skiden orduya güvenilirdi. Atatürk’ündü. Laikti, antiemperyalistti.
Sathı savunur, yurtta ve cihanda sulhu sağlardı. İktidar cumhuriyetin
yolundan saptığında nasıl olsa müdahale eder, siyaseti rotasına sokardı.
Cumhuriyetçi, laik kesim ile ordunun buluşması son olarak Cumhuriyet Mitingleri’nde vuku buldu. Hatırlanacağı gibi ilki Nisan 2007’de, cumhurbaşkanlığı seçimlerine iki hafta kala Ankara’da yapıldı. Bundan yalnızca iki gün önce ise genelkurmay başkanı (sonradan Dolmabahçe’de Erdoğan ile sırlarını öte tarafa götürme sözüyle hayati bir anlaşma yapan) Büyükanıt “cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil, özde sahip bir cumhurbaşkanının seçileceğini umut ediyorum” açıklaması yapmıştı. O günlerde, mitinglerin önemli sahiplenicilerinden birisi olan Atatürkçü Düşünce Derneği’nin genel başkanlığını eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur yürütüyordu.
Neyse, cumhuriyetçi kesim o savaşı kaybetti. Sonrasında AKP orduyu ele geçirmek üzere istikrarlı bir operasyon yürüttü. En nihayetinde 15 Temmuz Fethullah darbe girişiminin ertesinde de doğrudan kendisine bağladı. Cumhuriyetçileri ordusuz bıraktı.
Öte yandan şimdilerde ABD’nin AKP üzerinde yürüttüğü operasyondan da neredeyse aynı içerikli beklentilerin mevcut olduğu görülüyor.
Rıza bir şey söyler mi?
Erdoğan’ı ifşa eder mi?
ABD bu deliller üzerine AKP’nin ipini çeker mi?
Berat’a, Erdoğan’a ceza keser mi?
Bunların gündemde olduğunu, ABD’nin AKP’den vazgeçtiğini biz de söylüyoruz. Ancak buradan hareketle ABD’nin yapacaklarından Türkiye lehine bir sonuç beklentisi içinde olmak, eğer cehalet değilse, halka ve memlekete ihanet anlamına gelir.
Ordunun laik kesim üzerinde bıraktığı olumlu izlenim özellikle 1961’deki müdahalesine dayanıyordu. Demokrat Parti dini siyasallaştırmış, Amerikancı çizgiye oturmuş, koyu bir istibdat rejimini yürürlüğe koymuştu. Dinle ilişkilenmesi cumhuriyetçileri ve alt kademe subayları rahatsız ediyordu. Ordunun bir darbeyle yönetimi ele geçirmesi ve ardından da kısa süre içinde CHP’ye teslim etmesi yürekleri serinletmişti.
Ama aynı ordu 1980 12 Eylül’de bu kez ters doğrultuda bir darbe yaptı. İmam okullarının önünü açan süreç o darbenin ürünü oldu. Meydanlarda elde Kuran nutuk atan da darbeci başı Kenan Evren’di. Buna rağmen o günlerde iktidarda Demirel, Türkeş, Erbakan koalisyonunun bulunuyor olması cumhuriyetçi kitlelerin darbeye sıcak bakmalarını sağlıyor, ordu “Atatürkçü” rütbesini bu şekilde koruyordu.
Oysa orduya dair olumlu değerlendirmelerin tamamı bir illüzyondan ibaretti. Yaşananlar yalnızca emperyalist sistemdeki rol değişikliklerine Türkiye’nin adapte edilmesiydi. Ordu, sonuç olarak, Türkiye’yi 1961’de ithal ikameci, 1980’de ise ihracata yönelik kalkınma patikalarına sokmak üzere devreye giriyordu. Darbeleri meşrulaştırmak bakımından gerek olan siyasal gerekçeler ise bizim gibi bir ülkede zaten her daim mevcuttu. “Laikliğin ihlali” ve “terör” bunların başında gelenleriydi.
Laik kitleler laikliğin kurtarılması adına orduya alkış tutarken, darbelerin gerçek gerekçesini göremiyor ve bu arada darbe üzerine darbe derken Türkiye adım adım siyasal İslam’a teslim ediliyordu. Nedeni halkın siyaset alanından çekilmiş olmasıydı.
Ne ordu ne de ABD dertlerimize çözüm olabilir. Neyse ki artık ortalık sadeleşiyor. Ordu denklemden düştü. Trump ise her yaptığıyla ABD’ye olan güveni yerle bir ediyor.
Sadeleşmenin halkta sahipsizlik hissi yaratmasına izin vermemek, müdahale etmek, gerçeği dikine söylemek lazım.
Sorunumuz kapitalizm.
Ülkemizin “karma ekonomi”, “yerli sanayi”, vb denilerek emperyalist sisteme entegre edilmiş olması. Sonra zaman içinde emperyalizmin dayattığı iktisat politikaları neticesinde ortaya çıkan geri kalmışlık, eşitsizlikler, borç, yüksek faiz sorunları. Bütün bunlarla bağlantılı olarak emperyalist tekellerle işbirliği halindeki “milli” burjuvazinin emekçi sınıfları sömürebilmek amacıyla dini alabildiğine kullanması. Cumhuriyetçi kesimin sürecin son halkasına, yani “laiklik elden gidiyor”a takılıp kalması AKP dönemine kadar ordunun darbelerini meşrulaştırmaktan başka işe yaramadı.
Gelişmeler şimdi geldi seçim sandığının, parlamenter mekanizmaların, meclisin de anlamını yitirdiği, bunların tamamının AKP tarafından geçersizleştirildiği bir noktaya bağlandı.
“Bu işler seçimle hallolmayacak” algısı da yayılıyor. İyidir ve tüm bunlar AKP’nin gücünün değil çaresizliğinin, düzendeki tıkanmanın kanıtlarıdır.
Ne yapacaksak kendimiz yapacağız.
Sorumluluğu halk sınıfları üstlenecek.
Her daim sınıf vurgusu yapan sosyalistlerin lafı bu ortamda daha çok dinlenecek.
İlker Belek / SOL
Cumhuriyetçi, laik kesim ile ordunun buluşması son olarak Cumhuriyet Mitingleri’nde vuku buldu. Hatırlanacağı gibi ilki Nisan 2007’de, cumhurbaşkanlığı seçimlerine iki hafta kala Ankara’da yapıldı. Bundan yalnızca iki gün önce ise genelkurmay başkanı (sonradan Dolmabahçe’de Erdoğan ile sırlarını öte tarafa götürme sözüyle hayati bir anlaşma yapan) Büyükanıt “cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil, özde sahip bir cumhurbaşkanının seçileceğini umut ediyorum” açıklaması yapmıştı. O günlerde, mitinglerin önemli sahiplenicilerinden birisi olan Atatürkçü Düşünce Derneği’nin genel başkanlığını eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur yürütüyordu.
Neyse, cumhuriyetçi kesim o savaşı kaybetti. Sonrasında AKP orduyu ele geçirmek üzere istikrarlı bir operasyon yürüttü. En nihayetinde 15 Temmuz Fethullah darbe girişiminin ertesinde de doğrudan kendisine bağladı. Cumhuriyetçileri ordusuz bıraktı.
Öte yandan şimdilerde ABD’nin AKP üzerinde yürüttüğü operasyondan da neredeyse aynı içerikli beklentilerin mevcut olduğu görülüyor.
Rıza bir şey söyler mi?
Erdoğan’ı ifşa eder mi?
ABD bu deliller üzerine AKP’nin ipini çeker mi?
Berat’a, Erdoğan’a ceza keser mi?
Bunların gündemde olduğunu, ABD’nin AKP’den vazgeçtiğini biz de söylüyoruz. Ancak buradan hareketle ABD’nin yapacaklarından Türkiye lehine bir sonuç beklentisi içinde olmak, eğer cehalet değilse, halka ve memlekete ihanet anlamına gelir.
Ordunun laik kesim üzerinde bıraktığı olumlu izlenim özellikle 1961’deki müdahalesine dayanıyordu. Demokrat Parti dini siyasallaştırmış, Amerikancı çizgiye oturmuş, koyu bir istibdat rejimini yürürlüğe koymuştu. Dinle ilişkilenmesi cumhuriyetçileri ve alt kademe subayları rahatsız ediyordu. Ordunun bir darbeyle yönetimi ele geçirmesi ve ardından da kısa süre içinde CHP’ye teslim etmesi yürekleri serinletmişti.
Ama aynı ordu 1980 12 Eylül’de bu kez ters doğrultuda bir darbe yaptı. İmam okullarının önünü açan süreç o darbenin ürünü oldu. Meydanlarda elde Kuran nutuk atan da darbeci başı Kenan Evren’di. Buna rağmen o günlerde iktidarda Demirel, Türkeş, Erbakan koalisyonunun bulunuyor olması cumhuriyetçi kitlelerin darbeye sıcak bakmalarını sağlıyor, ordu “Atatürkçü” rütbesini bu şekilde koruyordu.
Oysa orduya dair olumlu değerlendirmelerin tamamı bir illüzyondan ibaretti. Yaşananlar yalnızca emperyalist sistemdeki rol değişikliklerine Türkiye’nin adapte edilmesiydi. Ordu, sonuç olarak, Türkiye’yi 1961’de ithal ikameci, 1980’de ise ihracata yönelik kalkınma patikalarına sokmak üzere devreye giriyordu. Darbeleri meşrulaştırmak bakımından gerek olan siyasal gerekçeler ise bizim gibi bir ülkede zaten her daim mevcuttu. “Laikliğin ihlali” ve “terör” bunların başında gelenleriydi.
Laik kitleler laikliğin kurtarılması adına orduya alkış tutarken, darbelerin gerçek gerekçesini göremiyor ve bu arada darbe üzerine darbe derken Türkiye adım adım siyasal İslam’a teslim ediliyordu. Nedeni halkın siyaset alanından çekilmiş olmasıydı.
Ne ordu ne de ABD dertlerimize çözüm olabilir. Neyse ki artık ortalık sadeleşiyor. Ordu denklemden düştü. Trump ise her yaptığıyla ABD’ye olan güveni yerle bir ediyor.
Sadeleşmenin halkta sahipsizlik hissi yaratmasına izin vermemek, müdahale etmek, gerçeği dikine söylemek lazım.
Sorunumuz kapitalizm.
Ülkemizin “karma ekonomi”, “yerli sanayi”, vb denilerek emperyalist sisteme entegre edilmiş olması. Sonra zaman içinde emperyalizmin dayattığı iktisat politikaları neticesinde ortaya çıkan geri kalmışlık, eşitsizlikler, borç, yüksek faiz sorunları. Bütün bunlarla bağlantılı olarak emperyalist tekellerle işbirliği halindeki “milli” burjuvazinin emekçi sınıfları sömürebilmek amacıyla dini alabildiğine kullanması. Cumhuriyetçi kesimin sürecin son halkasına, yani “laiklik elden gidiyor”a takılıp kalması AKP dönemine kadar ordunun darbelerini meşrulaştırmaktan başka işe yaramadı.
Gelişmeler şimdi geldi seçim sandığının, parlamenter mekanizmaların, meclisin de anlamını yitirdiği, bunların tamamının AKP tarafından geçersizleştirildiği bir noktaya bağlandı.
“Bu işler seçimle hallolmayacak” algısı da yayılıyor. İyidir ve tüm bunlar AKP’nin gücünün değil çaresizliğinin, düzendeki tıkanmanın kanıtlarıdır.
Ne yapacaksak kendimiz yapacağız.
Sorumluluğu halk sınıfları üstlenecek.
Her daim sınıf vurgusu yapan sosyalistlerin lafı bu ortamda daha çok dinlenecek.
İlker Belek / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder