17 Aralık 2017 Pazar

Getirirken iyiydi de şimdi mi kötü oldu? - ALİ SİRMEN

ABD’de Başkan Trump’ın Güvenlik Danışmanı ve Genelkurmay Başkanı Herbert Raymon McMaster, hafta içinde İngiliz meslektaşı Mark Sidwell ile birlikte katıldığı, Washington Policy Excahnge’in düzenlediği toplantıda, dünya için en büyük tehditlerden biri olarak gördüğü, terörizmin kaynağı olan radikal İslamcı ideolojinin Ortadoğu’daki iki sponsorundan biri olarak Türkiye ve Katar’ı göstermiş.

McMaster, Suudi Arabistan’ın yıllar önce, bölgede terörizmi desteklediğini söylerken bu aşamanın geçmişte kaldığını ima edip Riyad’ı akladığı konuşmasında, şimdiki destekçilerin başına Katar ve Türkiye’yi geçirmiş.
Türkiye derken hedef alınan kişinin Erdoğan olduğu da, “sivil toplum üzerinden etkin hale gelerek, gücü tek partinin elinde konsolide ediyorlar, bu üzücü” ifadesiyle belirtilmiş.
Haberi okurken, nereden nereye diye düşünmemek elde değil.
Eski İstanbul Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan, daha iktidara gelmeden, Washington’da ayağının altına kırmızı halılar serilirken, “ılımlı İslam” modelinin öncüsü olarak, başka ülkelere de örnek gösterilen, ABD için siyaset dünyasının yükselen yıldızı iken, şimdi teröre destek veren liderlerin ön safında yer almaktadır.
***

Tayyip Erdoğan, Ortadoğu liderleri arasında bu yolu yürümek durumunda kalan tek kişi değildir. İran ile sekiz yıl süren savaşı sırasında, ABD’nin maddi manevi her türlü desteğine sahip olan Saddam Hüseyin de saptanan yörüngeden sapınca, terör ihraç eden tehdit haline gelmiş, sonra da bütün Irak’ı yerle bir eden Washington tarafından öldürülerek saf dışı bırakılmıştı.
Şimdi de benzer bir durum söz konusudur.
Bir zamanlar dünya siyasetinin gelişmekte olan ülkeler içindeki yıldızı olan Tayyip Bey, simgesi olduğu “ılımlı İslam”ın öngördüğü uyumu, kâh istemeyerek, kâh da dürtülerinin kurbanı olarak isteyerek, sağlayamamış, çıkan sürtüşmeler de ayrılıkları derinleştirerek uçuruma dönüştürmüştür.
Tayyip Erdoğan’ın 15 yıllık AKP iktidarı döneminde, sürekli ve ısrarlı biçimde tırmanan otoriterlik grafiği AB gibi, ABD’nin de “Reis”in kimi zaman ima yoluyla kimi zaman da açık açık diktatör olarak tanımlanmasına yol açmıştır.
Bu arada Washington’ın dizaynında ve iktidara tırmanmasına katkıda bulunduğu modeli, artık saf dışı bırakmaya karar vermiş, bunun için düğmeye basmış olduğunu gizlemek gereğini bile duymamaktadır. Rıza Sarraf’ın başrolünde olduğu New York davasının da bu amaca yönelik olduğundan kimsenin kuşkusu olmasın!
***

Şimdi, ABD’nin yaratmak istediği görüntü şudur:
Türkiye’de gittikçe diktatörleşen Tayyip Erdoğan, aynı zamanda bütün insanlık için tehdit olan radikal İslamcı terörün de sponsorlarından biridir. ABD, demokrasi ve barış adına, ona karşı özgürlükçü muhalefete destek olmaktadır. Burada “özgürlükçü muhalefet”ten neyin ya da kimin kastedildiği hususu net değildir. Şimdiye dek Reis karşıtı ittifakın daha çok Gülencilerle oluşturulduğu görülmektedir.
Durum karşısında nasıl bir tavır almak gerekir?
Önce tanının doğru konulması gerekir. Türkiye’de demokrasi ve dünyada veya Ortadoğu’da barış Washington’ın umurunda değildir. Hatta bu iki konuda en büyük tehdit ABD’nin kendisidir.
Amerika, Tayyip Bey’i yeterince uyumlu bulmadığı için değiştirmek istemektedir. Tıpkı Bülent Ecevit’e yaptığı gibi...
Bu gerçeği açıkça görmek gerek.
Ama burada bir başka gerçeği de görmezden gelemeyiz.
ABD ile yeterince uyumlu olmadığı için hedef tahtasına oturtulan her iktidar, illa ülkenin çıkarlarını, bağımsızlığını koruyan antiemperyalist bir konumda olmak durumunda da değildir.
Tabii bu arada, ABD’nin oyununa alet olacak her türlü davranıştan özenle kaçınırken, son günlerin ateşli antiemperyalist kesilen kimilerine de şu soruyu sormamak da elde değil:
-Getirirken iyiydi de, şimdi götürmeye çalışırken mi kötü oldu?

Ali Sirmen / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder