Bundan 2400 yıl kadar önce, “gençlerin ahlakını bozduğu,
devletin tanrılarını yok sayarak yeni tanrılar yarattığı, sitenin
tanrılarından farklı tanrıları yücelttiği ve dinsiz olduğu gerekçesiyle” yargılanan Socrates’inSavunması insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en iyi savunması olarak kabul edilir.
Bir onu okuyun, bir de Ahmet Şık’ın mahkemede yaptırılmayan savunmasını. Henüz okumadıysanız, bulup okuyun mutlaka, mümkünse ikisini bir arada.
Ahmet’i Sokrates’le eşitleyecek değilim. Ancak, Sokrates “insanlık tarihinin en iyi savunması”nı yaptıysa, Ahmet de gazetecilik tarihinin en iyi savunmasını yaptı derim.
“Atinalılar” diye başlamıştı sözlerine Sokrates. Ahmet de “Gazeteciler” diye başlayabilirdi; içinde mesleğine bir gram bile saygısı kalmış olanları gurura boğacak konuşmasına.
O yaptırılmayan konuşma; haksızlık, adaletsizlik ve zorbalık karşısında dik duruşun; teslim olmayışın; her ne pahasına olursa olsun inandıklarını ve gerçekleri söyleyebilmenin; korkunun hâkim kılınmaya çalışıldığı bir toplumda bir cesaret kıvılcımı çakmanın çıtasını çok yükseltti.
“Benim vazifem, size para ile erdemin elde edilemeyeceğini, paranın da, ... her türlü iyiliğin de, ancak erdemden geldiğini söylemektir. Ben bunları öğretmekle gençleri doğru yoldan ayırıyorsam, zararlı bir insan olduğumu kabul ederim” demişti Sokrates.
Burada Sokrates’in Savunması’ndan kısacık bölümler aktaracağım; siz de Ahmet’in “Savunma değil itham” dediği ve öyle olduğu için de yaptırılmayan konuşmasını bulup okuyun. Onu okumak size iyi gelecek!
“Atinalılar!” demişti Sokrates; “…hatipler beni suçlamakla, hapse sokmakla korkuttukları zaman, sizler bağırıp çağırdığınız zaman, ben ne hapsolmaktan ne de öldürülmekten korkarak haksızlıklara ortak olmaktansa kanun ve doğruluğun tarafında tehlikeye atılmaya karar vermiştim.”
“Sözün kısası” demişti; “Belki, içinizde, buna benzer, hatta bundan daha az önemli bir sorunda kendisinin, gözyaşları dökerek yargıçlara yalvarıp yakardığını, yargıçları yumuşatmak için çocuklarını bir sürü hısım ve dostlarıyla birlikte mahkemeye getirdiğini hatırlayarak kızan biri olacaktır; halbuki ben, belki de hayatım tehlikede olduğu halde, bunların hiçbirini yapmadım. … Dostum, herkes gibi ben de bir insanım; Homeros’un dediği gibi, tahtadan veya taştan değil, etten, kandan yapılmış bir varlığım; benim de çoluğum, çocuğum vardır; evet Atinalılar, biri hemen hemen yetişmiş, erkek olmuş, ikisi henüz çocuk, üç oğlum vardır; böyle olduğu halde, sizden beraatımı dilemeleri için, hiçbirini buraya getirmeyeceğim… Aranızda bilgeliği, cesareti yahut herhangi bir erdemi ile sivrilmiş olduğu söylenen kimselerin böyle aşağı bir harekete düşmeleri ne kadar utanılacak bir şeydir.”
“Atinalılar, benim için verdiğiniz mahkûmiyet kararına üzülmeyişimin birçok sebepleri var. Bunun böyle olacağını bekliyordum... Belki bana denecek ki: ‘Sokrates; ağzını tutamaz mısın, sana kimse karışmadan yabancı bir şehre giderek, yaşayamaz mısın?”
“Hayır; mahkûm olmama sebep olan kusur, sözlerimde değil sizin istediğiniz gibi, ağlayarak, sızlayarak, haykırarak, bence bana yakışmayan, fakat başkalarından daima işitmeğe alıştığınız birçok şeyleri söyleyerek ve yaparak, ... göstermeyişimdendir. Fakat ben, tehlikeye düştüğüm zaman, ne böyle aşağılıklara, alçaklıklara saparım, ne de kendimi müdafaa etmediğime pişman olurum. Asla! ... Çünkü savaş meydanında olduğu kadar adalet karşısında da ben de, başka hiç kimse de kendini ölümden kurtaracak vasıtaları kullanmağa kalkışmamalıdır. Evet, çok defa, bir kimse savaşta silahlarını bırakmakla, düşmanlarının önünde diz çökmekle ölümden kurtulabilir; her şeyi söylemeği, her şeyi yapmayı kabul eden bir kimse için her türlü tehlike karşısında ölümden kurtulmanın daha birçok çareleri vardır; yalnız şuna iyice inanınız, yargıçlarım, asıl mesele, ölümden sakınmak değil, haksızlıktan sakınmaktır; çünkü kötülük ölümden daha hızlı koşar.”
Ölüme mahkûm edildi Sokrates, ancak hâlâ yaşıyor!
Ahmet de, yapmasına izin verilmeyen konuşmasını; “Bu yüzden geçmişte olduğu gibi katletseniz de, şimdi olduğu gibi hapsetseniz de hakikati söylemeye devam edeceğiz” diye bitiriyor.
On yıllar sonra da okunacak Ahmet’in “itham” savunması ama siz bugün bulup okuyun!
L. DOĞAN TILIÇ / BİRGÜN
Bir onu okuyun, bir de Ahmet Şık’ın mahkemede yaptırılmayan savunmasını. Henüz okumadıysanız, bulup okuyun mutlaka, mümkünse ikisini bir arada.
Ahmet’i Sokrates’le eşitleyecek değilim. Ancak, Sokrates “insanlık tarihinin en iyi savunması”nı yaptıysa, Ahmet de gazetecilik tarihinin en iyi savunmasını yaptı derim.
“Atinalılar” diye başlamıştı sözlerine Sokrates. Ahmet de “Gazeteciler” diye başlayabilirdi; içinde mesleğine bir gram bile saygısı kalmış olanları gurura boğacak konuşmasına.
O yaptırılmayan konuşma; haksızlık, adaletsizlik ve zorbalık karşısında dik duruşun; teslim olmayışın; her ne pahasına olursa olsun inandıklarını ve gerçekleri söyleyebilmenin; korkunun hâkim kılınmaya çalışıldığı bir toplumda bir cesaret kıvılcımı çakmanın çıtasını çok yükseltti.
“Benim vazifem, size para ile erdemin elde edilemeyeceğini, paranın da, ... her türlü iyiliğin de, ancak erdemden geldiğini söylemektir. Ben bunları öğretmekle gençleri doğru yoldan ayırıyorsam, zararlı bir insan olduğumu kabul ederim” demişti Sokrates.
Burada Sokrates’in Savunması’ndan kısacık bölümler aktaracağım; siz de Ahmet’in “Savunma değil itham” dediği ve öyle olduğu için de yaptırılmayan konuşmasını bulup okuyun. Onu okumak size iyi gelecek!
“Atinalılar!” demişti Sokrates; “…hatipler beni suçlamakla, hapse sokmakla korkuttukları zaman, sizler bağırıp çağırdığınız zaman, ben ne hapsolmaktan ne de öldürülmekten korkarak haksızlıklara ortak olmaktansa kanun ve doğruluğun tarafında tehlikeye atılmaya karar vermiştim.”
“Sözün kısası” demişti; “Belki, içinizde, buna benzer, hatta bundan daha az önemli bir sorunda kendisinin, gözyaşları dökerek yargıçlara yalvarıp yakardığını, yargıçları yumuşatmak için çocuklarını bir sürü hısım ve dostlarıyla birlikte mahkemeye getirdiğini hatırlayarak kızan biri olacaktır; halbuki ben, belki de hayatım tehlikede olduğu halde, bunların hiçbirini yapmadım. … Dostum, herkes gibi ben de bir insanım; Homeros’un dediği gibi, tahtadan veya taştan değil, etten, kandan yapılmış bir varlığım; benim de çoluğum, çocuğum vardır; evet Atinalılar, biri hemen hemen yetişmiş, erkek olmuş, ikisi henüz çocuk, üç oğlum vardır; böyle olduğu halde, sizden beraatımı dilemeleri için, hiçbirini buraya getirmeyeceğim… Aranızda bilgeliği, cesareti yahut herhangi bir erdemi ile sivrilmiş olduğu söylenen kimselerin böyle aşağı bir harekete düşmeleri ne kadar utanılacak bir şeydir.”
“Atinalılar, benim için verdiğiniz mahkûmiyet kararına üzülmeyişimin birçok sebepleri var. Bunun böyle olacağını bekliyordum... Belki bana denecek ki: ‘Sokrates; ağzını tutamaz mısın, sana kimse karışmadan yabancı bir şehre giderek, yaşayamaz mısın?”
“Hayır; mahkûm olmama sebep olan kusur, sözlerimde değil sizin istediğiniz gibi, ağlayarak, sızlayarak, haykırarak, bence bana yakışmayan, fakat başkalarından daima işitmeğe alıştığınız birçok şeyleri söyleyerek ve yaparak, ... göstermeyişimdendir. Fakat ben, tehlikeye düştüğüm zaman, ne böyle aşağılıklara, alçaklıklara saparım, ne de kendimi müdafaa etmediğime pişman olurum. Asla! ... Çünkü savaş meydanında olduğu kadar adalet karşısında da ben de, başka hiç kimse de kendini ölümden kurtaracak vasıtaları kullanmağa kalkışmamalıdır. Evet, çok defa, bir kimse savaşta silahlarını bırakmakla, düşmanlarının önünde diz çökmekle ölümden kurtulabilir; her şeyi söylemeği, her şeyi yapmayı kabul eden bir kimse için her türlü tehlike karşısında ölümden kurtulmanın daha birçok çareleri vardır; yalnız şuna iyice inanınız, yargıçlarım, asıl mesele, ölümden sakınmak değil, haksızlıktan sakınmaktır; çünkü kötülük ölümden daha hızlı koşar.”
Ölüme mahkûm edildi Sokrates, ancak hâlâ yaşıyor!
Ahmet de, yapmasına izin verilmeyen konuşmasını; “Bu yüzden geçmişte olduğu gibi katletseniz de, şimdi olduğu gibi hapsetseniz de hakikati söylemeye devam edeceğiz” diye bitiriyor.
On yıllar sonra da okunacak Ahmet’in “itham” savunması ama siz bugün bulup okuyun!
L. DOĞAN TILIÇ / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder