Gördünüz Büyük Reis’in tabelasını. Söyleşiyi yapan Fransız televizyonu olunca ve şike mümkün olmayınca danışmanı ekran arkasından tabelaya yazarak kopya verdi reisine. Tabelada yazan ne? “Adalet suçlunun cezalandırılmasın gerektirir.” Tam da bizdeki OHAL-KHK düzenine yakışan bir adalet yorumu. Doğrusu tam tersi, adalet masumun cezalandırılmamasını gerektirir. Onun için modern hukuk teorisine göre bir masumun korunması bin suçlunun yakalanmasına evladır.
Ama bizde bir suçluyu yakalamak için bin masumu atıyorlar ateşe. Yanan yanıyor, kaçan kaçıyor, geride kalanlar suçlu. Kavurmacılar, pastırmacılar, börekçiler, enişteler, damatlar çoktan paçayı kurtardı. Nuriye ve Semih ta 15 Temmuz’dan bu yana yemek yemiyor bunların o çarpık adalet anlayışı yüzünden. Çünkü suçsuz oldukları halde KHK ile kapı önüne konup, işsiz, aşsız ve düşsüz bırakıldılar.
Halimiz belli. Danışman ne yazsın boş tahtaya? Kendisine ne söylendiyse o. Kaldı ki danışmanlarından çoğu zulümde zalime nal toplatır. Tekmeci Yusuf Yerkel’den hatırlayacaksınız.
Fakat soru hala cevaplanmadı; Bir insan nasıl ve ne sebeple “adalet suçlunun cezalandırılmasını gerektirir” cümlesi için sufleye ihtiyaç duyar?
Kameranın arkasından gördüğümüz tabela öyle duruyor ortalıkta. Okudu tabelayı ve sonra gitti Boğaziçi Üniversitesini tokatladı reis. Üniversite milletin değerlerine yaslanamadığı için hedeflerine tam manasıyla ulaşamamışmış... Bunun anlamı artık malum, sufleye ihtiyacı yok. Milletin değeri imama ya da imam hatibe delalet. Boğaziçi Üniversitesini imam hatip yapacak, meali bu. Çünkü devletin standardını artık imam hatipler belirliyor. Sürünün ve sıranın dışına düşüyor Boğaziçili o nedenle. Ya benzeyecek ya benzetilecek, mecbur!
***
Milletin değerleri söz konusu olur da, saraya biat eden “milletin ikinci adamı” Peskevitçi Yedisekiz Devlet Paşa’yı anmadan geçmek olur mu? O bir akademisyen künyesine bakılırsa ama hangi konuda uzman bilmiyorum. Bunun bir önemi de yok aslında. Geçen gün yaptığı son konuşmayı aktarayım, bana siz de hak vereceksiniz. Şöyle dedi:
“A Partisi seçime girecekse, MHP, C Partisi'ni ittifak olarak takdim ediyor. A ve B partisi bir tarafta, bir tarafta da C ittifakı. C altında ittifakı oluşturan hangi parti varsa, bu E ve F Partisi olabilir. O zaman ittifak E ve F Partisi olacaktır.”
Boşuna ne dediğini anlamaya çalışmayın. Tercüme edeyim size. “Cumhurbaşkanlığı seçiminde MHP aday göstermeyecek, Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceğiz” diyor. Hebelek gübelek etmesi söylediğinden kendisinin de emin olmamasından. Hâlbuki bildiği konularda konuşurken oldukça nettir. Misal, YPG’ye yapılması gerekenleri şöyle ifade etti geçen hafta: "Teröristler nerede ise oraya girilmeli, taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakılmamalıdır."
Hafife almayın, Peskevitçi Yedisekiz Devlet Paşa’nın dili gerçekten de devletin dilidir. Kafasındaki siyasal denklem karışık olsa da siyasi eylemi gayet nettir devletin: Taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakılmayacaktır. Devlet dilidir bu. Bakın “SiSi”kod adlı İçişleri Bakanına, o dili göreceksiniz. Polise seslendi, suçluları hedef gösterdi mesela. “Ayaklarını kırın, suçu üzerime atın” dedi. Ne yapacak, hukuka davet edecek değil ya. Hem sufle ortada, adalet suçluların cezalandırılmasını gerektirir. Hukuk mukuk, hepsi teferruattır.
***
Boğaziçililer gibi zındık olmayıp, milletin değerlerine yaslanan öğretim üyelerinden bir başkasını devletin kanalına çıkardılar geçtiğimiz günlerde. Konu “Nuh Tufanı”ydı. “Madem tufan var içinde, sudan-selden anlayan birini çağıralım” diye düşünmüş olmalılar, İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Fakültesinden Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Örnek’i davet etmişlerdi programa. Pek ateşli bir “bilim” insanıydı Yavuz Örnek. Milletin değerlerine de haddinden fazla yaslanmıştı, konuşmasından belliydi. Dedi ki “milletin” gözünün içine baka baka, "Hz. Nuh'un cep telefonu vardı. Gemiye binmeyen oğlunu ikna etmek için cep telefonuyla görüştü. Oğlu da babasının telefonundan sonra uçağa atlayıp Nuh’un gemisine yetişti…"
Çok mantıklı bir akıl yürütmesi var milletin hocasının. Nuh’un o kadar bitkiyi, hayvanı tek başına toplamasının mümkün olamayacağı, olsa olsa Amerika’dan, Fransa’dan sipariş edip kargoyla toplamış olacağı çok belli. Mantıklı mı? Mantıklı! Ne mantığı? Milletin mantığı...
Nitekim bu tür programların ve bu tür konukların piri olmuş sunucu bile dayanamadı daha fazla. Önce yüzü ağlamaklı oldu, sonra yüzündeki ifadeyi saklamak için masaya kapandı. Ardından titreme nöbeti geçirip gülmeye başladı. Yavuz Hoca rahattı, “ben bilim adamıyım, bilim adına konuşuyorum” dedi. Bilimin o ürkütücü otoritesi karşısında kim ne diyebilir? Olayın son sahnesinde Rize ağzıyla söylendiği için büsbütün içinden çıkılmaz hale gelen “Ç”ler “C”ler ve Nuh Nebiden kalma insansız hava araçları stüdyoda uçuşuyordu.
***
Nuh konuştu diye cep telefonu kutsal oldu falan sanmayın. Kocasından “bylock” çıktığı iddia edilen AKP bakanı Fatma Betül Sayan, “telefon-u şerif” falan demeden saydırdı nuvzuhur kutsal emanetimize. 3-4 yaşındaki bebeleri kuran kursuna götürmekte sakınca yoktu ama ellerine telefon vermek çok sakıncalıydı. Cinleri, melekleri duyup manevi olarak donanan çocuklarımız, cep telefonunda istenmeyen içerikle karşılaşınca manen çöküntü yaşıyordu. Ekledi, ''Sayın Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği gibi, zehir evlerimizin içine girmiş durumda. Bu nedenle, aileler ve öğretmenler olarak üzerimize büyük sorumluluklar düşüyor. Bugün teknoloji, internet bağımlılığı tıpkı uyuşturucu bağımlılığı gibi çocuklarımızı tehdit ediyor." Biliyoruz artık cumhurbaşkanını nebi falan sayıyorlar ama neticede söz konusu olan koskoca Nuh Peygamber. Seller görmüş, fırtınalar atlatmış. O esnada cep telefonuyla fıtı fıtı fıtı… Onun elindekini, çocuklardan esirgememiz haddimize mi? Sünnettir bundan böyle!
Dinci cehalet böyledir; aralarında 1500 yıllık bir zaman farkı olduğuna aldırmaz, Roma sütunlarına bağlayıp İbrahim'i Atargatis'in havuzuna fırlatır. İsa'yı bakireden doğurtur, Muhammed’i uçurtur. Nuh'u cep telefonu ile konuşturur, insansız hava aracına bindirir.
***
Malum kapitalizmin son aşamasındayız. Haliyle dünyayı emperyalizmin çöplüğüne çevirdi sistem. Çevre neyse merkez o, taşra neyse şehir o, Rize neyse Washington o, Trump neyse Tayyar o. Her yerde aynı kör cehalet…
Biz bunlarla boğuşurken dünyanın akıl küpü Donald Trump, fiziksel ve akıl sağlığının Başkanlık için uygun olmadığı yönündeki iddialar nedeniyle bir hekime görüneceğini müjdeledi. Bu sağlık kontrollerinde Trump’a uyuma alışkanlıkları ve cinsel hayatı hakkında sorular sorulacak. Demokrasinin gözünü seveyim. Bizde olsa KHK ile yasaklanırdı. Koca reise “kuş ötüyor mu” diye sorulur mu?
Peki, nedir Trump hakkındaki iddialar?
Sürekli TV izliyormuş. Peskevitçi Yedisekiz Devlet Paşa da izliyor. Eski arkadaşlarını tanımıyormuş. Biz on beş yıldır bizimkinin asker ve okul arkadaşlarını arıyoruz, bulamıyoruz. Ne var bunda? Çocuk gibiymiş. Her daim taltif edilmeye ihtiyacı varmış. Her şey onunla ilgiliymiş. İlahi, sorun mu bu? Okumuyor ve dinlemiyormuş. Vallahi bunlar bizde politikaya girmenin şartları arasında. Okuyan, dinleyen politikacı mı olur? Fast food alışkanlığı varmış. E bu kadar ağır moronluğu sürekli beslemek lazım, değil mi?
Çıktı reddetti hakkında söylenenleri, “çok istikrarlı bir dâhiyim” dedi. Sınırsız para kazandığına göre öyle olmalı.
Sistem her gün bunu söylemiyor mu hepimize?
***
İdiokrasi bir ahmaklar düzenidir. Genetik bir yetersizlik değildir ahmaklık, tekelci kapitalizmin son aşamasında insan beyninin aldığı haldir. O beynin artık okumaya, anlamaya, öğrenmeye, biriktirmeye ihtiyacı yoktur. Sürekli beslenmeli ve sürekli uyur halde tutulmalıdır. Uyandığında televizyon izletilmeli ve fast food yedirilmelidir. Söylüyorlar zaten; Mutluluk cahilliktedir…
Haliyle temel eğitime de artık ihtiyaç kalmamıştır bu düzende. Dağın taşın imam hatip yapılabilmesi böyle imkân haline gelebilmektedir. Aksi halde kim Boğaza paralel boğaz açmayı, şehrin merkezindeki parkı yıkıp alışveriş merkezi dikmeyi, yayladan otoyol, denizden köprü geçirmeyi aklından geçirebilir ki? Ahmaklık bir düzen olmasa böylelerine birileri çıkıp, “bir dakika kardeşim siz manyak mısınız?” diye sormaz mı?
Gördünüz tabelayı: Kurtuluş suçluların cezalandırılmasını gerektirir. E kalkın hadi!
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder