Devlet ne?
Egemen sınıfın baskı aracı. Bugünün egemen sınıfı kim? Burjuvazi. Egemen sınıfın devleti alt sınıflara karşı bir sopa olarak kullanması bugünün meselesi değil yalnız. Sınıflı toplumların alamet-i farikasından söz ediyoruz. Bununla birlikte burjuvazi o sopayı ötekilerden daha karmaşık bir yöntemle sallar, böyle biliyoruz. İşin esası, sopa sanki onun elinde değilmiş, kendi kendine sallanıyormuş gibi göstermektir. Parlamento, yasa, hukuk, yargı denetimi şu, bu, hepsi işte bunun içindir.
Bugün sopayı bizzat eline alması da onun tarihine uygundur. “Bekçi devlet” hikâyeleri çok gerilerde kaldı. Şimdi egemen sınıf devletin her alanda bir aktör olmasını, iş yaratmasını, kârı garanti etmesini, bunlara itiraz edenler varsa sopayı kuvvetli sallamasını istiyor. Kapitalizmin tekelci döneminin devlet yapılanmasıdır bu. Daha doğrudan, daha basit bir araçla karşı karşıyayız artık.
Değişimi şöyle anlatayım. Sopa sallamak dediğin, nihayetinde kanunla mümkün olabilen bir şeydir. Kanunu yapma yetkisi ise parlamenter sistemlerde meclislerindir. Daha doğrusu teorik olarak böyledir. Eskiden, daha olağan koşullarda meclisler kanun yaparken özenli ve yavaş davranırdı. “Demokrasi” dediğimiz şey de işte bu “yavaş” işleyen yasama, yürütme ve yargı faaliyeti demektir. Devletin hızlanmış haline faşizm diyoruz çünkü. Hızlanmış devlet, kendini yavaşlatan kurallardan kurtulmuş devlet demektir.
Misal, meclisin kanun yapmak yerine yürütmeye “kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi” vermesi bunun yöntemlerinden biridir. Meclis bu yolla yasama yetkisini idareye devretmiş olur. İdare o yetki devrine dayanarak hızlı düzenlemeler yapar. Sopa özgürleşir ve ezilenlerin başına daha hızlı inmeye başlar.
Demem o ki, kanun hükmünde kararname tekelci kapitalizmin büyük icatlarından biridir. Kanunun tepelenmesi ve yerine kararnamenin geçirilmesi işi, tekelci düzenin sopayı doğrudan ele alması ve sallaması halidir.
***
Bilinen ilk uygulamalarından birini Fransa’ya, “Beşinci Cumhuriyet”e borçluyuz. 1958’de, Cezayir bozgununun ardından ordunun baskısı ile hükümet başkanlığı “halkın sevgilisi” General De Gaulle’e devredildi. O da oturup kendi pozisyonu kurumsallaştıracak yeni bir anayasa hazırladı. Yüzde 80 oyla onay gören yeni anayasa Cumhurbaşkanına geniş yetkiler veriyordu. Yasamanın yetkileri budanmış o yetkiler yürütmeye aktarılmıştı. Yasama ile birlikte hükumet de geri plana düşmüş, bağımsız bir organ olmaktan çıkarılmış, cumhurbaşkanı ile parlamento arasında bağ kuran bir rolle sınırlanmıştı. 1958 Anayasası ile General De Gaulle neredeyse her şeye muktedir tek adam durumuna getiriliyordu. Kanun hükmünde kararname de o dönemde yaygın olarak kullanılan bir icat.
Fransız burjuvazisinin 1958’de duyduğu ihtiyacı bizimkiler 1982’de duydu. 12 Eylül cuntası geldi, meclisi sildi, hukuku tepeledi ve yeni bir anayasa yapmaya girişti. Yaptığı işlerden biri Cumhurbaşkanının yetkilerini arttırmaktı. İkincisi, yasamayı gerektiğinde aradan çıkaracak bir formüldü. 1982 Anayasası ile “Bakanlar Kurulu’na belirli konularda kanun hükmünde kararname çıkarmak üzere yetki vermek” TBMM’nin görev ve yetkileri arasında sayılıyordu. Yalnız, olağanüstü hal veya sıkıyönetim şartı getiriliyordu bu yetki devri için. Bir de belli sınırları vardı, temel hak ve özgürlükler o yolla sınırlanamıyordu mesela.
Ama zaman aktı, dünya değişti. Egemen sınıfa yıkılma korkusu salan sosyalist sistemin yerinde yeller esiyordu. Üstüne üstlük faşizmi tahkim edecek tuhaf inançlar geliştirdiler arada. Alt sınıfları paramparça ettiler. Haliyle burjuvazinin ne demokrasiye, ne demokratik bir görünüşe ihtiyacı var artık. Devlet neredeyse basit bir korku üretme ve yayma mekanizmasından ibaret. Seçimi, denetimi, yargıyı ilga ettiler. Anayasayı kaldırıp attılar. Meclisin içini boşalttılar. Sendikaları, meslek örgütlerini işlevsizleştirdiler, kendi kendine kuruyup düşmeye terk ettiler. Ne kaldı geride? Sadece çıplak bir merkezileşme. Son KHK’ların haber verdiği bu.
Bütün bunlar tekelci kapitalizmin hızlı devlet ihtiyacının tezahürleri. Demek ki bugün bizde olup bitenleri bir rastlantı veya “sui generis” bir gelişme sayamayız.
***
De Gaulle’cü “Beşinci Cumhuriyet”ten yola çıktık, geldik Tayyarcı “ikinci cumhuriyet”e.
Malum AKP 7 Haziran seçiminde kaybedeceğini anlayınca sopayı daha sert sallamaya başladı. Sonra dincinin dinciye darbe girişimi geldi. Bunu fırsat bilip OHAL ilan ettiler. İkinci şeref yılını dolduruyor neredeyse. Her şeyi kanun hükmünde kararnameler ile yapıyorlar artık. Hükumetin adı var kendisi yok. Meclis işlevsiz ölü bir kabuk. Yakındır, yıkarlar, yerine bir cami bir de alışveriş merkezi dikerler.
Bizim yorum yapmamıza gerek yok artık, bu işi icat ve ilan eden maksadı açığa vurdu zaten. Olağanüstü halin girişimcilerin yatırımlarının önünü kesmek için değil, onları güvence altına almak için ilan edildiğini beyan etti.
O konuşmada söylenenler kısa modern devlet teorisidir. OHAL de, KHK de girişimcilerin işini kolaylaştırmak içindir. Girişimci artık piyasanın uçsuz bucaksız özgürlüğünde sermaye bulup iş kuran bir aktör değildir. Girişimci devletin ve ona yön veren siyasal şebekenin bir uzantısıdır. En büyük patrondur devlet; girişimciye iş üretir, ihale verir, kazancı garanti eder, rant yaratır, rant dağıtır, vergi indirimi yapar, borç kapatır, korur, kollar, kanını emdiği işçinin, emekçinin direnmesine, grev yapılmasına engel olur. Sendikaları sarartır, işçileri morartır. Bunu da yasasız, kuralsız, denetimsiz yapar. OHAL ve KHK burjuva demokrasisinin tekelci dönemde aldığı hal, büründüğü kılıktır.
İki kararname daha yayınladılar birkaç gün önce. Kamu kurumlarından 3 bine yakın kişiyi kapı önüne koydular. Danıştay’a 16, Yargıtay’a ise 100 yeni üye kadrosu ihdas ettiler. Şeker Kurumu ile Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumunu kapattılar. Fetö’cü tabir ettikleri tutukluların badem kurusu renginde tutulum giymesine karar verdiler. Geçici işçileri sözleşmeli işçi ilan ettiler. Savunma Sanayi Müsteşarlığını, yani ASELSAN, TAİ, Roketsan, TUSAŞ Havelsan gibi önemli kurumları Erdoğan'a bağladılar. AKP için suç işleyenlere yargı ve askerlik muafiyeti getirdiler. Bir de “Askeri Fabrika ve Tersane İşletme Anonim Şirketi” (ASFAT A.Ş.) adında bir şirket kurdular son paragrafı ile.
Hakikaten müthiştir. Din soslu faşizmin sınırsız ve kuralsız denizlerinde özgür özgür kulaç atmaktadır egemenlerimiz. İtiraz yoktur, muhalefet yoktur, denetim yoktur. Ama öyleyse artık ortalıkta bir “düzen” de yoktur. Yıkılmıştır ve gömülmeyi beklemektedir.
Tekelce kapitalizmin bütün efsaneleri çöktü. Elinde sopayla ortalıkta ne yapacağını bilmez halde kala kaldı egemenleri. Ne burjuva demokrasisidir, ne cumhuriyettir; Kanun Hükmünde Tayyarname düzenidir bu.
Çıkış yolunu soruyorsanız söyleyeyim. Birleşeceksiniz. Sopayı alacaksınız ellerinden ve bir daha başlarını kaldırmalarına izin vermeyeceksiniz!
Orhan Gökdemir / SOL
Egemen sınıfın baskı aracı. Bugünün egemen sınıfı kim? Burjuvazi. Egemen sınıfın devleti alt sınıflara karşı bir sopa olarak kullanması bugünün meselesi değil yalnız. Sınıflı toplumların alamet-i farikasından söz ediyoruz. Bununla birlikte burjuvazi o sopayı ötekilerden daha karmaşık bir yöntemle sallar, böyle biliyoruz. İşin esası, sopa sanki onun elinde değilmiş, kendi kendine sallanıyormuş gibi göstermektir. Parlamento, yasa, hukuk, yargı denetimi şu, bu, hepsi işte bunun içindir.
Bugün sopayı bizzat eline alması da onun tarihine uygundur. “Bekçi devlet” hikâyeleri çok gerilerde kaldı. Şimdi egemen sınıf devletin her alanda bir aktör olmasını, iş yaratmasını, kârı garanti etmesini, bunlara itiraz edenler varsa sopayı kuvvetli sallamasını istiyor. Kapitalizmin tekelci döneminin devlet yapılanmasıdır bu. Daha doğrudan, daha basit bir araçla karşı karşıyayız artık.
Değişimi şöyle anlatayım. Sopa sallamak dediğin, nihayetinde kanunla mümkün olabilen bir şeydir. Kanunu yapma yetkisi ise parlamenter sistemlerde meclislerindir. Daha doğrusu teorik olarak böyledir. Eskiden, daha olağan koşullarda meclisler kanun yaparken özenli ve yavaş davranırdı. “Demokrasi” dediğimiz şey de işte bu “yavaş” işleyen yasama, yürütme ve yargı faaliyeti demektir. Devletin hızlanmış haline faşizm diyoruz çünkü. Hızlanmış devlet, kendini yavaşlatan kurallardan kurtulmuş devlet demektir.
Misal, meclisin kanun yapmak yerine yürütmeye “kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi” vermesi bunun yöntemlerinden biridir. Meclis bu yolla yasama yetkisini idareye devretmiş olur. İdare o yetki devrine dayanarak hızlı düzenlemeler yapar. Sopa özgürleşir ve ezilenlerin başına daha hızlı inmeye başlar.
Demem o ki, kanun hükmünde kararname tekelci kapitalizmin büyük icatlarından biridir. Kanunun tepelenmesi ve yerine kararnamenin geçirilmesi işi, tekelci düzenin sopayı doğrudan ele alması ve sallaması halidir.
***
Bilinen ilk uygulamalarından birini Fransa’ya, “Beşinci Cumhuriyet”e borçluyuz. 1958’de, Cezayir bozgununun ardından ordunun baskısı ile hükümet başkanlığı “halkın sevgilisi” General De Gaulle’e devredildi. O da oturup kendi pozisyonu kurumsallaştıracak yeni bir anayasa hazırladı. Yüzde 80 oyla onay gören yeni anayasa Cumhurbaşkanına geniş yetkiler veriyordu. Yasamanın yetkileri budanmış o yetkiler yürütmeye aktarılmıştı. Yasama ile birlikte hükumet de geri plana düşmüş, bağımsız bir organ olmaktan çıkarılmış, cumhurbaşkanı ile parlamento arasında bağ kuran bir rolle sınırlanmıştı. 1958 Anayasası ile General De Gaulle neredeyse her şeye muktedir tek adam durumuna getiriliyordu. Kanun hükmünde kararname de o dönemde yaygın olarak kullanılan bir icat.
Fransız burjuvazisinin 1958’de duyduğu ihtiyacı bizimkiler 1982’de duydu. 12 Eylül cuntası geldi, meclisi sildi, hukuku tepeledi ve yeni bir anayasa yapmaya girişti. Yaptığı işlerden biri Cumhurbaşkanının yetkilerini arttırmaktı. İkincisi, yasamayı gerektiğinde aradan çıkaracak bir formüldü. 1982 Anayasası ile “Bakanlar Kurulu’na belirli konularda kanun hükmünde kararname çıkarmak üzere yetki vermek” TBMM’nin görev ve yetkileri arasında sayılıyordu. Yalnız, olağanüstü hal veya sıkıyönetim şartı getiriliyordu bu yetki devri için. Bir de belli sınırları vardı, temel hak ve özgürlükler o yolla sınırlanamıyordu mesela.
Ama zaman aktı, dünya değişti. Egemen sınıfa yıkılma korkusu salan sosyalist sistemin yerinde yeller esiyordu. Üstüne üstlük faşizmi tahkim edecek tuhaf inançlar geliştirdiler arada. Alt sınıfları paramparça ettiler. Haliyle burjuvazinin ne demokrasiye, ne demokratik bir görünüşe ihtiyacı var artık. Devlet neredeyse basit bir korku üretme ve yayma mekanizmasından ibaret. Seçimi, denetimi, yargıyı ilga ettiler. Anayasayı kaldırıp attılar. Meclisin içini boşalttılar. Sendikaları, meslek örgütlerini işlevsizleştirdiler, kendi kendine kuruyup düşmeye terk ettiler. Ne kaldı geride? Sadece çıplak bir merkezileşme. Son KHK’ların haber verdiği bu.
Bütün bunlar tekelci kapitalizmin hızlı devlet ihtiyacının tezahürleri. Demek ki bugün bizde olup bitenleri bir rastlantı veya “sui generis” bir gelişme sayamayız.
***
De Gaulle’cü “Beşinci Cumhuriyet”ten yola çıktık, geldik Tayyarcı “ikinci cumhuriyet”e.
Malum AKP 7 Haziran seçiminde kaybedeceğini anlayınca sopayı daha sert sallamaya başladı. Sonra dincinin dinciye darbe girişimi geldi. Bunu fırsat bilip OHAL ilan ettiler. İkinci şeref yılını dolduruyor neredeyse. Her şeyi kanun hükmünde kararnameler ile yapıyorlar artık. Hükumetin adı var kendisi yok. Meclis işlevsiz ölü bir kabuk. Yakındır, yıkarlar, yerine bir cami bir de alışveriş merkezi dikerler.
Bizim yorum yapmamıza gerek yok artık, bu işi icat ve ilan eden maksadı açığa vurdu zaten. Olağanüstü halin girişimcilerin yatırımlarının önünü kesmek için değil, onları güvence altına almak için ilan edildiğini beyan etti.
O konuşmada söylenenler kısa modern devlet teorisidir. OHAL de, KHK de girişimcilerin işini kolaylaştırmak içindir. Girişimci artık piyasanın uçsuz bucaksız özgürlüğünde sermaye bulup iş kuran bir aktör değildir. Girişimci devletin ve ona yön veren siyasal şebekenin bir uzantısıdır. En büyük patrondur devlet; girişimciye iş üretir, ihale verir, kazancı garanti eder, rant yaratır, rant dağıtır, vergi indirimi yapar, borç kapatır, korur, kollar, kanını emdiği işçinin, emekçinin direnmesine, grev yapılmasına engel olur. Sendikaları sarartır, işçileri morartır. Bunu da yasasız, kuralsız, denetimsiz yapar. OHAL ve KHK burjuva demokrasisinin tekelci dönemde aldığı hal, büründüğü kılıktır.
İki kararname daha yayınladılar birkaç gün önce. Kamu kurumlarından 3 bine yakın kişiyi kapı önüne koydular. Danıştay’a 16, Yargıtay’a ise 100 yeni üye kadrosu ihdas ettiler. Şeker Kurumu ile Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumunu kapattılar. Fetö’cü tabir ettikleri tutukluların badem kurusu renginde tutulum giymesine karar verdiler. Geçici işçileri sözleşmeli işçi ilan ettiler. Savunma Sanayi Müsteşarlığını, yani ASELSAN, TAİ, Roketsan, TUSAŞ Havelsan gibi önemli kurumları Erdoğan'a bağladılar. AKP için suç işleyenlere yargı ve askerlik muafiyeti getirdiler. Bir de “Askeri Fabrika ve Tersane İşletme Anonim Şirketi” (ASFAT A.Ş.) adında bir şirket kurdular son paragrafı ile.
Hakikaten müthiştir. Din soslu faşizmin sınırsız ve kuralsız denizlerinde özgür özgür kulaç atmaktadır egemenlerimiz. İtiraz yoktur, muhalefet yoktur, denetim yoktur. Ama öyleyse artık ortalıkta bir “düzen” de yoktur. Yıkılmıştır ve gömülmeyi beklemektedir.
Tekelce kapitalizmin bütün efsaneleri çöktü. Elinde sopayla ortalıkta ne yapacağını bilmez halde kala kaldı egemenleri. Ne burjuva demokrasisidir, ne cumhuriyettir; Kanun Hükmünde Tayyarname düzenidir bu.
Çıkış yolunu soruyorsanız söyleyeyim. Birleşeceksiniz. Sopayı alacaksınız ellerinden ve bir daha başlarını kaldırmalarına izin vermeyeceksiniz!
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder