ABD Venezuela’da alçaklığın tarihini yazdı, yazıyor + Komisyon seyahatte -soL-

ABD Venezuela’da alçaklığın tarihini yazdı, yazıyor -Erhan Nalçacı- 

ABD yakın vadede Venezuela’da kazansa bile çöküşünü geri çeviremez bir noktaya geldi. Büyük bütçe açığı, ülkesindeki ayaklanmaya hazır derin toplumsal eşitsizlikler, azalmış ordu morali…

Son bir aydır Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti ABD ordusu tarafından kuşatıldı. Nükleer denizaltı, savaş gemileri, bombardıman uçakları, en nihayet uçak gemisi.

ABD donanması tarafından Venezuela’nın kuşatılması görülüyor.

Sebep?

Uyuşturucuya karşı mücadele mi? ABD bir haydut devlet olarak yalan söylüyor. ABD emperyalizmi sonlansa bölgede uyuşturucu sorunu kalmayacak muhtemelen. ABD kirli işlerini finanse etmek, paralı askerleri beslemek, kendi ülkesinde işçi sınıfını kontrol etmek, devletlere bahane edip saldırmak için uyuşturucu madde sorununu kullanıyor. Zaten en büyük üretici çok yakın zaman kadar ABD kontrolünde kalan Kolombiya, sonra Meksika. Venezuela’da sadece devede kulak sayılacak bir ölçüde madde transferi olduğu söyleniyor. 

ABD emperyalizmi Venezuela karasularında tamamen hukuk dışı olarak küçük teknelere saldırıyor, onlarca masum kişiyi öldürüyor, hiçbir kanıt sunmak zorunda hissetmiyor kendini.

Arkasında milyonlarca hesabı sorulmamış ölü var bu katil devletin. Bir 50 kişinin lafı mı olur?

Ve bağımsız bir Devlet Başkanının yani Maduro’nun başına 50 milyon dolar ödül kondu ABD tarafından. CIA ise sanki zaten daha önce bu işi yapmıyormuş gibi bir darbe için görevlendirildi. Şu anda harıl harıl kimleri satın alabileceklerine çalışıyorlar.

Şebekenin bir de diğer yönü var. Nobel Barış Ödülü Maduro’nun muhalifine verildi. Böylece İsveç sermaye sınıfı da bu alçaklar çetesinin üyesi olduğunu bir kez daha kanıtladı.

Büyük olasılıkla kapsamlı bir kara harekâtı yerine nokta vuruşların yapıldığı bir darbe planlanıyor, göreceğiz yakında ne olduğunu.

ABD’nin söz konusu alçaklık tarihi anlayabilmek için yerimiz yettiğince tarihe dönelim:

Bir alçaklık tarihi

ABD sermaye sınıfı 1800’lerde Orta ve Güney Amerika’ya bir sömürge gözüyle bakmaya başladı. Monroe Doktrini “Avrupa devletleri elinizi çekin bu bölgeden, burası benim alanım” anlamına geliyordu.

ABD bu geniş coğrafyayı ham maddelerine el koymak, pazar olarak ve ucuz emek gücünden yararlanmak için kullandı. Yıllarca işgaller, askeri darbeler, paralı askerler, satın alınmış politikacı ve subaylar ve tabi ki işbirlikçi sermaye çevrelerinin desteği Güney ve Orta Amerika ülkelerinin bağımsızlığını engelledi.

İspanyol egemenliğine karşı Bolivar’ın liderliğinde bağımsızlığını kazanan Venezuela ABD’nin bu yayılma hırsına direnemedi diğer ülkeler gibi. 1895’ten itibaren Venezuela ABD hegemonyası altına girdi. Askeri darbe ile iktidara gelen ve 1935’e kadar yönetimde kalan General Gomez Venezuela’nın zengin petrol yataklarını ABD petrol şirketlerine peşkeş çekti. Hatta ABD’nin 2. Dünya Savaşını Venezuela petrolü ile kazandığı söylenir.

1999’a gelindiğinde Venezuela tıpkı diğer sömürge ülkelerde olduğu gibi tek ürün olan petrol üretimine dayanan bir ekonomiye sahipti. Kırlar nüfusu besleyememiş, kentlerde çok büyük bir toplumsal eşitsizlik yaratmak üzere işsiz yoksullar gecekondu mahallelerine yığılmıştı. Sağlık, eğitim ve kent hijyeninden büyük ölçüde uzak koşullarda yaşıyorlardı.

Ülke zengin ve küçük bir azınlık oluşturan işbirlikçi bir burjuvazi tarafından yönetiliyordu.

Chavez ve ekibi bu koşullarda seçimle yönetime geldi. ABD emperyalizmine karşı bağımsızlıkçı, kamucu ve sosyal devletçi, Latin Amerika halklarının özgürleşmesinden ve birliğinden yana bir programa sahipti.

Petrol gelirlerini devletin kontrolü altına aldı ve buradan kent yoksullarına eğitim ve sağlık hizmeti götüren bir program başlattı, Küba’dan bu konuda kapsamlı bir yardım aldı.

Uzaktan bakıldığında bir devrim olmuş gibi gözüküyordu. Buna sonra geleceğiz.

Biz çok seyrettik “Devrim Televizyondan Yayınlanmayacak” belgeselini, ama gençler seyretmemiş olabilirler, aradan 23 yıl geçti ne de olsa. Venezuela’da ne olduğunu anlamak için gençlerimizin bu belgeseli izlemelerini kuvvetle öneriyoruz. Bir belgesel çekmek için tesadüfen orada bulunan İrlandalı film ekibi Chavez’e karşı ABD tarafından tezgâhlanan darbeye tanıklık eder. Bu tanıklıklarını muhteşem bir belgeselle dünyayla paylaşırlar 2003 yılında.

Emperyalist medyanın yalanları ve gerçeği ters yüz etme çabası, satılık generaller, işbirlikçi burjuvazi…

Ancak halkın ayaklanması ile tutuklanan Chavez serbest kalır, darbe başarısız olur. Bu ABD’nin halen devam eden bir emperyalist devlet olarak çöküşünün belirtilerinden birisi olacaktır.

Ancak ABD doğası gereği alçakça saldırılarını sürdürür. Öncelikle ekonomik yaptırımlar uygulanır halkçı yönetimi zayıflatmak için. Obama döneminde Venezuela Merkez Bankası ve devlete ait petrol şirketine abluka niteliğinde yaptırımlar uygulamaya başlar. 2015’te Venezuela “ABD ulusal güvenliğine karşı olağandışı bir tehdit olarak” belirlenir. AB ülkeleri ve Kanada Batı emperyalizminin olağan çete üyeleri olarak ablukaya destek verirler.

Trump’ın yönetime geldiği dönemde abluka pekiştirilir. CIA operasyonu Venezuelalı işbirlikçilere dayanarak geliştirilir. Her seçim dönemi bir darbe için fırsat olarak bilinir. 

2019’da Batı emperyalizmi hiçbir şekilde başkanlık seçimini kazanmadığı halde Guaido denilen bir ajanı Venezuela Devlet Başkanı olarak kabul eder. Az daha ABD’nin askeri müdahalesi ile meşru Başkan olan Maduro yerine oturtulacaktı Guaido.

Üç şey ABD askeri müdahalesine engel olur: Biri o yoksul halkın işgale karşı örgütlenmiş olması, ikincisi ABD’nin Çin’i denizden kuşatma önceliği ve üçüncüsü ABD emekçilerinin yarattığı Vietnam Sendromu.

Halen operasyon devam ediyor. ABD yaptırımları nedeniyle Venezuela halkı açlıkla mücadele etmek zorunda kaldı, yüz binlerce Venezuelalı kanser, sıtma gibi hastalıklara karşı tıbbi bakım alamadı. Hatta bu alçaklar sürüsü Pandemi esnasında bile Venezuela’nın aşıya erişimini engellediler. Üç milyona yakın çocuğun çocukluk dönemi aşıları eksik kaldı. Sadece 2015-2023 yılları arasında 7 milyon kadar Venezuelalı göçtü ülkeden.

Ancak Venezuela dayandı.

Bunun nedenleri var tabi. ABD ne kadar süreci geriletmeye çalışsa da ABD karşıtı bir siyaset Güney ve Orta Amerika’da yükseldi son 20 sene içinde. ABD Brezilya’da bir yargı darbesi yapıyor ama Lula tekrar hapisten çıkıp Başkanlığı kazanıyor. Arjantin’de aşırı sağcı biri seçimi kazanıyor ama bir dönem içinde kaybedeceği anlaşılıyor. ABD’nin kiralık asker ve kirli işler üssü Kolombiya’da bile ABD karşıtı siyaset yönetimde şimdi.

Yükselen programın işçi sınıfına ait olmadığını söyleyelim. Tüm süreci izleyince daha iyi anladık ne olduğunu. ABD’ye karşı bağımsız, sosyal devletçi ve kapitalist bir güç olmaya odaklanmış alternatif bir burjuva siyasi çizgisiyle karşı karşıyayız. Bu siyaset Çin’in bu ülkeler yaptığı sermaye yatırımlarından da güç alıyor. 

Örneğin aşağıdaki grafik abluka altındaki Venezuela petrolünün asıl olarak Çin tarafından alındığını gösteriyor.

2023 verilerine göre hazırlanan grafik bize Venezuela petrolünün asıl alıcısının Çin olduğunu gösteriyor. Çin bu şekilde ucuz petrol elde ederken Venezuela ambargodan sıyrılmış oluyor. ABD ise bu büyük petrol kaynağına kayıtsız kalamıyor. Küba içinse Venezuela petrolünün ne kadar kritik olduğunu anlıyoruz grafikten.

ABD yakın vadede Venezuela’da kazansa bile çöküşünü geri çeviremez bir noktaya geldi. Büyük bütçe açığı, ülkesindeki ayaklanmaya hazır derin toplumsal eşitsizlikler, azalmış ordu morali…

Ama biz binlerce kilometre öteden Türkiye’ye dönelim.

Türkiye sermayesinin ve siyasilerinin bu kadar meşru olmayan, bu kadar kirli ve cani ABD’nin müttefiki olması işimizi kolaylaştırıyor. Türkiye’de bir emekçi iktidarının kurulmasını kolaylaştırıcı bir rol oynuyor.

/././

Komisyon seyahatte -Aydemir Güler- 

Bana sorarsanız, Çandar’ın bu tür komisyonların çatışmalara çözüm ararken işte böyle gezilerle, somut olarak sahada inceleyerek çalışma yürütmesi gerektiği düşüncesi kendi içinde tutarlıdır. Ne de olsa İngilizcede “conflict resolution” adı verilen bu disiplinin sözlüğünde emperyalizm diye bir kavram yoktur.

Bahçeli’nin önerisine göre Öcalan Meclis’e gelecekti. Bu fikir, iktidarın PKK’nın Suriye kolu saydığı SDG’nin, aslında Selefi cihatçılığın Suriye kolu diyebileceğimiz HTŞ ile bütünleşmesi meselesine takıldı. Ankara’nın komşu ülkenin “bölünmez bütünlüğünü” savunduğuna inanacaksak, SDG’nin HTŞ’nin içinde eritilmesini de ilke veya kırmızı çizgi olarak gördüğünü düşünebiliriz! Galiba gerçekte, taraflar bir “dostlar alışverişte görsün” formülü aramakla meşguller. Son haberlere göre bulmuşlar, kimi kaynaklara göre 100 bin kişilik SDG kendisinin beşte biri etmeyen “Suriye Ordusuna” dâhil olmayı kabul etmiş... 

Bakalım bulunan formül AKP’yi tatmin edecek mi ve komisyona yolculuk vizesi çıkacak mı? Bu sorunun yanıtı şekillenene dek İmralı ile Ankara arasında aracılı görüşmelerle yetinmek durumundayız…

Lakin komisyon için başka bir seyahat planı bağlanmış. Gazeteci İsmail Saymaz Perşembe günü sosyal medya hesabından “Terörsüz Türkiye komisyonunun üyeleri İrlanda yolcusu” başlığıyla verdi haberi. 

Saymaz’a göre AKP’den üç, DEM ve CHP’den ikişer kişi, artı bir isim de “sivil toplum adına” yer alacakmış heyette. CHP’den gelen ek açıklamayla, yolculuğun doğrudan Komisyonla temas edilerek değil “özel bir kuruluş” ile bazı milletvekilleri tarafından tasarlandığı eklendi habere… 

Özel kuruluş denen Democratik Progress Institute, Demokratik İlerleme -veya Gelişim- Enstitüsü kamuoyunda pek bilinmiyor, ama Türkiye’nin yabancısı değil. Londra merkezli enstitünün kuruluş tarihini kendi internet sayfasında göremedim, ama bir yerde 2010 diye verilen bilgi inandırıcı görünüyor. DPI çalışma alanını genel olarak “çatışmaların çözümü” ve demokratik ilerleme başlıklarıyla tanımlasa da, işlerine ve kadrosuna bakıldığında Kürt sorununa odaklandığını açıkça görebiliyoruz. 2010 civarında İngiltere’de böyle şeyler yapılmamış olması düşünülemez.

Yıllar önceydi, Taksim’de bir otelde bir sempozyuma davet edilmiştim. Protokoler bir davetti, ama ben de, hafızam beni dramatik biçimde yanıltmıyorsa, başlığı “Kürt sorununda Öcalan çözümü” olan etkinliği doğrusu merak etmiştim. 

İzlediğim panel tipi oturumlardan birinde şimdi DEM milletvekili olan Cengiz Çandar çözüm için sahada ciddi incelemelerde bulunduklarını anlatırken, o zaman milletvekili olan Levent Tüzel’e bir bilgiyi onaylatmak istemişti: Birlikte İrlanda’ya gitmişler, orada, Çandar’ın söylediğine göre MI6’ten de dinlemişler nelerin nasıl yapıldığını, çatışmaların nasıl çözüldüğünü… 

MI6 nedir diye soran olur mu? Hani son zamanlarda “İngiliz ajanlığı” güncellik kazandı ya; Britanya’nın istihbarat örgütünden yani resmi ajanlık müessesesinden söz ediyoruz. Geçenlerde emeklilik törenini İstanbul’daki konsolosluk binasında yapan Richard Moore’un başkanı olduğu MI6 yani. Moore Türkiye’de diplomat olarak ve CV’sinden anlaşıldığı kadarıyla ajan olarak çok çalışmış. 

Çandar’ın sözünü ettiği gezi bir yayına da dönüştü. Oradan tarihi kesin olarak öğrenebiliyoruz: 27 Kasım – 1 Aralık 2011. Yayın DPI’ın internet sitesinde 217 sayfalık bir rapor halinde duruyor: “Türkiye: İrlanda Cumhuriyeti’ne Karşılaştırmalı Çalışma Ziyareti - Çatışma Çözümü.” 

Az yukarıda MI6’den çağrışımla adını hatırlattığım Moore o çalışma ziyaretinin “Birleşik Krallık ve İrlanda katılımcıları” arasında yer alıyor. Bir süre sonra Ankara’ya Büyükelçi olarak gelecek, 2020’de ise MI6’in tepesine çıkacak olan Moore katılımcı listesine “gazeteci ve eski Dışişleri sözcüsü” sıfatıyla girmiş…

Liste uzun ve 14 yıl geçmesine karşın bazı süreklilikler de göze çarpıyor. Mithat Sancar şimdilerde İmralı heyetinde. Raporda yer verilen listede akademik unvanına ek olarak Taraf gazetesi yazarı olarak tanıtılıyor. Saymaz’a göre İrlanda yolculuğuna hazırlanan CHP’li Sezgin Tanrıkulu 2011 kışında o çalışma ziyaretindeymiş. Sivil toplumu temsil edecek olan Yılmaz Ensaroğlu o zaman SETA’da “hukuk ve insan hakları müdürü” imiş. Belki başkaları da vardır… Kim bilir, bazı mesleklerde emeklilik olmazmış, bakarsınız Richard Moore da katılır. 

Yukarıda Cengiz Çandar’ın adı geçti. Bana sorarsanız, Çandar’ın bu tür komisyonların çatışmalara çözüm ararken işte böyle gezilerle, somut olarak sahada inceleyerek çalışma yürütmesi gerektiği düşüncesi kendi içinde tutarlıdır. Ne de olsa İngilizcede “conflict resolution” adı verilen bu disiplinin sözlüğünde emperyalizm diye bir kavram yoktur. 

/././

soL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

ABD Venezuela’da alçaklığın tarihini yazdı, yazıyor + Komisyon seyahatte -soL-

ABD Venezuela’da alçaklığın tarihini yazdı, yazıyor -Erhan Nalçacı-  ABD yakın vadede Venezuela’da kazansa bile çöküşünü geri çeviremez bir ...