8 Kasım 2024 Cuma

T-24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -8 Kasım 2024-

“Bankacılığın En Uzun Yılı”: Erdem ve liyakat dolu “eski Türkiye”-Yalçın Doğan-

“Altınok, Hazine Genel Sekreteri olarak bir genelge hazırlıyor, genelgeyi bütün kamu kurumlarına gönderiyor, ‘yılbaşı ve bayramlarda hediye kabul edilmeyecek’ talimatı içeren bir genelge”


“Bankamızın size küçük bir yılbaşı hediyesi.”

Neydi o hediye?..

İpek bir halı.

Türkiye’de mali yasaları en iyi bilenlerin başında gelenlerden, hatta kendisine “ayaklı mevzuat” adı verilen, mali konularda iktidarların gözdesi bir uzman var:

Tevfik Altınok.

2000 yılı Kasım ayında Türkiye’de bazı bankalar batıyor, mali sektöre dinamit atılmış gibi, ekonomi baş aşağıya gidiyor, tarihimizin en büyük krizlerinden biri.

Önce 10 banka batıyor, derken batan banka sayısı 17’ye çıkıyor. 17 bankaya devletin el koyması kararlaştırılıyor. Ama, nasıl el konulacak, o bankalar sonra ne olacak, o bankalarda parası olan yurttaşlar, bankaların yaptığı işlemler ne olacak?..

Çok çetrefil bir iş. Böylesine büyük ve karmaşık mali krizi yönetmek ve çözüm bulmak için dönemin DSP - ANAP - MHP koalisyonu hiç tereddütsüz Tevfik Altınok’a görev veriyor.

Ender bir kariyer

Maliye müfettişliğinden gelen Altınok mesleğinde hızla yükselirken, Hazine’ye geçiyor. Orada da yükseliyor, bir ara Washington mali temsilciliğine atanıyor, oradan Hazine Genel Sekreteri olarak dönüyor.

Altınok deneyimli.

1982’de Türkiye’de mali piyasalar yine allak bullak. Her köşe başında bir bankerin türediği o dönemde, hesapsız yüksek faiz veren bankerlerin en büyüğü Kastelli batıyor ve yurt dışına kaçıyor. İnsanlar paralarını kurtarmak amacıyla bankerlere hücum ediyor.

Sorunu mali yasalar çerçevesinde Tevfik Altınok çözüyor. Kimse zarara uğramıyor.

2000 yılı Kasım ayında bankalar arka araya devrilirken, siyasi iktidar banker deneyiminden bildiği Tevfik Altınok’u göreve çağırıyor.

Ama, o artık devlette değil, özel kesimin önde gelen büyüklerinden Koç Holding’de, holdingin mali işlerini yürütüyor.

Meslekte aldığı eğitime göre, “devlet göreve çağırırsa, gidilir”, o da gidiyor ama, ne gidiş, maceralarla dolu!..

Anılar tarih kitabı gibi

Orada geçen bir yılın öyküsünü Tevfik Altınok şimdi yazdığı kitapta anlatıyor.

“Bankacılığın En Uzun Yılı, Batan Bankaların Kısa Hikayesi” başlığını taşıyan kitap geçen hafta yayınlanıyor. Kitabı bir nefeste okuyorum.

Birlikte çalıştığı arkadaşlarını, batan bankaların sahip ve yöneticileriyle yaşadıklarını, mali sisteme yara vermeden bankaların nasıl kurtarıldığını anlattığı kitabı öyle yazmış ki, o konuyu aşan pek çok olayı öğreniyorsunuz. Anılar aynı zamanda bir dönemin tarihi.

Kitap bugün çoktan unutulmuş bir gerçeği sergiliyor.

Şimdiki iktidarın “eski Türkiye” diye küçümsediği yıllarda “bugün adı bile geçmeyen bürokratik ahlakı, devlette liyakati ve devletin işleyişini” anlatan kitap, bir de bu açıdan değerli.değerli.

Hediye ve genelge

Batan bankalar arasında İktisat Bankası da var. Tevfik Altınok o bankadan da sorumlu.

İşte, o sırada İktisat Bankası sahibi Erol Aksoy Tevfik Altınok’a yılbaşı hediyesi olarak ipek halı gönderiyor.

Tevfik Altınok ne yapıyor?..

“O bankanın işlemlerinden sorumlu iken, oradan gelen hediyeyi kabul edemem” diyor ve halıyı geri gönderiyor.

Devletin herhangi bir kurumunda, herhangi bir makamında, hele de Maliye Bakanlığı ve Hazine’de görev yapanlara hediye gönderen çok.

Ne yapmak gerek?..

“Altınok Hazine Genel Sekreteri olarak bir genelge hazırlıyor, genelgeyi bütün kamu kurumlarına gönderiyor, ‘yılbaşı ve bayramlarda hediye kabul edilmeyecek’ talimatı içeren bir genelge.” (Adı geçen kitap, s.257.)

Öyle görmüş, öyle yetişmiş, o ahlakı edinmiş, geçmişte de benzer durumlarda, devletle işi olan kişilerin ona gönderdikleri hediyeleri geri çevirdiği gibi.

İkinci ahlak dersi

Bugün kimsenin aklına bile gelmeyen, çoktan unutulan başka bir ahlaki tavır daha var.

Hazine Genel Sekreteri iken Koç Holding’e geçiyor. Koç Holding’den ayrılıp, yeniden Hazine Genel Sekreterliği’ne döndüğünde...

“Koç Holding’in Hazine ile ilgili işleriyle bağlantılı hiçbir toplantıya katılmıyor!..” (A.g.k., s. 191.)

Son yirmi yıldır gördüklerimize, duyduklarımıza ne kadar yabancı!..

Mahkemeler beş yıl sürdü

Bir yıl süren çalışmalar sonunda 17 banka kazasız belasız devlete teslim ediliyor, başarıyı sevinçle kutlarken...

İnanmayacaksınız!..

“Devleti zarara sokmak, emniyeti suistimal, dolandırıcılık” suçlarından 2004 yılında AKP iktidarı Altınok ve arkadaşları hakkında davalar açıyor.

Mahkemeler beş yıl sürüyor, elbette aklanıyorlar.

Daha ne ayrıntılar!..

Çok yönlü büyük bir mali krizin nasıl yönetildiğini öğrenmek ve fakat bugünü anlamak için dünü en iyi anlatan kitaplardan biri.

Derslerle dolu!..                              /././

Trump, kripto para ve pompalanan sahte umutlar -Mustafa Durmuş-

Hali hazırda neredeyse 1 trilyon dolara yaklaşan Pentagon’un savaş bütçesi Trump ile daha da büyürken, halka dönük sağlık harcamaları ve sosyal transfer harcamalar kısıntıya uğratılabilir.

ABD Başkanlık seçimleriyle başlayalım.

Donald Trump’ın yüzde 51’in üzerinde oy alarak ABD başkanı olduğu kesinleşti. Seçmenler bu seçimde Beyaz Saray’ın dışında, ayrıca Temsilciler Meclisi ve Senato’yu da kimin kontrol edeceğini ve başta kritik vergi ve harcama politikası olmak üzere, maliye politikaları kararlarına kimlerin yön vereceğini de oyladılar. Buralarda da Trump hakimiyeti sağladı.

Bu durum sadece ABD’de değil, genelde dünyada, şaşkınlıkla olmasa da (zira beklenen bir sonuçtu) endişeyle karşılandı.

Milyarderlerin damgasını vurduğu seçim!

Aşırı sağcı-faşist karakterli, göçmen ve doğa düşmanı, İsrail gibi saldırgan devletlerin ve otoriter rejimlerin savunucusu Trump’ın yanı sıra, başta Elon Musk olmak üzere, dolar milyarderlerinin kontrolündeki bir ABD’nin ve onun güdümündeki NATO’nun dünyayı nereye sürükleyebileceğini kestirebilmek zor değil.

Elon Musk ve Donald Trump

Seçim sonuçlarına en çok sevinenlerin başında İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu geliyor. Nitekim Netanyahu’yu da kapsayan İsrail’in aşırı sağı, önde gelen tarihçilerin faşist olarak nitelendirdiği bir dolar milyarderinin iktidara dönüşünü sevinçle karşıladılar. 2024 kampanyası sırasında Trump'ın açıkça desteklediği bir soykırım savaşı olan Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail’in yıkıcı saldırısına öncülük eden Netanyahu seçim sonuçlarını şöyle yorumladı:

“Tarihin en büyük geri dönüşü için tebrikler! Beyaz Saray’a tarihi dönüşünüz Amerika için yeni bir başlangıç ve İsrail ile Amerika arasındaki büyük ittifaka güçlü bir yeniden bağlılık sunuyor”. (1)

Seçimin çoklu etkileri

Kısaca, bu gelişmenin ülke ekonomisi ve siyaseti, dünya siyaseti, ekonomisi, ticareti, jeopolitiği ve küresel finansal piyasalar üzerinde ciddi etkileri olacaktır.

Örnek olarak, eğer Kongre 2017 Vergi Kesintileri ve İstihdam Yasası'nın (TCJA) süresinin dolmasına izin verir de uygulamayı uzatmazsa, beyanname verenlerin yüzde 62’si yakında vergi artışıyla karşı karşıya kalabilir. Diğer taraftan vergi indirimlerinin uzatılmasının trilyonlarla dolarlık ilave bedeli olacaktır.

Keza hali hazırda neredeyse 1 trilyon dolara yaklaşan Pentagon’un savaş bütçesi Trump ile daha da büyürken, halka dönük sağlık harcamaları ve sosyal transfer harcamalar kısıntıya uğratılabilir.

Trump’ın dış politikası?

Trump Yönetimi’nin dış politikası ise dünya genelinde, özellikle de Suriye, Filistin ve Ukrayna gibi hassas bölgelerde ve otoriter isyanlarla ve/veya ciddi siyasi istikrarsızlıklarla karşı karşıya olan diğer ülkelerde dramatik değişimlere yol açabilir. Böylece;

İnsan hakları ve demokratik normlardan geriye gidiş söz konusu olabilir. İsrail devletine olan destek artar. Filistinlilerin sürece dahil edilmediği sözde “normalleşme” anlaşmaları gündeme getirilebilir. Filistinli kurumlara yapılan ABD yardımlarında ciddi kesintiler olur. İran’a olası bir İsrail saldırısına ABD aktif olarak katılabilir. ABD’nin uluslararası yardım, afet müdahalesi ve iklim girişimlerinde daha fazla kesinti söz konusu olabilir. (2)

Kripto para piyasası coştu!

Seçim sonuçlarının belli olmasının hemen ardından finansal piyasalar coştu. ABD doları, euro başta olmak üzere diğer ulusal paralar karşısında değer kazanırken, S&Ps 500 Endeksi yüzde 1,23 yükseldi. Temel kripto para birimi olan bitcoin ise neredeyse 5 bin dolar birden değerlenerek (yüzde 7’nin üzerinde bir artışla) 75 bin doların üzerine çıktı.

Türkiye’de kripto para cazibesi

Bu noktada Türkiye’deki kripto para piyasası ile ilgili bir parantez açalım. Öncelikle Türkiye’nin, internet kullanıcıları arasında kripto para sahipliği açısından yüzde 21,7 ile dünyada ilk sırada yer aldığının altını çizelim (3). Dünya ortalaması ise bunun yarısından az, sadece yüzde 9,7. Uluslararası finans merkezlerinden Japonya’da ise bu oran yüzde 5,7.

Türkiye’de toplam nüfusun yüzde 86,5’inin internet kullandığı dikkate alındığında, çok ciddi sayıda yurttaşımızın kripto para piyasasında olduğu ortaya çıkıyor.  Aslında başta üniversiteli gençler, bazı devlet memurları ve işçiler ve esnafın azımsanamayacak bir bölümünün zamanlarının önemli bir kısmını kripto para piyasasında (ayrıca borsada ve şans oyunlarında) oynayarak geçirdikleri biliniyor.

Diğer yandan dünyanın önde gelen finans merkezlerinden birine sahip olan Japonya’da bu oranın Türkiye’dekinin neredeyse dörtte biri oranında olması son derece düşündürücü.

Online kumar siteleri!

İnsanımızın sadece kripto paralar değil, aslında canlı (online) kumara da oldukça düşkün olduğu anlaşılıyor. Öyle ki Türkiye’de internet kullanıcılarının yüzde 11,4’ü online (canlı) kumar oyunlarına katılıyor. Bu oran, dünya ortalaması olan yüzde 9,4’ün 2 puan üzerinde. Türkiye, bu alanda ABD’nin dahi üzerinde (yüzde 11,1) bir yer bulmuş kendisine. (4)

İşçiler sahte umut peşindeyse…

Yakınlarda, eğitmen olarak katıldığım bir sendika temsilcisi eğitiminde, bir gün önce bir işçi temsilcisinin önce amatör ligde ve aynı gün süper ligde oynanan maçlarla ilgili olarak 9 bin TL’yi bulan bir para kaybettiğini, dahası bu tür girişimlerin diğer işçiler arasında da yaygın bir durum olduğunu öğrendiğimde doğrusu ne diyeceğimi bilememiştim.

Kripto para kazancından vergi alınmıyor!

Burjuva hukukunun kırıntısının dahi çok zor uygulandığı, sosyal adaletin olmadığı, her türden kayırmacılık nedeniyle üniversite mezunu gençlerin kamuda işe giremedikleri, ücretlerin açlık ücreti düzeyinde olduğu, toplumun üçte ikisinin yoksul olarak kabul edildiği ülkede, başta gençler olmak üzere, düşük gelirli herkes bireysel çabalarla ayakta kalmaya çalışıyor.

Buna karşılık, herkesin ikinci ya da üçüncü bir iş bulma şansının ve bunu yapma gücünün olmadığı ülkede geriye tek yol olarak kumar ve benzeri yollarla kısa zamanda zengin olabilme hayalini kurmak kalıyor.

Ayrıca bu tür manipülatif yönlendirmeler konusunda devlet önleyici tedbirler almadığı gibi, teşvik edici de olabiliyor. Öyle ki Türkiye’de kripto paralara yönelik bir vergilendirme mevcut değil. Mayıs 2024’te TBMM’ye sunulan kripto para kanun teklifinden kripto paralara vergi çıkmadığı gibi, son torba kanunda işlem vergisi alınabileceğine yönelik beklentiler de boşa çıktı. Bu düzenlemenin seneye ertelendiği açıklandı.

Mevcut haliyle kripto varlıkların alım satımından ya da izin verilen diğer kripto işlemlerinden vergi alınmıyor, sadece Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) ve Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) için toplam yüzde 2 oranında bir hizmet bedeli tahsil ediliyor.

Vergilendirmek mümkün

Oysa istenirse, kripto para alım satımından elde edilen gelirler Gelir Vergisi kapsamına alınabileceği gibi, değer artışı olarak kabul edilebilir ya da dijital varlık kapsamına alınarak, GVK madde 1’de tanımlanan 7 gelir unsuruna bir “dijital varlık iradı” başlığı altında bir yenisi eklenerek, bunlardan gelir vergisi alınabilir.

Keza kripto varlıkların vergilendirilmesindeki zorluklar ve belirsizlikler ile kazancın tespiti ve denetimi alanındaki sınırlılıklar varsa, ilk planda bu belirsizlikler giderilinceye kadar, kripto varlık alım ve satımları üzerinden ayrı ayrı, bir geçiş süreci itibariyle, “işlem vergisi” alınması da bir alternatif olarak düşünülebilir. (5) Ancak şu ana kadar bunların hiçbiri yapılmadı. Aksine iktidar vergi yükünü halkın omuzlarına yüklemeye devam ediyor.

İnsanlar neden bireysel kurtuluşa yöneliyorlar?

Faizin günah, kumarın yasak kabul edildiği, bu yöndeki dini söylemlerin başat olduğu bir ülkede, faize benzer bir biçimde finans piyasalarından ya da kumar sitelerinden para kazanmaya insanımızın yönelmesinin ya da yöneltilmesinin ardındaki ekonomik, politik ve psikolojik faktörlerin açığa çıkartılması gerekiyor.

Bu yönde bir öngörümüz; doğrudan neo-liberal ideolojinin “her koyun kendi bacağından asılır”, “gemisini kurtaran kaptandır” gibi yerleşik inançları, bireyciliği daha da teşvik ederek kullanması ve bunu son 22 yıldır neo-muhafazakarlık adı altında pekiştirmesidir.

Kitlesel mülksüzleştirme, adaletsiz gelir politikaları ve emek karşıtı sosyoekonomik politikalarla sermaye sınıfına, egemenlere gelir ve servet transferi yapılırken, durumları giderek kötüleşenlere sahte kurtuluş reçeteleri sunmak konusunda bu ülkenin muktedirleri çok mahirler.

Yıllar öncesinde “Cennet’ten arsa satanların”, bugün “sadece fakirlerin Cennet’in en mutena yerinde ödüllendirilecekleri” yalanlarının yanı sıra; bu dünyada zengin olmak isteyenler de borsalara, kripto paralara, iddia ve bahis sitelerine yönlendiriliyorlar. Bu arada Milli Piyango düzenlemesinde olduğu gibi, şans oyunlarından alınan vergiyi yarı yarıya düşürerek de yandaş sermayeye daha fazla kazanç sağlıyorlar.

Bu yönelimin bir diğer nedeni de kuşkusuz, 1989’da reel sosyalizmin çöküşünün ardından, sosyalizmin bir kurtarıcı idea olarak gözden düşmesi ve toplumsal kurtuluş yollarının (en azından) seçenek olmaktan çıkmasıyla ve işçi sendikalarının içine düştükleri yozlaşmayla ilgili bir durum.

Sonuç olarak

Nedeni ne olursa olsun bu gerçeklik, başta sosyalizm olmak üzere toplumsal kurtuluş mücadelesinin önündeki en büyük engellerden birini oluşturuyor. İnsanlarımızı böyle sahte ve bireysel kurtuluş hayallerinden kurtarmadan toplumsal bir devrimi gerçekleştirebilmek mümkün gözükmüyor.

Neo-liberalizmin en önemli ayağı olan finansallaşmanın mülksüzleri getirdiği son nokta bu ve Trump’ın tekrar Başkan olmasıyla bu durum daha da kötüleşecek gibi görünüyor.

Tüm dünyada solun, emek, demokrasi ve barış güçlerinin özellikle de son tahlilde gerici, otoriter popülizmin işine yarayan “mağdur anlatılarını içeren söylemlerden kaçınması” ve kendi ürettiği toplumsal kurtuluş hikayesini, başta manipüle edilmiş olan kesimler olmak üzere toplumun tüm kesimleriyle buluşturması, onları ikna etmesi gerekiyor.

Dip notlar:

                                                                      /././                                                  

Ecevit, Avcıoğlu, CHP ve adaylık yarışı -Tolga Şardan-

AKP’nin başlatmak istediği ancak ittifak ortağı MHP’nin önünü kestiği Kürt açılımı konusunda CHP de İmamoğlu üzerinden yürümeye çalışıyor. Kürtlerin en yoğun olduğu kent İstanbul’da DEM Parti adayı Meral Danış Beştaş’ın yüzde 2.12 oy aldığı son yerel seçimde, İmamoğlu’nun AKP’nin adayı Murat Kurum’a attığı yüzde 11’den biraz fazla oy farkında Kürtlerin oyu var.

Türk Solu’nun iki önemli ismi, Yön Hareketi’nin kurucusu Doğan Avcıoğlu’nun 4 Kasım’da ve eski Başbakan Bülent Ecevit’in 5 Kasım’da ölüm yıldönümü anmaları vardı, bu hafta içinde.

Avcıoğlu, yaşamı boyunca ülkedeki kalkınmanın Kemalist-Sosyalizm üzerinden gerçekleşeceği tezini savundu. Kemalizm üzerinden savunduğu fikirlerinde zaman zaman ağır eleştirilerin hedefi oldu.

Yine de “sol aydın” konumuyla fikirlerini ölünceye değin seslendirmekten geri kalmadı. “Türkiye Düzeni / Dün, Bugün, Yarın” adlı iki ciltlik eserinde bu coğrafyada nefes alan toplumun refah düzeyinin yükseltilmesi hakkında önemli tespitler ve kavramlara yer verdi.

Avcıoğlu’nun yazılarını buraya sığdırmak elbette mümkün değil.

Ancak 1980’de yayımlanan “Anglosaksonlar Açısından Türkiye’de Parlamentoculuk, Devrim ve Demokrasi Üzerine” adlı kitabından küçük bir alıntı yaptım:

Türkiye gibi azgelişmiş ülkeler kalkınabilmek için köklü bir düzen değişikliğine ve devrimci atılımlara muhtaçtır. Bu nedenle, devrimciliği değil, tutuculuğu kolaylaştıran parlamenter sistem, kalkınma çabasındaki ülkeler için elverişli bir sistem değildir” tespitini yaptı. (S. 364, Tekin Yayınevi)

Hareketinin adıyla yayımladığı Yön Dergisi’nin 1966’daki 158. sayısında Avcıoğlu, şu değerlendirmeyi yaptı:

“Seçmenler, egemen zümrelerin ekonomik ve ideolojik baskısı ile aşiret, ırk, mezhep bağlarının tutucu etkilerden kurtulabilmiş ve sınıf çıkarlarını az çok görebilecek duruma gelebilmiş olsaydılar, hiç şüphe yok, genel oy batıdaki gibi ilerici bir rol oynayacaktı. Ama yalnız Türkiye değil, azgelişmiş ülkelerin çoğunda durum bu değildir. Anonim şirket, nasıl yönetimde sıfır olan küçük hissedarlar sayesinde az sayıda kapitalistin sınırlı sermaye ile diktatörlüğüne yol açıyorsa, yarı feodal bir sosyal yapı içinde de, batı politik sistemi ağa ve eşrafın oy paketleriyle politik hayatta ağır basmasını sağlamaktadır.”

Ecevit’ten “Devrimcilik ve Doktrin”

Eski Başbakan Bülent Ecevit ise, 1974 – 2002 arasında hem CHP’de hem de DSP’de dört kez başbakanlık yaptı.

Sol aydın olarak elinden geldiğince halkı aydınlatmaya çabaladı, kimi zaman başardı. Bazen emeklerinin boşa gittiğini görse de yazmaktan geri durmadı.

Avcıoğlu’nda olduğu gibi Ecevit külliyatını da Büyüteç’e taşımak mümkün değil.

Buna karşın, Ulus gazetesinde 5 Eylül 1960’ta yayımlanan “Devrimcilik ve Doktrin” adlı yazısını çok uzun olmadığı için aynı biçimiyle buraya taşıdım:

“İlkeler, davranışlarda, hareketlerde bağlı kalınan değişmez temel kurallardır. Devrim de süratli, temelli değişmedir. Cumhuriyet Halk Partisinin ilkelerinden biri devrimcilik olduğuna göre, C.H.P., süratli, temelli değişmeye süreklilik katıyor, yani sürekli, süratli, temelli değişmeyi, değişmez, temel kural olarak benimsiyor demektir.

Değişmenin değişmez kural sayılışı... Temelli değişmenin temel olarak alınışı... İlk bakışta belki bunda bir çelişme var gibi görünür.

Ama sürekli değişme, hayatın da bir değişmez kuralıdır. Hayatın bu değişmez kuralı ile bağdaşabilmek için hayat gibi sürekli değişebilir olmalıdır.

Denebilir ki sürekli değişmeyi değişmez kural edinince, devlete nasıl yön, topluma nasıl düzen verilir?

«Güneş her gün yenidir» demiş, Heraklitüs;

«Bir ırmağa iki kez dalamazsın, çünkü suyu hep yenilenir», demiş.

Böylece doğadaki sürekli derişmeyi belirtmiş.

Ama, «her gün yeni» olan güneşin belirli bir yürüyüş düzeni vardır; suyu hep yenilenen ırmağın belirli bir yönde akışı vardır. Çünkü, «her gün yeni» olan güneşin yürüyüşünü düzenleyen kozmik kurallar; suyu hep yenilenen ırmağın akışına yön ve hız veren fizik kural ve kuvvetler vardır.

Bunun gibi, C.H.P. nin devrimcilik ilkesi de, başka ilkelerle düzenlenir, ayarlanır, yönlendirilir.

Nasıl, suyu hep yenilerin ırmağın akış yönünü ve hızını, yatağı ile iki kıyısındaki toprağın, kayaların duruşu ve dinenci «mukavemeti» tâyin ederse, C.H.P nin devrimciliğinin de yatağını Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, lâiklik; yönünü ise, ırmağın kıyıları yerine geçen halkçılık ve devletçilik tâyin eder.

Fakat C.H.P., canlılığını, dinamizmini, gücünü, devrimcilikten, yani belirli bir zemin üzerinde ve belirli bir yönde sürekli, süratli, temelli değişebilme yeteneğinden alır.

C.H.P., bazı çevrelerde yeni türeyen bir sosyal egzotizm'e, son günlerin modası bir aydın romantizmine kapılıp, «doktriner» bir parti haline gelmeğe kalkışmakla, davranışını ve hareketlerini doktriner ve dogmatik bir sosyalizm kalıbında dondurmakla, kendi kendini inkâr etmekten, canlılığını, dinamizmini, gücünü yitirmekten başka bir şey yapmış olmaz. Bir yanda halkçılık, öbür yanda devletçilik ilkelerinin çizdiği yönü ile, C.H.P., dünyanın en iyiniyetli sosyalist partileri kadar insaniyetçi ve sosyal adaletçi bir ülküye yönelmiş bulunmaktadır. Ama o ülküye donmuş doktrinlerle, bir noktaya saplanıp kalan dogmalarla varmağa kalkışarak kendi kendini kısa zamanda tüketmeyi, sürekli olarak kendi kendini aşabilecek yerde bir — iki hamleden sonra zaman aşımına uğramayı, başından beri reddetmiştir.

İngiltere'de, Batı Almanya'da bile sosyalistlerin, hattâ Rusya da komünistlerin, canlı kalabilmek, dinamik ve güçlü olabilmek, kendi yaptıkları devrimlerin getirdiği yenilikler karşısında eskimiş, çağını doldurmuş birer parti durumuna düşmekten kurtulabilmek için, doktrinlerini, dogmalarını yıkmağa, hiç değilse gevşetmeğe çalıştıkları bir devrede, Cumhuriyet Halk Partisi, herhalde devrimciliğini yitirmeğe, sürekli akışını doktrin setleriyle, dogma kayaları ile çevirip durulmağa ya da dünyadaki yeni akışın tersine akmağa razı olmayacaktır.

C.H.P. devrimci kalacaktır, akıcı kalacaktır, kendi yaptığı ve yapacağı devrimlerin meydana getirdiği ve getireceği yeni durum [...] hattâ [... ] sürekli olarak kendi kendini yenileyebilecek kadar dinamik kalacaktır.”

Özel – İmamoğlu – Yavaş üçlüsünün CHP’si

Genel seçimlerin üzerinden henüz 19 ay geçti. İktidar kanadı yani Cumhur İttifakı erken seçim yapılmayacağını ısrarla vurguluyor.

Ancak, yerel seçimlerden birinci parti çıkan ana muhalefet partisi, sanki erken seçim havası varmış gibi destekçilerinin iktidar umudunu kıracak yaklaşımları sergilemekte bir sakınca görmüyor.

Yakın tarihe dönelim, Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin tamamlanmasıyla birlikte AKP iktidarı Abdullah Gül’ü aday çıkardı.

Hatırlayalım, AKP’nin kurucu lideri Başbakan Erdoğan, AKP’li seçmenin rüzgârını arkasına alarak “ikili” cumhurbaşkanlığı seçim mitingleri yaptılar. Erdoğan, bizzat kendisinin ve yakın çevresinin çok istemesine karşın AKP’li ilk Cumhurbaşkanı olma hakkını “kardeşim” dediği Gül’e bıraktı. O zaman da muhalefetin durumu bugünden çok farklı değildi.

Sol ve sağ siyaset arasında yadsıyamayacağımız yaklaşım farkı var, kabul.

Bugüne geldiğimizde ana eksende ikili, hatta Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın katılmasıyla “üçlü” bir Cumhurbaşkanlığı adaylığı yarışı mevcut ana muhalefette.

Yavaş, biraz geride kalmayı tercih etse de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu çok daha ilerde duruyor bu aşamada. Hatta CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “iki adım” önünde.

Özel, önceki akşam katıldığı Sözcü TV yayınında gazeteci Uğur Dündar’ın sorularını yanıtlarken, “ben aday olursam, objektifliğimi kaybeder, kişisel hırslara kapılır, başka adayların önünü keser, Türkiye'ye geleceğini kaybettirebilirim. Kendimi bundan ilk günden menettim. Kendi hırsımın, ihtirasımın Türkiye'ye bir seçim kaybettirmesine izin vermeyeceğim” dedi.

Genel Başkan’ın bu cümlelerle öncelikle selefi Kemal Kılıçdaroğlu’na mesaj verdiğini söylemek yanlış olmaz.

Bir adım ileri gidersek; aynı açıklamayla, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı seçtirmek üzere siyaset yapılması gerektiğini söyleyen MHP lideri Devlet Bahçeli’ye de “İmamoğlu” kartını kullanmış oldu.

Burada Yavaş’ın alacağı konum önem kazanıyor.

Şöyle ki, AKP’nin başlatmak istediği ancak ittifak ortağı MHP’nin önünü kestiği Kürt açılımı konusunda CHP de İmamoğlu üzerinden yürümeye çalışıyor. Kürtlerin en yoğun olduğu kent İstanbul’da DEM Parti adayı Meral Danış Beştaş’ın yüzde 2.12 oy aldığı son yerel seçimde, İmamoğlu’nun AKP’nin adayı Murat Kurum’a attığı yüzde 11’den biraz fazla oy farkında Kürtlerin oyu var.

Sürekli erken seçim yapılması yönünde politika yapan CHP’nin önündeki en büyük handikap, parti tabanının kısmen mesafeli durduğu Kürt oylarını arkasına alan İmamoğlu mu, yoksa Kürtlerin oy vermeyecekleri belli olan, Ankara’nın yanı sıra İç Anadolu’daki merkez sağ ve milliyetçi seçmenin oylarına talip olan Yavaş mı tercih edilecek, Erdoğan’a karşı.

Genel merkezin tavrı nasıl olacak?

Her ne kadar üzerinden yarım asırdan fazla geçmiş olsa da Avcıoğlu ve Ecevit’in kaleminden çıkan “kalkınma ve refah düzeyinin yükseltilmesinin sağlanması, devrimcilikten vaz geçmeme, batı politik sisteminin ağa ve eşrafın oy paketleriyle politik hayatta ağır basmasının sağlamasına destek olunmaması” gibi yaklaşımların dikkate alınması şart.

                                                                /././

Maliye, fiş/fatura almayana şu ana kadar ceza kes(e)medi…-Murat Batı-

Fiş/fatura düzenlemeyene (lokantacıya, markete vs.) VUK m.353 uyarınca özel usulsüzlük cezası kesiliyor ve bu, düzenlemeyene tebliğ ediliyor. Ancak fiş/fatura almayana ise fiş/fatura alma zorunluluğu kanunen olmadığı ve ceza kesilse bile bunu mükellefe usulen tebliğ edemeyeceği için Maliye, fiş/fatura almayana şu an ceza kes(e)memekte

Fiş/fatura almayana ve vermeyene yönelik cezalara ilişkin düzenlemeler 2 Ağustos 2024 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 7524 sayılı Kanunla yapılmıştı.

Fiş/fatura almama durumunda fiş/faturayı almayan tüketicilere 5 bin lira ceza kesileceği (VUK m.353/3) herkesçe çok konuşuldu. Yani bir lokantaya gidip yemek yediniz ve fiş almadan çıktıysanız Maliye, size 5 bin lira ceza kesecek. Bunu, ben demiyorum 213 sayılı Vergi Usul Kanunu (VUK) m.353/3 söylüyor.

Yani Kanun (VUK m.353/3) diyor ki bir lokantada/kafede yediğiniz/içtiğiniz bir şey için fiş/fatura almazsanız o zaman o fiş/faturayı düzenlemeyene/vermeyene (lokantaya/kafeye) ceza kesilecek ayrıca bu fiş/faturayı almayan nihai tüketiciye de yani bize de 5 bin lira özel usulsüzlük cezası kesilecek.

İyi de bu Kanun değişikliği 2 Ağustos 2024 günü yürürlüğe girdi ve bugün itibariyle de yaklaşık üç aydır (3 ay 6 gün) uygulamada ama herkesi tedirgin eden bu düzenleme ile kaç kişiye fiş/fatura almadı diye 5 bin lira ceza kesildi?  bil(m)iyoruz.

Ancak öğrendiğim kadarıyla bu 5 bin lira ceza hiç kimseye kesil(e)memiş.  Fiş/faturayı vermeyene kesiliyor ancak almayana kesil(e)miyor, bunun net altını çizmiş olayım. 

Peki fiş/fatura almayana neden kesilemiyor?

Bunun iki tane cevabı var; ilki nihai tüketicinin yani bizim alışveriş sonrası fiş/fatura alma zorunluluğumuz Kanunda düzenlenmemiş olması, diğeri ise hadi Maliye gözünü kararttı, cezayı kesti ama bu sefer de tebliğ edememe sorunu bulunmakta…

Bunu biraz açalım isterseniz, ilki fiş/fatura alma zorunluluğuyla alakalı.

Vergi Usul Kanunu m.232 uyarınca kimlerin fatura alacağı ve vereceği net şekilde düzenlenmiştir. VUK m.233 de perakende satış vesikalarını düzenlemiştir. Ancak VUK m.232’de ya da başka bir maddede nihai tüketicilerin fiş/fatura alma zorunluluğunu düzenleyen bir hüküm bulunmamaktadır.

Yani fiş/fatura almamaya yönelik kesilecek özel usulsüzlük cezasını düzenleyen VUK m.353/3’ün dayanağı yani bu maddede sayılan nihai tüketicinin fiş/fatura almasını zorunlu kılan bir hüküm bulunmamaktadır. VUK m.353/3 ile kanunen zorunlu tutulmayan yani nihai tüketiciye fiş/fatura alma gibi bir görev/sorumluluk yükleyen bir hüküm yokken Gelir İdaresinin fiş/fatura almadı diye 5 bin lira ceza kesmeye kalkması ilginç bir durumdur.

Nihai tüketicinin fiş/fatura/makbuz almasını zorunlu kılan tek hüküm VUK m.236’dır. Bu maddeye göre avukat, doktor gibi serbest meslek erbabı serbest meslek makbuzu düzenlemek zorunda ve müşterinin isteyip almasını da zorunlu tutmuştur. Yani bir avukattan serbest meslek makbuzunu istemek ve almak zorundasınız. Almazsanız o zaman idari para cezası kesilir. Çünkü kanunda açıkça bunu isteyip ve almak zorunda olduğunuz belirtilmiştir. Dikkat edilmesi gereken husus ise bunun sadece serbest meslek makbuzu için geçerli olmasıdır. Bu uygulama fiş/fatura vs için geçerli değildir.

Diğer cevap ise kesilen cezanın nasıl tebliğ edileceği hususuyla alakalıdır;

2 Ağustos 2024 tarihinden önce fiş/fatura almadığınız tespit edildiğinde kesilen ceza, bir tutanakla tespit edilir ve tutanağın bir nüshası size verilip -tutanak, ihbarname yerine geçerek- tebliğ edilmiş olurdu.

Ancak 2 Ağustos tarihinde yürürlüğe girecek şekilde yapılan değişiklikle ceza kesilene yapılacak özel tebliğ hükmü maddeden (VUK m.353/3) çıkarıldı. Yani ceza kesilmesi anında size tutanağın verilmesi artık tebliğ yerine geçmeyecek.

Bu çerçevede kesilecek cezanın muhataba nasıl tebliğ edileceği hususuyla alakalı maddede yeni bir açıklamaya yer verilmediğinden 2 Ağustos tarihinden itibaren bu şekilde kesilecek cezalara ilişkin genel tebligat hükümleri geçerli olacaktır.

Daha basit bir ifadeyle Vergi Usul Kanunu’nda geçerli olan tebligat hükümleri burada da geçerli olacaktır.

Ancak bir restoranda bir şeyler yediniz sonra hesabı isteyip nakit olarak ödeyip çıkıp gittiniz. Yolda Maliye denetim elemanı sizi durdurdu pardon fişinizi görebilir miyim diye sorarsa siz de durmadan giderseniz ya da kimlik bilgilerinizi istedi ve siz vermediniz o zaman size nasıl bu cezayı tebliğ edecek. Çünkü fiş/fatura almayan kişiye düzenlenen tutanakla birlikte o kişiye kesilen ceza, bir ceza ihbarnamesi ile tebliğ edilmesi gerekecektir. VUK m.366 kesilen vergi cezaları ilgililere ceza ihbarnamesi ile tebliğ edilir hükmü ile açıkça belirtmiş bunu. Ceza kesilen kişinin avukatlık, mali müşavirlik gibi bir serbest meslek faaliyeti ya da restoran işletmecisi gibi ticari faaliyetinden dolayı mükellefiyeti varsa bağlı olduğu (iş yerinin olduğu) vergi dairesince; ticari kazanç, serbest meslek kazancı vs. gibi bir mükellefiyeti yoksa ikametgahının olduğu vergi dairesince ihbarname düzenlenir ve tebliğ edilir.

Ceza kesilen kişinin ticari kazanç, serbest meslek kazancı vs gibi mükellefiyeti varsa yani elektronik tebligat adresi varsa o kişiye tebligat, elektronik olarak yapılır.

Elektronik tebligat zorunluluğu olmayanlara yani emekli Mehmet Amca’ya ya da öğrenci Fatma Hanım’a tebligat posta yoluyla yapılacaktır. Posta ile yapılan tebligatların iadeli taahhütlü şekilde yapılması gerekmektedir. Bu şekilde yapılan tebligatın önemi, tebliği alacak olacak kişinin tebliğ alındısını imzalaması ve bir nüshasının ise vergi dairesi kayıtlarına konulmasıdır. Yani ispat aracı olarak kullanılması şarttır. Bu durumda tebliğe konu işlemin hukuken bir sonuç doğurması sağlanmış olur.

Tebliğ yapılacak adres ise muhatabın bilinen adresine yapılır. Genel olarak bu adres ise MERNİS olarak bilinen merkezi nüfus idaresi sistemidir.

Ezcümle

Fiş/fatura düzenlemeyene (lokantacıya, markete vs.) VUK m.353 uyarınca özel usulsüzlük cezası kesiliyor ve bu, düzenlemeyene tebliğ ediliyor. Şu an bu şekilde uygulanıyor, burada bir sorun yok ve Maliye denetim elemanları sahada bu şekilde işlem yapıyor.

Ancak fiş/fatura almayana ise fiş/fatura alma zorunluluğu kanunen olmadığı ve ceza kesilse bile bunu mükellefe usulen tebliğ edemeyeceği için Maliye, fiş/fatura almayana şu an ceza kes(e)memekte.

Sanıyorum şu an iyi de Maliye kes(e)meyeceği bir ceza uygulamasını neden düzenler diye aklınızdan geçiriyorsunuzdur. Bunu, belki Bakan Mehmet Şimşek cevaplar, bekleyip göreceğiz.

                                                        /././

Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, cezaevinden T24’ün sorularını yanıtladı: Necmi Kadıoğlu sağda solda kayyım atanacağını söylüyormuş! Sonuç alırlarsa İmamoğlu’nu oyun dışı bırakmak isteyecekler -Candan Yıldız-

“Eğer buradan sonuç alırlarsa İBB’ye yönelip Sayın İmamoğlu’nu oyun dışı bırakmak isteyecekler… Mehmet Kaya, annesi ölmüş, Van’dan biri arayıp söylüyor. Taziye bizde önemli, baş sağlığı dile diyor. Vay sen misin bunu diyen! Üstelik Mehmet Kaya herhangi bir suç işlemiş biri değil. Mehmet Kaya’nın kardeşinin örgüt ile bağı varmış. Ya bana ne? Ben birisine baş sağlığı ileteceğimde akrabaları ya da kendisinin GBT’sini mi isteyeceğim!”

Prof. Dr. Ahmet Özer

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli’nin, HDP’nin yüzde 13 oy aldığı 7 Haziran 2015 sonrası oluşan tabloya karşı siyasi hamlesinin sonuçlarını kayyum, demokratik siyasi alanın daraltılması, baskı yasalarını yasalaşması olarak yaşıyor Türkiye…

Kürt meselesinin çözümünde “yeni bir süreç mi?” sorusunun sorulduğu günlerde, yine Kürt meselesiyle doğrudan bağlantılı yeni kayyum haberleri geldi.

Mardin, Batman ve Halfeti’den önce Esenyurt Belediye’sine kayyum atandı. 31 Mart seçimlerinde CHP ve DEM’in İstanbul’un en kalabalık ilçesi Esenyurt’un sosyolojisine uygun olarak “Kent Uzlaşısı” siyasetinin adayı Prof. Ahmet Özer de tutuklandı.

Sistematik olarak işletilen kayyum siyaseti Van’da denendi olmadı. Hakkari’de hayata geçti, Esenyurt’ta el yükseltildi.

İç ve dış siyasetin uzun zamandır birbirinin yedeği olduğu Türkiye’de iktidarın Orta Doğu denklemini de hesaba katarak kurduğu yeni denklemin sonuçları ne olur bilinmez ama CHP ve DEM’in hırpalanmak istendiği açık.

Türkiye’nin son on yılına dair çok şey söyleyen Silivri 9 Nolu’nun yeni sakini Ahmet Özer avukatları aracılığıyla T24’ün sorularına yanıt verdi. Tutukluluğuna yapılan itiraz ise reddedildi. Tabii ki ben sorularımı avukatlara ulaştırdıktan sonra çok gelişme oldu. İşte Ahmet Özer’in sorularıma verdiği cevaplar…

Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer, 30 Ekim'de tutuklandı. Beyoğlu Kaymakımı'yken 30 Ekim'de özel vekalet onayı ile İstanbul Vali Yardımcılığı’na terfi ettirilen Can Paksoy ise Özer'in yerine 31 Ekim'de kayyım olarak atandı

- Size isnat edilen suçlamalarla ilgili somut olarak neler söyleyeceksiniz?  Suçlamalar kamuoyuna yansıdı ancak sizin yanıtlarınızı parça parça öğrenebildik. Örneğin, Remzi Kartal’la 14 defa olduğu iddia edilen telefon görüşmesi, Van’da Mehmet Kaya ile yaptığınız taziye görüşmesi ve Rojda konseri…

İsnat edilen iddialar mesnetsiz, kurmaca ve kumpastır. Ben 40 yıldır ülkeme çeşitli kademelerde hizmet eden, 38 kitap yazmış, 200 ulusal ve uluslararası makalesi olan, 350 ulusal ve uluslararası bildirisi olan kendi alanında tanınmış saygın bir bilim insanıyım. Araştırmacıyım. Çatışmaların çözümü, bölgesel kalkınma, siyasal ve toplumsal değişme alanlarında çalışan bir sosyolog ve siyaset bilimcisiyim. Millî Eğitim Bakanlığı’nda, GAP idaresinin Master Plan çalışmasında görev aldım. GAP Belediyeler Birliği Genel Sekreterliğini yaptım. Bu süre zarfında Rektör Yardımcılığı, Dekanlık, Bölüm Başkanlığı, Merkez Müdürlüğü, Senato Üyeliği gibi görevler yaptım; bilimsel akademik dergiler yönettim. Şimdiye kadar mahkemeye çıkmışlığım olmamıştır. Tek bir soruşturmam, kavuşturmam yok hakkımda. Peki şimdi soruyorum 10 yıl, 15 yıl işlediğimi ileri sürdükleri suçları işlemişsem neden bunca sene ve süre beklemişler. Ben belediye başkanı olduğumda mı akılları başlarına gelmiş. Hayır mesele ben değilim. Mesele seçim ile alamadıkları Esenyurt Belediyesi’ni hukuku sopa gibi kullanarak ele geçirmek. Mesele, burada sonuç alırlarsa benzer bir uygulamayı İstanbul Büyükşehir’e uygulamak, Sayın İmamoğlu’nu oyun dışında bırakarak rakipsiz olmak; mesele CHP’nin içini karıştırarak iktidar yürüyüşünü engellemektir. Ama asla başaramayacaklar. Halkın iradesi demokrasi ile esastır.

Remzi Kartal’a gelince. Ben Vanlıyım, Remzi Kartal da Vanlı ve bir zamanlar Van milletvekiliydi. O zaman tanırdım. Ancak dışarı çıktıktan sonra kendisi ile bir ilişkim ve irtibatım söz konusu değil, olamaz. Kaldı ki belirttikleri tarihte AKP milletvekili Hüseyin Yayman’ın Remzi Kartal ile yemek yedikleri görüntüler medyaya yansıdı. Benim telefonla işlediğimi ileri sürdükleri, iddia ettikleri (ki kesinlikle reddediyorum) telefon konuşması suç ise o AKP’liler yüz yüze görüşüyor, birlikte yemek yiyorlar, onlarınki neden suç olmuyor? Onlar neden suç işledikleri saiki ile göz altına alınıp hapsedilmiyor? Buda gösteriyor ki mesele hukuk, suç vs değil mesele Esenyurt’u haksız hukuksuz ele geçirmek.

Örneğin Mehmet Kaya, annesi ölmüş, Van’dan biri arayıp söylüyor. Taziye bizde önemli, baş sağlığı dile diyor. Ben de arayıp “Allah rahmet etsin değerli annenize, başımız sağ olsun, sizin gibi değerli insanlar doğurmuş” diyorum. Vay sen misin bunu diyen! Üstelik Mehmet Kaya herhangi bir suç işlemiş biri değil ve bu deli saçması durumla ilgili suç duyurusunda bulunacağını söylemiş. Mehmet Kaya’nın kardeşinin örgüt ile bağı varmış. Ya bana ne? Ben birisine baş sağlığı ileteceğimde akrabaları ya da kendisinin GBT’sini mi isteyeceğim!

Örneğin Rojda konseri. Ben Rojda’yı tanımam, hayatımda da görmüş değilim. Bu program için belediyenin kasasından bir tek kuruş ödemiş değilim. Çünkü bu programı Esenyurt İl Dernekler Birliği organize etti, bizim Kültür Müdürlüğümüz de yardımcı olmuş.  Üstelik Festivali kaymakamla birlikte açtık. İlk konseri Esenyurt Kaymakamı ve eşiyle birlikte izledik. Güvenliği de polis sağladı. Festivali AKP İlçe Başkanı, milletvekilleri, eski bakanlar da ziyaret etti. Şimdi bundan suç üretiyorlar. Tıpkı benim kiracımın bana ödediği, dekontları olan 3 yıllık kiranın sanki o değil ben bir yeri finanse etmişim gibi algı yaratmaya çalıştıkları yalan gibi. Bütün iddialar böyle mesnetsiz ve temelsiz.

CHP'nin Esenyurt Mitingi

- Özgür Özel Esenyurt’taki mitingde paylaştı. Evinizin kapısı kırılmaya çalışılmış… O güne dair neler yaşadınız?

Saat 5:30’da 30 polis ile evim basıldı. Hiçbir şekilde hak etmediğim bir muameleye tabi tutularak göz altına alındım, telefonuma el konuldu, bilgisayarımın imajı alınmadan el konuldu, avukatımı çağırmama dahi izin vermediler. Bu fütursuz ve kanunsuzluğu makam aramasında da yapmışlar. Üstelik orada olan hukuktan sorumlu olan Başkan Yardımcısı Oktay Kılıç’ın ısrarına rağmen içeri almamışlar. Önce suç yaratıp sonra ona uygun kendilerine göre suçlu yaratıyorlar.

Silivri 9 No’lu simgesel bir cezaevi oldu. Cumhuriyet davasında yargılananlar da orada kaldı.  Osman Kavala, Gezi tutukluları… Neler söylersiniz bu konuda?

Türkiye’nin geldiği durumun bir aynası gibi değil mi? Hak hukuk tanımamazlık, hukuk ihlalleri, sönüp giden hayatlar, yıllar sonra verilen beraatler… Peki bunların hesabını kim verecek?

- Şartlarınız nasıl?

Hapishane şartları nasıl olursa öyle…

"En çok Esenyurt halkı adına üzüldüm, rantı önledik, kestiler"

- Esenyurt Belediyesi Kent Uzlaşısı ile kazanıldı. Ve İstanbul’da kayyum atanan ilk belediye oldu. Bu konuda ne diyeceksiniz? Hiç kayyum atanacağına ilişkin bir öngörünüz, bunun ayak sesleri var mıydı?

Kayyım atanacağına dair bir öngörüm, beklentim olmadı. Çünkü bunu gerektirecek bir durum söz konusu değil. Ama AKP’den seçilen eski belediye başkanı Necmi Kadıoğlu kayyım atanacağını sağda solda söylüyormuş. Sonra verdiği bir röportajda “Devlet her zaman 19 yaşında” diyerek mesaj verdi. Operasyondan 3-4 gün önce “Belediyeye dönüyoruz” diye tweet atmış. Ama biz abdestimizden emin olduğumuz için ciddiye almadık, işimize devam ettik?

- Esenyurt’a gittiğimde mitinge gelenler Esenyurt’un önceki belediye başkanına tepkiliydi. Rant ve yolsuzluklar konusunda halkın iddialarını bizzat dinledim. Sizin geçmiş döneme ilişkin bir komisyon kurdurduğunuz yönünde haberler de çıktı. Böyle bir komisyon var mıydı, varsa neden kuruldu ve çalışmaya başlamış mıydı, ulaştığı sonuçlar var mıydı?

Bir komisyon değil, ama rutin içinde işleri sıkı denetledik. Gelir Müdürlüğü’nü kurduk. Tasarruf tedbirlerine uyduk. Bütçemizi ona göre yaptık. Önemli projeler başlattık. Halk da bizden çok memnun. Tam yol ilerlerken bize operasyon yaptılar.

En çok Esenyurt halkı adına üzüldüm. Rantı önledik. Onların özlemini duyduğu hizmetler götürmeye çalıştık. Kestiler. Örneğin; yolları yaptık, sokakları düzelttik, parklar yaptık, kreş yaptık, aşevi açtık, tutuklanmasaydım emekliler evini açacaktık, Ekrem Başkan ile Haramidere Cemevi’nin temelini atacaktık.

- Sizce neden Esenyurt? Buna ilişkin siyasal okumanız, değerlendirmeniz nedir?

Geçmişten alışık oldukları Esenyurt’un rantını ele geçirmek, seçim ile alamadıklarını, hukuku sopa gibi kullanarak ele geçirmek.

Tutuklamam hukuksuz. Olması gereken benim serbest kalmam. Halk demokratik tepkisini gösteriyor. Çünkü bu uygulama hukuk dışı bir kumpas olup Anayasanın bağımsızlığı ile ilgili 138. maddenin ihlali ve halk egemenliğinin gasp edilmesi anlamına geldiği açıktır.

- Ekrem İmamoğlu da en sert tepki gösteren isimlerden oldu. Zira siz İmamoğlu’na da danışmanlık yaptınız. Yorumlar çeşitli, sıra İBB’de gibi… Ne diyeceksiniz?

Eğer buradan sonuç alırlarsa İBB’ye yönelip Sayın İmamoğlu’nu oyun dışı bırakmak isteyecekler. Yanı sıra CHP’nin içini karıştırmaya çalışarak iktidar yürüyüşünü engellemek istiyorlar.

                                                      /././

ABD başkanlık seçimleri, Trump etkisi ve finans kapitalde canlanma -Binhan Elşf Yılmaz-

Trump’ın zaferi öncesinde artmaya başlayan tahvil faizlerinde seçim sonrasında da canlılık devam etti. Seçim sonrasında hisse senedi piyasalarındaki ilk yansıma, Trump döneminde kimlerin kazanacağını ya da kazanamayacağını göstermiş oldu.

Donald Trump

ABD başkanlık seçimi, Donald Trump’ın zaferiyle sonuçlandı. Temsilciler Meclisi ve Senato’ya Cumhuriyetçi çoğunluk hâkim oldu. Artık en büyük merak konusu Trump’ın uygulamayı planladığı politikaların hem ABD’ye hem diğer ülkelere hem de Türkiye’ye etkilerinin neler olabileceği üzerine yoğunlaşıyor. 

Trump’ın seçim sloganı “Amerika’yı yeniden harika (büyük) yap”tı. J. Biden yönetimini; yüksek enflasyon, artan açlık sınırı, artan suç, küresel çatışma, göçmen sorunu, kaos ve istikrarsızlık yarattığı için bol bol eleştirdi.

Peki ikinci başkanlığında Trump ne yapmayı planlıyor? Biden'ın ülkeyi işgal ettirdiğine inandığı milyonlarca yasadışı göçmeni sınır dışı etmeyi, en tehlikeli suçlulara öncelik vererek yerel polisle çalışmayı, yerli üretimi arttırmayı, enflasyonu düşürmeyi, savunma sanayini güçlendirmeyi, enerji bağımsızlığına sahip olmayı, yer altı kaynaklarını verimli kullanmayı, yabancı dış kaynak kullanma yerine Amerikan üreticilerini önceliklendirmeyi, deregülasyon politikalarını yeniden yürürlüğe koymayı, herkese eşit muameleyle eşit hukuku uygulamayı, küresel kaosu sona erdirip barışı yeniden sağlamayı, jeopolitik riskleri azaltıp emtia fiyatlarını düşürmeyi, vergi indirimlerini uygulamayı, temel özgürlükleri geri getirmeyi, tarihin en büyük ekonomisini inşa etmeyi, kısaca Amerikan rüyasını yeniden yaşatmayı planlıyor.

IMF’nin tahminlerine (Dünya Ekonomik Görünüm Raporu, Ekim 2024) göre küresel büyüme bu yıl ve önümüzdeki yıl yüzde 3,2 olurken, ABD ekonomisi yüzde 1,8 büyüyecek.

ABD’nin küresel milli gelirdeki payı 2023’te yüzde 15 oldu, 2020’de ise yüzde 20 civarındaydı. Böyle bir pay ile yetinmeyecek olan Trump’ın gevşek para politikasına geçişi beklenirken, IMF de büyüme verisini yukarı yönlü revize edebilir.

Öte yandan ABD’nin dış ticaret açığı yıllık 1 trilyon $'ın üzerinde. ABD’nin dünya ticaretindeki payı ise 2000 yılında yüzde 14’ten yüzde 10’a geriledi.

Bu arada Türkiye’nin ABD ile dış ticaretinde 100 milyar $’lık bir hedefi yıllardır vardı. Ancak böyle bir rakama ulaşmak zor. TÜİK verilerine göre Ocak-Eylül 2024 döneminde bile ABD ile ihracat hacmimiz 11,9 ve ithalat hacmimiz de 12,3 milyar $ düzeyinde. Avrupa’daki durgunluk nedeniyle dış ticaret hacmimiz zayıflıyor ama özellikle büyük ölçekli ihracatçılarımızın ABD pazarına girişleri ile şimdiki payın bir miktar artması yine de olası.

Trump, Karşılıklı Ticaret Yasası’yla ABD’yi haksız yabancı rekabetten koruyarak yurtiçi imalatı yeniden canlandırmayı, istihdam ve yatırım yaratmayı hedefliyor. Ayrıca kritik tedarik zincirine ABD’nin hâkim olmasıyla istihdam piyasasının canlanması ve hane halkı gelirlerinin artması da beklentiler arasında.  

Trump, 20 Ocak 2025’te görevi devraldıktan sonra temel malların ithalatını aşamalı olarak durdurmayı planlıyor. Yurt dışında üretim yapan, siparişlerini dışarıya yaptıran şirketlerin Federal Hükümetle iş imkanlarını daraltacak.

Çin ile ticaret savaşı devam edecek. ABD, gümrük vergisini geçtiğimiz aylarda Çin menşeli elektrikli araçlarda yüzde 25’ten yüzde 100’e, güneş panellerinde yüzde 25’ten yüzde 50’ye, bazı alüminyum ve çelik ürünlerinde yüzde 7,5’ten yüzde 25’e yükseltirken, yine yarı iletkenlerde yüzde 25’ten iki katına çıkardı. Trump ise söz konusu oranları daha arttıracağını her fırsatta söylüyor.

Bu şekilde yabancı üreticilere uygulanan tarifeler arttıkça, Amerikan halkının kazanacağını savunuyor. Dış ticaret vergi gelirleri artış gösterirken, yerli yatırımcının gelir ve kurumlar vergisi yükünü azaltmayı, dolayısıyla vergi indirimlerini hayata geçirmeyi planlıyor.  

Ancak ABD’de gelir vergisi bizden farklı, çünkü federal ve eyalet bazında iki farklı türde gelir vergisi uygulaması var. Gelir vergisi artan oranlı tarifeye sahip, ödeme gücüne göre gelir vergisi oranları yüzde 10 ile 40 arasında. Bazı eyaletlerde bu oranlar daha düşük. Ayrıca kanuni kurumlar vergisi oranı yüzde 21 olmakla beraber istisna ve muafiyetler ile efektif vergi oranı daha düşük düzeyde. Aslında bu yüzde 21’lik oran 1980’li yıllara göre oldukça düşük, o yıllarda yüzde 40’ın üzerinde kanuni kurumlar vergisi oranına sahipti, elbette efektif vergi oranı daha düşüktü.

Rekabete zarar veren düzenlemeleri tersine çevirerek, Biden'ın elektrikli araç vb. diğer zorunluluklarını iptal ederek ve Çin araçlarının ithalatını önleyerek ABD otomotiv endüstrisini canlandıracak ki Trump elektrikli araçlara da karşı. Daha da ötesinde, uygulayacağı politikaların odağında iklim kriziyle mücadele olmayacak, büyük olasılıkla iklim krizine inanmıyor.

Trump’ın politikaları ekonomik açıdan Türkiye’yi dolaylı yoldan etkiler. Bir yandan Avrupa’nın zorda kalması dış ticareti ve diğer göstergeleri bozucu etki yaratır. Bir yandan da dolar cinsi varlıklarda yüksek getiri, ekonomimizi zorlayacak bir faktör. Son olarak geçtiğimiz aylarda Çin’li elektrikli otomobil firmalarının Türkiye’ye yapmaya başladıkları yatırım söz konusu. Umarız iki ülke ilişkilerinde bir gerginlik yaratmaz. 

Trump’ın zaferi öncesinde artmaya başlayan tahvil faizlerinde seçim sonrasında da canlılık devam etti. 10 yıllık ABD tahvil faizi yüzde 4,46 seviyelerini gördü. Dolayısıyla seçim öncesinde de fiyatlama başlamıştı. Bu durum Fed’in son faiz kararının oldukça kritik öneme sahip olduğunu gösteriyor. Bir enflasyonist gidişata işaret eden ABD tahvil piyasasının bu görünümü Fed'in faiz indiriminde temkinli olması konusunda baskı olarak düşünülebilir.

Seçim sonrasında hisse senedi piyasalarındaki ilk yansıma, Trump döneminde kimlerin kazanacağını ya da kazanamayacağını göstermiş oldu. Enerji, elektrikli otomotiv gibi hisse senetlerinde gerileme yaşanırken, onu destekleyen Elon Musk’ın şirketleri değerlendi, hatta Musk başta olmak üzere diğerlerine de vergi avantajı tanınması gündemde.

Borsalar da canlandı; Dow Jones yüzde 3,57 civarında artarken, S&P 500 yüzde 2,53, NASDAQ yüzde 2,95 yükseldi. DXY ise 105’e kadar çıktı.  

Trump, kripto dostu olduğunu da her fırsatta ifade ediyordu ve seçimin hemen öncesinde yükselmeye başlayan Bitcoin 75 bin doları aşarak rekor kırdı. Günlük yükseliş yaklaşık yüzde 8 gerçekleşti.  

Ancak Avrupa bu konuda negatif ayrıştı. Euro değer kaybederken Avrupa borsaları da aşağıya doğru geldi. Özellikle IBEX35 yüzde 2,90 ve DAX yüzde 1,13 düştü. Avrupa’nın bu durumu zayıflayan ekonomiler ile sarmala döndü.

ABD ticareti özelikle Avrupa’ya karşı açık veriyor. O nedenle Avrupa ülkeleri için de gümrük tarifeleri yükselecek. Ancak önemli bir sorun var, bu ülkeler ABD’ye ihracat yapamayacaklar da nereye satacaklar?

ABD açısından her türlü mal ithalatı vergilendirilecek ama karşı ülkelerden de karşı vergileme gelir. Bu da küreselde tedarik sorunu yaratır. Son iki yıldır uygulanan sıkı para politikaları ile zaten sınırlanan iç talep ortamında ticaretin de daralıyor olması, faiz indirimlerine kapı aralayacak gibi görünüyor. Bu da düşürülmeye çalışılan enflasyonda yukarı yönlü seyir potansiyeli taşıyor.

ABD’nin bütçe açığı ve kamu borcu, pandemi öncesinden bu yana hâlâ yüksek düzeyde. Borç ödeme maliyetleri birçok ülkede olduğu gibi ABD’de de yüksek ve artmaya devam ediyor. Borç sürdürülebilirliğini sağlamak ve uzun vadeli bütçe esnekliğini geri kazandırmak için, maliye politikasını sıkılaştırmak önemli.

IMF tahminlerine göre ABD’nin 2029 yılında kamu borcu/GSYİH oranı yüzde 134’te sabitlenirken, bütçe açığı/GSYİH oranı da yüzde 6,1 olacak. Daha kötüsü bu açığın yarısı borç faiz ödemelerinden oluşacak. Dolayısıyla birincil açık ve maliye politikası sinyal veriyor. Borç yönetimi ve maliye politikası uygulamasında J. Yellen’in tüm endişeleri haklı çıkacak gibi görünüyor.

                                                      /././

Gebze Belediyesi'ne ait barınaktaki 45 hayvanın ölümüyle ilgili otopsi raporu: Hayvanların ciğerlerinde kanama ve ödem tespit edilmiş, ağız ve burunlarından kan gelmiş!

Raporda hayvanların ağızdan ve burundan kan geldiği gözlendiği belirtildi. Karın boşluğu açıldığında hayvanın ölümünün yeni gerçekleştiği, yoğun kanama şekillendiği ve midenin boş olduğu ifadeleri de raporda yer aldı.(https://t24.com.tr/haber/gebze-belediyesi-ne-ait-barinaktaki-45-hayvanin-olumuyle-ilgili-otopsi-raporu-hayvanlarin-cigerlerinde-kanama-ve-odem-tespit-edildi,1195083)

                                                                 ***

Fed Başkanı Powell'dan Trump'a net mesaj: Görevimden ayrılmam

ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Jerome Powell, ABD başkanlık seçiminin sonuçlarının para politikası kararları üzerinde hiçbir etkisi olmayacağını belirtti. Powell, ABD'nin seçilmiş başkanı Trump'ın kendisinden görevi bırakmasını istemesi halinde ayrılmayacağını söyledi.

Jerome Powell, Fed'in politika faizini beklentiler dahilinde 25 baz puan düşürerek yüzde 4,50-4,75 aralığına indirmesinin ardından basın toplantısı düzenledi. ABD'de 5 Kasım'da yapılan başkanlık seçimlerinin sonucuna ve ekonomiye etkilerine dair bir soru üzerine Powell, "Yakın vadede seçimin politika kararlarımız üzerinde hiçbir etkisi olmayacak." dedi.(https://t24.com.tr/haber/fed-baskani-powell-dan-trump-a-net-mesaj-gorevimden-ayrilmam,1195110)                           ***

AB’den Türk devletlerine KKTC tepkisi-Yusuf Özkan/BBC Türkçe-
Türk Devletleri Teşkilatı'nın Kırgızistan'da düzenlediği zirveye, uluslararası alanda sadece Türkiye tarafından tanınan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin "gözlemci" olarak çağırılması, Avrupa Birliği'nde rahatsızlık yarattı.(https://t24.com.tr/haber/ab-den-turk-devletlerine-kktc-tepkisi,1195114)

                                                           ***

Kanun teklifi, İçişleri Komisyonu'nda kabul edildi: Yetkisiz 'çakar' kullanmanın cezası 96 bin TL'ye yükseltiliyor; sınır dışı etme kararı süreci hızlandırılıyor;  Kaymakam adaylarının mesleğe alınmasının usul ve esasları yeniden belirlenecek; Mülkiye müfettişlerinin atanma koşulları ile görev ve yetkilerine ilişkin düzenleme; Bekçilere üst arama yetkisi
AKP’nin ateşli silahlara ve yetkisiz çakar kullanımına ilişkin ceza hükümleri ile iç güvenlik alanında düzenlemeler içeren 46 maddelik torba kanun teklifi TBMM İçişleri Komisyonu'nda kabul edildi. Teklifte; mülkiye müfettişlerinin görev ve yetkilerinin tanımlanması, mülki idare amirliği hizmetleri sınıfına ilişkin düzenlemeler, çakar kullanımına ilişkin ceza hükümleri, bekçilerin üst ve araç arama yetkisinin çerçevesine ilişkin düzenlemeler yer alıyor.(https://t24.com.tr/haber/kanun-teklifi-icisleri-komisyonu-nda-kabul-edildi-yetkisiz-cakar-kullanmanin-cezasi-96-bin-tl-ye-yukseltiliyor-sinir-disi-etme-karari-sureci-hizlandiriliyor,1195107)                          ***

(T-24)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder