak elinden geldiğince halkı aydınlatmaya çabaladı, kimi zaman başardı. Bazen emeklerinin boşa gittiğini görse de yazmaktan geri durmadı.
Avcıoğlu’nda olduğu gibi Ecevit külliyatını da Büyüteç’e taşımak mümkün değil.
Buna karşın, Ulus gazetesinde 5 Eylül 1960’ta yayımlanan “Devrimcilik ve Doktrin” adlı yazısını çok uzun olmadığı için aynı biçimiyle buraya taşıdım:
“İlkeler, davranışlarda, hareketlerde bağlı kalınan değişmez temel kurallardır. Devrim de süratli, temelli değişmedir. Cumhuriyet Halk Partisinin ilkelerinden biri devrimcilik olduğuna göre, C.H.P., süratli, temelli değişmeye süreklilik katıyor, yani sürekli, süratli, temelli değişmeyi, değişmez, temel kural olarak benimsiyor demektir.
Değişmenin değişmez kural sayılışı... Temelli değişmenin temel olarak alınışı... İlk bakışta belki bunda bir çelişme var gibi görünür.
Ama sürekli değişme, hayatın da bir değişmez kuralıdır. Hayatın bu değişmez kuralı ile bağdaşabilmek için hayat gibi sürekli değişebilir olmalıdır.
Denebilir ki sürekli değişmeyi değişmez kural edinince, devlete nasıl yön, topluma nasıl düzen verilir?
«Güneş her gün yenidir» demiş, Heraklitüs;
«Bir ırmağa iki kez dalamazsın, çünkü suyu hep yenilenir», demiş.
Böylece doğadaki sürekli derişmeyi belirtmiş.
Ama, «her gün yeni» olan güneşin belirli bir yürüyüş düzeni vardır; suyu hep yenilenen ırmağın belirli bir yönde akışı vardır. Çünkü, «her gün yeni» olan güneşin yürüyüşünü düzenleyen kozmik kurallar; suyu hep yenilenen ırmağın akışına yön ve hız veren fizik kural ve kuvvetler vardır.
Bunun gibi, C.H.P. nin devrimcilik ilkesi de, başka ilkelerle düzenlenir, ayarlanır, yönlendirilir.
Nasıl, suyu hep yenilerin ırmağın akış yönünü ve hızını, yatağı ile iki kıyısındaki toprağın, kayaların duruşu ve dinenci «mukavemeti» tâyin ederse, C.H.P nin devrimciliğinin de yatağını Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, lâiklik; yönünü ise, ırmağın kıyıları yerine geçen halkçılık ve devletçilik tâyin eder.
Fakat C.H.P., canlılığını, dinamizmini, gücünü, devrimcilikten, yani belirli bir zemin üzerinde ve belirli bir yönde sürekli, süratli, temelli değişebilme yeteneğinden alır.
C.H.P., bazı çevrelerde yeni türeyen bir sosyal egzotizm'e, son günlerin modası bir aydın romantizmine kapılıp, «doktriner» bir parti haline gelmeğe kalkışmakla, davranışını ve hareketlerini doktriner ve dogmatik bir sosyalizm kalıbında dondurmakla, kendi kendini inkâr etmekten, canlılığını, dinamizmini, gücünü yitirmekten başka bir şey yapmış olmaz. Bir yanda halkçılık, öbür yanda devletçilik ilkelerinin çizdiği yönü ile, C.H.P., dünyanın en iyiniyetli sosyalist partileri kadar insaniyetçi ve sosyal adaletçi bir ülküye yönelmiş bulunmaktadır. Ama o ülküye donmuş doktrinlerle, bir noktaya saplanıp kalan dogmalarla varmağa kalkışarak kendi kendini kısa zamanda tüketmeyi, sürekli olarak kendi kendini aşabilecek yerde bir — iki hamleden sonra zaman aşımına uğramayı, başından beri reddetmiştir.
İngiltere'de, Batı Almanya'da bile sosyalistlerin, hattâ Rusya da komünistlerin, canlı kalabilmek, dinamik ve güçlü olabilmek, kendi yaptıkları devrimlerin getirdiği yenilikler karşısında eskimiş, çağını doldurmuş birer parti durumuna düşmekten kurtulabilmek için, doktrinlerini, dogmalarını yıkmağa, hiç değilse gevşetmeğe çalıştıkları bir devrede, Cumhuriyet Halk Partisi, herhalde devrimciliğini yitirmeğe, sürekli akışını doktrin setleriyle, dogma kayaları ile çevirip durulmağa ya da dünyadaki yeni akışın tersine akmağa razı olmayacaktır.
C.H.P. devrimci kalacaktır, akıcı kalacaktır, kendi yaptığı ve yapacağı devrimlerin meydana getirdiği ve getireceği yeni durum [...] hattâ [... ] sürekli olarak kendi kendini yenileyebilecek kadar dinamik kalacaktır.”
Özel – İmamoğlu – Yavaş üçlüsünün CHP’si
Genel seçimlerin üzerinden henüz 19 ay geçti. İktidar kanadı yani Cumhur İttifakı erken seçim yapılmayacağını ısrarla vurguluyor.
Ancak, yerel seçimlerden birinci parti çıkan ana muhalefet partisi, sanki erken seçim havası varmış gibi destekçilerinin iktidar umudunu kıracak yaklaşımları sergilemekte bir sakınca görmüyor.
Yakın tarihe dönelim, Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin tamamlanmasıyla birlikte AKP iktidarı Abdullah Gül’ü aday çıkardı.
Hatırlayalım, AKP’nin kurucu lideri Başbakan Erdoğan, AKP’li seçmenin rüzgârını arkasına alarak “ikili” cumhurbaşkanlığı seçim mitingleri yaptılar. Erdoğan, bizzat kendisinin ve yakın çevresinin çok istemesine karşın AKP’li ilk Cumhurbaşkanı olma hakkını “kardeşim” dediği Gül’e bıraktı. O zaman da muhalefetin durumu bugünden çok farklı değildi.
Sol ve sağ siyaset arasında yadsıyamayacağımız yaklaşım farkı var, kabul.
Bugüne geldiğimizde ana eksende ikili, hatta Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın katılmasıyla “üçlü” bir Cumhurbaşkanlığı adaylığı yarışı mevcut ana muhalefette.
Yavaş, biraz geride kalmayı tercih etse de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu çok daha ilerde duruyor bu aşamada. Hatta CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “iki adım” önünde.
Özel, önceki akşam katıldığı Sözcü TV yayınında gazeteci Uğur Dündar’ın sorularını yanıtlarken, “ben aday olursam, objektifliğimi kaybeder, kişisel hırslara kapılır, başka adayların önünü keser, Türkiye'ye geleceğini kaybettirebilirim. Kendimi bundan ilk günden menettim. Kendi hırsımın, ihtirasımın Türkiye'ye bir seçim kaybettirmesine izin vermeyeceğim” dedi.
Genel Başkan’ın bu cümlelerle öncelikle selefi Kemal Kılıçdaroğlu’na mesaj verdiğini söylemek yanlış olmaz.
Bir adım ileri gidersek; aynı açıklamayla, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı seçtirmek üzere siyaset yapılması gerektiğini söyleyen MHP lideri Devlet Bahçeli’ye de “İmamoğlu” kartını kullanmış oldu.
Burada Yavaş’ın alacağı konum önem kazanıyor.
Şöyle ki, AKP’nin başlatmak istediği ancak ittifak ortağı MHP’nin önünü kestiği Kürt açılımı konusunda CHP de İmamoğlu üzerinden yürümeye çalışıyor. Kürtlerin en yoğun olduğu kent İstanbul’da DEM Parti adayı Meral Danış Beştaş’ın yüzde 2.12 oy aldığı son yerel seçimde, İmamoğlu’nun AKP’nin adayı Murat Kurum’a attığı yüzde 11’den biraz fazla oy farkında Kürtlerin oyu var.
Sürekli erken seçim yapılması yönünde politika yapan CHP’nin önündeki en büyük handikap, parti tabanının kısmen mesafeli durduğu Kürt oylarını arkasına alan İmamoğlu mu, yoksa Kürtlerin oy vermeyecekleri belli olan, Ankara’nın yanı sıra İç Anadolu’daki merkez sağ ve milliyetçi seçmenin oylarına talip olan Yavaş mı tercih edilecek, Erdoğan’a karşı.
Genel merkezin tavrı nasıl olacak?
Her ne kadar üzerinden yarım asırdan fazla geçmiş olsa da Avcıoğlu ve Ecevit’in kaleminden çıkan “kalkınma ve refah düzeyinin yükseltilmesinin sağlanması, devrimcilikten vaz geçmeme, batı politik sisteminin ağa ve eşrafın oy paketleriyle politik hayatta ağır basmasının sağlamasına destek olunmaması” gibi yaklaşımların dikkate alınması şart.
/././
Maliye, fiş/fatura almayana şu ana kadar ceza kes(e)medi…-Murat Batı-
Fiş/fatura düzenlemeyene (lokantacıya, markete vs.) VUK m.353 uyarınca özel usulsüzlük cezası kesiliyor ve bu, düzenlemeyene tebliğ ediliyor. Ancak fiş/fatura almayana ise fiş/fatura alma zorunluluğu kanunen olmadığı ve ceza kesilse bile bunu mükellefe usulen tebliğ edemeyeceği için Maliye, fiş/fatura almayana şu an ceza kes(e)memekte
Fiş/fatura almayana ve vermeyene yönelik cezalara ilişkin düzenlemeler 2 Ağustos 2024 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 7524 sayılı Kanunla yapılmıştı.
Fiş/fatura almama durumunda fiş/faturayı almayan tüketicilere 5 bin lira ceza kesileceği (VUK m.353/3) herkesçe çok konuşuldu. Yani bir lokantaya gidip yemek yediniz ve fiş almadan çıktıysanız Maliye, size 5 bin lira ceza kesecek. Bunu, ben demiyorum 213 sayılı Vergi Usul Kanunu (VUK) m.353/3 söylüyor.
Yani Kanun (VUK m.353/3) diyor ki bir lokantada/kafede yediğiniz/içtiğiniz bir şey için fiş/fatura almazsanız o zaman o fiş/faturayı düzenlemeyene/vermeyene (lokantaya/kafeye) ceza kesilecek ayrıca bu fiş/faturayı almayan nihai tüketiciye de yani bize de 5 bin lira özel usulsüzlük cezası kesilecek.
İyi de bu Kanun değişikliği 2 Ağustos 2024 günü yürürlüğe girdi ve bugün itibariyle de yaklaşık üç aydır (3 ay 6 gün) uygulamada ama herkesi tedirgin eden bu düzenleme ile kaç kişiye fiş/fatura almadı diye 5 bin lira ceza kesildi? bil(m)iyoruz.
Ancak öğrendiğim kadarıyla bu 5 bin lira ceza hiç kimseye kesil(e)memiş. Fiş/faturayı vermeyene kesiliyor ancak almayana kesil(e)miyor, bunun net altını çizmiş olayım.
Peki fiş/fatura almayana neden kesilemiyor?
Bunun iki tane cevabı var; ilki nihai tüketicinin yani bizim alışveriş sonrası fiş/fatura alma zorunluluğumuz Kanunda düzenlenmemiş olması, diğeri ise hadi Maliye gözünü kararttı, cezayı kesti ama bu sefer de tebliğ edememe sorunu bulunmakta…
Bunu biraz açalım isterseniz, ilki fiş/fatura alma zorunluluğuyla alakalı.
Vergi Usul Kanunu m.232 uyarınca kimlerin fatura alacağı ve vereceği net şekilde düzenlenmiştir. VUK m.233 de perakende satış vesikalarını düzenlemiştir. Ancak VUK m.232’de ya da başka bir maddede nihai tüketicilerin fiş/fatura alma zorunluluğunu düzenleyen bir hüküm bulunmamaktadır.
Yani fiş/fatura almamaya yönelik kesilecek özel usulsüzlük cezasını düzenleyen VUK m.353/3’ün dayanağı yani bu maddede sayılan nihai tüketicinin fiş/fatura almasını zorunlu kılan bir hüküm bulunmamaktadır. VUK m.353/3 ile kanunen zorunlu tutulmayan yani nihai tüketiciye fiş/fatura alma gibi bir görev/sorumluluk yükleyen bir hüküm yokken Gelir İdaresinin fiş/fatura almadı diye 5 bin lira ceza kesmeye kalkması ilginç bir durumdur.
Nihai tüketicinin fiş/fatura/makbuz almasını zorunlu kılan tek hüküm VUK m.236’dır. Bu maddeye göre avukat, doktor gibi serbest meslek erbabı serbest meslek makbuzu düzenlemek zorunda ve müşterinin isteyip almasını da zorunlu tutmuştur. Yani bir avukattan serbest meslek makbuzunu istemek ve almak zorundasınız. Almazsanız o zaman idari para cezası kesilir. Çünkü kanunda açıkça bunu isteyip ve almak zorunda olduğunuz belirtilmiştir. Dikkat edilmesi gereken husus ise bunun sadece serbest meslek makbuzu için geçerli olmasıdır. Bu uygulama fiş/fatura vs için geçerli değildir.
Diğer cevap ise kesilen cezanın nasıl tebliğ edileceği hususuyla alakalıdır;
2 Ağustos 2024 tarihinden önce fiş/fatura almadığınız tespit edildiğinde kesilen ceza, bir tutanakla tespit edilir ve tutanağın bir nüshası size verilip -tutanak, ihbarname yerine geçerek- tebliğ edilmiş olurdu.
Ancak 2 Ağustos tarihinde yürürlüğe girecek şekilde yapılan değişiklikle ceza kesilene yapılacak özel tebliğ hükmü maddeden (VUK m.353/3) çıkarıldı. Yani ceza kesilmesi anında size tutanağın verilmesi artık tebliğ yerine geçmeyecek.
Bu çerçevede kesilecek cezanın muhataba nasıl tebliğ edileceği hususuyla alakalı maddede yeni bir açıklamaya yer verilmediğinden 2 Ağustos tarihinden itibaren bu şekilde kesilecek cezalara ilişkin genel tebligat hükümleri geçerli olacaktır.
Daha basit bir ifadeyle Vergi Usul Kanunu’nda geçerli olan tebligat hükümleri burada da geçerli olacaktır.
Ancak bir restoranda bir şeyler yediniz sonra hesabı isteyip nakit olarak ödeyip çıkıp gittiniz. Yolda Maliye denetim elemanı sizi durdurdu pardon fişinizi görebilir miyim diye sorarsa siz de durmadan giderseniz ya da kimlik bilgilerinizi istedi ve siz vermediniz o zaman size nasıl bu cezayı tebliğ edecek. Çünkü fiş/fatura almayan kişiye düzenlenen tutanakla birlikte o kişiye kesilen ceza, bir ceza ihbarnamesi ile tebliğ edilmesi gerekecektir. VUK m.366 kesilen vergi cezaları ilgililere ceza ihbarnamesi ile tebliğ edilir hükmü ile açıkça belirtmiş bunu. Ceza kesilen kişinin avukatlık, mali müşavirlik gibi bir serbest meslek faaliyeti ya da restoran işletmecisi gibi ticari faaliyetinden dolayı mükellefiyeti varsa bağlı olduğu (iş yerinin olduğu) vergi dairesince; ticari kazanç, serbest meslek kazancı vs. gibi bir mükellefiyeti yoksa ikametgahının olduğu vergi dairesince ihbarname düzenlenir ve tebliğ edilir.
Ceza kesilen kişinin ticari kazanç, serbest meslek kazancı vs gibi mükellefiyeti varsa yani elektronik tebligat adresi varsa o kişiye tebligat, elektronik olarak yapılır.
Elektronik tebligat zorunluluğu olmayanlara yani emekli Mehmet Amca’ya ya da öğrenci Fatma Hanım’a tebligat posta yoluyla yapılacaktır. Posta ile yapılan tebligatların iadeli taahhütlü şekilde yapılması gerekmektedir. Bu şekilde yapılan tebligatın önemi, tebliği alacak olacak kişinin tebliğ alındısını imzalaması ve bir nüshasının ise vergi dairesi kayıtlarına konulmasıdır. Yani ispat aracı olarak kullanılması şarttır. Bu durumda tebliğe konu işlemin hukuken bir sonuç doğurması sağlanmış olur.
Tebliğ yapılacak adres ise muhatabın bilinen adresine yapılır. Genel olarak bu adres ise MERNİS olarak bilinen merkezi nüfus idaresi sistemidir.
Ezcümle
Fiş/fatura düzenlemeyene (lokantacıya, markete vs.) VUK m.353 uyarınca özel usulsüzlük cezası kesiliyor ve bu, düzenlemeyene tebliğ ediliyor. Şu an bu şekilde uygulanıyor, burada bir sorun yok ve Maliye denetim elemanları sahada bu şekilde işlem yapıyor.
Ancak fiş/fatura almayana ise fiş/fatura alma zorunluluğu kanunen olmadığı ve ceza kesilse bile bunu mükellefe usulen tebliğ edemeyeceği için Maliye, fiş/fatura almayana şu an ceza kes(e)memekte.
Sanıyorum şu an iyi de Maliye kes(e)meyeceği bir ceza uygulamasını neden düzenler diye aklınızdan geçiriyorsunuzdur. Bunu, belki Bakan Mehmet Şimşek cevaplar, bekleyip göreceğiz.
/././
Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, cezaevinden T24’ün sorularını yanıtladı: Necmi Kadıoğlu sağda solda kayyım atanacağını söylüyormuş! Sonuç alırlarsa İmamoğlu’nu oyun dışı bırakmak isteyecekler -Candan Yıldız-
“Eğer buradan sonuç alırlarsa İBB’ye yönelip Sayın İmamoğlu’nu oyun dışı bırakmak isteyecekler… Mehmet Kaya, annesi ölmüş, Van’dan biri arayıp söylüyor. Taziye bizde önemli, baş sağlığı dile diyor. Vay sen misin bunu diyen! Üstelik Mehmet Kaya herhangi bir suç işlemiş biri değil. Mehmet Kaya’nın kardeşinin örgüt ile bağı varmış. Ya bana ne? Ben birisine baş sağlığı ileteceğimde akrabaları ya da kendisinin GBT’sini mi isteyeceğim!”
Prof. Dr. Ahmet Özer
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli’nin, HDP’nin yüzde 13 oy aldığı 7 Haziran 2015 sonrası oluşan tabloya karşı siyasi hamlesinin sonuçlarını kayyum, demokratik siyasi alanın daraltılması, baskı yasalarını yasalaşması olarak yaşıyor Türkiye…
Kürt meselesinin çözümünde “yeni bir süreç mi?” sorusunun sorulduğu günlerde, yine Kürt meselesiyle doğrudan bağlantılı yeni kayyum haberleri geldi.
Mardin, Batman ve Halfeti’den önce Esenyurt Belediye’sine kayyum atandı. 31 Mart seçimlerinde CHP ve DEM’in İstanbul’un en kalabalık ilçesi Esenyurt’un sosyolojisine uygun olarak “Kent Uzlaşısı” siyasetinin adayı Prof. Ahmet Özer de tutuklandı.
Sistematik olarak işletilen kayyum siyaseti Van’da denendi olmadı. Hakkari’de hayata geçti, Esenyurt’ta el yükseltildi.
İç ve dış siyasetin uzun zamandır birbirinin yedeği olduğu Türkiye’de iktidarın Orta Doğu denklemini de hesaba katarak kurduğu yeni denklemin sonuçları ne olur bilinmez ama CHP ve DEM’in hırpalanmak istendiği açık.
Türkiye’nin son on yılına dair çok şey söyleyen Silivri 9 Nolu’nun yeni sakini Ahmet Özer avukatları aracılığıyla T24’ün sorularına yanıt verdi. Tutukluluğuna yapılan itiraz ise reddedildi. Tabii ki ben sorularımı avukatlara ulaştırdıktan sonra çok gelişme oldu. İşte Ahmet Özer’in sorularıma verdiği cevaplar…
Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer, 30 Ekim'de tutuklandı. Beyoğlu Kaymakımı'yken 30 Ekim'de özel vekalet onayı ile İstanbul Vali Yardımcılığı’na terfi ettirilen Can Paksoy ise Özer'in yerine 31 Ekim'de kayyım olarak atandı
- Size isnat edilen suçlamalarla ilgili somut olarak neler söyleyeceksiniz? Suçlamalar kamuoyuna yansıdı ancak sizin yanıtlarınızı parça parça öğrenebildik. Örneğin, Remzi Kartal’la 14 defa olduğu iddia edilen telefon görüşmesi, Van’da Mehmet Kaya ile yaptığınız taziye görüşmesi ve Rojda konseri…
İsnat edilen iddialar mesnetsiz, kurmaca ve kumpastır. Ben 40 yıldır ülkeme çeşitli kademelerde hizmet eden, 38 kitap yazmış, 200 ulusal ve uluslararası makalesi olan, 350 ulusal ve uluslararası bildirisi olan kendi alanında tanınmış saygın bir bilim insanıyım. Araştırmacıyım. Çatışmaların çözümü, bölgesel kalkınma, siyasal ve toplumsal değişme alanlarında çalışan bir sosyolog ve siyaset bilimcisiyim. Millî Eğitim Bakanlığı’nda, GAP idaresinin Master Plan çalışmasında görev aldım. GAP Belediyeler Birliği Genel Sekreterliğini yaptım. Bu süre zarfında Rektör Yardımcılığı, Dekanlık, Bölüm Başkanlığı, Merkez Müdürlüğü, Senato Üyeliği gibi görevler yaptım; bilimsel akademik dergiler yönettim. Şimdiye kadar mahkemeye çıkmışlığım olmamıştır. Tek bir soruşturmam, kavuşturmam yok hakkımda. Peki şimdi soruyorum 10 yıl, 15 yıl işlediğimi ileri sürdükleri suçları işlemişsem neden bunca sene ve süre beklemişler. Ben belediye başkanı olduğumda mı akılları başlarına gelmiş. Hayır mesele ben değilim. Mesele seçim ile alamadıkları Esenyurt Belediyesi’ni hukuku sopa gibi kullanarak ele geçirmek. Mesele, burada sonuç alırlarsa benzer bir uygulamayı İstanbul Büyükşehir’e uygulamak, Sayın İmamoğlu’nu oyun dışında bırakarak rakipsiz olmak; mesele CHP’nin içini karıştırarak iktidar yürüyüşünü engellemektir. Ama asla başaramayacaklar. Halkın iradesi demokrasi ile esastır.
Remzi Kartal’a gelince. Ben Vanlıyım, Remzi Kartal da Vanlı ve bir zamanlar Van milletvekiliydi. O zaman tanırdım. Ancak dışarı çıktıktan sonra kendisi ile bir ilişkim ve irtibatım söz konusu değil, olamaz. Kaldı ki belirttikleri tarihte AKP milletvekili Hüseyin Yayman’ın Remzi Kartal ile yemek yedikleri görüntüler medyaya yansıdı. Benim telefonla işlediğimi ileri sürdükleri, iddia ettikleri (ki kesinlikle reddediyorum) telefon konuşması suç ise o AKP’liler yüz yüze görüşüyor, birlikte yemek yiyorlar, onlarınki neden suç olmuyor? Onlar neden suç işledikleri saiki ile göz altına alınıp hapsedilmiyor? Buda gösteriyor ki mesele hukuk, suç vs değil mesele Esenyurt’u haksız hukuksuz ele geçirmek.
Örneğin Mehmet Kaya, annesi ölmüş, Van’dan biri arayıp söylüyor. Taziye bizde önemli, baş sağlığı dile diyor. Ben de arayıp “Allah rahmet etsin değerli annenize, başımız sağ olsun, sizin gibi değerli insanlar doğurmuş” diyorum. Vay sen misin bunu diyen! Üstelik Mehmet Kaya herhangi bir suç işlemiş biri değil ve bu deli saçması durumla ilgili suç duyurusunda bulunacağını söylemiş. Mehmet Kaya’nın kardeşinin örgüt ile bağı varmış. Ya bana ne? Ben birisine baş sağlığı ileteceğimde akrabaları ya da kendisinin GBT’sini mi isteyeceğim!
Örneğin Rojda konseri. Ben Rojda’yı tanımam, hayatımda da görmüş değilim. Bu program için belediyenin kasasından bir tek kuruş ödemiş değilim. Çünkü bu programı Esenyurt İl Dernekler Birliği organize etti, bizim Kültür Müdürlüğümüz de yardımcı olmuş. Üstelik Festivali kaymakamla birlikte açtık. İlk konseri Esenyurt Kaymakamı ve eşiyle birlikte izledik. Güvenliği de polis sağladı. Festivali AKP İlçe Başkanı, milletvekilleri, eski bakanlar da ziyaret etti. Şimdi bundan suç üretiyorlar. Tıpkı benim kiracımın bana ödediği, dekontları olan 3 yıllık kiranın sanki o değil ben bir yeri finanse etmişim gibi algı yaratmaya çalıştıkları yalan gibi. Bütün iddialar böyle mesnetsiz ve temelsiz.
CHP'nin Esenyurt Mitingi
- Özgür Özel Esenyurt’taki mitingde paylaştı. Evinizin kapısı kırılmaya çalışılmış… O güne dair neler yaşadınız?
Saat 5:30’da 30 polis ile evim basıldı. Hiçbir şekilde hak etmediğim bir muameleye tabi tutularak göz altına alındım, telefonuma el konuldu, bilgisayarımın imajı alınmadan el konuldu, avukatımı çağırmama dahi izin vermediler. Bu fütursuz ve kanunsuzluğu makam aramasında da yapmışlar. Üstelik orada olan hukuktan sorumlu olan Başkan Yardımcısı Oktay Kılıç’ın ısrarına rağmen içeri almamışlar. Önce suç yaratıp sonra ona uygun kendilerine göre suçlu yaratıyorlar.
Silivri 9 No’lu simgesel bir cezaevi oldu. Cumhuriyet davasında yargılananlar da orada kaldı. Osman Kavala, Gezi tutukluları… Neler söylersiniz bu konuda?
Türkiye’nin geldiği durumun bir aynası gibi değil mi? Hak hukuk tanımamazlık, hukuk ihlalleri, sönüp giden hayatlar, yıllar sonra verilen beraatler… Peki bunların hesabını kim verecek?
- Şartlarınız nasıl?
Hapishane şartları nasıl olursa öyle…
"En çok Esenyurt halkı adına üzüldüm, rantı önledik, kestiler"
- Esenyurt Belediyesi Kent Uzlaşısı ile kazanıldı. Ve İstanbul’da kayyum atanan ilk belediye oldu. Bu konuda ne diyeceksiniz? Hiç kayyum atanacağına ilişkin bir öngörünüz, bunun ayak sesleri var mıydı?
Kayyım atanacağına dair bir öngörüm, beklentim olmadı. Çünkü bunu gerektirecek bir durum söz konusu değil. Ama AKP’den seçilen eski belediye başkanı Necmi Kadıoğlu kayyım atanacağını sağda solda söylüyormuş. Sonra verdiği bir röportajda “Devlet her zaman 19 yaşında” diyerek mesaj verdi. Operasyondan 3-4 gün önce “Belediyeye dönüyoruz” diye tweet atmış. Ama biz abdestimizden emin olduğumuz için ciddiye almadık, işimize devam ettik?
- Esenyurt’a gittiğimde mitinge gelenler Esenyurt’un önceki belediye başkanına tepkiliydi. Rant ve yolsuzluklar konusunda halkın iddialarını bizzat dinledim. Sizin geçmiş döneme ilişkin bir komisyon kurdurduğunuz yönünde haberler de çıktı. Böyle bir komisyon var mıydı, varsa neden kuruldu ve çalışmaya başlamış mıydı, ulaştığı sonuçlar var mıydı?
Bir komisyon değil, ama rutin içinde işleri sıkı denetledik. Gelir Müdürlüğü’nü kurduk. Tasarruf tedbirlerine uyduk. Bütçemizi ona göre yaptık. Önemli projeler başlattık. Halk da bizden çok memnun. Tam yol ilerlerken bize operasyon yaptılar.
En çok Esenyurt halkı adına üzüldüm. Rantı önledik. Onların özlemini duyduğu hizmetler götürmeye çalıştık. Kestiler. Örneğin; yolları yaptık, sokakları düzelttik, parklar yaptık, kreş yaptık, aşevi açtık, tutuklanmasaydım emekliler evini açacaktık, Ekrem Başkan ile Haramidere Cemevi’nin temelini atacaktık.
- Sizce neden Esenyurt? Buna ilişkin siyasal okumanız, değerlendirmeniz nedir?
Geçmişten alışık oldukları Esenyurt’un rantını ele geçirmek, seçim ile alamadıklarını, hukuku sopa gibi kullanarak ele geçirmek.
Tutuklamam hukuksuz. Olması gereken benim serbest kalmam. Halk demokratik tepkisini gösteriyor. Çünkü bu uygulama hukuk dışı bir kumpas olup Anayasanın bağımsızlığı ile ilgili 138. maddenin ihlali ve halk egemenliğinin gasp edilmesi anlamına geldiği açıktır.
- Ekrem İmamoğlu da en sert tepki gösteren isimlerden oldu. Zira siz İmamoğlu’na da danışmanlık yaptınız. Yorumlar çeşitli, sıra İBB’de gibi… Ne diyeceksiniz?
Eğer buradan sonuç alırlarsa İBB’ye yönelip Sayın İmamoğlu’nu oyun dışı bırakmak isteyecekler. Yanı sıra CHP’nin içini karıştırmaya çalışarak iktidar yürüyüşünü engellemek istiyorlar.
/././
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder